20 Nisan 2013 Cumartesi

‘Büyük birader’ ne ki, ‘Küçük Biraderler’den korkun siz... Benim Boston’un, benim MIT’im... -Boston'da gerçekte ne oldu dersiniz-“Suçlu!” Nereden bildin? “Sosyal medya mesajlarından...”-Boşuna çaba benimki biliyorum ama..-Sebebi vardır da, bakalım nedir?-Dostum “Boston eylemi düzmece” diyor...- Taha KIVANÇ

‘Büyük birader’ ne ki, ‘Küçük Biraderler’den korkun siz
Boston’daki terör eylemi korkunçtu tabii; ama patlamalar sonrasında girilen travma bir çok yönden hayırlı oldu; hiç değilse bazılarına ülkelerinin başkalarının başına açtığı daha vahim dertleri hatırlattığı için... Bir de, hepimizin elinde bulunan ve fazla zorlanmadan erişilen teknolojik kolaylıkların getirebileceği rahatsızlıkları düşündürdüğü için...

Günlerdir okuduğum namuslu kalemlerin dokundurmalarında en çok geçen isim George Orwell... Özellikle de onun 1948 yılında kaleme aldığı, dünyanın yanlış istikamete gidebileceğini öngördüğü ‘1984’ romanı...


Ünlü gazeteci Norman Solomon, diktatörlük altında yaşayan ve ‘Büyük Birader’ tarafından gözetlenen insanlarda, aklından tehlikeli düşünceler geçmeye başlayınca derhal devreye giren ‘orada durma’ ve düzen açısından ‘sakıncalı’ görülen konular zihnine düşünce ürkme şartlı reflekslerini hatırlamış 1984 romanından...
Örneği de var...

Amerikan medyasında karşılaşılan kural dışılıklar ve yanlışlara karşı en şiddetli tepkiler veren gazetecilerdendir Norman Solomon... FAIRadlı kuruluşun internet sitesine bakıldığında onun keskin kaleminden nasibini almayan gazete ve TV kanalı olmadığı görülür.

Boston’daki patlamalar sonrasında, Solomon’un aklına, Amerikan aşırılıkları karşısında medyanın sergilediği ‘şartlı refleks’ gelmiş...

“Maratonun bitiş çizgisinde çocukların öldürüldüğü ve yaralandığıyla ilgili Boston’dan gelen her haber, kol ve bacakların koptuğuna dair her iç karartıcı bilgi bana Gülcuma adlı küçük kızı hatırlatıyor. 2009 yazında Afgan mülteci kamplarından birinde karşılaştığımda yedi yaşındaydı Gülcuma... Zamanında şunu yazmışım: ‘Geçen yıl meydana gelen bir olayı anlattı Gülcuma. Güney Afganistan’daki Helmand Vadisi’nde bulunan evinde uyurken bombalar patlamış. Ailesinin bazı fertleri ölmüş. Kendisi de bir kolunu kaybetmiş...’ Yüzlerce mültecinin acınası şartlarda yaşadığı kampla ABD hiç ilgilenmiyor; Gülcuma ve babasının ABD hükümetiyle tek anlamlı teması onun tarafından bombalamaları...”

Solomon Amerika’nın üzerine bombalar yağdırdığı başka ülkeler ve başka Gülcuma’lardan da söz ediyor yazısında...

Irak, Afganistan ve Sudan üzerine yağdırılan kör Amerikan bombaları sonrasındaki dehşet manzaralarını ben de hiç unutamam...

Washington Post’tan Monica Hesse’in Boston’daki patlamalar sonrasında George Orwell’i hatırlamasının sebebi ise farklı. Orwell ileride meydana gelecek en büyük tehlikenin her şeyi gözleyen bir ‘Büyük Birader’ olacağını söyler ya, Monica Hanım, “Dediği gerçekleşti, ama tek bir ‘Büyük Birader’ yok çok sayıda ‘her şeyi gözleyen’ var çünkü...” demekte...

Patlamaların hemen ardından insanlar sevdiklerinin sağ ve sağlıklı olduğunu hemen görebilsin diye,Google ile Kızılhaç, olay yerinden görüntülere sitelerinde yer vermeye başlamış... Yükledikleri görüntüler internet amatör dedektiflerini harekete geçirmiş; onlar aynı görüntüleri ‘suçluyu’ veya ‘suçluları’ tespit etmek için taramaya başlamışlar...

Redditve 4chanadlı internet cemaatleri Kızılhaç sitesiyle Google’da buldukları görüntülerde ters bakan, yavaş veya hızlı yürüdüğü için dikkat çeken, utangaç veya şımarık tavırlı, hâsılı kendilerine göre ‘suçlu gibi gelen’ kişileri kırmızıyla işaretleyip “Bu olabilir mi?” kuşkuculuğuyla başkalarıyla paylaşmaya başlamışlar...

“Olaydan sonraki iki-üç gün içinde bir çarpıklık ortaya çıktı” diyor Hesse:“Mahremiyetimize karşı tehdit hayli korkulan ‘Büyük Birader’ olmayabilir; onun yerine konuya burnunu sokarak müdahil olmaya çalışan, başka insanların hayatlarını mahvetme konusunda coşkulu yüz binlerce ‘Küçük Birader’ daha büyük tehlike...”

Bakar mısınız? Maraton seyretmek için olay yerinde bulunan nice masum kişi, internette bulduğu görüntülerden hareketle kendisini ‘suçlu’ imiş gibi gösterme cüretinde bulunanların hedefi haline gelivermiş... Allah muhafaza...

Polisin ‘şüpheli’ diye peşine düştüğü kişi koltuk dedektiflerinin işaretlediklerinden biri değilmiş üstelik; onun bulunduğu görüntüler halka açık bir kaynakta yokmuş çünkü...

İngiliz Orwell 2013 yılında kendisine bu denli atıfta bulunulacağını öngörmüş müdür acaba?

Benim Boston’un, benim MIT’im

Bizim gazeteler Boston’da patlayan ‘düdüklü tencere’ bombalarıyla ilgi kesmiş gibi; ancak maratonu kana bulayan eylemi Amerika önemsiyor. Önceki gece yarısı ‘eylemci’ oldukları düşünülen iki kişiyi MIT kampüsü içinde kıstırdı güvenlik güçleri; birini Watertown’a kadar kovaladı...
Olayın benim için ayrı önemi var: Hayatımın tam iki yılını geçirdiğim kent, Boston. Bir yandan Harvard’ta ‘master’ yaparken bir yandan da MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) ‘araştırmacı’ konumum devam etti. Kaldığım süre içerisinde hiç kesintisiz Yeni Devir gazetesine katkıda bulundum. Maratonun bitiş noktası Boylston Caddesi en sık geçtiğim yerdi. Türkiye’yi, özellikle de mutfak kültürünü özlediğimizde, alışveriş için Watertown’a giderdik...
Watertown, Türkçesiyle ‘Suşehri’... 1915 sonrasında dünyanın dört bir tarafına dağılmış Anadolulu Ermeniler’den Suşehri kökenli olanlardan bir grup Boston yakınlarında yerleştikleri kasabaya bu adı vermişler... Doğrudur, yanlıştır, bilemem; bildiğim kasabadaki Ermeni bakkal ve manavların başka marketlerde bulunması mümkün olmayan bize özel yiyecekleri bulundurmasıydı.
En iyi peynir ve zeytini ancak Watertown’a gidersek bulabiliyorduk Boston günlerimizde...
Watertown’ı bir başka sebeple de unutamam: Türkiye’de nüfus artmasın diye bir dönem çok kapsamlı çalışmalar yapan bir dernek, başında ülkemizin en büyük holdinginin patronu bulunduğu halde, en ciddi maddi desteği burada kurulu Pathfinder Vakfı’ndan alıyordu.
Kıstırılınca ateş açarak MIT güvenlik görevlisini öldüren iki kişiden biri cipe atlayıp kaçmış... Nereye? Watertown’a... Boston polisi ve FBI kasabayı çevirmiş, sâkinlerine evde kalmaları çağrısında bulunmuş...
Ajanslar kıstırılan iki gencin MIT çevresinden olduğunu, yurtlarda kaldığını bildiriyor...
Türkiye’ye dönmemize iki hafta kala, kira sözleşmemiz bittiği için Cambridge’deki evden ayrılmış, MIT’de doktora öğrencisi bir yakınımızın yurttaki dairesine sığınmıştık. Çıktığımız ev Harvard sınırları içindeydi ve komşularımız kendilerini ‘dâhi’ olarak gören bazısı gerçekten ‘dâhi’ olan Harvardlı öğrencilerdi. Boston’daki son onbeş günü geçirdiğimiz yurt MIT kampüsü içindeydi ve yüzlerce öğrencinin yaşadığı binaya girip çıkarken karşılaştığımız tipler Harvardlılar ile mukayese kabul etmeyecek kadar kendilerini beğenmiş izlenimi veriyordu.
Her yıl tekrarlanan Boston Maratonu’na katılmayı görev bilirdi Harvard ve MIT öğrencileri... En az Charles Nehri üzerinde yelkenli yarışı rekabeti kadar önemliydi maraton... Eğer ajanslar doğruysa, MIT’den birilerinin maratona katılanları hedef alacak bir terör eylemi yapması ancak ‘delilik’ ile açıklanabilir.
“Eğer ajanslar doğruysa” dememin sebebi, ABD medyasının patlamalar sonrasında düştüğü zavallı durum: Gazeteler ve televizyon kanallarının burunlarından kıl aldırmayan deneyimli muhabirleri hep birbirleriyle çeliştiler. Daily Beast internet sitesinden Michael Moynihan medyanın zavallı bir performans sergilediğini geniş örneklerle sıralıyor.
Çok daha dikkatli ve kendinden müthiş emindi ben Boston’da yaşarken Amerikan medyası...
Boston bir üniversiteler kentidir; sınırları içerisinde 53 yüksek öğrenim kurumu vardır. Cambridge mahallesinin bir ucunda MIT diğer ucunda Harvard bulunur. MIT’deki ofisim üniversitenin Harvard’a en yakın noktasındaydı; yürüyerek onbeş dakikada öteki uca gidebiliyordum.
Maratonda patlayan bombalar yüzünden iptal edilen bir etkinliğe Harvard câmiası yanıyordur. Ülkemizin ilk kültür bakanı Talat Halman anadili İngilizce olanları bile kendisine hayran bırakacak kadar o dile vâkıftır. Geçtiğimiz salı günü Harvard’ın Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde ‘Türk’ün gönlünde Shakespeare sanatı’ başlıklı bir konferansta, Osmanlı döneminde ve sonrasında Shakespeare’in yeriyle ilgili bir konuşma yapacaktı Halman...
Sanırım, daha ilk andan, maratonda patlayan bombaların suçlularını kentin en iyi iki üniversitesi yakınında bulmayı düşünmüş polis...
Öteki gazeteler ilgilerini yitirmişken ben ısrarla üzerinde duruyorsam, bunun bir sebebi sonunda eylemin bize fatura edilebileceği endişemse, bir diğer sebebi de kişiseldir.

Boston'da gerçekte ne oldu dersiniz


İki çocuğundan biri açılan ateşle infaz edilip ölüolarak ele geçirilen, diğerini de 'düşman savaşçısı'kategorisine sokarlarsa idam edilerek kaybedeceğini anlayan Dağıstanlıbaba "Çocuklarımın aşırılıkla hiçbir zaman ilgisi olmadı, FBI'ın oyunu bu"diye haykırıyor, ama kimsenin dinlemeye niyeti yok...
Yıllar önce 11 Eylül (2001) ikiz kuleler saldırılarısonrası"Bunlar yaptı"denilen 18 gencin kimliklerine biraz daha yakından baktığımda aynışaşkınlığıben de yaşamıştım. İçlerinde 'aşırıdinci'tanımına uyan tek bir kişi yoktu. Ekibin şefi olduğu söylenen Hamburg'u mesken tutmuşMısırlıgençsözgelimi; Alman liman kentinde Alman gençler ne yapıyorsa onlardan farksız bir hayat yaşamaktaydı.
Ekibin üyelerinin hepsi, eylemden birkaçgün önce bir kumarhaneye gitmiş, yemişiçmişeğlenmişve fahişelerle gecelemişti...
Tek biri bile sağkalmadığıiçin itiraz etmek de mümkün değildi resmi anlatıma. Yine de kendilerini ziyaret eden gazetecilere, Kahire ve Beyrut'ta yerleşik ebeveynler, "Böyle çağdaşyaşayan çocuk nasıl 'İslam komandosu'olur?"sorusu eşliğinde düğün videolarında dans eden eylemcileri gösteriyorlardı.
Bu defa videoya da ihtiyaçyok. İki Kafkas gençBoston'da Bostonlu gençlerin hayatınıyaşıyorlarmış; arkadaşçevreleri buna tanıklık ediyor. İki yıl önce FBI ağabey durumundaki genci sorguya çekmiş, Rusya istediği için; evini aramış, eşyalarınıtaramış, hiçbir şey bulamamışFBI...
Nothing... Zilch... Nada...

Şimdi maratonu kana bulamakla suçlanıyor gençler... İkisi de son on yıldır ABD'de yaşamaktaymış, ailelerinin diğer fertleri gibi... Eğitimlerini Amerikan okullarında almışlar, hem de burs kazanacak kadar da çalışkanmışküçük kardeş... Çalışkan ve akıllı...

Suçlu profiline uymuyor durumları, 'İslam militanı'profiline ise hiç...

Bu da bana 'Mançuryalıaday'(Manchurian Candidate) filmini hatırlatıyor...

Filmin iki ayrıversiyonu var. Eskisinde Frank Sinatra, yenisinde ise Denzel Washington başroldeydi. Filmin özeti şu: Mançurya'da savaşan Amerikan askerlerinin bazılarında psikolojik etkileme denemeleri yapılır. Bunlardan biri olağanüstüsonuçlar verebilecek bir suikast için devşirilip uygun hale getirilir; kendisi ve yakınlarının ruhu bile duymaksızın... Her haliyle normal olan adam, aldığıtelefonda daha önce şartlandırıldığıbir sesin söylediğini yerine getirmek üzere 'suikastçı'haline dönüşür...

Anladınız değil mi? Babanın, ailenin diğer fertleriyle arkadaşçevresinin "Bunlar mımaratonu kana bulayanlar, güldürmeyin bizi"tepkisi vermeleri benim aklıma bu filmi düşürdüişte...

İkiz kulelere uçaklısaldırıyaptığıanlaşılan gençler de aynıdüşünceye sevk etmişti...

Ölen ve yakalanan ağabey-kardeşDağıstan'dan ABD'ye göçmüşÇeçen gençler... Aile yeni ülkelerine doğru yola çıkarken, ne hikmetse, Türkiye'ye de uğrayıp 10 gün geçirmiş... Kendilerinden kuşkulanıldığıandan itibaren, büyük ihtimalle FBI'ın verdiği bilgiye dayanarak, Amerikan basınıbu ayrıntıyıyaymaya başladı. Neden acaba?

Neyse. Size ilginçgelebilecek son bir ayrıntıdaha...

Amerikan literatüründe 'beyaz ırk'karşılığı'Caucasian' sözcüğükullanılır; yani Kafkasyalı... Hatta ABD filmleri ve dizilerini seslendirenler, yıllarca, polisin 'beyaz biri' dediğini anlamayıp 'Kafkasyalı' diye çevirdiler o sözcüğü... Maraton bombacısıolarak İki Çeçen gençilan edildiğinde, önce, 'Ortadoğulu'sıfatıkullanıldı, sonra Kafkasyalı...

Ve, Amerikalıların aklıkarıştı...

Alman antropolog Friedrich Blumenbach'ın işi bu. 1800'lüyılların başında yazdığıkitapta, değişik özelliklerine bakarak, insanoğlunu tasnif ederken renkleri de önemsemişti. Moğollar 'sarı', yerli Amerikalılar 'kızıl', Malaylar 'kahve', Etiyopyalılar 'siyah' ve Kafkasyalılar da 'beyaz'...

O gün bugündür birinin 'beyaz ırk'tan olduğunu belirmek için 'Kafkasyalı'deniliyor...

Ailesi Kafkasya'dan göçetmişiki Amerikalıgencin macerasıbundan böyle de izlenmeyi hak ediyor...


“Suçlu!” Nereden bildin? “Sosyal medya mesajlarından...”


Facebooksayfam var, oradan dostlarımın duvar yazılarını okuyor, neleri beğenip nelere karşı çıktıklarını belli eden videolarına göz atıyorum. Twitter hesabım da var, ama gazetedeki arkadaşların yönetiminde; ara sıra girip kim ne yazmış merakımı gideriyorum.

Amatör bir merak benimki. ‘Profesyonel’ merakı olanlar için her iki sosyal medya bir maden... Kimi oradan dava konusu olacak şiir çıkarıyor, kimi de eylemci...

Boston Maratonu’nu kana bulayan eylemi iki Çeçen gencin işlediği yolundaki kanaat, her ikisinin Facebook sayfasına iliştirdikleri notlar ve videolar ile attıkları tweet’ler üzerinden oluşturuldu. Küçük kardeş Dzokhar’ın Facebook sayfasında Suriye’de müslümanların çektikleri çilelere dair bir video varmış; bir de ne olduğunu tam anlayamadıkları dini bir sohbet... Büyük kardeş Tamerlan iki yıl önceki Orta Asya gezisi sırasında karşılaştığı insanların yerel ağızlarıyla dalga geçiyormuş bir videoda...

Dzokhar‘İslami Facebook’ olma iddiasındaki ‘salamworld’ ile benzeri bazı siteleri de sayfa favorileri arasına eklemiş...

Küçük kardeş Twitter hesabında @J_tsar imzasını kullanıyormuş... Geçen Kasım ayından bu yana takipçilerine gönderdiği mesajlara bakıldığında, henüz 20’sine varmamış, gönlü ferah bir gencin sevgileri, özlemleri, nefretleri, kötü alışkanlıkları fark ediliyor.

18 Kasım 2012’de “Bir bira, berbat bir avrat ve tozdan oluşan kutsal üçlemeyi hak ediyor bu akşam” diye yazmış... On gün sonra “Filistin özgür kalmalı...” 16 Ocak 2013’te etrafında konuşulanlardan etkilenip “İslâm ile terörizmi bir tutan ahmaklarla münakaşaya girmiyorum, değersizler çünkü; bırak ahmaklar ahmak kalsınlar...” tepkisini mesaja dökmüş...

Maraton gününe doğru bile kafası karışıkmış Dzokhar’ın. 21 Mart’ta “İyi insanlar bir şey yapmazsa şer kazanır” siyasi mesajını atmış; dört gün sonra (25 Mart’ta) ise “Yapmam gereken ev ödevi var ya, onu hâlâ yapmakla meşgulüm” diye duyurmuş...

Nisan ayına gelince, belli ki, yüreğinde bir şeyler kıpırdamaya başlamış... Gönderdiği mesajlara bakın:

“Yastığa başımı koyup bir kulağımı bastırdığımda kalbimin atışını işitirim; o kadar gürültüyle kim uyuyabilir?” (7 Nisan). “Bilgiliysen ve etkilenmişsen bütün yapacağın harekete geçmektir.” (8 Nisan). “-Sigara içsem kızmazsın değil mi? –Adamım, kafana kurşun da sıksan aldırmam.” (10 Nisan). “Çoğunuz medya tarafından biçimlendiriliyorsunuz.” (11 Nisan). “Bilgi edin, kadın bul, para elde et.” (11 Nisan).

Boston Maratonu 15 Nisan günü koşuldu, bitiş çizgisine doğru patlamalar geldi. @J_tsar’ın mesajları ertesi gün de devam etti: “Kentin kalbinde aşk yok mu; güvende kal millet.” Ve, “İnsanlar vardır, gerçeği bilir, seslerini çıkarmazlar & insanlar vardır, gerçeği konuşurlar, ama azınlıkta kaldıkları için biz onları işitemeyiz.” Ve, “Şu günlerde sanki söyleyecekleri bir şey varmış gibi konuşuyor herkes, ama dudakları kımıldadığında bir şey çıkmıyor ağızlarından; kuru gürültü yalnızca.” Ve en son: “Ben stresten etkilenmeyen biriyim.” (Bunların hepsi 16 Nisan tarihli mesajlar; yani patlamadan bir gün sonra...)

Mesajlarda kullanılan deyimlerden bazısı güncel şarkı sözlerinden...

İşte birileri bu mesajlardan ve Facebook sayfasındaki bir-iki notla site adreslerinden “Suçlu” sonucunu çıkartıyorlar...

Konu üzerinde düşünürken, aklıma, Twitter tiryakisi de olan Facebook kullanıcılarından bir-ikisinin şöyle birkaç ay geriden sosyal medyaya katkılarını toparlamak geldi. Emin olun, bazılarının seçkileri kafası karışık Çeçen delikanlının paylaştıklarından daha ileride, daha radikal...

Sosyal medyayı insanlar kendisiyle takipçileri arasında çok mahrem yazışmalar sayıyor, belki de öyle sanıyorlar... Oysa hem Büyük Birader (BB) hepsini gözlüyor, hem de ‘suça itilecek kişi’ arayışına gidildiğinde oraya başvuruluyor...

Yine bildiğinizi okuyun siz; sosyal medya sizsiz, BB’ler sosyal medyasız olmaz...






Boşuna çaba benimki biliyorum ama...

Konya’da faaliyet gösteren bir yayınevinin (Çizgi Kitabevi) yeni çıkan ‘Avrupa’da İslam: Gurbette Müslümanlar ve Türkler’ adlı kitabınıokurken ilginç bir bilgiyle karşılaştım. Almanya doğumlu yazarı Cemil Şahinöz ilginç bir Alman’dan ve etrafında meydana gelen garip olaylardan söz ediyor...

Almanya’da ‘en radikal müslüman’ Alman asıllı biriymiş... ‘Oku’ adıyla bir proje başlatmış; her hafta sonu ülke genelinde bedava Kur’an dağıtıyormuş... Bütün cemaatler yaptığına karşı çıkınca, bu defa onlara dönüp, “Sizler zaten cehennemlik münafıklarsınız” tehdidinde bulunmuş...

1999 Nobel edebiyat ödülünün sahibi Günter Grass’ınİsrail’i şiddetle kınadığı günlerde Alman gazeteleri bu haberi manşetlerine taşımışken, tam o arada devreye girmiş aynı şahıs ve Grass’ın eleştirileri unutulmuş... “Maalesef Kur’an’ın bu şekilde âlet edilmesinin bir psikolojik dezavantajı daha var” diyor Şahinöz; “Bundan sonra kimse kolay bir şekilde Kur’an dağıtamayacak. Çünkü gayr-ı müslimlerin bilinçaltına ‘Kur’an dağıtımı’ ve ‘radikallik’ kazındı. Müslümanlar çekinecek, birisine Kur’an verirken gereksiz yere ‘Acaba yanlış anlaşılır mıyım?’ diyecekler.” (s. 49).

Bu satırları okurken Boston’da meydana gelen ve iki Çeçen gencin tam ortasında yer aldığı kanlı olay aklıma geldi. Alâka şuradan: Artık bundan böyle ABD’de etrafıyla uyumlu, orada doğmuş büyümüş müslümanlar bile rahat yüzü göremeyebilecek...

İkiz kuleleri 11 Eylül 2001 tarihinde vuran uçaklardaki 18 eylemcinin hepsi Ortadoğu kökenli gençlerdi. ABD ile bir irtibatları bulunmuyordu. Aralarında Amerika’da yaşayan, orada okumuş biri bile yoktu.

Daha sonra Londra’da metroya saldırı olduğunda (7 Temmuz 2005), İngiltere’de doğmuş, orada okumuş bazı gençlerin radikalliği gündeme geldi, fakat Amerikalılar “Bizde olmaz” diye düşünmeye devam ettiler. Kendi sistemlerine güvenleri yüzünden... “Bizim aramızda yaşayan, bizim eğitimimizi alan kimseler bize zarar vermez” kanaatini yıktı Boston Maratonu’nda patlayan ve etrafı kana bulayan düdüklü tencereler...

Hem de o iki Çeçen gençle bombalama eylemleri arasında doğrudan bir ilişki hâlâ kurulamadığı halde...

Bomba yapımı kolay, ancak yapılan bombayı patlatmak için eylemciye bir ‘detonatör’ gerekiyor; yani bombayı patlatmaya yarayacak elektronik cihaz... Eylemden hemen sonra işin uzmanları çok açık bir biçimde, eylemlerde kullanılan bombaları patlatmak için gereken cihazın çok ileri bir teknolojiye sahip olması gerektiğini söylediler...

Hâlâ öyle söylüyorlar...

Oysa Çeçen biraderlerin elektronik konularda bir becerileri olmadığı anlaşılıyor. Bir yerlerden hazır almış olabilecekleri görüşüyle o tür cihazların elde edilebileceği şirketler teker teker aranıp sorgulandı. Bingo. Gerçekten şubat ayında büyük oğlan bir oyuncakçı dükkânından havai fişek patlatmaya yarayan iki mekanizma satın almış... Ancak şirketin sahibi kendi cihazlarıyla Boston’da yaşanana benzer bir patlamanın meydana getirilmesinin imkânsız olduğunu da söylemiş...

Gazetelerde bu haberi bulabiliyorsunuz, ama kullanılan patlatma cihazlarının kökenini bulamıyorsunuz...

Çeçen biraderlerin bombalama eylemiyle ilişkisi şu ana kadar tek bir biçimde kurulabildi: İtiraf... Büyük kardeş polisle çatışmada öldüğü için elde sadece 19 yaşındaki küçük kardeş var; o da bir rivayete göre ensesinden yediği kurşunla, bir başka ifadeye göre intihar amacıyla kendi kendini vurduğundan, konuşamaz haldeymiş...

“Eliyle yazdı” diyor gazeteler... Bilgiyi polisten aldıklarını ve çocuğun her an ölebileceğini belirterek...

Amerikalılar fazla kuşkucu değillerdir; resmi ağızların söylediklerine, gazetelerin yazdığına, televizyonda işittiklerine inanırlar... Sonradan bambaşka bir tablo bile çıksa ortaya, ilk algıladıkları bilgi akıllarında kanaat olarak kalır.

FBI’ın iki yıl önce sorguladığı genci sürekli kontrolü altında tuttuğunu, böyle birinin patlayıcıya erişiminin ancak yol verilmekle gerçekleşebileceğini de düşünmez Amerikalı.
Orada yaşayan müslümanların işi bundan sonra daha da zor.


Sebebi vardır da, bakalım nedir?


Dick Wolf’un ağzı kulaklarındadır herhalde...

Amerikan televizyonlarında çok uzun süreyle yayınlanan dizilerin yapımcısıdır Dick Wolf. Bizde de kablolu kanallarda gösterilen pek çok polisiye, hukukla ilgili, mahkemede geçen diziye o hayat vermiştir. Son baktığımda onun imzasını taşıyan dizi sayısı 40’a varmıştı; hemen hepsi de tutulan diziler...

Ağzının kulaklarına varmasına sebep olacak şey dizileri değil Wolf’un, 66 yaşında yazdığı ilk ve tek romanı ‘Intercept’... Benim buraya taşıdığım (29 Ocak 2013) romanda New York Times eleştirmenine bile inandırıcı gelmeyen bir dizi ilişki sonucu sahneye konulmak istenen bir kanlı eylem kurgulamıştır Wolf... ‘İslâmi terör eylemi’...

Kurgusunun en önemli unsuru, ‘olağan şüpheliler’ yanında kendilerinden hiç kuşkulanılmayacak türden kişileri de eylemlerde rol alabilecek gibi göstermesidir. Esas eylemci yine Ortadoğulu’dur, ama ona destek veren kadro içerisinde bir Amerikalı kadın ile bir İsveçli de vardır... Tabii Amerikalı kadını müslüman, İsveçli delikanlıyı da aslında Boşnak yaparak...

Boston’daki bomba eylemlerinin üzerine yıkıldığı iki Çeçen kardeş, Wolf gibi hayal gücü geniş birinin bile ‘yazarsam inandırıcı olmaz’ diye kaçınacağı türden bir kumpasa âlet olmuşa benziyor... Yönlendirmeyle eylem yaptırarak mı, yoksa farklı ellerin eylemini artık konuşamayacak veya ne denirse üstlenecek birine mal etme yoluyla mı, bilemem...

Sonuçta ortaya çıkan tablo Amerikalılara şu mesajın açıkça verilmesidir: “Masum görünüşlü, çevresiyle kaynaşmış, dilinizi sizler gibi konuşan, hayatı hep ülkenizde geçmiş, sizin için müsabakalara katılmış bile olsalar, eğer temasta olduğunuz kişi İslâm Dünyası’ndan biriyse, ondan uzak durunuz...”

Dünyanın her yerinden gelmiş, değişik din, etnik grup ve eğilimden insanlara kucak açmış bir ülke olan Amerika için tehlikeli bir mesaj... Boston’daki eylem sonrasında bu mesaj güçlü bir biçimde verildi.

Hem de Amerikan anayasası ve yasaları çiğnenerek...

‘Miranda’ diye bir uygulaması var Amerikalıların... Anayasaları, herhangi bir kişiyi gözaltına alırken, polisin, ona, isterse sessiz kalabileceğini, avukat isteyebileceğini hatırlatmasını şart koşuyor... Filmlerde gördüğünüz “Sessiz kalma hakkına sahipsin...” türü ifadelerin geçtiği uyarı cümlesine ‘Miranda’ deniyor...

Çeçen kardeşlerden büyüğü öldü... Ağır yaralı küçük kardeşi, anayasal uyarıda bulunmadan, yerel polis ve FBI, hasta yatağında günlerce sorgulamış... “Avukat istiyorum” diye defalarca itiraz etmesine rağmen hem de... Sonunda bir yargıç duruma müdahale etmiş de, göz göre göre anayasayı çiğneyen görevliler, süklüm püklüm hasta odasını terk etmiş...

Günlerden beri Amerikan medyasında verilen hemen bütün bilgiler FBI tarafından kulaklara fısıldanan şeyler... Hukukçular ‘Miranda’ olmaksızın ve avukat bulundurmaya izin verilmeksizin alınan ifadelerin mahkemede kullanılamayacağını söylüyor...

Polis bilmez mi bunu, FBI bilmez mi? Bilir elbette. Neden öyleyse? Şu sebepten: Biri ölmüş, diğeri konuşamayacak durumda ve hayatta kalıp kalmayacağı kuşkulu iki genci mahkemeden önce medya eliyle ‘suçlu’ ilân etmek istiyorlar...

Wolf’un hayal gücüne dayanarak yazdığı romanda yaptığını, hukuk içinde davranması beklenen devlet görevlileri, anayasayı çiğneme pahasına sanığı zorlayarak elde ettikleri (veya elde edemedikleri) ayrıntıları medyayla paylaşarak sağlamak derdindeler...

New York belediye başkanı ve polis müdürü de işe bulaştı; Boston’daki bombalama olayı fâillerinin esas hedefinin New York’un en kalabalık merkezi Times Square olduğunu söyleyerek... Kim söylemiş? FBI tabii... İki gencin birkaç ay önce New York’ta dolaşırken görüntülerini sokak kameralarından bulup televizyonlara vererek...

FBI müslümanlara karşı kumpaslarda müthiş uzmanlaştı. Dün Radikal’de bunun son örneğini okudum: Şikagolu Ahmed Tunisi adlı 18 yaşındaki saf müslüman genci kendi açtıkları internet sitesi üzerinden yönlendirerek tuzağa düşürmüş FBI; İstanbul’a doğru yola çıkarken tutuklamış...

Dostum “Boston eylemi düzmece” diyor...


Hayatlarında dine hemen hiç yer ayırmamış bir aile ABD’de dini hoşgörüsüzlük ve şiddetin temsilcisi haline dönüştürülüverdi... Gece yarısı bir benzinci soygununa karışanlar ‘Boston Maratonu eylemcileri’ olarak takdim edildi.

Girişteki iki cümle bana değil, zor konularla uğraşmaya zaman bulabilen bir dostuma ait. ABD’yi yakından tanıyor bu dost ve CIA ile FBI başta olmak üzere istihbarat örgütlerinin nelere kâdir olduğu hakkında kanaate de sahip. Ona göre, Boston Maratonu’ndaki eylem tamamen yoldan çıkmış bir istihbarat operasyonu; her şey olup bittikten ve yarışmacılar ile izleyiciler gittikten sonra patlayacak tencereler erken harekete geçirilmiş...

“İş ters gidince, el altında tutulan bir Çeçen aile, sırf ‘müslüman’ oldukları için ‘kurban’ seçildi” diyor dostum...

Böyle vakalar bizde de olmuştu geçmişte... Ülkemizde ‘irtica tehlikesi’ bulunduğu kanaatini pekiştirmek için planlanmış bir ‘sözde eylemi’ hatırlıyorum. O dönemde televizyonlara fazlaca çıkan ‘lâik’ kimliği hayli belirgin bir ilâhiyat doçenti istihbarat örgütüne çağrılarak eğitilmişti. Eğitimi, içine C-4 yerleştirilmiş bir paketin patlatılmadan nasıl açılacağı konusundaydı.

İstihbarat örgütünün bir elemanı kitap içine yerleştirilmiş paketi kendileriyle irtibatlı birinin çalıştığı kargo şirketine teslim etmiş, o da adrese teslimi yakın takibine almıştı. Paket geldiğinde kızını yanından uzaklaştıran doçent eğitilmesine rağmen paketi yanlış açınca olan olmuştu.
Paket elinde patlayan doçent oracıkta hayatını kaybetti.

Türkiye günlerce ‘İslâmcı terör’ eylemi örneği olarak tartıştı doçentin evine gönderilen bombalı paketi... Gönderenler planları dışı ölümle biten eylemde kullanılan elemanlardan birini ortadan kaldırdı, diğerinin de izini kaybettirdi.

Dostuma göre Boston’da olan da böyle bir eylem... Patlama sonrası kimsenin burnunun kanamayacağı hesaplanarak hazırlanmış eylem üç kişinin ölümü ve 200’e yakın insanın kalıcı yaralar almasıyla sonuçlanınca telâş başlamış olmalı. O telâşla çevrede göz altında tutulan aile devreye sokulmuştur.

Otomobil tamircisi baba yedek parça aldığı yerden cebinde parasını ödemediği parçalarla çıkarmış... Kadın berberi anne bir mağazada hırsızlık yaparken yakalanmış... Çocukları benzin istasyonuna sevk etmek zor olmamıştır ‘B Planı’ uygulayıcıları için...

“Gerisi tamamen Hollywood senaryosu” dedi dostum...

Ne yalan söyleyeyim, dehşete kapıldım.

Olayı ilk öğrendiğim andan itibaren sağda-solda çıkmış haber ve yorumları dikkatle takip ediyorum. Gördüğüm şu: Amerikan medyası da resmi açıklamalardan kuşku duyuyor. Anlatılanları sayfalarına aktarıyor, ekranlarında tekrarlıyorlar, ama kuşkularını satır aralarına sindirmekten de kendilerini alamıyorlar.

Kırgızistan’da yaşayan aileyi Dağıstan üzerinden ABD’ye getiren hukuk diplomalı petrolcü amca dikkat çekiyor sözgelimi. Adam vaktiyle Graham Fuller’in kızıyla evliymiş; bunu Fuller’in CIA irtibatını düşündürecek biçimde kayda geçiriyorlar. Bir de yalnızca ‘Misha’ önadı bilinen bir tip çıkarıldı; Misha sonradan İslâm’ı kabul eden Ermeni asıllı bir gençmiş ve iki çocuğu radikalliğe o sevk etmiş...

Bunu gazeteler yazıyor...

Misha ortada yok, kim olduğunu bilen de yok... ABD’de bolca bulunan Ermeni asıllılar isyan halinde; “Bizden birinin müslüman olduğu şimdiye kadar görülmedi; hadi oldu diyelim, bir çırpıda radikalleşip başkalarını da baştan çıkarması nasıl mümkün olabilir?” diye soran onlar... Misha, söylenenlere bakılırsa, henüz 23 yaşındaymış...

Size de Hollywood’ta film haline getirilmek üzere bir kenara atılmış senaryo gibi gelmiyor mu bütün bu anlatımlar? Bana geliyor da...

ABD’de çok uzun zamandır ‘İslâmi terör’ olayı yaşanmamıştı. 11 Eylül (2001) olayı da unutulmaya yüz tutmuştu. “Hâlâ böyle bir tehlike var” amaçlı bir sözde eylem çığırından çıkınca, buna sebep olanlar, ortalığı karıştırmaya kalkışmış olabilir mi?
Dostum bu soruya “Oldu bile” cevabını veriyor...






Hiç yorum yok: