6 Aralık 2012 Perşembe

Mumcu suikastında karanlıkta kalanlar-Konuşma ihtimali olanların hepsi öldürüldü-Gültekin Avcı


Mumcu suikastında karanlıkta kalanlar

Cumhurbaşkanı Gül, 93 yılı Madımak olaylarını araştırmak için DDK'yı görevlendirdi.

DDK incelemesinden beklediğim tek sonuç yargının dikkatini tekrar Madımak'a yoğunlaştırabilmesi.
TBMM Araştırma Komisyonları'ndan beklenen de budur.

Bu organların savcı ve hakimler gibi zorlayıcı, kısıtlayıcı ve emredici yetkileri bulunmadığı için, adli makamlar gibi olayları aydınlatabilme iktidarları yoktur.

Nitekim DDK, TSK içinde ve TSK görevleriyle ilgili olarak inceleme bile yapamaz.
Faili Meçhulleri Araştırma veya Darbeleri Araştırma Komisyonları dilediği her kişiyi sorgulayamaz. Yemin ettiremez. Arama ve el koyma yapamaz.

"Gelmiyorum" diyeni savcı gibi zorlayamaz.
DDK ve TBMM Araştırma Komisyonları gibi organların en büyük işlevi, gerçeği aydınlatabilecek tek güç olan yargıya, taze bir araştırma gücü ve zemin kazandırmaktır.

Bugüne kadar hangi TBMM Araştırma Komisyonu hangi karanlığı aydınlattı?
Güldal Mumcu yeni kitabında Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak derin devleti işaret ediyor.
Suikasttaki tuhaflıklar, Güldal hanımın zannını güçlendiriyor.

Suikastın hemen akabinde olay yerinde inceleme yapan polisler, hiçbir delil bulamadı. 
Mumcu'nun arabasına raptedilen C-4 patlamasıyla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken deliller ise süpürgeyle süpürüldü.

Suikastla aynı gün medyanın büyük bir bölümü suikastın İran devleti tarafından yapıldığı konusunda yoğun bir propagandaya başladı.

Aynen Danıştay saldırısının yaşandığı gün Cumhurbaşkanı Sezer ve Danıştay Başkanı'nın olayı"cumhuriyete yapılan bir saldırı" olarak yargısız infaz etmeleri gibi.

İslami Hareket ve İran destekli Tevhid-i Selam gibi örgütlerden bahsedildi.
17 Ocak 2000'de yapılan Hizbullah operasyonunda ele geçirilen materyallerde;
Hizbullah'ın Menzil Grubu lideri Fidan Güngör'ün öldürülmesinin ardından Hizbullah'a geçen Murat Filiz'in yazdığı bir rapor soruşturmanın başlangıç fişeğiydi.

Raporda Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'na eski örgüt hakkında bilgi veren Murat Filiz'in "Bizim İranlılar'la Ankara grubu görüşmüş. Hatta onlara iş yaptırmış. Bombalama işi. İğneci bizzat katılmış" sözleri operasyonun temelini teşkil etti.

Tevhid-i Selam örgütünün yöneticilerinden olan "İğneci" kod adlı Yusuf Karakuş, TEM Şube'deki ifadesinde, suikastı İranlılar'ın planladığını ve bombayı İranlılar'ın koyduğunu söyledi.

Karakuş, kendilerinin gözcülük yaptıklarını ve evin yakınlarındaki bekçiyi lafa tutup oyaladıklarını ve 11 yıl önce gittikleri İran'ın Kum kentinde Savama ajanları tarafından teorik ve pratik yönden eğitildiklerini iddia etti.
Emniyette Mumcu'yu öldürmeye azmettiren İranlı'yı teşhis etti.

Polisin elinde "güvenilir bir koz" olarak Karakuş'un Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'na yazdığı mektup vardı.
Karakuş mektupta, "Ben Tevhid-i Selam grubundan ayrıldım. Sizin gruba geçmek çalışmak istiyorum. Önceki yıllarda yaptıklarımı referans olarak veriyorum. Ben, Uğur Mumcu suikastında da bulundum" diyordu.

Yazılı ifadesinin dışında video kayıttaki sözlerinde Karakuş, gözleri bağlı halde, Mumcu'nun öldürülmesini, "Allah için istediğini" söylüyordu.

Mumcu ve Kışlalı cinayetlerini soruşturan polis birimleri, Türkiye'deki İran destekli büyük yapılanmayı afişe ettiler.
Sorgulamalar sonucunda, İran'ın "Özel Harp" örgütü olarak nitelendirilen Kudüs Savaşçıları örgütünün Türkiye'de yedi ayrı silahlı irticai grubu destekleyerek, eylemlerde yönlendirdiği belirtiliyordu.

Muammer Kışlalı cinayetinin zanlıları Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen'in üç defa İran'a gittikleri belirlendi.
Yüksel ve Özmen, Tahran yakınlarında bir kampta askeri eğitim aldıklarını, örgütü yönlendiren İranlılar'ın Türkiye'ye işadamı görüntüsü altında girip çıktıklarını söylediler.

Böylece gözler ve dikkatler İran'a çevriliyordu.
Başbakan Bülent EcevitMumcu ve Kışlalı cinayetlerindeki esrar perdesinin artık ortadan kalktığını söyleyerek, İran'a açık salvolar yaptı.

İran, Mumcu'nun öldürülmesine İranlılar'ın karıştığı iddialarının, "İsrail ve Siyonistler'in tezgâhı olduğunu" savundu.
Tüm bunlara rağmen;

Güldal Mumcu'nun kitabında da zikrettiği gibi Ankara DGM Savcısı Ülkü Coşkun "Olayı devlet yapmıştır. Siyasal iktidar isterse çözülür" diyordu.

Savcı, şüphelilerle ilgili gözaltı tutanaklarında tahrifat yapıldığını da biliyordu.
O güne kadar adı bilinmeyen İslami Hareket Örgütü (İHÖ) tamamen uydurmaydı.

İHÖ'nün istihbaratçısı olduğu ileri sürülen İrfan Çağrıcı, 23 Haziran 1994'te İstanbul'da yakalandı.
İçişleri Bakanı İsmet Sezgin de 2 sene sonra, Mumcu'nun katilinin Çağrıcı olduğunu açıkladı.
Böyle miydi gerçekten?

Konuşma ihtimali olanların hepsi öldürüldü


Mumcu operasyonunda İran'ın parmağı aranmıştı

Gerçekten de İran'ın Devlet-i Aliyye zamanından beri ülkemiz aleyhine faaliyette bulunduğu, hâlâ PKK'yı desteklediği ve barındırdığı, Şii jeopolitiği uğruna insanlığı ve İslam'ı kurban etmekte perva göstermediği iyi bilinmektedir.


Şeytanın boynundaki madalyonun bir yüzü İsrail'i gösteriyorsa diğer yüzü İran'ı gösterir.
Ama soğuk savaşın bitimiyle birlikte Türkiye'de tetiklenen suikast operasyonları açısından sorumluluğu İran'a fatura etmek doğru değildi.

Bu arada İran'daki rejimi devirmeye çalışan ABD kontrollü Halkın Mücahitleri Örgütü "Uğur Mumcu'yu İran destekli 'Müfreze 5000' isimli örgüt mensuplarının öldürdüğünü" ifade etmişti.

İran'ın böyle bir suikastla herhangi bir siyasi menfaat temin etmesi mümkün değildi. 
Bizzat zamanın Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Cansever Edirne Valisi'yken İslami Hareket Örgütüdiye bir örgüt olmadığını itiraf etti.

Bu tür suikast operasyonları hem İran'ın rejim ihracı hedefine hem de stratejik çıkarlarına uygun değildi.

Uğur Mumcu, İran'ı eleştiren tek bir yazı yazmadığı gibi, bugün de tesettür özelinde sürdürülen laiklik tartışmalarına ilişkin 1992 yılından sonra herhangi bir yazısı yoktur. 

Üstelik suikastın İran ve Türkiye'deki İslami kesimin aleyhine olduğu fevkalade açıktır. 
Suikasttan hemen sonra atılan 'kahrolsun şeriat' sloganları unutulmamalıdır.

Bu teşhisimiz Kışlalı, Aksoy, Dursun, Üçok ve Emeç cinayetleri için de geçerlidir.
Aksoy, Üçok, Dursun, Emeç ve Kışlalı suikastlarının arkasında İran yoktu.

Sadece yapılan operasyonda yapay birtakım bağlantılar ve materyaller tesis edilerek dikkatler İran'a çekiliyordu.
İran, bu tür suikastlarda yapılan operasyonun aktörlerince kullanılan bir enstrümandı.

İran'daki muhafazakâr kanadın önde gelen gazetelerinden Cumhuri İslamiMİT'e ait olduğunu öne sürdüğü bir belge yayınladı. Gazete, Uğur Mumcu cinayetinin arkasında MOSSAD ve CIA olduğunu savundu.

MİT'in Ergenekon sürecinde böyle bir belgeyi yalanlaması bir mana ifade etmediği gibi, önemli olan savcıların bu iddianın hakikatini araştırabilmesiydi.
Araştırılamadı.

E. Asb. Muharrem Tunç'a göre, "Mumcu, Talabani'ye verilmek üzere hazırlanan 100 bin silahın PKK'ya satılması ile ilgili dosyayı ele geçirdi. Bu dosyayı Mumcu'ya E. Albay Dursun Coşkun Kıvrak verdi. Mumcu'nun ölümünden sonra bu dosya ortadan kayboldu."
Soruşturulmadı.

Mumcu, MİT'in Öcalan hakkında Sıkıyönetim Mahkemesi'ne göndermiş olabileceği, "Bizim mensubumuzdur" şeklindeki bir belgenin peşindeydi.

Hâlâ savcıların ilgisini bekleyen en temel konulardır bunlar.
Ve Mumcu operasyonuyla ilgili gerçeklere ışık tutabilecek önemli simalar bir bir öldürüldü.

-Tevfik Ağansoy, "Çakıcı benden korksun, Mumcu cinayeti dahil her şeyi anlatacağım" dedi. Çakıcı'nın adamlarınca öldürüldü.

-Mumcu dosyasını alan savcı Kemal Ayhan, Haziran 1995'te ölü bulundu.

-Mumcu'yu öldürdüğü öne sürülen Velid Hüseyin, yetkililerin sınır dışı edildiğini söylemesine rağmen, Silopi'de zehirlenme sonucu ölü bulundu.

-Devletin ülkücüleri kullanmasını eleştiren JGK. Org. Eşref Bitlis, Mumcu öldürüldükten 24 gün sonra 17 Şubat 1993'te "Zamanı gelince konuşurum" dedi. Ama Bitlis, şüpheli bir uçak kazasında öldü.

-İst. Astsubay Hüseyin Oğuz'un "Mumcu cinayetinin planlayıcıları arasında" dediği Cem Ersever öldürüldü.

-Umut Davası'nda yargılanan Muzaffer Dağdeviren, tahliye olduktan hemen sonra, 22 Eylül 2005'te Fatih'te öldürüldü. Dağdeviren'in, Kürşat Yılmaz ve Haluk Kırcı'nın oluşturduğu çetenin üyesi olduğu anlaşıldı.

Muammer Aksoy, Mumcu, Üçok, Emeç, Madımak, Turan Dursun operasyonları ancak ve ancak Ergenekon ağırlığında/ciddiyetinde bir özel soruşturma ekibinin kararlı ve cesaretli operasyonlarıyla çözülebilir.

Devlet içindeki azmettiriciler ve failler tek tek bulunur ve sorgulanır hiç kuşkunuz olmasın.
Yemin bile edebilirim size.

Ama bu medya varken o soruşturmalar da aynen Ergenekon gibi sulandırılır ve duygu sömürüleri başlar.
Bir yandan Mumcu'lara Aksoy'lara ağlarlar, diğer yandan olayların tetikçilerini ve operasyon kaptanlarını ortaya çıkarmak için yapılan operasyonları giyotine yatırmak için her türlü yaygarayı yaparlar.

Onlar için Mumcu'nun, Aksoy'un, Emeç'in canından çok kalan "derin diriler"in mevcudiyet ve itibarı önemlidir.
Bu arada aynı merkezli bu operasyonların failleri tespit edilirken oluşacak gerilime siyaset de dayanamaz.

28 Şubat soruşturulurken bile "operasyon dalgaları"nın siyasal iktidarca eleştirilen, KCK operasyonlarının yapılıp yapılmamasında tereddüt edilen bir ülkede, bu tür karanlık entrikaların aktörlerini bulamazsınız.
Avrupa'da bulursunuz.

Ama siyasetin ve şahsi itibarların adaletten önde tutulduğu Türkiye'de değil.

Hiç yorum yok: