CHP bu durumu geç de olsa fark etti ve vatandaşlığın (dolayısıyla ulusun) tanımını etnik olmaktan çıkarıp yurttaşların hukuki birliğine dayandırılması gerektiği noktasına geldi. AK Parti ile anlaşırlarsa yeni anayasamız bu doğrultuda şekillenecek büyük olasılıkla.
Türklük üzerine oturtulan resmi kimlik, bari mülkün efendisi olduğu söylenen Türk'e istediği özgürlüğü, refahı ve adaleti sağlasaydı. Resmi kimliğin dar tanımı, yani sesli Türklük ve sessiz (light) Müslümanlık dahi çoğu Türk için yeterince kavrayıcı olmamıştır. Etnik temele dayandırılan milliyetçilik, dışarıda bırakanların taleplerini tehlikeli hatta bölücü olarak gördü. Onların mağduriyet duygusunun direniş eylemine dönüşmesi, yönetimi daha da yasaklayıcı kıldı.
Baskı ve yasakçılık, mağdur kümelerin sadakatlerini, dayanışma ve korunma arayışlarını etnik ve inançsal (ulus-öncesi) örgütlenmelere yöneltti. Cemaatçilik ve azınlık mikro milliyetçilik akımları boşuna doğmadı. Uzun süre darbelerle güdükleşen siyaseti, otoriter bir yönetimle hacir altına alınan toplumu, yeterince gelişememiş ekonomisi ve dünya standartlarının çok gerisinde hukuki yapısıyla ulusal devlet, toplumsal dayanışmayı sağlamakta zorlandı.
Müslümanlığını daha yüksek seslendiren Türkler, laik Türkler'le ayrıştılar. Bu ayrışma, tamamen siyasaldır çünkü her ikisi de etnik olarak Türk, dinen Müslüman'dır. Kimi laik Türkler, devletçi ve vesayetçi değildirler. Onlar da "liberal" diye (liboş ve entel olarak aşağılanarak -ne tuhaf: özgürlükçü beyin takımına düşman olan bir devletçi laiklik ne kadar kalıcı olabilir-) laik devletçi merkezden dışlanmışlardır.
Tüm yurttaş kümelerini kavrayacak bir yurttaşlık algısı ve olgusu, tüm etnik ve kültürel kümelerin egemenlik hakkından nasibini alması ve eşit statüde olmasıyla mümkündür. Ne yazık ki bu konuda önemli bir açığımız var. Devletten beklediklerini daha dar ve "bildik" örgütlenmelerde arayan halk kesitleri, etnik ve inanç kümeleri dayanışması yoluyla hak aramaya başlayınca ulus-devlet krizi daha da belirginleşti. Bu krizin en önemli öğelerinden biri artık yönetmekte zorlanan bürokratik elitin 'gemileri yakarcasına' ayrıcalıklarını ve pozisyonunu korumak için değişimin karşısına çıkması olmuştur. Her seferinde (Cumhurbaşkanı seçiminde ve Anayasa değişikliği referandumunda olduğu gibi) halk bu kural dışı ve haksız direnişi engellemiş ve Türkiye'de gerek yasal, gerekse yönetsel açıdan önemli değişiklikler meydana gelmiştir.
Özetle, bugün Türkler arasında da derin bir dayanışmadan söz etmek kolay değildir. Resmi kimliğe uyanlar ve uymayanlar arasındaki ayrışma, her kesimin içindeki farklılıklarla daha da yaygın hale gelmiş bulunuyor. Türkiye'de devlet merkezli, tekçi, otoriter siyasal paradigma değişmeye adaydır. Türkler'in, kendilerinin addettikleri devleti paylaşmaları; kendilerinden ibaret sandıkları milletin/ulusun, çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü (ortak bir siyasal kültür, hukuk ve resmi ortak bir dille birleşen) bir olgu olduğunu kabul etmeleri, siyasal kültürümüzde ileri bir aşamadır. Bu anlayış, günümüze kadar mümkün olmayan ulusal bütünlüğü sağlayacak bir zemin olabilir. Türkiye'de Türkler'den başkasının da yaşandığı ve eşit haklara sahip olmaları gereği resmiyet kazandıkça, paralel yaşayan yurttaş kümelerinin arasında siyasetin dışında ahlaki ve duygusal bağlar kurulması mümkün olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder