24 Haziran 2013 Pazartesi

Yeni dünya devrimi-Doğu Ergil

O yüzden şaşkın. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri yeni nesillere öğretilen formül şuydu: Demokratik istikrar ve ekonomik refah ayrılmaz bir ikilidir. Pazar ekonomisi kendi haline bırakılırsa daha iyi işler ve ekonomik refahın artmasını sağlar. Demokrasi de peşinden gelir. İyi de bu tabloda ekonomik kriz yoktu.

Son yıllarda üst üste gelen ekonomik krizler nedeniyle Batılı ülkelerin orta sınıfları, özellikle gençleri, kendilerine sunulan"müreffeh ve istikrarlı gelecek" vaadinin giderek silikleştiğini gördüler. Ne sisteme ne de kendilerini yönetenlere güvenleri kaldı. Latin Amerika'dan Yunanistan'a kadar pek çok isyancı, daha doğrusu anarşist grup ortaya çıktı. Anarşi, eski Yunanca'da "lidersiz, başsız" demektir. Daha az devlet, daha fazla bireysel etki ve bireyin ahlaki özerkliğini savunan akımlar örgütlenerek birçok Batı ülkesinde kendilerini göstermeye başladılar. Etkinlikleri sadece krizdeki sisteme eleştiri düzeyinde kalmadı. Bütçe kesintileri nedeniyle kendilerinden esirgenen hizmetlerin, dolgun maaşların azalması onlara alışan orta sınıfı ve kendisine toplumda yer arayan gençleri çok sarstı. İnandıkları, inandırıldıkları geleceğin artık olmadığını, olamayacağını gördüler. Tepkilerini, dozu giderek artan kitlesel gösteri, şiddet eylemleri ve sabotajlarla sergilemeye başladılar.


Bir de bilim o kadar hızlı ilerliyor, bilgi teknolojisi o kadar hızlı mesleki donanım değişikliği baskısı yaratıyor ki bir zamanlar daha kolay bulunan ve elde tutulan işler artık çok daha iyi eğitilmiş, teknolojik konularda mahir, yeni bilgi teknolojisi ürünlerini beceriyle kullanan insanların eline geçiyor. Artık "yeterli yurttaş" değil "dahi yabancı" işe alınıyor ve daha az ücret veriliyor. Şirketler daha fazla kâr ediyorlar ama onları zengin eden orta sınıf elemanlar, teknolojinin (ileri bilgisayarların, akıllı makinelerin ve robotların) işsiz bıraktığı yığınlar olarak umutsuzların veya kaybedenlerin saflarına katılıyor. Bu sürecin en etkili olduğu yerler, en gelişmiş ülkeler. O nedenle ABD'de Çay Partisi hareketi, Norveç'te Breivik adlı bir adamın (Avrupa Sağı'dan onay gören) katliamı; en demokratik bildiğimiz ülkelerde ırkçılığın, yabancı düşmanlığının yaygınlaşması şaşırtıcı gelmiyor. Şaşırtıcı değil ama tehlikeli.

Sisteme itirazlar sözde kalmıyor. Muhalif gruplar şiddet eylemlerine yöneliyorlar. Hem kendi yöneticilerine hem de onları "açıkta bırakan" sisteme saldırıyorlar. En yumuşak ve kolay hedef de (tabii yanlış hedef) ülkelerindeki yabancılar, bankalar, polis karakolları ve hükümet binaları. Hepsinin sembolik ve menfi bir anlamı var: Dertlerinin nedeni olarak görüyorlar... Anarşist gruplar artık hükümetleri ve kendilerine bir gelecek sunamayan ekonomik sisteme karşı "dünya devrimi"ni başlatmak iddiasındalar.

Bu başkaldırı, yöneticileri ve siyasetçileri itibarsızlaştırıyor, etkisizleştiriyor. Bildik hiyerarşiler çözülme eğiliminde. Bundan bir devrim çıkmasa bile geniş çaplı bir değişiklik çıkacak; bireyin ve yerel toplulukların daha etkili olduğu, her şeyi devletin ve politikacıların belirlemediği bir sistemin doğması olası. "Düzen" adına tam tersi de olabilir tabii. Bu dünya çapında bir çatışma ve kargaşa demek.

Batı'nın bu değişim sancılarına bir de Arap Baharı gibi diktatörlüklerin çözüldüğü süreci kattığımızda dünyada ne büyük bir değişikliğin hüküm sürdüğünü görmek mümkün. Tamam da, bu büyük dönüşümün halihazırda ne şablonu var ne de mimar(lar)ı.

Hiç yorum yok: