15 Nisan 2013 Pazartesi

Üç Türk Hükümdarının Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu: Tolunoğulları, Zengiler ve Memlüklerde Sağlık Hizmetleri - Eşref BUHARALI

Üç Türk Hükümdarının Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu: Tolunoğulları, Zengiler ve Memlüklerde Sağlık Hizmetleri

Eşref BUHARALI*

Özet

Modern bilimin gelişmesinde, İslam uygarlığının etkisi sık sık dile'getirilir.
Felsefeden astronomiye pek çok Müslüman bilim adamından, bu münasebetle
zikredilir. Ancak belki de bu konuda en çok söz konusu edilmesi gereken husus,
modern tıp biliminin gelişmesinde Türklerin katkılarıdır. Bu konuda kaleme alınan
yazılar, daha çok bilim adamları ve onların eserleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tıp
bilimini, sağlık idaresi, sağlık anlayışları ve sağlık birimlerinin işletim sistemleri ile
bir bütün olarak düşündüğümüzde, bu hususlarda yeterince çalışmanın
bulunmadığını görmekteyiz.

Tolunoğulları, Zengiler ve Memlükler döneminde birçok hayır işleri
gerçekleştirilmiş; hastaneler, medreseler, camiler, köprüler, hanlar, hamamlar vb.
sosyal tesisler yapılmıştır. Bu çalışmada üç Türk hükümdarının yaptırdığı üç sağlık
kurumu hakkında bilgi vereceğiz.


Modern bilimin gelişmesinde, İslam uygarlığının etkisi sık sık dile
getirilir. Felsefeden astronomiye pek çok Müslüman bilim adamından, bu
münasebetle zikredilir. Ancak belki de bu konuda en çok söz konusu
edilmesi gereken husus, modern tıp biliminin gelişmesinde Türklerin
katkılarıdır. Bu konuda kaleme alınan yazılar, daha çok bilim adamları ve
onların eserleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tıp bilimini, sağlık idaresi,
sağlık anlayışları ve sağlık birimlerinin işletim sistemleri ile bir bütün olarak
düşündüğümüzde, bu hususlarda yeterince çalışmanın bulunmadığını
görmekteyiz.

Tolunoğulları, Zengiler ve Memlükler döneminde birçok hayır işleri
gerçekleştirmişler, hastaneler, medreseler, camiler, köprüler, hanlar,
hamamlar vb. sosyal tesisler yapılmıştır.

Bu çalışmada üç Türk hükümdarının yaptırdığı üç sağlık kurumu
hakkında bilgi vereceğiz. Bu hastanelerden ilki Tolun (Dolunay) oğlu
Ahmet' in Kahire' de yaptırdığı hastanedir. Bilindiği üzere 868-905 yılları
arasında bir Dokuz-Oğuz (Uygur) Türk'ü olan Tolunoğlu Ahmet, Mısır'da
ilk Türk devletini kurmuştur. Kısa zamanda Şam, Halep, Antakya, Adana ve
Tarsus bölgesi bu devletin sınırları içine dahil edilmiştir.

Kaynaklarda bu hastanenin inşası hakkında iki tarih verilmektedir. İlki
M.873 (H.259) diğeri ise M. 875 (H.261) yılıdır. Bazı müelliflere göre bu
hastane Mısır'da yapılan ilk hastanedir. Bu hastane Tolonoğlu Ahmet'in
emri üzerine yapılmış. Buranın yapımı için 60.000 dinar harcanmıştır. alkata'i'
şehrinde (bugünkü Kahire çevresi) kurulan bu hastane, Mısır'da
kııırulan ilk teşekkülü hastanedir.

Tolunoğlu Ahmet, ayakkabıcılar çarşısı, kapalı çarşı ile köle pazarında
bulunan binaların gelirlerini bu hastaneye vakfetmiştir. Burada ne bir
memlüğün ne de askeri sınıftan birinin tedavi edilmemesi şartı koşulmuştur.
Yani sadece sivil halka hizmet verilmiştir. Temizliğe de dikkat edilerek
hastane bünyesinde kadın ve erkekler için iki ayrı hamam yaptırılmıştır.


BU hastaneye başvuran hastalar kıyafet ve paralarını hastane
sorumlusuna emanet ettikten sonra hastanenin özel verdiği elbiseleri
giyerlerdi. Hastaların ilaçları, yiyecekleri ücretsiz verilir ve tedavileri ise şifa
buluncaya kadar karşılıksız olarak yapılırdı. Hastalar iyileşince de onlara
piliç ve ekmek verilir ve ardından emanete alınan para ve elbiseleri iade
edilerek taburcu olmalarına izin verilirdi. Tolonoğlu Ahmet, Cuma günleri
hastaneyi ziyaret eder, ilaç depolarını kontrol ettikten sonra doktorların
çalışmalarını takip ederek hastalarla bizzat ilgilenir ve onları teselli etmeye
çalışırdı.

Yazımızda ele aldığımız ikinci hastane yine bir Türk hükümdarı olan
Nureddin Zengi'nin Şam'da yaptırdığı Nuristan hastanesidir.
Nureddin Mahmut Zengi (ölm.1174) Musul Atabeği İmadeddin
Zengi'nin oğludur. Nureddin Zengi Suriye'yi ele geçirdikten sonra Fatimi
hakimiyetini ortadan kaldırarak Mısır'ı fethetmiştir.

Nureddin Zengi'nin Şam'da yaptırdığı hastane ülkesinde inşa ettirdiği
pek çok hastanenin en büyüğü ve en önemlisi idi. Sultan Nureddin Mahmut
Zengi Haçlılarla savaştığı sırada bir Frank komutanını esir almış, o da canını
kurtarmak için 5 kale ve 500.000 dinar fidye vermiştir. Sultan, elde ettiği bu
parayı yaptıracağı bu hastane için harcamıştır. Bir yüksek tıp okulu halinde
gelişen ve kendi adıyla anılan "Nuristan" hastanesinde herkes tedavi edilirdi.
Hatta bizzat kendisi gelip bu hastanede tedavi olmuştur. Burada ender
bulunan ilaçlar bile yoksul ve zengin ayırmaksızın herkese verilirdi. Daha
sonraki yüzyıllarda bu hastane bir tıp okulu (medresesi) olarak faaliyet
göstermiştir. Meşhur tarihçi İbn'ül Esir (1232) bu hastanede muayene
olduktan sonra, doktor ona bedava ilaç verince İtiraz ederek doktora varlıklı
biri olduğunu söylemiştir. Hekim ona "Durumunuzu biliyorum. Ancak
herkes Nureddin Zengi'nin ihsanından yararlanıyor. Hatta Selahaddin
Eyyubi'nin çocukları ve onun hanedanına mensup insanlar bile bu
hastanenin ilaçlarından karşılıksız olarak faydalanıyorlar. Sultan burayı
yoksul ve zengin Müslümanlara vakfetmiştir." der. Tarihçi Safedi 'nin
bildirdiğine göre; EI- Muhammedeyn b. Ubeydullah b. El-Muzaffer, burada
çok bilgili bir hekim olarak ün yapmıştı. Matematik, astronomi ve musiki'
alanında uzmandı. Ud başta olmak üzere diğer enstrümanları da iyi
çalabiliyordu. Aynı zamanda da bestekardı. Babası da hekim olan EIMuhammedeyn,
babası başta olmak üzere pek çok ünlü hekimden dersler

aldı. Kısa zamanda kendini gösteren EI-Muhammedeyn Şam'da Nureddin
Zengi tarafından kurulan bu hastanenin başına getirildi. Kaynağımız onun bu
görevindeki çalışmaları hakkında değerli bilgiler vermektedir. O hastalarını
ekibiyle birlikte dolaşır, onlara yazdığı reçeteler hemen temin edilirdi. Vizite
işlemini bitirdikten sonra kaleye çıkar sultan ın ve başkalarının hastalarına
bakardı. Bu işi de bittikten sonra hastaneye döner, burada özel olarak boydan
boya döşenmiş eyvanda otururdu. Burası aynı zamanda bilimsel çalışma

yaptığı bir kütüphane idi. Sultan Nureddin Zengi pek çok tıp kitabını bu
hastaneye vakfetmişti ve bu kitaplar söz konusu eyvanın başköşesindeki iki
kitaplıkta bulunuyordu. EI-Muhammedeyn, buraya geldiğinde bu mesleki
kitaplar huzuruna getirilir, doktorlar ve diğer sağlık görev lileri gelir yanına
otururlardı. Burada öğrencilerin de katıldığı tıbbi müzakereler yapılırdı.
Kitapların okunup incelenmesi ve müzakereler 3 saat kadar bir zaman alır,
ardından bu ünlü hekim atına binerek evine dönerdi. Kaynakta bu şahsın
H.570'de öldüğü belirtilmektedir.

Şam'ın Timur tarafından fethine kadar bu hastane faaliyetini sürdürmüş
ve halka hizmet vermeye devam etmiştir. Bu hastanenin binası bugün İlim
ve Tıp Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Ele aldığımız üçüncü hastane ise Memlük Türk devletinin dördüncü
hükümdarı olan Sultan Kalavun'un yaptırdığı hastanedir. Mısır Türk
Sultanlığı Arapça kaynaklarda "Türkiye Devleti" olarak geçmektedir. Bu
devlet 1250-1517 yılları arasında Mısır, Suriye ve Arabistan'da hüküm
sürmüştür.

Bir Kıpçak Türkü olan Melik Mansur Kalavun(1279-1290) Mısır Türk
Sultanı Beybars (1260-1277) zamanında gazi komutan olarak Şam
bölgesinde akınlar düzenlediği sırada M.1276 (H.675) yılında şiddetli bir
kulunç hastalığına yakalanmış, hekimler Şam'daki yukarıda sözünü ettiğimiz
Nureddin hastanesinden (Nuristan) temin ettikleri ilaçlarla onu tedavi
etmişlerdi. Kalavun iyileştikten sonra bu hastaneyi ziyaret ederek oraya
hayran kalmıştır. Tanrı ona hükümdarlığı nasip ettiği takdirde benzer bir
hastaneyi Kahire'de yaptıracağına dair adakta bulunmuştur. Kalavun tahta
geçince hastane, kubbe (türbe) ve medreseden oluşan tesisler için M.l283
(18 Rebiyülevvel H.682) tarihinde Eyyubi hanedanına mensup Munise
Hatun' a ait Kutbiyye Kasrını istimlak ederek ona karşılığında Zümrüt Kasrı
ile bir miktar para vermiş ve tesislerin yapılması için veziri AImeddin
Sancar'ı görevlendirmiştir. Vezir Sancar Kutbiyye, Kasrının büyük salonu
ve dört eyvandanın bulunan şadırvanlara dokunmadan M.l284 (Rebiyülahır
H.683) tarihinde büyük şenliklerle inşaatı başlatmış ve yoğun bir çaba
neticesinde tesisi II ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştır. Bu hastaneye
Sultan Kalavun'ın adından esinlenerek Büyük Mansuri Hastanesi adını
vermiştir.

Meşhur seyyah İbn Batuta (1335) bu hastaneyi görmüş; "Buranın
güzelliğini ve mükemmelliğini anlatmaya kalkışan kişi aciz kalır" demiştir.
Burada pek çok hizmet veren birimler ve sayılmayacak kadar ilaçlar
hazırlanmakta olduğunu ve hastanenin varidatının günlük 1000 dinara
ulaştığını da söylemektedir.

Bu müessesenin vakfiyesi elimizdedir; ayrıca yazılı kaynaklarda da
konu ile ilgili bilgiler vardır. Bu müessesenin devamını sağlamak ve

vazifelerini aksatmadan yürütmek amacıyla inşaat tamamlandıktan sonra
Mısır ve Şam'da bulunan kendi mülkünden pek çok çarşı ve dükkanı,
hamamları, hanları, bağları ve bahçeleri sultan buraya vakfetmiştir. Sultan
vakfın mahiyetinin devamı için tahsis edilen mülklerin mevkilerini ve
sınırlarını, öngördüğü hizmetlerin ifa edilebilmesi için gerekenleri, vakfın ne
şekilde yürütüleceğini ve gelirlerin nasıl harcanacağını, hekim ve personelin
hususiyetlerini ve bu görevlilerin çalışma şartlarını vakfiyede belirtmiştir. Bu
mevkufattan elde edilen yıllık i milyon dirhemlik meblağın çoğu hastaneye
harcanmış, geri kalan kısmı da kubbe (türbe), medrese ve öksüz çocukların
okuluna tahsis edilmiştir. Ayrıca vakıftan hasıl olan gelirin bir miktarı da
vakfın imarına ve binaların bakımına bırakılmıştır.

Vakfiyeye göre nazır (yönetici) veya naib, buraya vakfedilen bina ve
arazileri günün rayicine göre 3 yıllığına kiraya verirdi. Bu mevkufatlar suçlu
ve gücünden çekinilen şaibeli kimselere kiraya verilmezdi. Nazır vakfın
gelirinden hastanenin her türlü ihtiyacını karşılardı. Şayet harcanan para
yetersiz kalırsa kimseyi mağdur etmemek için ilave para ödemekte de
serbestti. Nazır vakıf gelirinden hastaneye tayin ettiği Müslüman hekimlerin
maaşIarını günün şartlarına göre tespit etmekte de serbestti. Vakfiyeye göre
bu hastanede Müslüman olmayan hekim ve personel çalışamazdı. Ayrıca
buradan Hıristiyan ve Musevi hastalar da yararlanamazdı.

M.1284 (H.683) tarihinde Sultan Kalavun hastanenin açılış törenine
bizzat katılmış, buraya komutanlar, kadılar ve alimlerle birlikte gelerek
kendisine tahsis edilen makarnda oturduktan sonra hastanenin şifalı
içeceklerinden bir kadeh içmiş; "Burasını benim gibilere ve benden aşağıda
olanlara, meliklere ve askerlere, küçük ve büyük komutanlara, küçüklere ve
büyüklere, kadınlara ve erkeklere, hür ve kölelere vakfettim" demiştir.
Vakfın şartına göre bu hastaneye hastalar teker teker veya toplu halde
müracaat edebilmekteydiler. Zengin, yoksul, yerli ve yabancılar, yaşlı, genç,
çocuk, delikanlı, yeni doğmuş erkek ve kız bebekler ile kadın ve erkek
hastalar buradan yararlanmaktaydılar.

Vakfiyeye göre bu hastaneye göz hastaları, iç hastalıklardan şikayetçi
olanlar, ruh ve sinir hastaları, özürlü hastalar başta olmak üzere bütün
hastalar hiçbir engelle karşılaşmadan başvurabilmekteydiler. Buraya
müracaat eden hastaların maddi durumlarına bakılmaksızın tedavileri
ücretsiz olarak yapılmakta ve hastanede kalış süreleri hastaların sağlıklarına
kavuşuncaya kadar olabilmekteydi. Hastanede yatan hastaların bakımına
engel olamayacak şekilde evlerde yatan yoksul hastalara da bakılıyor, vizite
hizmeti ile birlikte ilaçları da veriliyordu. Şayet vakfın gelirinde azalma
olursa, nazır önceliği hastaların yiyeceğine, içeceğine, ilaçlara ve özellikle
gözlerinden rahatsız olan hastalara tanırdı. Nazırın uyması gereken diğer bir
husus da varlıklıyı yoksula, yerliyi yabancıya tercih etmemesiydi. Ayrıca bu

kutsal kabul edilen hastanenin mali durumu göz önünde tutulmak kaydıyla,
şifa bulup taburcu olanlara uygun giyecekler veriliyordu.

Hastanede vefat edenlerin yıkanması, kefenlenmesi, ceset ve
kefenlerine sürülen kokular ve mezar kazıcıların ücreti yine vakıf tarafından
karşılanmaktaydı. Evlerinde ölen yoksul hastaların da cenaze masrafları bu
vakıf tarafından ödeniyordu.

Bu hastanede doktorlardan başka, kadın ve erkek hastabakıcılar ile
personel ve diğer hizmetliler de görevlendirilmış ve çalışma saatleriyle ilgili
yönetmelik açıkça belirlenmiştir. Hastaların elbiselerinin yıkanması, koğuş
ve diğer mekanların temizlenip düzeltilmesi ve hastaların diğer ihtiyaçlarının
karşılanması da sağlanmıştır.

Tefriş edilen hastanede hastaların sağlık durumları göz önünde tutularak
demir ve ahşaptan yapılmış karyola, onun üzerinde de pamuktan yapılmış
yatak, yorgan ve kılıfı ile kaliteli deriden mamul yastıklar yerleştirilmiştir.
Nil nehrinden su temin edilerek bütün koğuş ve bölümlere su şebekesi
kurulmuştur. Yatan hastalara her gün misk verilmiş ve yemek yerken de
kullanmaları için halis topraktan yapılmış kase ve kaplar, içecekler için de
camdan ve saf topraktan mamul kadehler dağıtılmıştır. Yine kullanmaları
için kulplu maşrapalar, ibrikler vb. gereçler verilmiştir. Aydınlanma ise
kandillerle sağlanmaktaydı. Yaz aylarında hastaların sıcaktan bunalmamaları
için hurma ağacı yapraklarından yapılmış yelpazeler hastalara
dağıtılmaktaydı.

Vakfiye şartnamesine göre hastalar için her gece ud çalan maaşlı dört
kişi tarafından bir konser veriliyordu. Böylece hastaların moral ve
maneviyatları yükseltilmeye çalışılıyordu.

Aynı zamanda bir tıp fakültesi olan bu hastanede bütün hastalıklar
tedavi edilmeye çalışılıyordu. Burası tam teşekküllü bir eğitim hastanesi
olup iki bölümden oluşmaktaydı. Bir bölümü erkeklere diğeri ise kadınlara
tahsis edilmişti. Her bölüm de kendi içinde ayrı kısırnlara ayrılmıştı. Bunlar
dahiliye, cerrahi, göz hastalıkları ve ortopedi kısımlarındanoluşmakta idi.
Bu kısımların başında da birer yönetici görev yapmaktaydı.

Dahiliye bölümü de kendi içinde hastalıkların türüne göre küçük
kısırnlara ayrıımıştı. Bunlar ateşli hastalıklar, ruh ve sinir hastalıkları,
enfeksiyon hastalıkları, ishal hastalıkları ve benzerlerinden oluşmaktaydı.
Hastanenin her kısmında hastaların sayısına ve koğuşların genişliğine
göre 1-3 hekim görev yapıyordu. Hekimler vardiya usulü ile çalışıyorlardı.
Yani gece-gündüz hastanede hekimler bulunmaktaydı. Doktorlar hastaları
muayene edip sağlık durumlarını inceledikten sonra ihtiyaçları olan gıda ve
ilaçları gözlem kağıdına yazarlar ve onlara şefkatli davranıp morallerini
yükseltirlerdi.


Diğer .bir husus da doktorların hastanede tam zamanında bulunmalarına
dikkat edilmesiydi. Özellikle göz hekimlerinin hastaların muayene olmadan
geri dönmemeleri için her gün sabah erken saatlerde görevlerinin başında
bulunmaları gerekmekteydi. Dikkati çeken diğer bir önemli nokta da; göz
hekimlerinin hastayı tedavi ederken mutlaka dahiliye doktoruna danışıp
onunla birlikte karar vermesiydi. Zira belki de göz hastalığının sebebi
dahiliye kaynaklı olabilirdi. Bu bize o dönemde doktorlar arasındaki
işbirliğini ve bugün yapılan konsültasyondan farksız olduğunu
göstermektedir.

Tıp alanıyla ilgilenen hekimlerin başı, yani başhekim, sırf bu iş için
tefriş edilmiş dershanenin büyük kürsüsünde tıp öğrencilerine muhtelif tıbbi
konularda dersler veriyordu. Görülüyor ki, bu hastanede sadece hastaların
tedavisi yapılmıyor aynı zamanda tıp eğitimine de önem veriliyordu. Burada
bugünkü modern tıp fakültesi hastanelerindeki öğretim üyelerinin verdiği
uygulamalı eğitime benzer bir uygulamanın olduğu anlaşılmaktadır.

Hastanede hastaların tedavisi için gereken bütün ilaçlar bulunuyordu. Çeşitli
hastalıklar için laboratuarlarda, ilaç ham maddeleri, merhemler, sürmeler,
göz tedavisinde kullanılan ilaçlar, zehirlenmeye karşı kullanılan panzehirler,
mide ağrılarında kullanılan otlar, haplar vb. ilaçlar hazırlandıktan sonra
şişelere konulup depolarda muhafaza altına alınırdı. Bu ilaçların muhafazası
ve dağıtımı için bir eczane oluşturulmuştu. Burada dinibütün, güvenilir ve
dirayetli iki görevli bulunmaktadır. Görevlilerden biri eczacı olup ilaçları
doktorların yazdığı reçetelere göre diğer görevliye verir; diğer görevli de
hastaların kullandığı ilaçları titizlikle kontrol ederek hastalara ulaşmasını
sağlardı. Diyetisyenlik görevini de üstlenen bu kişi, aynı zamanda mutfaktan
da sorumlu olup yemek dağıtılırken hastaların sağlık durumlarını göz önünde
bulundururdu. Gıdaların temiz tutulması amacıyla yiyeceklerin üzeri
kapatılırdı. Hastalıkların bulaşmaması için, hastaların ayrı ayrı tabaklardan
yemek yemeleri zorunlu idi.

Mutfakta çorba, pilav, piliç vb. yemekler pişirilir, içecekler kaynatılırdı.
Mutfağın bir bölümünde kiler-erzak depoları bulunmakta; burada pirinç,
şeker, et, sakatat, tatlılar, süt ürünleri, çeşitli meşrubatlar, hurma, meyve,
yasemin, hatta yerli salatalık vb. yiyecek ve içecekler bulundurulurdu.
Mutfağın başka bir bölümü de kazanlar, tabaklar v.b gereçler için tahsis
edilmiştir. Ayrıca hastanenin bahçesinde sebzelerin yetiştirilmesi için bir yer
ayrıımıştı.

Sultan Kalavun, vakfın başına Emir Candar İzzeddin Aybek'i atamıştı.
Vakfiyeye göre; hayatta olduğu sürece nazırlık Aybek'in uhdesinde kalacak;
adı geçen vefat ederse evkafın nazırlığına Aybek' in erkek çocukları
bakacaklardı. Bunun mümkün olmadığı durumda Şafi mezhebinin kadısı bu
görevi yürütecekti.


Sultan Kalavun'un defnedildiği kubbenin (Türbe) üzerine kuşlar için
her gün 600kg yem atılması hükmü de vakfiyeye kaydedilmiştir. Kalavun
hasta ve sakat insanların sağlığa kavuşturolmasıyla o kadar ilgili görülmüştür
ki ölümünden sonra türbedeki sandukası üzerinde bulunan hırkası özürlü
çocuklar, kısır kadınlar ve çeşitli hastalıklara duçar olmuş, on binlerce hasta
tarafından ziyaret edilerek buna el sürmesi halinde iyileşeceklerine dair bir
inanç oluşmuştur. Zaman içinde yıkılan bu hastanenin yerine 1915 yılında
bir göz hastanesi yapılmıştır.


*Prof. Dr. A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü

Kaynaklar ve Tetkikler

_ Alptekin, C, Dimaşk Atabegliği, İstanbul, 1985.
- Alptekin, C, "Zengi", İ.A, XIII ,526.
_ Brockelmann, C, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev: Neşet çağatay,
Ankara, 1992.
_ Ebu Şame, Kitabü'l Ravzateyn fi Ahbarü'd Devletyn en-Nuriye ve's-Salahiye,
nşr. - M.H.M. Ahmed, Kahite, 1958.
_ El Kalkaşandi, Subhü'l-A'şa fi Sına'at el-İnşa, 14 cilt, Beyrot, 1987.
_ EI-Makrizi, Kitab al-Mava'iz va al-İ'tibar fi Zikr al-Hitat ve al Asar, 2 cilt,
Beyrot.
_ En-Nam'imi, Ed-daris fi tarih el-Medaris, 2 cilt, nşr. İbrahim Şemseddin, Beyrot.
_ Hitti, P.K, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, 4 cilt, Türkçe tercümesi Salih Tuğ,
İstanbul, 1959.
_ Hitti, P.K, Tarih Suriye ve Lübnan ve Filistin, Arapça tercümesi: Kemal Yazıcı,
Beyrot, 1959.
_ İbn Habib, Tezkiret en Nebih fi Eyyam el-Mansur ve Benihi, nşr. M. Muhammed
Emin, 3. cilt, Kahire, 1976-1986.
_ İbn Kadi Şuhbe, el-Kavakibü'd DUffiye fi's Sira en-Nuriye, nşr. MZaid, Beyrut,
1971.
_ İbn Tanrı Birdi, En-Nücumü'z-Zahire fi Mülük Mısır ve'l Kahire, 16 cilt, Kahire,
1963.
- İbn Battuta, Tuhfetün - nuzzar, Beyrot, 1964.
_ Manaz Abdullah, Suriye'nin Başkenti Şam'da Türk Dönemi Eserleri, Kültür -
Bakanlığı/1342, Ankara,1992.
_ Zettersteen, K.V., "Nur-ed-Din Zengi", İ.A. iX, 359.









Hiç yorum yok: