8 Nisan 2013 Pazartesi

KURU BİR KAVGA DEĞİL!Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci



Osmanlı Devleti’nin esasını gazâ ruhu teşkil ederdi. Az zamanda üç kıtaya ve açık denizlere yayılması; sağlam bir teşkilat ve güçlü bir cemiyet kurması bu sayede olmuştur. Gazâ (cihâd), Allah yolunda savaşmak demektir. Nitekim Osman Gazi, oğluna meşhur vasiyetinde şöyle diyor: “Bizim yolumuz Allah yoludur. Maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik davası değildir!” 

ZAFER MUHAKKAKTIR 

Savaş eğer meşru ise, birlik beraberlik de muhafaza edilip kumandanın emirlerine harfiyen uyulursa, zafer muhakkaktır. Osmanlı ordularını zaferden zafere koşturan işte bu hassasiyet olmuştur. Bu sebepledir ki halk, 93 Harbi, Trablusgarp Harbi, Balkan Harbi, Cihan Harbi gibi mağlubiyetlerin sebebini, başta meşru hükümdarın olmamasına bağlamıştı. İttihatçılar, İslâm âleminin gözünü boyamak için cihad-ı ekber ilan etmişti ama, kimse bunu ciddiye almadı. Çünki cihad-ı ekber, nefse ile mücadeleyi anlatan tasavvufî bir tabirdir. Savaş meşru ise zaten cihaddır, mukaddestir. 


Harbe hükûmet karar verir. Hüküm-darın karar veya izin vermediği hiçbir mücadele meşru değildir. Bunu yapanlar, kendilerine ne isim verirse versinler, faaliyetleri meşru olmaz. Zafere de ulaşması aklen de ve dinen de mümkün değildir. Nitekim Hazret-i Peygamber, ancak Medine’ye hicret edip burada İslâm devleti kurulduktan sonra harbe karar vermişti. Onun için devlet olmadan, milislerin cihad yapıyoruz diye düşmana saldırması; hele muharip olmayanları öldürmesi kabul edilemez. 

Osmanlılar, 1-Düşman tecavüzlerini def etmek (meşru müdafaa) için; 2-Düşmanların elinde eziyet gören Müslümanların yardım çağrısı üzerine; 3-Düşmanın sulh anlaşmasını bozması sebebiyle savaşırdı. Nitekim toprak kazanmak, ganimet elde etmek veya insanları Müslüman yapmak için savaşılmaz. Ancak İslâmiyete çağrıyı kabul etmediği gibi; insanların bu çağrıyı işitmelerine; işitenlerin de iman etmelerine engel olan diktatörlerin orduları ile savaşılır. Dolayısıyla harbin sebebi Müslüman olmayanların düşmanlığıdır. Cihad, sulhü temin etmek için yapılır. Osmanlılar için sömürgecilik meçhul bir mefhum idi. Fethedilen ülkelerin bir kısmı vatan edinilir; bir kısmında da mahallî idareciler başta bırakılarak tâbi devlet statüsü tanınırdı. 

GÜCÜN YETİYORSA SAVAŞ 

Taarruzdan evvel mutlaka harb ilan edilir. Nitekim siyer kitaplarında “Böyle yapılmalıdır ki, düşman, Müslümanların hakimiyet ve mal kazanmak arzusuyla savaşmadıklarını görsün!” diye yazar. Düşman taarruzu söz konusu ise buna gerek yoktur. Arada sulh anlaşması olan devletlerle harb yapılmaz. Eğer maslahat gerektiriyorsa, sulh anlaşmasının bozulduğu önceden bildirilmelidir. 
Harbe kalkışmak için, düşmanla baş edebilecek kuvvette olmak gerekir. Eğer düşmanın gücü, Müslümanların gücünden fazla ise, saldırmak câiz olmaz. Sulh yapılır. Mağlup olacağını anlayan, geri çekilir. Saldırırsa yüzde yüz öldürüleceğini bilen kimse saldırmaz. İntihar taarruzu hiç câiz değildir. 

MÜSLÜMAN, MÜSLÜMANA KILIÇ ÇEKER Mİ? 

Savaş, yalnızca gayrimüslim düşman devletlerle yapılmaz. Devlete isyan edenlere, önce bir nasihat heyeti gönderilir. İsyan sebepleri araştırılarak, gerekirse ıslah edilir. Bu mümkün olmazsa savaşılır. Dinî ve siyasî zaruretler, Müslüman bir devletle savaş-mayı gerektiriyorsa, bu da meşru olur. Çünkü İslâm hukukunda zulüm yasaklanmıştır. Can ve mallarına yapılan tecavüzleri fiilen def etmek için ferdlere izin verilmiştir. Hatta bu yolda ölenler şehid sayılır. Çaldıran Harbi’ne, Şah İsmail’in Anadolu halkını Şiîleştirme faaliyetleri sebebiyet verdi. Osmanlıların hep dostane münasebetler içinde bulunduğu Memlûk Sultanı’nın Şah İsmail’e yardımı ise, Mısır Seferi’ni doğurdu. Dünyanın en güçlü hükümdarı Timur Han ile Yıldırım Sultan Bayezid arasındaki talihsiz harbe, tahrikçilerin iki taraflı hummalı faaliyetleri yol açtı. 

UZUN HASAN’IN ANNESİNE İBRETLİK CEVAP 

Sultan Fatih, Erzincan üzerine yürüdüğünde, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey, yaşlı annesini hediyelerle beraber padişahı karşılamaya gönderdi. Padişah kendisini büyük bir hürmetle karşıladı. Onun hatırına Uzun Hasan Bey ile sulh yapıp, Bulgar Dağı yoluyla Trabzon’a yöneldi. O zaman Trabzon, Rumların elindeydi. Dağ yüksek ve yolları çetindi. Padişah yaya yürüyordu. Uzun Hasan Bey’in annesi, “Oğlum, bir Trabzon için kendini bu kadar yormak revâ mıdır?” deyince, Sultan Fatih, “Vâlide, İslâmiyetin kılıcı benim elimdedir. Eğer bu meşakkatlere katlanmayacak olursam, gâzi unvanına da hak kazanamam. Yarın Allah’ın huzuruna çıktığım zaman mahcup olurum” cevabını verdi. Dağı böylece geçti. Trabzon’a indi ve şehri fethetti. 

Hiç yorum yok: