15 Mayıs 2013 Çarşamba

İbrahim Paşa ve kadro-Avni Özgürel

Devletin zirvesinde adeta bir 'ip çekme' oyunu oynanıyor. İtimatsızlık, kuşku, kaygı diz boyu. Birilerinin Başbakan'ı gereksiz, zamansız tartışmalarla köşeye sıkıştırmanın hesabını yaptığını geçen ay yazmıştım.


Devletin zirvesinde adeta bir 'ip çekme' oyunu oynanıyor. İtimatsızlık, kuşku, kaygı diz boyu. Birilerinin Başbakan'ı gereksiz, zamansız tartışmalarla köşeye sıkıştırmanın hesabını yaptığını geçen ay yazmıştım. 'Madem direksiyonda ben varım, yolumda dümdüz giderim' inadıyla asfalttaki her çukura düşmeyi kararlılık sanan şoför misali ilerleyen Başbakan Erdoğan biraz tarihe baksa, esneklik yoksunluğunun çoğu zaman iyi işlerin önünü kestiğini, modernleşme sürecinin önünü tıkadığını görebilir. 


En trajik misal de ünlü Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve onun akıbeti...

Padişahla canciğer

Enderun'dan yetişme, dolayısıyla Osmanlı sarayının tüm entrikalarına vâkıf biri olan İbrahim Paşa, 1718'de sadaret makamına getirildi. Padişahın Şehit Ali Paşa'dan dul kalan kız kardeşiyle evlendirilmesi sürpriz olmadı. Zira 3. Ahmed'le daha onun şehzadeliği, veliahtlığı sırasında dostluk kurmuştu.

2. Mustafa'nın tahttan indirilmesiyle 21 yaşında padişah olan 3. Ahmed, kendinden 20 yaş büyük İbrahim Paşa'ya sadareti teklif ettiğinde, onun bu makamı reddedeceğini düşünmemişti. İbrahim Paşa'nın dostu olarak padişahın yanında durmak istediğini, mevki merakı olmadığını bildirdi. Esas ret gerekçesi Sırbistan'ın kuzeyi ile Eflak'ı yani o dönem 'Banat Kıtası' denilen toprakların elden çıkarılması manasına gelen Pasarofça Anlaşması'nı imzalamak istememesiydi.

İyi bir hattat

Nitekim anlaşma Bostancı Halil Paşa ve Nişancı Mehmet Paşa'nın sadaretlerinde imzalandı. Sonra İbrahim Paşa sadaret mührünü kabul etti. Hakkındaki bilgiler onun gayet itidalli, ileri görüşlü, öfkesinde ölçülü ve savaştan nefret eden biri olduğunu gösterir. Sadaret devrinde İran'la savaş dışında bir çatışma olmaması bunun kanıtı. Dönemin iyi hattatları arasında sayılmasına bakarak, sanatkâr mizaçlı olduğuna hükmetmek de mümkün. Debdebeye, süse düşkün olduğuna şüphe yok. Pasarofça Anlaşması'nın imzasından sonra imparatorluk hazinesinde harcamaların önünü kesip tasarruf ettiği, toplanan parayla köşkler inşasına ve buralarda eğlenceler tertibine yöneldiği biliniyor. Sadrazam olarak pek çok mimar, şair ve hattatı himayesine aldı.

13 senelik sadaretinde davetlerine katılanlar şimdilerde resim heykel müzesi olarak kullanılan Sultanahmet Camii'ne bakan ve onun adıyla anılan 'sarayı'nın girişinin Avrupalı heykeltıraşların eserleriyle donanmış olduğunu söylüyorlar. İlk matbaa, ilk kâğıt fabrikası onun eseri. Avrupa'ya elçiler gönderip Batı'nın eğitim sistemi hakkında bilgi edinme ihtiyacını dile getiren de o.

Padişahla mizaçları da uyuşuyordu Paşa'nın. Aralarındaki tek çekişme aşkla bağlı olduğu ve güzelliği dillere destan Fatma Sultan'ın kimin yanında daha fazla kaldığı konusundaydı. 3. Ahmed çok sevdiği kız kardeşi yanına geldiğinde onu Topkapı Sarayı'nda alıkoyar, bu davranışının İbrahim Paşa'yı sinirlendireceğini bildiğinden, "Meraklanma yakında göndereceğim" mealinde notlar yollayarak onu yatıştırmaya çalışırdı.

Lale Devri

Kâğıthane ya da Sadabad, İbrahim Paşa'nın eseri. İstanbul'un fethinden sonra mesire yeri kabul edilen ve Bizans döneminde buradaki kâğıt imalathaneleri dolayısıyla Kâğıthane diye anılan bölgeyi Paşa inşa ettirdiği Sadabad Köşkü'yle taçlandırdı. İstanbul'un muhtelif yerlerine Emnabad, Asafabad, Şerefabad, Şevkabad diye köşkler yaptırdıktan sonra İbrahim Paşa önce Kâğıthane deresinin mecrasını değiştirip genişletti, ardından kıyısını mermer rıhtımlarla çevirdi. Ve ilk olarak otuz sütunun arkasına biblo gibi yerleştirilen muhteşem Sadabad Kasrı'nı inşa etti. Dere kasrın önündeki havuza geldiğinde buraya yapılmış setlerle minik çağlayanlar oluşturarak dökülüyordu.

Onu Bahariye'ye kadar bir dizi sultan sarayların inşası izledi. Aynı şekilde Boğaziçi de ilk kez İbrahim Paşa'nın sadaret yıllarında yalılarla, sahil saraylarla yeniden imar edilmeye başlandı. Bu gösterişli yapılaşmanın yazın Kâğıthane'de kışın yalı ve köşklerde 'Sadabad eğlenceleri' olarak anılan zevk gecelerine davetiye çıkardığı açık. 

'Helva Sohbetleri' adı altında yapılan ve sırtlarında mum yanan kaplumbağaların dolaşıp aydınlattığı bahçelerdeki toplantılara habersiz gelip herkese sürprizler yapmak, 3. Ahmed'in meraklı olduğu bir davranıştı.

Devletin zirvesindeki bu havanın bir süre sonra halka da sirayet ettiğini söylemek mümkün. Uzun ve meşakkatli harp yıllarının bunalttığı İstanbul ahalisinin neredeyse hoşça vakit geçirmekten başka bir şey düşünmez hale geldiği düşünülebilir.

Savaşın olmaması ekonomiyi canlandırmış zenginleşme hissedilir hale gelmişti.

Geleneksel kadroların itirazı

Ancak başkentteki bu gidişata itiraz eden, özellikle Avrupa ülkeleri örnek alınarak yapılan yeniliklere muhalif bir kitle de vardı. Bu kitle İbrahim Paşa'nın makamlarından ettiği kişilerin tezviratından etkileniyordu. 

İbrahim Paşa sadaretinin üçüncü yılında devletin bütün bürokratik makamlarını kendi yakınlarıyla doldurmuştu. Tayin ettikleri liyakatli kişilerdi ama Osmanlı'nın geleneksel kadrosu tasfiye edildikleri duygusuna kapılmıştı. Oysa İbrahim Paşa gibi tecrübeli bir vezirin 2. Mustafa'yı tahtından eden darbeden ders çıkarmış olması gerekirdi. 

Patrona Halil isyanı

2. Mustafa devrinde Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin yakınları devletin bütün makamlarını istila etmiş, bundan duyulan hoşnutsuzluklar kendisine iletildiğinde padişah umursamamış, aksine, rahatsızlığın turmanmasına yol açan tayinler yaparak en nihayetinde tahtından olmuştu. Sonunda, 1730'da ünlü Patrona Halil İsyanı patlak verdi.

İbrahim Paşa önceleri önemsemedi kalkışmayı. Görünüşte hamamcı, manav, kahveci takımının ayaklanması gibiydi hareket ancak arka planda padişahtan ve sadrazamdan hoşlanmayan gözden düşmüş medrese hocaları ve onların kışkırttığı geniş bir kitle vardı. Sonuçta bu ayaklanmayla 3. Ahmed tahtından oldu, Damat İbrahim Paşa hayatını kaybetti. Ancak daha önemli sonuç Lale Devri'nde atılan ileri adımların imhası oldu.

40 yıl önce girilen yol

Türkiye, kırk sene önce, 12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması'yla Ortak Pazar'a üye oldu. Kuruluş daha sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu'na, en son Avrupa Birliği'ne dönüştü. Anlaşmanın temelleri, Demokrat Parti iktidarının son yıllarında Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu tarafından atılmıştı.

İhtilal sonrası Başbakan İsmet İnönü'nün mutabakatıyla gündeme gelen anlaşmanın imzasından önce Paşa'nın "Bu cemiyetten istediğimiz zaman çıkabilir miyiz?" diye sorduğu, 'Evet' cevabından sonra da Ortak Pazar Heyeti'ne davetiye gönderildiği biliniyor. Anlaşma, 175 milyon dolar yardım, Türkiye'nin temel ihraç ürünü olan tütün, çay, kuru incir, pamuk gibi ürünlere özel gümrük tarifesi uygulaması ve toplam 22 senede tam  üyelik garantisi içeriyordu.

TBMM tören salonundaki imza merasiminin ev sahibi, Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin'di. Ortak Pazar'ın altı kurucu üyesi adına da dışişleri veya hazine bakanları gelmişlerdi. Hollanda Dışişleri Bakanı ve Ortak Pazar Bakanlar Konseyi Başkanı A.H. Luns, Belçika Dışişleri Bakanı Spaak, Fransa Dışişleri Bakanı Couve de Murville, İtalya Hazine Bakanı E. Colombo, Federal Almanya Dışişleri Bakanı Schroeder ve Lüksemburg Dışişleri Bakanı Schaus, imzadan önce Anıtkabir'i ziyaret etmiş, sonra İstanbul'u gezmişlerdi.

Hiç yorum yok: