26 Nisan 2013 Cuma

Narsizm nedir ? Prof. Dr. Erol ÖZMEN


Sigmund Freud Narkissos adli mitolojik kisilikten etkilenerek narsisizm terimini kullanan ilk kisidir. Narsistler baskalarinin halk ve gereksinimlerini goz onune almadan kendilerini one cikarmaya ve her seyi istedikleri gibi yonlendirmek icin baskalarindan yararlanmaya calisirlar. Gercek disi guc, para, basari, guzellik ya da ideal ask fantazileri gelistirirler. Hic bir zaman doymazlar. Bunun sonucunda kendine onem verme duygusunun yerini depresyon ve degersizlik duygulari alir. Çunku sergiledikleri bu ustunluk tavirlari derin bir guvensizligi gizler. duygusal ve cinsel iliskileri cok yogun ve doyurucu gorunmesine ragmen, kendi mutlulugundan cok karsi tarafin ona hayranlik duymasi, ve memnun kalmasini onemsedikleri icin, hic bir zaman tatmin olamazlar. Baska insanlarin dusuncelerini sallamiyor gibi gorunseler de, aslinda bu onlar icin en onemli seydir. İstedikleri en onemli sey kendilerine hayranlik duyan, ilgilenen insanlardir, ve bunun icin hep kisiliklerinden odun verirler, ve gercek olmayan, balon ustunimgelerinin arkasina gizlenirler. Narsisizm bir hastaliktan ote bir dramdir.

Mitolojide Narsizm


Mitolojiye göre, dünya üzerinde birçok tanrı bulunmaktaydı. Bunlar çeşitli doğa olaylarından ya da canlı-cansız varlıkların kontrolünden, davranışlarından sorumluydular. İnanışa göre bu tanrılar insan şeklindeydi ve insanlarla ilişki içine de girerlerdi.

Size narsisizm sözcüğünün köken aldığı narkissos’un mitolojik öyküsünü aktaracağız. Kendine aşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür . Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür.

Olimpos dağında oturan tanrılar bu duruma çok kızarlar ve Narkissosu cezalandırmaya karar verirler. Gene günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, ayni Ekho gibi Narkissos ta günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.

İşte narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bagdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile haketmiş sayarak en onde, en gözde ve tek olmak isterler.Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarini anlayamazlar.Sanki hersey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun herşeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bagdaşmayan, başkalarinin zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadiklarinda öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır ,çöker hatta ağır psikotik tablolara girerler.

Narsizm Kişilik Bozukluğu


Beğenilmeyi,başarılı,güzel,kusursuz ve değerli olmayı, önemsenen, sevilen bir kişi olmayı; kendini benzersiz,üstün, farklı bir kişi olarak hissetmeyi kim istemez ki? Fakat kibirli olarak nitelenebileceğini düşündüğünden bunları hiç kimse bunu açık açık dile getirmez. “Kendini herkesten üstün tutma, başkalarına yüksekten bakma huyu, büyüklenme” olarak tanımlanan kibir, toplumumuzda hoş görülmez ve tam tersi alçakgönüllülük önemsenir. Kibirliliğe yüklenen anlam öylesine etkilemiştir ki toplumu; bunlarla ilgili içten gelen isteklerin ifade edilmesi bir yana, hissedilmesi bile rahatsız edici bir şey olarak yaşanır.

Oysa bu isteklerin günlük yaşamımızı ne kadar etkilediğini görmek için çok fazla çaba harcamaya gerek yoktur. Hiç kimse aynaya yalnız kendisini görmek için bakmaz. Giyimin, kuşamın kendisine en yakışanını bulmaya çalışma, yalnız eğlence olsun diye yapılmaz. Başkasının nasıl göreceği, başkasına nasıl görüneceği, ayrı bir zihin uğraşıdır insan için. Yalnız kendisinin göreceği başarıyı elde etmek o kadar da heyecan yaratmaz. Başarılı bulunmak ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Hele sevilmek, sevildiğini hissetmek, insanın en önemli beklentilerindendir.

Günlük yaşamda çok karşılaşılan kırılma, darılma, gücenme, küsme, alınma ve geri çekilme de aslında bütün bunların bir göstergesidir. Adam yerine konulmadığını, önemsenmediğini, değer verilmeğini, sevilmediğini düşünen herkes bunları yaşar. En yakınındaki insana bile kırılmayan, gücenmeyen ya da küsmeyen kimse yoktur. Kişinin kendisini değerli, benzersiz, önemli, üstün, farklı bir kişi olarak hissetmesi psikolojik doyum yaratan yaşantılardır. Hiç kimseye yabancı değildir bu duygular. Herkes kendini değişen oranlarda sevme, güzel bulma, başarılı bulma, sevilen birisi olarak görme gereksinimi içindedir. İnsanlar, bunları hissettiren insanlarla daha çok birlikte olmak ister, bunları yaşattıran ortamlarda bulunmak ister. Yaşandığında hoş duygulardır; hep aranılır o nedenle. Türkçe’ye “özsevi” olarak çevirdiğimiz narsisizm, kişinin kendisini sevmesidir. Başka bir deyişle, narsisizm, kişinin kendisi ile ilgili hissettiği değerlilik, beğeni, benzersizlik, üstünlük duygularıdır. Kendini sevme biçimi, insandan insana büyük farklılıklar gösterir. Kendini seven bazı insanlarla (kendilerini, başkalarını, yaşamı seven kişiler) birlikte olmak istenen-aranan bir durum iken, bazıları (“burnundan kıl aldırmayan” kişiler) ile birlikte olmak itici bir durumdur. Başka bir deyişle bir uçta, diğer insanlarla ilişkileri besleyen ve psikolojik bir gereksinim olarak bütün insanlarda varolan kendini sevme (normal narsisizm), diğer uçta ise diğer insanlarla ilişkileri baltalayan sahte kendini sevme (patolojik narsisizm) bulunmaktadır. Bu ikisini ayırt edebilmek bazı durumlarda çok zor olmakla birlikte, kişilerarası ilişkilerin niteliğine bakıldığında narsisizmin patolojik boyutlarını ayırt etmek mümkün olabilmektedir. Diğer insanlarla birlikteyken karşıdaki/diğeri için ne yaptığı ve ne hissettiği önemli ipuçlarıdır.

Genel olarak düşünüldüğünün tam tersine kişinin kendisi hakkındaki olumlu duygu ve düşünceleri (kendini sevmesi, normal narsisizm), onun başkaları ile olan ilişkilerini olumlu etkiler. Kendisiyle barışık, kendisini seven, kendisinden memnun bir kişi, başkalarını da (kuşku, haset ya da kıskançlık duymadan) sever. Bunun oluşabilmesi, kişinin kendi olumlu yönlerini görmesi yanında olumsuz yönlerini de rahatsızlık duymadan kendisinin bir parçası olarak kabullenmesini gerekmektedir.

Patolojik narsisizmi olan kişiler dıştan bakıldığında kendini herkesten farklı, üstün gören ve kendisini beğenen, seven bir insan görünümü çiziyorlarsa da bu yalnız görünümdedir. Bu kişiler daha derinlerde kendilerini değersiz hisseden kişilerdir. Büyüklenmeci tavırlarının altında yatan da tam olarak budur. Patolojik narsisizmde şişirilmiş bir büyüklenmecilik vardır. Kişi bilinçdışı olarak özdeğerinden kuşku duyduğu için şişirilmiş bir özdeğere gereksinmektedir. Bu tür özdeğerlilik duygusu dışarıdan beslenmeye (sürekli övülme, beğenildiğini duyma, büyüklüğünün onaylanması) gereksinim duyar. Bu tür narsisizm kişiyi eleştiriye aşırı duyarlı hale getirir; kendi değerlilik duygularını etkileyen her türlü etkiye (eleştirilme, küçük düşme, başarısızlık) duyarlıdırlar ve bu tür durumlarda çok öfkelenir ve depresyon yaşarlar. Patolojik narsisizmi olan kişilerin başkalarını sevebilme yetenekleri yoktur. İnsanlarla ilişkilerinde önemsedikleri tek konu kendi büyüklüklerinin onaylanmasıdır. Karşısındaki insanın istek, gereksinim ve duyguları onlar için hiç önemli değildir. Kendisini daha değerli hissetmek için karşıdakini değersizleştirmek, onu yoksamak, onu hiç önemsememek gereksinimi içindedirler. Kendini sevebilmesi için diğer insanları aşağılama ya da küçümseme zorunluluğu duyarlar.

Kendisini sağlıklı bir şekilde sevenler mutlu-huzurlu bir yaşam sürdürürken; büyüklenmeci ve şişinmeci bir şekilde kendini sevenleri kıskançlık, haset, öfke ve depresyon dolu yaşam beklemektedir.

Etnik Narsizm

Nietzsche'nin "tehlikeli yaşam, güç isteği, yaşam mücadelesi, üstün insan" tezi çağdaş diktatörler tarafından benimsendi. Bu sosyal alana uygulanması demekti. Bencilliği ve üstün insan olmak için savaşmayı teşvik ediyordu. Nietzsche yardım severlik, iyilik yapmak, fedakarlık, tevazu gibi değerlerin üstün insanın ortaya çıkmasını engellediğini öne sürüyordu. 

Varlıkların yaşam mücadelesi, üstün insan düşüncesi üstün ırk tezini doğruladı ve 20. yüzyıl ulus devlet anlayışı adı altında ırkçılık güçlendi. Azınlık ırklar asimile edilmeye çalışıldı, direnenler ise yok edilmeye başlandı. Nietzsche, The Anti-Christ kitabında "sert olun, acıma hissini unutun, Tanrıya ihtiyacımız yok, kötülük insanın en büyük gücüdür. Şefkat, merhamet gibi kavramlar terk edilmelidir" düşüncelerini "üstün insan ahlakı" olarak öne sürüyordu. Sonuçta, ideal dünya düzeninin üstün insanların kuracağı aristokratik bir dünya düzeni olacağını savunmuştu. Bencilliği, etnik narsizm olan ırkçılığı, yöntem olarak şiddeti, Darwin'in biyolojik bilimlerdeki tezine dayandırarak bilimle pagan kültürün birleşmesini sağlamıştı.

Öjeni tezi bu kapsamda ortaya çıktı. Üstün ırkın gen havuzunun aşağı ırkın gen havuzuna karışmaması için kafatası ölçümleri yapıldı. Bilim adına ortaya çıkan bu görüşe kilise direnemiyordu. Gen havuzunu korumak için hastalara hızlı ve etkili zehir vermek, yaşlıları yok etmek, sakat doğan bebekleri hemen öldürmek tezi ünlü zoolog Haeckel'e aitti. Hitler de Steilizasyon merkezleri oluşturarak bu tür hasta ve sakatları buraya toplayıp öldürüyordu.

Bireysel narsizm, ırksal saflık, en uygunun ayakta kalması adı altında sosyal narsizme dönüşüyordu. Antik çağın Pagan kültüründeki savaş tanrısı Waton'ın (Odin) sembolü olan gamalı haç faşizmin sembolü oluyordu. Tanrı krallar böylece ortaya çıkıyordu.

Kadın ve Narsizm

Kadını sadece süs ve renk olarak değerlendiren bir görüş erkek narsizminin bir sonucu muydu?

Darwin, Descent of Man isimli kitabında kadınların algılama, hızlı kavrama ve taklit yeteneği konusunda daha aşağı ırkların özelliklerini taşıdıklarını ve bu nedenle daha düşük medeniyete sahip olduklarını belirtiyordu. Evrimin erkeklerin elinde olduğunu, kadınların evrimdeki rolünün erkeği oyalamak ve evin sorumluluklarını almakla kaldığını savunan görüş 20. yüzyıl ortalarına kadar kabul gördü.

Ünlü sosyal psikolog Gustave Le Bon (1841-1931), kadınların beyni erkeklerden çok gorillerin beynine yakındır, kadınlar insan evriminin en aşağı formunu temsil eder düşüncesini savunmuştur. "Vefasızlık, tutarsızlık, mantık eksikliği, sebep bulma yetersizliği bu nedenle kadında daha belirgindir. Ortalama erkekten üstün kadınların ortaya çıkması istisnai bir durumdur. İki kafalı goril gibi sayabiliriz. Bu istisna doğuştan çirkin kabul edilmelidir" Le Bon'un görüşleridir.

Savaşçılık, kan dökücülük, acımasızlık ve sertlik erkeksi karakter iken; sevgi, şefkat, merhamet ve acıma kadınsı karakter olarak kabul edildi. Bu karakterlerin üstün insanın oluşmasına engel olduğu için hakim olmaması öngörülüyordu. Nietzsche de benzer fikirleri savunuyordu. Kadının büyük çocuk olarak kalması gerektiğini, kadının özgürleşmesinin Avrupa'yı çirkinleştireceğini savunuyordu. Gerçek insan erkektir, kadın ara aşamadır görüşünün yaygınlaşması erkek dünyasında kadının yerini kötü etkiledi. Böylece kadına ayrımcılık yapıldı. Kadının sadece çocuk doğuran, erkeği oyalayan makine gibi görülmesi 1960'da feminizm ve cinsel özgürlük akımlarını ortaya çıkardı.

Feminizmin başlangıç noktası çok yerindeydi. Kadına karşı ayrımcılığa son verilmeliydi. En büyük ayrımcılığı da modernizmin katı uygulamaları yapmıştı. Üretmeyen bir kadın dışlandı, üreten kadına erkeğin yarısı, taşrada üçte biri ücret verildi. Bu ayrımcılık feminizmi tetikledi. Kadın erkek ilişkileri savaş alanına dönmeye başladı. Feminist hareketi başlatan, 1963'de kadınları silahlanmaya çağıran Betty Friedmen şu anda Manhattan'da tek başına yaşıyor ve "bir adamla güzel ve sadakate dayalı ilişki sahibi olmak beni çok mutlu ederdi" diyor. Evet, feminizm romansı yok etmişti. Erotik duyguların ön plana çıkartılıp romantik duyguların göz ardı edilmesi yeni bir erkek egemenlik modeliydi. Bir erkek daha çok kadınla beraber olmak için feminizmi kullanıyordu. Feminizm tek cinsin izole yaşamına neden olan küresel narsizmin acı meyvesi oldu. Boşanmaların Batı kültüründe % 50'lerin üzerine çıkması tesadüf değildi. Cinselliğin kadın elinden alınıp kadının silahsız bırakılması kadına zarar vermişti. 

Prof. Dr. Erol ÖZMEN
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Hiç yorum yok: