13 Temmuz 2013 Cumartesi

Derûnumdaki bîpayân hüzün - Gültekin Avcı

Rönesans ve Hümanizm insana iman etti.
İnsan doğasıyla bağdaşmayan modernleşme vemodernite, bu yeni mabede akıl ve bilimi raptetti.

Modernleşen insan maziden ve esastan öyle bir koptu ki, lümpenleşti, taşlaştı ve modernleşme Octavio Paz'ın dediği gibi zamana kök salamadı ve kendini yenileyemedi.

Liberalizm ferdi, modern sosyoloji toplumu tanrılaştırdı, devleti de ona uşak olarak tahsis etti.
Devleti uşaklaştırarak bireyin emrine vermesi ne kadar isabetse, ferdin tanrılaştırılması o kadar felaket, o kadar kıyamettir.


Böylece metafizik hakikati yitiren insan suya düşen hülyalarını gözlerken, sudaki aksına aşkla tapmaya başladı.

Her şeyin ölçüsü bireydi, hikmet-i vücutları da gayeleri de.
Düşüncede hiçbir otorite tanımayan bir paganizmdi bu.
Doğal dengeyi iğfal edip ferdi tanrılaştıran özgürlük budalaları, toplum içinde birey-tanrı'ların zaptedilmez egolarıyla nasıl ahenkle yaşayabileceğini hâlâ çözemiyor.

Kimine hukuk kimine siyaset

Kendi koyduğu kuralları, yine kendi ürettiği yapay mazeretlerle kenara koyuyor.
Bugünün sosyolojisi, hukuktan fetva almadan özgürlük tarifi yapar oldu.
Özgürlüğün doğal ve hukuki sınırları önemsizleşti.
Ne inanılırlık ne tutarlılık ne de güvenilirlik kalıyor.
Kimine hukuk, kimine siyaset.

Meşhur mutlakiyetçilerden Thomas Hobbes şaheseri Leviathan'da, "Hâkimiyet mutlaktır ama hükümdar uluorta hareket edemez" der.

Aksi takdirde hükümdarın hâkimiyetinin tehlikeye düşeceğini söyler.
Milletin yararını düşünmemek budalalıktır Hobbes'un âleminde.
Çünkü "Hükümdarın menfaatiyle halkın menfaati birdir" der.

Bin bir formülün kucağında her şeye rağmen yıkılır gider en ihtişamlı kahramanlar ve medeniyetler.
Ziya Paşa'nın unutulmaz mısraı dudaklarımda...
Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.

Gerçekten ne oldu elini öpmek için yarıştığımız büyüklerimize, sevgililere ve dostlara?

Ne oldu hükmedenlere, muktedirlere ve cihan sultanlarına?
Shakespeare'in terennümüyle kimi gaddar bir poyraza karşı bir duvarın deliğini kapatıyor.
Veya Hayyam'ın deyişiyle belki de bir testi ustasının elinde çamur külçesi.

Acı hakikat böyleyken bile insanlar güç ve iktidar mücadelesinde, benlik ve egolar savaşında fani zaferler için neleri feda etmiyorlar ki...
Feda ettiklerinden geriye kalan hiçbir şey yok.
İnsanlık alameti bile.

Medeni insan sosyal bir yılandır diyor Charles Fourier.
Nezaket ve terbiye icabı yalancı olmak zorunda.
Ama bugünün yalancıları nezaket ve terbiye kaygısı da taşımıyor.

Bir çöl gecesi gibi ıssız

Dün, yine gündönümüydü.
Geçti eskidi ve hatıralarda kaldı.

Kundaktaki bebekten gençlik çağındaki Adonis'ler ve Afrodit'lere kadar herkes ve hepimiz ölecek yaşta ve çağdayız.
Görev yaptığım yıllar içinde otopsi masalarından nice insanlar geldi geçti.
Zenginler, makam sahipleri, siyasal aktörler, güzeller, yakışıklılar, gençler, garipler ve çocuklar...

Kımıltısız ve solgun yatıyorlardı soğuk ve sert masada.
Son derece mütevaziydiler. 
Toprak gibi.

Hepsi esas duruştaydılar.
Her otopside hepsinin gözlerine uzun uzun bakardım.
Gözleri hâlâ gözlerimde...

Ne bir iddia ne ihtiras ve benlik ne de kibir...
Yıldızları batmış bir çöl gecesi gibi ıssız... 

Denizlerin karanlık dalgaları üzerinde avare yüzen bir çöp gibi yalnız.
Fırtına sonrası bir deniz gecesi kadar sessiz.
Kiminin gözlerinde tebessüm eden ışıklar...

Kiminin gözlerinde donan ve öylece sabit kalan dehşet.
Bunları hayretle gördüm.

Ondan sonra övünecek yönü bile olmayan hödüklerin kendilerini dev aynasına koymasına, benlikleri uğruna yaptıkları deliliklere baktım da... 
Yine hayret ettim.

Akıbetleri önümdeki masadaydı.
Bu vahim egoizm ve kibir vebası her yeri almış gidiyor.
Siyasette, toplumda, sanatta hatta toplumsal olaylarda.
Gezi'de bile...

Peyami Safa'nın Matmazel Noraliya'sı mistik bir tecrübe eşiğinde sorar:
Derûnumdaki bîpayân (sonsuz) hüzün nedendir?
Anladı ki aşması gereken benliği öyle büyük bir dağdır ki, güneşi ve güzeli görmeye mani olur.

Hiç yorum yok: