27 Mayıs 2013 Pazartesi

Gerilik, gericilik ve siyasi bağnazlık-Doğu Ergil

Bağnaz kişi veya yönetim, kendi görüşünü din adına da laik bir ideoloji adına da egemen olduğu topluma dayatabilir. Sovyetler Birliği'nde din ve kiliseler neredeyse sosyal yaşamdan kovulmuştu. Komünizmin çöküşünden sonra geri geldiler. Hiç de Hıristiyan köktencilik biçiminde bir tepkiye neden olmadı bu geri dönüş.

Türkiye'de hep bir irtica (gericilik) tehlikesi olduğu iddia edildi. Kim etti? Devlet aygıtına egemen, resmi makam ve görevlerinden aldıkları güçle toplumu yönetmek ve yönlendirmeyi kendi ayrıcalıkları olarak gören, özellikle bürokratlar. Eğitim, haberleşme ve hukuk yanında, toplumun maddi kaynaklarının dağılımını yönlendirebilen bu kesim, neyin iyi veya kötü; neyin doğru veya yanlış olduğunu hep belirlediler.


Onlar için gericiliğin (irticanın) ve dinsel bağnazlığın panzehiri laiklikti. Bu doğruydu ancak irtica gericilikse; yani geçmişte yaşanan "altın bir çağın" bugünden daha iyi olduğuna inanıldığı için o çağın koşullarının yeniden canlandırılmasını istemekse, günümüzde cehaletin, yoksulluğun ve eşitsizliğin, siyasetin dar bir oligarşik çevrenin ayrıcalığı olmasından kaynaklanan mağduriyete tepki olduğunu görmek durumundayız. Mağdurlar ve dışlanmışlar, bir yandan "ideal durumu"geçmiş bir çağda arıyorlar diğer yandan dünyevi hırs, duyarsızlık ve yolsuzlukla kirlenmiş siyaseti arındıracak değerleri dinde bulmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de içinde bulundukları olumsuzlukları, günümüzün ileri ülkelerinin vardığı refah, özgürlük ve hukuk standartlarıyla kıyaslıyorlar. Referansları, idealize ettikleri bir geçmişte olmasına rağmen özlemleri gelecekte, en azından bugünde.

"Gerilik" insanların siyasetten (hayatları hakkında karar verilmesi sürecinden) dışlanmaları, yoksulluk ve eşitsizlik; kısaca güçsüzlük ve mağduriyetten kaynaklanıyorsa, önce bunlardan kurtulmak gerekmez mi? Böylece insanlar "kurtuluşu" geçmişte arayarak "gerici" konumuna düşmezler.

Ama öyle olmadı. Bugün üzerinde bir etkileri olmadığı için pek çok kişi çareyi, varsayılan "iyi" bir geçmişte aradıkları için gericilikle suçlandılar ve eziyet edildiler. Diğer yandan "kurtuluşu"idealize ettikleri bir gelecekte arayanlar da devrimci veya "komünist" olarak takibata uğradılar, ezildiler ve siyaset dışına sürüldüler.

Bu öykü sadece Türkiye için geçerli değil, tüm otoriter İslam toplumları için geçerli. Tunus, Mısır ve onları izleyecek Arap ülkelerindeki isyan nedenleri de bunlar. Tüm bu toplumlarda muhalefet sadece acımasız bir baskı altında tutulmadı. "Gericiliğin" kaynağı olan geriliği giderecek pek bir şey yapılmadığı için toplumsal muhalefeti bastırabilmek için irtica öcüsü hiç gündemden düşürülmedi. Bu ülkelerin yöneticileri halklarına dayanacaklarına, iktidarlarını destekleyen yabancı patronlarını da "irtica" tehlikesine inandırdılar ve onu önleyecek olanın sadece kendileri olduğunu söylediler. Oysa ne Tunus'ta ne Mısır'da milyonlarca kişinin katıldığı isyanı yönetenler"İslamcılar" değil.

Eğer laiklik, gericiliğin ve ondan kaynaklanan bağnazlığın panzehiri olacaksa üç temel şart yerine gelmelidir: 1- Yaşama ilişkin kararların sadece din kaynaklı olmamasını isterken devlet destekli tek bir ideolojinin topluma dayatılmasına son vermek. Böylece, her türlü (dinci veya laik) toptancı bir yaşam ve siyaset algısının önünü kesmek. 2- Hukukun, kutsal yani doğruluğu sorgulanamaz emir ve hükümlere değil, toplumsal mutabakata dayandırılmasını savunmak. 3- Ahlakın sadece dinden türetilmediği; aynı zamanda toplumca benimsenen hak-insaf-adalet-eşitlik ve karşılıklılık ilkelerine de dayanmasını benimsemek.

Ortadoğu ülkelerinde yeni bir dönem başlıyor. Laikliğin demokrasi ile gelişebileceği ve gericiliği önlemenin ancak geriliğin yok edilmesiyle mümkün olduğunun anlaşılacağı bir dönemin şafağındayız. Bakalım demokrasi güneşinin doğmasına ne kadar var?

Hiç yorum yok: