20 Mayıs 2013 Pazartesi

Avrupa'nın çelişkileri ve hobileri, Brüksel'in şifreleri ve fobileri…Üçüncü cinsel devrim: Geliyorum diyen felâket!-Küresel sistemin 'müslümanlaşma' ve İslâm'ı bitirme süreci…Yusuf Kaplan


Avrupa'nın çelişkileri ve hobileri, Brüksel'in şifreleri ve fobileri…
Avrupa, Alain Touraine'in dikkat çektiği ve nefes kesici bir dille tartıştığı gibi, büyük çelişkiler kıtası.
Çelişkilerini zaman zaman yenen, çoğu zamansa çelişkilerine yenik düşen, aşamadığı çelişkilerinin pençesinde kıvranan ve yere serilmekten kurtulamayan, aşırılıkların hükmünü icra ettiği bir kıta Avrupa.
AVRUPA'NIN VAROLUŞSAL ÇELİŞKİLERİ: YARATICI VE YIKICI KAYNAK
Bu çelişkiler, Avrupa'nın hem yaratıcı dayanağı, hem de yıkıcı kaynağı: Hem kendini varediş nedeni, hem de kendini ve 'öteki'ni yokediş sebebi.

İçinden çıkılmaz derin bir ontolojik şiddete ve karşıtını üreten bir çıkmaz sokağa dönüşen bu çelişkilerin başında, insanın tanrılaşması macerası geliyor. Avrupa'nın, insanı tanrılaştıran bu taşkınlığı, görünüşte, kendini varedeşine imkân tanıyor ama gerçekte, önce kendi temellerini yerinden etmesine, sonra da yerle bir etmesine yol açıyor. Ancak Avrupa'nın ifratla tefrit arasında gidip gelen bu sarsıcı ve sallantılı yürüyüşü, son kertede düşüşle sonuçlanıyor. Hem kendini, hem de insanlığı düşürmesiyle…
Tanrı'yı hayattan uzaklaştırmayı dayatan hümanizm ifratıyla başlayan maceranın, tanrının da, insan da buharlaşması neticesini doğuran post-hümanizm tefritiyle sonuçlanması o yüzden hiç de şaşırtıcı değil.
BRÜKSEL: ÇELİŞKİLERİ GİZLEYEN YER
Avrupa'nın önce şiddet üreten, sonra bu şiddeti ayartıcı yöntemlerle örten varoluşsal çelişkilerinin nasıl kontrolden çıkabilecek boyutlar kazanabildiğini ve Avrupa fikrini karikatüre dönüştürdüğünü görebileceğimiz en iyi yer Brüksel.
İMGM'nin Belçika şubesinde verdiğim konferans dolayısıyla Belçika'yı ve başta Brüksel olmak üzere Belçika'nın kültürel, siyasî ve sosyal çelişkilerini iyi ele veren barok kent Ghent, gotik kent Bruges, sanayi ve liman kenti Anvers gibi önemli kentlerini gezme imkânı bulunca, genelde Belçika'nın, özelde ise Brüksel'in Avrupa'nın aşamayacağı çelişkileri nasıl gizlediğini yerinde gözlemledim.
AVRUPA'NIN GÜCÜNÜN GİZLENEN TARİHİ: ÜRPERTİCİ SÖMÜRGECİLİK TECRÜBESİ
İlk bakışta kolaylıkla görülmeyen Belçikalıların aşırılıklarının tavan yaptığı maceralardan biri, Belçika'nın, sömürgecilik tarihinin en acımasız hikâyesini yazan aktörlerden biri olmasına rağmen bu küçük ülkenin sömürgecilik tarihinde ne denli boynundan büyük sömürgecilik cinayetlerine imza attığını gözler önüne seren ürpertici sömürgeci tarihi.
Gerçekten de Belçikalılar, Portekiz ve İspanyolların hem Latin Amerika'da, hem de özellikle de Uzak Asya'da -Endonezya-Filipinler hattında- sergiledikleri acımasız, barbarca sömürgecilik tecrübesinin pek bilinmeyen aktörlerinden biri aslında. Belçikalıların Afrika'nın kalbini -Kongo'yu- delik deşik eden, talan eden ve ölüme mahkûm eden azman sömürgecilik tecrübelerinin, Portekizlilerin ve İspanyolların ürpertici sömürgecilik tecrübelerinden hiç de geri kalır yanı yok.
Portekizlilerin ve İspanyolların (tabi bu arada liberalizmin ilk anavatanı ve köleliğin son kaldırıldığı anayurdu Hollanda'nın) sömürgecilik tecrübelerinin ne kadar korkunç boyutlar kazandığını gösteren yüzkarası örneklerden biri, Filipinler ve Endonezya'da işledikleri cinayetler.
Sözgelişi, dün, iki asır öncesine kadar, Filipinler, Müslüman bir yerdi; bugün, Filipinler'de Müslümanların ve Müslümanlığın kökü büsbütün kazınmış durumda.
Belçika'nın insanın tüylerini diken diken eden sömürgecilik tarihi, barış, demokrasi ve haklar projesi AB'nin başkentliğini yapan Belçika'nın başkenti Brüksel'in gizlediği en büyük çelişkilerden biri.
AB FİKRİNİN GÜDÜK VE FOBİK TEMELLERİ
Evet Brüksel, Avrupa Birliği'nin başkenti ama Avrupa Birliği (AB) fikrini karikatürleştiren, AB'nin derin tarihî fobilerini siyasî mimarisinde örten bir başkent.
Brüksel, AB'nin başkenti değil yalnızca, NATO'nun da merkezi bildiğiniz gibi.
Brüksel, NATO'nun da, AB'nin de merkezliğini yapamayacak kadar küçük bir başkent oysa.
Brüksel'in Batı ittifakının başkentliğini yapması, aslında, Avrupa'nın kurucu ve yıkıcı güçlerinden birinin Avrupa'da merkezî bir konuma geçmemesi için bulunmuş iyi bir formül.
Ama Brüksel, öte yandan, Avrupa fikrinin ne kadar güdük ve fobik temeller üzerinde yükseldiği gerçeğini örten, gizleyen bir merkez işin aslına bakılırsa.
BRÜKSEL'İN YARISI MÜSLÜMAN OLURSA…
Brüksel'in mimarî / artistik ekolojisi üzerinden geçmişten geleceğe düşe kalka, yaka-yıka yol almaya çalışan Avrupa'nın, özellikle de Avrupa fikrinin bugünkü hâlinin nasıl bir görünüm arzettiğinin ilginç bir okumasını yapmak mümkün.
Yarınki yazıda Avrupa fikrinin başkenti Brüksel'in Avrupa'nın ne denli güdük ve fobik temeller üzerinde yükseldiğini Brüksel'in siyasî, tarihî ve artistik mimarisinin şifrelerini çözerek göstermeye çalışacağım.
Bu arada, % 25'i Müslümanlardan oluşan Brüksel'in nüfusunun, özelde Avrupa'da, genelde Batı dünyasında yaşanan eşcinsel ve ensest ilişkilerin neo-liberal hazlar rejimi dromokrasi tarafından meşrulaştırılması çabalarının, önümüzdeki yarım asır içinde başkentin yarısının Müslüman olmasına yol açacağı gerçeğinin Belçikalıları ne denli fobik davranış biçimlerinin eşiğine sürüklediğini de göstereceğim.
Üçüncü cinsel devrim: Geliyorum diyen felâket!
Özelde Avrupa, genelde Batı toplumları, cinsel sapmaların pençesinde kıvranıyor. Cinsel sapmalar, insan türünün geleceğini tehdit edecek kadar kontrolden çıkmak üzere Batı toplumlarında.
CİNSEL SAPMALARIN TIRMANIŞI
Öte yandan, sadece eşcinsellik şeklinde tezahür etmiyor cinsel sapmalar. Ensest ilişkilerden hayvanlarla cinsel ilişkiye kadar zıvanadan çıkmış bir görünüm arzediyor. Belçika-Almanya hattında yaptığım bu son seyahatte, Alman hükümetinin, hayvanlarla cinsel ilişkiyi yasaklayan bir kanun hazırladığını öğrendim.
Ama gerek eşcinsel ilişkilerin, gerekse aile için sapkın ensest ilişkilerin hızla yaygınlaştığını ve bir özgürlük meselesi olarak meşrulaştırılmaya çalışıldığını söyledi arkadaşlar. Eşcinsellik dalgasından sonra ensest ilişkiler dalgasının öncelikle Avrupa'nın sözümona en gelişmiş, liberal toplumlarını kasıp kavuracağı anlaşılıyor.
Avrupa, insan zihnini ve hayatını dumura uğratan ontolojik felâketin ardından, şimdi de insan türünün sonunu hazırlayacak büyük bir helâketin eşiğine sürükleniyor.
BRÜKSEL'İN ADALETİ, AVRUPA'NIN HAYALETİ Mİ?
Brüksel'in, Avrupa'nın tarihî korkularını ve sanal hayallerini, İslam Toplumu Millî Görüş (IMGM) teşkilâtı Belçika üniversiteliler başkanı Ömer Karahan, Hüseyin Dağdeviren ve Brüksel'de mimarlık yapan Fatih Başaran'la birlikte Brüksel'i gece ve gündüz iki kez dolaşınca bihakkın gördüm.
Brüksel'de AB (Avrupa Birliği) fikrinin ve hayalinin geleceğinin simgesi, kanımca ne NATO binası, ne de büyük bir haç formunda yapılan AB binası.
Haç, Avrupa'nın hayallerini değil, hayaletlerini sembolize ediyor aslında. Haçla sembolize edilen Hıristiyanlık, Avrupa'nın entelektüel, siyasî ve kültürel hayatından çoktan çekilmiş durumda. Toplumların yarıdan fazlasında türlü ateizm biçimlerinin hâkim olduğu Avrupa ülkelerinde Hıristiyanlığın nerdeyse hiçbir karşılığı yok zira.
Brüksel'in AB fikrinin ve hayalinin ne denli grotesk bir görünüm arzettiğini en iyi sembolize eden binası, Brüksel'in devâsâ Adalet Sarayı.
Gece, hayaleti andıran Adalet Sarayı, gündüz AB fikri hayalinin her an hayalete dönüşebileceğinin metaforik resmi ve göstergesi gibi geldi bana. Brüksel'deki Adalet Sarayı, Avrupa'nın içine sürüklendiği krizin ve dekadansın en grotesk sembolü çünkü.
Sanki Avrupa fikri, hiçbir zaman günyüzü göremeyecek, Adalet Sarayı'nın gece beliren hayaletinin adaletinden, insafından merhamet dileyecek ama dileği yaşanan büyük çelişkilerden ötürü hiçbir zaman gerçekleşmeyecek gibi.
Açıkçası, Brüksel'in AB'nin başkentliği, gerçek değil, siyasî değil, artistik, estetize edilmiş, gelecekte gerçek olabileceği tahayyül edilen sanal bir başkentlik: Avrupa'nın fobilerini ve açmazlarını gizleyen bir başkentlik bu.
CİNSEL SAPMALARI, ÖZGÜRLÜK MESELESİ OLARAK GÖRMEK, İNSAN TÜRÜNÜN ÖLÜMÜNÜ GÖREMEMEK DEMEK
Brüksel'in sanal başkentliğinin dekadans biçiminde gerçeğe dönüştüğü en temel gösterge, cinsellikte yaşanan ürpertici sapmalar. Bu cinsel sapmaların şimdilik küçük gibi gözüken ama Avrupa'nın nereye sürüklendiğini gösteren ipucu, Belçika'nın sosyalist başbakanının eşcinsel biri olduğunun herkes tarafından açıkça biliniyor olması ve bunun görünüşte normal bir şey olarak kabul edilmesi.
Oysa eşcinsellik, insan türünü yok edecek bütün diğer cinsel sapmaların kapısını sonuna kadar açan bir anahtar. Bu nedenle, ensest ilişkileri normalleştiren bir süreç yaşanıyor Batı'da.
Bu sürece direnmesi beklenebilecek tek kurum kilise ama kilise, eşcinsel evliliklere şimdiden cevaz vermeye başladı bile. Kilise, 'eşcinsel evlilik' sorunu nedeniyle bir kez daha büyük sarsıntı geçiriyor Avrupa'da -ve Amerika'da.
Avrupalılar, eşcinsel ve ensest ilişkileri, bir 'özgürlük meselesi' olarak değerlendiriyor ve 'cinsel tercih' olarak nitelendiriyorlar!
İşte bu, ne tür bir zihinsel ve varoluşsal sapmanın yapı taşlarının döşendiğinin en ürpertici göstergesi.
Oysa gerek eşcinsel ilişkilerin, gerekse ensest ilişkilerin insan özgürlüğü olarak kabul edilmesi, insan türünün sonunun bizzat insan tarafından özgürce (!) hazırlanması aslında.
'BU BEDEN BENİM, İSTEDİĞİM HALTI YERİM'
Eşcinsel ilişkilerin bu denli güçlenmesi, cinselliği kadının özgürleşmesi olarak algılayan ikinci dalga feminist hareketin kaçınılmaz sonucu.
Kadının siyasî ve ekonomik haklarını savunmak için yola koyulan ilk dalga feminist hareket, ikinci dalga feminist hareketle birlikte, cinsel özgürlük hareketine dönüşmüştü.
Yaşamakta olduğumuz üçüncü dalga feminist hareket, haklar hareketi olma özelliğini çoktan yitirdi; belirleyici roller oynadığı eşcinsel ve ensest ilişkilerin meşrulaştırılması mücadelesine soyunmakla tam anlamıyla hazlar hareketine evrildi.
Burada da, haklar mücadelesi demokrasinin ölümüne ve hazlar hareketi dromokrasi'nin zaferine tanık oluyoruz!
Feminizmden eşcinselliğe gelen süreci, tek bir cümleyle şöyle özetleyebiliriz: 'Bu beden benim bedenim, istediğim haltı yerim!'
FELÂKETİN AYAK SESLERİ…
Peki, nedir bu? İnsanın tanrılaşma sürecini tetikleyen hümanizm hareketinin, post-hümanizm sürecinde, insanın hazlarını, arzularını, sapkınlıklarını kutsama ve putlaştırma sapmasına dönüşmesi elbette.
Sadece coğrafyanın, kültürün, siyasetin sınırlarının bitmesi değil, cinselliğin sınırlarının da bitmesi olgusunu yaşıyoruz: Üçüncü cinsiyet sapması, erilliğin ve dişilliğin eritilerek cinsiyet farklılıklarının sona erdirilmesi, insan türünün bitişinin başlangıç süreci aslında!
Bu, insanın fıtratına bizzat kendisinin yaptığı ontolojik saldırının nihâi noktası. Nihilizmin zıvanadan çıkması, insanlığın kendi kuyusunu kazması.
Ve insan türünün köküne kibrit suyu çakan bir sapmanın, özgürlük adına dayatılması ve özgürlük kavramının içinin boşaltılması…
Özgürlük kavramının, hazlara indirgenmesi, eşcinsellik sapmasında karşımıza çıkmıyor sadece. Ayrıca ensest ilişkilerin de özgürlük meselesi olarak yavaş yavaş meşrulaştırılması sapkınlığında da karşımıza çıkıyor.
Batılı seküler insan, böyle yapmakla dekadansla dans ettiğini göremeyecek kadar hazlarının ve arzularının, bedeninin ve bencilliğinin kölesine dönüşüyor. Ve bu cinsel sapma olgusu, postmodern, vulger kültür ve söylemleri hızla küreselleştiren film, müzik ve medya endüstrisi vasıtasıyla küre ölçeğinde yaygınlaştırılıyor.
Oysa cinsiyetin buharlaşması, insan türünün sonunu getirecek bir felâketin ayak sesleridir.
AVRUPA'NIN ÇIKIŞ YOLU, GETTOLAR/IN/DA MI GİZLİ?
Ancak Avrupa'nın, bu felâketle yüzleşebilecek ne hâli var, ne de mecali: Eğer Avrupa, derinlerde köksalan ırkçılık ve ayırımcılık psiko-patolojisinden, fobik kültüründen arınabilirse, bu felâketle nasıl yüzleşebileceğinin ipuçlarını, Avrupa'nın gettolara hapsettiği yabancı göçmenlerin -türlü nedenlerle hakkıyla temsil edemedikleri- kültürel kodlarında bulabilir.
Ömer Karahan kardeşim, Brüksel'in yabancılar kenti olduğunu söylüyor: Gettolarına hapsolan yabancı göçmenler kenti.
Nitekim, kentin merkezine oldukça yakın, Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgede lise yıllarından kardeşim Ali Rıdvan Sağlık'la kısa bir akşam turu yaptığımızda, neredeyse hiç Belçikalı'ya rastlamadık.
Batılı başkentlerde azımsanmayacak miktarda yabancı yaşıyor. Ama Batı'da değil, itildikleri ya da çekildikleri gettolarında.
DEKADANSIN YÜKSELİŞİ VE İSLÂM'IN GELİŞİ
Belçika'daki Müslüman nüfusun çoğunluğu Brüksel'de yoğunlaşmış. Brüksel'in % 25'i Müslüman.
Medeniyet fikrini mercek altına aldığım bir konferans verdiğim Belçika İslam Toplumu Millî Görüş teşkilatının üniversiteliler başkanı idealist genç kardeşim Ömer Karahan, nüfusun bütün Avrupa ülkelerinde geriye sayması, seküler kültürün, özellikle eşcinsel hayat formuyla ailenin temellerini yıkan yapı taşlarını döşemesi gibi kritik nedenlerle Müslüman nüfusun istikrarlı bir şekilde arttığını, önümüzdeki 50 yıl içinde, Brüksel'in nüfusunun % 50'sinin Müslüman olacağından korkulduğunu hatırlatıyor.
Brüksel'in yarısının 50 yıl içinde müslümanlaşabileceği meselesi, Belçikalıları çoktan kara kara düşündürtmeye başlamış bile.
Batılılar, insan türünün sonunu getirecek üçüncü cinsel devrim felâketiyle nasıl başedeceklerini bile bilmezken, Müslüman azınlıklar, kimlik sorunlarıyla boğuşuyorlar.
Ama şu kesin: Üçüncü cinsel devrim, Batı'dan bütün dünyaya bir virüs gibi yayılıyor hızla. Bir süre sonra, bütün dünya, eşcinsel ve ensest ilişkilerin yolaçacağı derin sorunlarla boğuşmak zorunda kalacak.
İslâm'ın dışında hiçbir din, bu cinsel sapmaların, insan türünün sonunu getirecek bu felâketin önünde duramaz. Bu gerçek anlaşıldı. Ve İslâm'ın önü, inanılmaz bir şekilde açıldı.
İşte bu noktada özellikle Avrupa'daki Müslümanlara büyük iş düşüyor: Müslümanlar, İslâm'la ilişkilerini pekiştirdikleri sürece, Avrupa'nın da, insanlığın da umudu olabilirler.
***
Cuma gününden itibaren Belçika-Almanya hattında yaptığım seyahate, Köln'de verdiğim bir haftalık seminere, İMGM üniversiteliler teşkilatının yeni döneminde umut ve ufuk vadeden Avrupa'nın geleceğine yürüyen projelerine ilişkin gözlemlerimi ve önerilerimi ayrıntılı olarak sizlerle paylaşmaya devam edeceğimi hatırlatmak isterim.
Küresel sistemin 'müslümanlaşma' ve İslâm'ı bitirme süreci…
Son iki ay içinde üç kıtada yaptığım yoğun ve yorucu yolculuğun hasılasını bu yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum.
Küresel Batılı sistem, beş yüzyıllık tarihinin en büyük dönüşüm anlarından birini yaşıyor: Haklar rejimi olarak sunduğu demokrasi'nin yerine, hâkimiyetini sürdürebilmek için, hazlar rejimi dromokrasi'yi yerleştirme kavgası veriyor…
KAPİTALİZM DİNİ'NİN DOĞUŞU…
Modernler, hayatta hiçbir karşılığı olmayan kilisenin paganlaşmış tanrısını, dolayısıyla kendisini tanrılaştıran kiliseyi hayattan uzaklaştırmaktan başka seçenekleri olmadığını çok iyi biliyorlardı. O yüzden modernliği, siyaset üzerinden kurdular.
Batılıların, Kilise çağları da dâhil, Greklerden itibaren hiçbir zaman, hakîkî bir Tanrı tasavvurları olmamıştı. Ontolojiden yoksundular ve yalnızca epistemoloji üzerinden yürüyebilirlerdi bu nedenle.
Zira hayat sadece mülk âleminden ibaretti Batılılar için. Batılılar, insanın melekûtî âlemle irtibatını bir türlü kuramadıkları için, insan, insanî melekelerini yitirdi sürgit.
Oysa hayatın mülk âlemine kilitlenmesi, insanın, masumiyetini ve mahzuniyetini yitirmesiyle, dolayısıyla tanrılaşma güdüsünün / kibrin pençesinde kıvranmasıyla sonuçlandı.
Ontolojik bir temelden yoksun olduğu için, OLMA kaygısını öldüren ve sahip olma 'kavga'sını önceleyen epistemoloji, nihayetinde, bilgiyi güç olarak konumlandırır ve insanı, bilgi edinme ve gücü ele geçirme çabasına sürükler.
Özetle güç aracı olarak bilgi edinme ve gücü ele geçirme kavgası, hayatı, siyaset üzerinden kurmalarını dayattı modernlere.
KAPİTALİZM DİNİNİN TANRISI SERMAYE, PEYGAMBERİ GÜÇ, ÂMENTÜSÜ ÇIKAR'DIR
Modernlik, zamanla, düşünce ve siyaset devrimlerinin ardından sanayi devrimleriyle küresel bir hâkimiyet üretti.
Sanayi devrimleri, Batı hâkimiyetinin, omurgasında bir eksen kayması yaşanmasına yol açtı: Batı hâkimiyeti, hegemonyasını sürdürmesini sağlayacak yeni bir dine kavuşmuştu artık: Ekonomi-politik üzerinden işleyen kapitalizm dini.
Batı'nın dini, kapitalizmdir artık. Kapitalizmin tanrısı sermaye, peygamberi güç, âmentüsü ise çıkar'dır.
KRİZİ ÖRTMENİN YOLU: DÜNYANIN KAPİTALİSTLEŞTİRİLMESİ
Şu ân dünya, kapitalizm dininin tanrısı 'sermaye'nin, 'peygamber'i 'güç'ün ve âmentüsü 'çıkar'ın alt üst oluşuna tanık oluyor.
Kapitalizm dini, mukadder yok oluşunu ertelemek için, bütün dünyayı hızla ve hazla kapitalistleştiriyor. Haklar rejimi olarak sunduğu demokrasinin köküne kibrit suyu çakarak, hazlar rejimi dromokrasi'nin önünü alabildiğine açıyor: Yani postmodern duyarlıklarla, popüler kültürle bütün insanlığı ayartarak varlığını sürdürme kavgası veriyor. Bunun, bütün insanlığa neye malolacağı umurunda bile değil neo-pagan kapitalist sistemin! O yüzden Çin'i, Hindistan'ı, Rusya'yı, Latin Amerika'yı, Ortadoğu'yu ve Afrika'yı kapitalistleştirerek hızla hazlar rejimi dromokrasi'nin yeni 'mümin'lerine dönüştürme mücadelesi veriyor kapitalizm dini.
KÜRESEL SİSTEMİN İSLÂM'I TASFİYE EDEBİLMEK İÇİN 'MÜSLÜMANLAŞMA' SÜRECİ…
Bugün, Kapitalizm dinine direnen tek kaynağı / İslâm'ı etkisiz hâle getirme, kapitalizm dinine girdirerek dönüştürme 'misyonerliği'yle meşgul Batılılar.
Bunun için izledikleri tek yol, küresel sistemi 'müslümanlaştırmak'tır. Şunu demek istiyorum: Tıpkı Konstantin'in Hıristiyanlığı Romalılaştırarak bitirmesi gibi, İslâm'ı 'Romalılaştırarak' yani küresel sisteme entegre ederek bitirme kavgası veriyor küresel sistem.
Küresel sistemin bunu başarabilmesinin tek yolu, Müslüman toplumların, İslâm'la ilişkilerini koparmak. Dolayısıyla İslâm'ı ve Müslümanları sekülerleştirmek. Bunun için de İslâm'ın küresel sistem tarafından u/yutulmasına ve dönüştürülmesine direnen İslâmcıları (siyasete / güç elde etme güdüsüne teslim ederek) tasfiye etmek.
MODERNLİĞİ ANLAYAMADAN POSTMODENLİĞE YAKALANDIK!
Bu süreçte, küresel sistemin bir hayli mesafe katettiğini müslümanlar ne yazık ki, görebilecek durumda değiller. Çünkü Müslümanlar, (modernliği aşmak şöyle dursun) modernliği henüz anlayamadan postmodernliğe yakalandılar.
Ve postmodernliğin, modernliğe rahmet okutacak bir yıkımı, bir çözülmeyi, bir sekülerleşme biçimini -AYARATARAK- dayattığını görebilecek bir ümmîleşme / arınma tecrübesinin ve ufkunun (yani bütün çağları ve çağrıları kendisine mahkûm eden çağı tanıyamadıkları sürece çağın ağları tarafından yutulacakları ayartısının kıyısında debelenip durdukları gerçeğini kavrayabilmenin) çok çok uzağındalar.
Eğer bu yakıcı gerçeği göremezlerse, modernliğin haklar rejimi demokrasiden bir şey 'anlayamayan' Müslümanlar, postmodernliğin hazlar rejimi dromokrasi'nin pençesinde kıvranmaktan başka bir şey yapamayacaklarını bile göremeyecekler ve 'müslümanlaşan' kapitalizm / tüketim dini tarafından dize getirilecek ve tüketilecekler…
Bütün bu yakıcı ve yıkıcı gerçekleri göremeyen -sadece kendilerine, egolarına çalışan- sözümona fikir erbabının Müslümanları, postmodernliğin hazlar rejimine teslim olmaya sürüklemeleri ve İslâm'ı postmodern söylemlere yamama çabasını -sanki bir halt yapıyorlarmış gibi- entelektüel tüketime sunmaları ve ne olup bittiğini anlayacak basiretten ve entelektüel derinlikten yoksun yeni yetmelerin bütün bu entelektüel savrulmaya çanak tutmaları da işin cabası…
İşimiz zor ve yükümüz ağır vesselâm…


Hiç yorum yok: