İHH devrimi ve Afrika'lıların Türkiye 'umudu'
Yazının başlığına bakıp da, 'Türkiye'nin Afrika'da umut olması' meselesini abarttığımı düşünecek olanlara bir hatırlatmada bulunmak istiyorum asıl yazıya girmeden önce.
Afrika'nın doğusundan batısına, Asya'nın Endenozya içlerine, Balkanlara ve Arap dünyasına kadar yaptığım seyahatlerde karşılaştığım ve beni şaşkına çeviren en önemli beklenti bu: Türkiye'yi bütün bir İslâm dünyası, umut olarak görüyor. Entelektüelinden halkına, devlet ricalinden ticaret erbabına kadar bütün toplum katmanlarında bu beklentiyi bizzat gördüm.
Başlangıçta ben de inanamadım ama sonraları bunun Afrika'dan Uzak Asya'ya kadar dillendirildiğine bizzat şahit olunca, meselenin ciddiyetini ve hayatiyetini bilfiil kavradım.
TÜRKİYE ŞU AN BİLFİİL UMUT OLMAYABİLİR AMA BİLKUVVE UMUT'TUR
Bu beklentinin nedeni, Osmanlı medeniyet tecrübesiyle ortaya koyduğumuz adalet, hakkaniyet ve kardeşlik ufku. Sömürgecilik çağında, Osmanlı'nın ortaya koyduğu bu insanlık destanı, bütün Müslümanların kalbinde ve tahayyül dünyasında çok muazzez ve mutena bir yere sahip.
Biz, metamorfoz yediğimiz sekülerleşme maceramızla birlikte, sadece bir medeniyeti yitirmedik. Medeniyet fikrini, ufkunu, rüyasını ve ideallerini de yitirdik. Kendimizi ulus-devletin entelektüel melekelerimizi körleştirici, zihnimizi ve ufkumuzu dondurucu, boğucu, dar dünyasına hapsettik.
Modern tarihte tarih şuuru bizim kadar delik deşik edilen, psişesi bizim kadar tarumar edilen, özgüveni bizim kadar yerle bir edilen başka bir ülke yok.
Şunu iyi bilelim: Dünyanın neredeyse bütün bölgelerinde yaşanan temel sorunlar ve sınırlar, bizzat sömürgeciler tarafından icat edilmiştir. Dünya, sömürgecilerin icat ettikleri sorunlar ve sınırları ortadan kaldırma mücadelesi veriyor. Ama biz farkında değiliz bu yakıcı gerçeğin.
Neden farkında değiliz peki? Sömürgeleştirilemeyen tek büyük ülke olmamıza rağmen kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunan tek ülke olduğumuz gerçeğini hâlâ farkedemediğimiz için… Bizzat biz umudu unuttuğumuz, umudun önümüze sereceği ufku, ufkun önümüze açacağı kapıları bizzat kendi ellerimizle çoktan kapattığımız için elbette ki..
Dünyanın bütün kıtaları, bütün denizleri sömürgeleştirildiği, biz de bu sömürgecilik çağında, yalnızca adaletin, hakkaniyetin ve barışın izini sürdüğümüz için, bütün dünya bu gerçeği bizden bile daha iyi biliyor ve özellikle de sömürgecilerin barbarca saldırılarıyla her şeylerini yitiren Müslüman dünya bizi umut olarak görüyor.
AFRİKALILAR, NEDEN BATILILARI DEĞİL DE, TÜRKİYE'Yİ UMUT OLARAK GÖRÜYORLAR?
20. yüzyılın başlarında, Zenzibar'ı, Alman sömürgeciliğine teslim olduklarını kabul edinceye kadar günlerce limandan top ateşine tutmaktan çekinmeyen, eğitim sistemlerini yerle bir eden, kaynaklarını kurdukları Alman Doğu Afrika Kumpanyası şirketi aracılığıyla Almanya'ya taşıyan Almanya'yı nasıl umut olarak görsün ki Afrikalılar?
Yine, Afganistan'da Herat'taki yerli pamuk endüstrisini çökertmek için, masum 40 bin pamuk işçisinin parmaklarını kesen, sonra da, parlamenter demokrasiden, özgürlüklerden, hak ve hukuktan sözetmeye kalkışan İngilizleri neden umut olarak görsün ki Afganlar?
Dünyanın en zengin tabiî kaynaklarına sahip Afrika'nın hazinelerini Londra'ya, Paris'e ve Berlin'e taşımak için Afrika kıtasını kendi aralarında parselleyen ve direnen herkesi acımadan kurşuna dizen, yerleşim yerlerini ateşe veren, insan gücünü zincirlere vurup köleleştirerek kıtalar dolaştıran, Zenzibar'da, Pemba'da ve Afrika kıyı limanları boyunca barbarca köle satış istasyonları kuran Portekizlileri, Almanları, İngilizleri, Fransızları niçin umut olarak görsün ki Afrikalılar?
Türkiye'nin gücünün, çapının ve ufkunun henüz yetersiz olması, Türkiye'nin bilfiil umut olmasını önlüyor olabilir ama şundan emin olun ki, bütün bu yetersizlikler bile, Türkiye'nin bilkuvve umut olmasını önlemeye yetmiyor.
Bu hayatî teorik gözlemlerden sonra, Afrika izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya başlayabilirim…
İHH DEVRİMİ'NİN ZENZİBAR'DA YAŞATTIĞI BAYRAM HAVASI
İHH ekibi olarak bugün (Cumartesi günü) Zenzibar'da dördüncü, Tanzanya'da beşinci günümüz. İHH'nın gerçekleştirdiği çalışmaları yerinde görmek, gözden geçirmek ve daha stratejik, daha uzun soluklu ve daha kalıcı çalışmaların altyapısını ve şartlarını yerinde belirlemek için yaptığımız Tanzanya ve Zenzibar seyahatimizin doruk noktası bugün.
Bugün Zenzibar'da İHH bayramı var. Bu yazıda, bizim iliklerimize kadar yaşadığımız bu bayram havasını size de hissettirmeye, yaşatmaya çalışacağım…
Bugün, Zenzibar Devlet Başkanı Dr Ali Mumammed Şeyn, yardımcısı Muallim Seyf Şerif Hammad, Zenzibar Genel Müftü'sü Salih Ömer Kabi, çeşitli bakanları ve Türkiye'nin Tanzanya büyükelçisi Ali Davutoğlu'nun katılımıyla İHH'nın organize ettiği muhteşem bir Yetim Dayanışması Günü tertip edildi.
Törenler, Zenzibar'ın başkenti Stone Town şehrinin en büyük binasında yapıldı. Törenlere, sadece Zenzibar çapında İHH'nın baktığı, okuttuğu 600 civarında çocuk ve sayısı 1.000'i fazlasıyla geçen Stone Town halkı katıldı. Yoğun kalabalık salona sığmadı, salonun dışına taştı…
Tören salonuna geçmeden önce, törenin yapılacağı salonun bahçesinde İHH'nın Tanzanya ve Zenzibar'daki faaliyetlerini tanıtan bir fotoğraf sergisini gezdik Cumhurbaşkanı, yardımcısı, bakanlar, büyükelçimiz, İHH kafilesinden Hüsnü Tuna Bey'le birlikte.
İHH'nın kardeş kuruluşu Müzdelife Yardım Derneği'nin başkanı ile İHH'nın bölge temsilcisi Faruk Hammad Hamis kardeşim ve Abdullah Hazer yapılan faaliyetleri teker teker Cumhurbaşkanına ve Zenzibar devlet ricaline ve bize anlattılar.
'ZENZİBAR, ZENZİBAR OLALI, BÖYLE BİR BAYRAM HAVASI YAŞAMADI'
Tören salonunun kapısının önünde, geleneksel Zenzibar müziğinin nezih ve nefis örneklerini, bütün içtenlikleriyle seslendiren -çocuklar da dâhil üç kuşak insandan oluşan- sûfî müzik grubu, coşkuyla, vecdle güzel ilâhîler okudu Swahilice bütün tören boyunca.
Arabayla tören alanına girerken çocukların, Zenzibar halkının bize -arabanın içinde olmamıza rağmen- gösterdikleri sevgi seli görülmeye değerdi. Gözyaşartıcıydı… Arabanın içinde/n pencereden yüzlerce insanın elini sıktık, çocukların başlarını okşadık.
Şoförümüz Zenzibarlı Abbas kardeşim, bizi arabadan indirirken yanıma yaklaştı ve kulağıma eğilerek, 'Zenzibar, Zenzibar olalı, böyle bir bayram havası yaşamadı' deyiverdi, asıl bayram havasının yaşanacağı törenler başlamadan…
'Keşke' dedim o zaman kendi kendime, 'Bülent Yıldırım da, İHH'nın bütün fedakâr çalışanları ve gönüllüleri de burada olsaydı da, eserlerinin meyvelerini görselerdi…'
BAYRAM HAVASININ NEDENİ: ASİL KARDEŞLİK DUYGUSU VE ŞUURU
Salona geçtiğimizde, Zenzibar'da benzerinin pek yaşanmadığını öğrendiğimiz bir bayram havasına tanık olduk. Mihmandarımız Faruk Hamis kardeşimin bu bayram havasını özetleyen şu sözlerine mim düşmek gerekiyor:
'Bugün, bizim için tarihî bir gün. Müslümanların, dünyanın kuzey yarım küresindeki Türk insanının buralara, dünyanın güney yarım küresindeki insanlara kardeş elini uzatması, anlatılacak bir duygu değil. Dün olduğu gibi, bugün de, Müslümanların birbirlerinin ayrılmaz uzuvları olduğunu gösterdiğiniz için, size ne kadar teşekkür etsek azdır. Teşekkürümüz ve burada yaşadığımız bayram havası bize, buralara kadar yardım elinizi uzatmanız nedeniyle değil yalnızca. Asıl teşekkürümüz ve yaşadığımız bayram havası, hiçbir karşılık beklemeden gösterdiğiniz asil kardeşlik duygusu ve şuuru.'
'TÜRKİYE, AFRİKA'NIN UMUDUDUR. BUNU BİLEREK HAREKET EDİN.'
Faruk Hamis kardeşimin bu duygularını ve bugün tanık olduğumuz tarihî bayram havasının ipuçlarını dün İHH kafilesini evinde özel olarak ağırlayan Zenzibar Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın şu düşündürücü sözleri vermişti zaten:
'Osmanlı devleti varken, bütün sömürgecilerin şerlerinden emin hissediyorduk kendimizi. Osmanlı, dara düştüğümüz her ân hiçbir karşılık beklemeden her zaman yanıbaşımızdaydı. Osmanlı gitti, Afrika'daki Müslümanlar sefil perişan oldu. Sömürgeciler tarafından çok yönlü bir zulme maruz kaldık. Bir yandan kaynaklarımız yağmalandı, talan edildi; insanlarımıza çok büyük zulümler yapıldı. Öte yandan kültürel değerlerimizle ilişkilerimiz bütünüyle kopartıldı. Sömürgeciler, önce eğitim sistemimizi tarumar ettiler. Yetişmiş insanımızın kökünü kuruttular. 1961 yılında Tanzanya bağımsızlığına kavuştuğunda, sadece iki Tanzanyalı doktorumuz, 12 mühendisimiz kalmıştı. O gün bugündür toparlanmaya, kendi kaynaklarımızla ayakta durmaya, kültürel değerlerimizle varolmaya, endüstrimizi ve gelişmemizi tamamlamaya çalışıyoruz. Türkiye'nin bölgeye açılması, yeniden umutlarımızı yeşertti. Daha fazla burada olmalısınız. Daha fazla endüstriyel ve kültürel yatırım yapmalısınız. Türkiye, Müslüman Afrika'nın, bütün bölge halklarının umududur, bunu bilerek hareket edin.'
BÜLENT YILDIRIM'IN AFRİKALI ÇOCUKLARI
Doğrusu, 'İHH'nın Afrikalı Çocukları' şeklinde olacaktı bu ara başlığın. Kurumları kişilere endekslemek pek de doğru olmadığı için elbette. Zira İHH'nın tepe kadrosundan bütün çalışanlarına kadar bütün İHH ekibi, İHH gönüllüleri, İHH devriminin gerçekleştirilmesinde, Bülent Yıldırım'ın oynadığı rolden geri kalmayacak işler yapıyor, çığır açıyor ve dünyanın dört bir tarafındaki masum, kimsesiz, yetim insanların, çocukların gönüllerini fethediyor, kitlelerin ve yönetimlerin gönüllerinde taht kuruyorlar.
Bunu Zenzibar'da bilfiil gördüm ben. İHH'nın girdiği her yerde gördüm.
Ama Bülent Yıldırım'ın bu noktada yeri, rolü ve konumu başka: Bu hakkı teslim etmek gerekiyor. Bülent Yıldırım'ın öncülüğü, fedakârlığı, kararlılığı, stratejik ve örgütleyici zekâsı ve birleştirici, bütünleştirici Müslümanca duyarlığı olmasaydı, İHH, İHH olabilir miydi, kıtalar aşabilir miydi, kuşkuluyum açıkçası.
O yüzden, Bülent Yıldırım, İHH demek. O yüzden, 'Bülent Yıldırım'ın Afrikalı Çocukları' da, 'İHH'nın Afrikalı Çocukları' demek zaten…
MÜSLÜMANCA DUYARLIĞIN, AŞILMAZ SANILAN DUVARLARI NASIL AŞTIĞINA DÂİR…
Düşünsenize… Tam 135 ülkede 29 bin yetime bakıyor İHH. Şaka değil bu. Gözkamaştırıcı bir başarı. Samimiyetin ve fedakârlığın, dünyadaki bütün masumların, Müslümanların sorunlarıyla hemdert olmanın, hemhâl olmanın bereketi, Allah'ın lûtfu, ihsanı ve rahmeti.
Afrika'nın 41 ülkesinde faaliyet gösteriyor İHH. 4 yıldır Tanzanya'da toplam 374 yetimin elinden tutuyor. Birkaç gündür, İHH'nin Zenzibar'daki yetimler yurtlarını geziyor, çalışmaları yerinde görüyoruz. İnsanın gözleri yaşarıyor sevinçten, 'gurur'dan, Müslümanca duyarlığın, dünyanın kimsesizlerine, kimsesiz olmadıklarını hatırlatan rahmet, şefkat ve merhamet elinin ve mücahedesinin nelere kâdir olduğunu, olabileceğini bizzat yerinde gözlemlemenin verdiği kardeşlik duygusunun anlatılamayacak ancak yaşanarak kavranacak muazzam ve muazzez bir insanlık destanı olduğunu bizzat idrak etmekten, yaşamaktan, iliklerimize kadar solumaktan…
İHH'NIN YETİM DAYANIŞMA GÜNLERİ'NİN ZENZİBAR'DA 'MİLLÎ BAYRAM' İLAN EDİLMESİNİN DÜŞÜNÜLMESİ…
Bizim döktüğümüz sevinç gözyaşlarını, duyduğumuz sevinci, Zenzibarlı halk da, yöneticiler de aynen, hatta daha fazlasıyla duyuyor ve yaşıyor.
Bunun en önemli göstergesi, bizzat Zenzibar Cumhurbaşkanı'nın, İHH Yetim Dayanışma Günleri'ni (27-31 Mart tarihlerini) Zenzibar'da 'millî bayram' ilan etme düşüncesi…
İHH devrimi dediğim şeyin en somut, en muazzez ifadesi bu, kanımca…
***
Tanzanya ve Zenzibar'a yaptığımız seyahate ilişkin gözlemlerimi, bu somut gözlemlere dayanarak Afrika'nın geleceğine ilişkin öngörülerimi ve İslâm'ın Afrika'nın gelişinde oynayabileceği rolü ve bu rolün önündeki sorunları, engelleri Cuma, Pazar ve Pazartesi günkü yazılarımda da sizlerle paylaşmaya devam edeceğimi hatırlatarak bitireyim bu yazıyı.
Anakıta: 'Baba'sız kıta Afrika
DARÜSSELAM / TANZANYA.
Bugün nisanın ilk günü. Pazartesi. Bugün, Paskalya bayramı nedeniyle tatilmiş Tanzanya'da. Cuma'dan Pazartesine 4 gün Paskalya tatili.
Gazeteler Paskalya tatiline Avrupa'da rastlanılmayacak oranda yer veriyorlar. Hatta Arusha kentinde Cuma günü kentin stadyumunda tıka basa âyin yapılmış. Gazetenin (The Daily News) haberinde, 'Arusha halkı stadyumu tıka basa doldurduğuna göre, kentte Paskalya tatiline giden olmamıŞ demek ki' şeklinde bir fotoğraf altı cümle yer alıyor.
KİLİSE'NİN AFRİKA'DAKİ ARTAN GÜCÜ
Kilise, Hıristiyanlığı Afrika'da yaymak için bütün gücünü seferber ediyor. Yarın, Afrika'nın çoğu Hıristiyan olursa şaşırmayın. Çünkü Hıristiyan olmak statü, refah ve prestij getiriyor.
Afrika'da Hıristiyanlığın yaygınlaştırılmasının birincil nedeni, önce Afrika'yı karıştırmak, sonra da Afrika'da İslâm'ın izlerini bütünüyle silmek…
(Bu konuyu ayrı bir yazıda gündeme getireceğimi hatırlatarak bugün dikkat çekmek istediğim konuya yavaş yavaş girmek istiyorum. Üzerinde hemen hiç durulmayan bir meseleye: Afrika'yı, erillik-dişillik üzerinden okuma çabası bu).
YETİM AFRİKA'NIN ÇOCUKLARININ İÇLER ACISI HÂLLERİ…
Bugünkü programımızın ilk durağı olarak Darüsselam'da 'CiGogo' mahallesinde bir yetimhaneye uğruyoruz. Çok fakir bir bölge burası. Çocuklar yalınayak yürüyorlar. Sinekler her yerde bayram yapıyor! Heryerdeler çünkü sinekler.
Daracık sokaklar… Küp şeklinde küçücük taş, toprak, ahşap ve toprak evler… Bunlara ev demeye bin şahit ister! Yolun kenarında kanalizasyonlar. Her yerde yolun kenarında kanallar var.
Yetimhanenin durumu vahim. İçeri giremedim. Sadece başımı uzattım içeri, gördüğüm manzara ürküttü… İçeri girmemi engelledi. Yüreğim dayanmaz benim bu kadar sefalete, yoksulluğa… Bazı arkadaşlar içeri girmeye cesaret ettiler… Çıktıklarında suratları düşmüştü üzüntüden…
Mustafa Özyön kardeşim, 'burası Zenzibar'dan çok farklı' dedi. 'Ne de olsa metropol' dedim. 'Kozmopolit bir şehir. Farklı dinlerden, kültürlerden insanlar bir arada yaşıyor.'
'İnsanlarda bir şehir yorgunluğu gördüm, ne dersin hocam?' diye ilave etti. Gerçekten öyle…
Darüsselam, çelişkiler şehri. Uçurumlar…
Çelişkinin, uçurumun en doruk noktasına ulaştığı 'yer', Afrika'da erilliğin yok edilmesi, dişilliğin erilliğin rolünü oynamaya soyunması.
AVRUPA ERİL, AFRİKA DİŞİL BİR KITA
Tanzanya'da da, Zenzibar'da da, bütün Afrika genelinde kadınlar, dik. Omuzları geniş. Erkekler eğik: Suratları düşük, şakakları çökük.
Afrika'da kadınların erkeklerden güçlü, iradeli ve hâkim olduğu gözleniyor. Afrika, kadınların omuzlarında ayakta duruyor. Afrika'ya -her şeye rağmen- hayat verenler, yalnızca kadınlar.
Kadınların kıtası kara kıta Afrika. Kadınlar olmasa, Afrika çoktan ölebilir/di.
Afrika kıtası, dişil bir kıta o yüzden. Eril değil Avrupa gibi.
Avrupa'da 'kadınlar' yok aslında. Avrupa, erkeklerin, agresif, saldırgan, yırtıcı erkeklerin ve erilleşen, erilleşmek için can atan 'eril kadınlar'ın kıtası.
Yine de insan erilliğin hükmettiği bir dünyada, bir eril boşluğu hissediyor Afrika'da. Afrika erilliğine sahip çıksa, erilleşse, erilliğini koruyabilse sömürgeci sterilleşmeye daha iyi mi direnirdi acaba, diye sormadan edemiyor insan.
Sömürgeci sterilleştirme, erkeklerin, erilliklerini hadım etti. Afrika'yı eril aşıdan, eril güçten, eril hayat kaynağından mahrum etti. Erilliklerini eritti, yok etti Afrika'nın erkeklerinin, Afrikalı erkekleri zincirlere vurarak, en zor, en ağır plantosyonlarda çalıştırarak, kaslarını katılaştırdı.
AFRİKA'NIN 'ÖLÜMÜ': KAS KATILAŞTI, KAN DURDU; KARARAN KAN DIŞAVURDU
Kas katılaşınca kan durdu. Kan, donmuş kan, kara kan, kararan kan dışavurdu. Bu Afrika'nın erilliğinin değil sadece, Afrika'nın (ben'inin ve ruhunun) ölümü oldu aslında.
Afrika, 'ana kıta' aslında. Her şeyden önce muhteşem, harikulade tabiatıyla bâkire bir ana. Buradan bir ürünün çıkması için, mahsulün alınabilmesi için bir 'baba'ya ihtiyacı var Afrika Ana'nın. Bir asabiye'ye… Yaratıcı ruha ve kurucu iradeye.
Sömürgecilik, Afrika'yı babasız bir dişilliğin kısırlığına mahkûm etmiş açıkçası. Her türlü sömürgecilik. O yüzden çocuksuz Afrika. O yüzden yetim. O yüzden geleceksiz, böyle gittiği sürece…
Tanzanya'da, Zenzibar'da bunu gördüm ve ürktüm açıkçası Afrika adına…
AFRİKA'YI DİŞİLLEŞTİRME VE KISIRLAŞTIRMA ARAÇLARI: SAFARİ VE PLAJLARI
Avrupa, bâkire ama kısırlaştırışmış tabiat ana Afrika'yı, yalnızca hazlarının tatmin mekânına dönüştürdü.
Tanzanya'nın bütün resmî ve gayr-ı resmî tanıtım broşürleri, kitapları, kitapçıkları, Tanzanya'yı 'safari' ve 'plaj' cenneti olarak sunuyor…
Afrika'nın olağanüstü güçlü yaratıklardan, hayvan türlerinden oluşan safari mekânları Afrika'nın erilliğinin nasıl hadım edildiğinin; plaj cennetleri ise, Afrika'nın kadınlarının ve dişilliğinin Avrupalıların hazlarını tatmin etme mekânlarına dönüştürüldüğünün bir başka örneği aslında.
'BABA'SINI BEKLİYOR 'AFRİKA ANAKITA'SI
O yüzden geleceğini getirecek, Afrika'yı geleceğe götürecek 'baba'sını bekliyor Afrika. Babasız ana'nın anneliği de hükümsüzdür çünkü. Anne, çocuk yapabildiği oranda ve ölçüde, gelecek sahibi olabilir.
Afrika, kendisini bütün yıkımlardan, bütün tahribatlardan, bütün kısırlaştırmalardan kurtaracak, Afrika'ya geleceğini (çocuğunu) kazandıracak 'baba'sını bekliyor.
Babasına kavuştuğu zaman geleceğine, özgürlüğüne, gür bir öze, güçlü bir söze sahip olacak Afrika.
AFRİKA'NIN ÇOCUKLARI DEĞİL, KENDİSİ YETİM ASLINDA
Afrika, yetim bir kıta bu nedenle. Babasız olduğu için yetim Afrika.
İHH'nın Afrikalı yetimlere yardımda bulunması her türlü takdirin üstünde bir çaba.
Bundan sonraki süreçte, Afrika'daki yetimlere yardımda bulunmakla yetinilmemeli, yetim Afrika'nın yetimlikten nasıl kurtulabileceği üzerinde kafa patlatılmalı.
Yetim Afrika'yı yetimlikten kurtaracak, Afrika'nın çiğnenen onurunu onaracak bir atılıma ihtiyaç var yani. Çok yönlü bir açılıma. Fütûhâta.
Bu atılımın, açılımın, kısacası fütuhatın kaynağı Avrupalılar, Batı kültürü, iki yüzlü Hıristiyanlık, vahşî kapitalizm olamaz. Afrika'yı yetimleştirenler bunlar zaten. Afrika'nın gücünü, kaynaklarını, özgüvenini yok edenler, harab-u turab eden barbar / eril güçler bunlar.
AFRİKA'NIN ÇİĞNENEN ONURUNU İADE EDECEK KAYNAK NE/REDE?
Afrika'ya onurunu kazandıracak, başını dimdik tutacak, kendi kaynaklarını kullanarak kendi imkânlarını oluşturacak, dünyanın en mükemmel doğal zenginliklerini meyveye durduracak, Afrika insanına eril ve dişil asaletlerini, dolayısıyla fıtratlarını iade edecek yüce bir kaynağa, yüce bir aşıya ihtiyaç var.
Bu, dün olduğu gibi, yarın da Afrika'ya hayat öpücüğü sunacak İslâm'ın kendileştirici, kendine getirici, insana erkek ve kadın olarak fıtratlarını armağan edici, böylelikle Afrika'nın özünü ve sözünü gürleştirerek Afrika'yı özgürleştirici, önce kalpleri fethedecek çok boyutlu, çok katmanlı fütuhatı olabilir ancak.
Zira unutmayalım ki, Afrikalı erkek, uyuşturulduğu, uyuzlaştırıldığı ve hadım edildiği, Afrikalı kadın ise kısırlaştırıldığı için Afrika teslim alınabildi, durdurulabildi ve sömürülebildi her bakımdan Avrupalı sömürgeciler tarafından.
SON
Patlamaya hazır bomba: Afrika
Darüsselam'ın hem ana caddelerine, büyük bulvarlarına ve varlıklı bölgelerine hem de ara sokaklarına, bilinmeyen, gizli bölmelerine atıyorum kendimi…
Gördüğüm manzara ürkütüyor beni…
İki ayrı Darüsselam var burada: Yanyana değil, sırt sırta yaşayan iki Darüsselam.
Birincisi, kapitalizmin tapınakları büyük bankalardan, devâsâ işyerlerinden, büyük eğlence mekânlarından, kalabalık diskolardan ve barlardan, tıka basa dolu stadyumlardan oluşan, Afrikalıların kanını emen, kaynaklarını sömüren semirmiş, haydutlaşmış, ruhsuzlaşmış; görünümleri, hayat tarzları, zenginlikleri Paris'in, Londra'nın, New York'un üstsınıflarının, görünümlerinden, hayat tarzlarından, zenginliklerinden hiç de geri kalmayan, sömürgecilerin rollerini üstlenen 'yukarıdakilerin' Darüsselam'ı.
İkincisi de, sefâletin içinde yüzen; yoksulluğun, hastalığın, açlığın pençesinde kıvranan; üstsınıfların hayatlarına özendirilen; futbolla, müzikle, üçüncü sınıf teknolojik oyuncaklarla uyutulan, uyuşturulan, ayartılan aşağıdakilerin, en alttakilerin Darüsselam'ı.
Benim, Darüsselam'da gözlemlediğim bu ürpertici manzara, bütün büyük Afrika kentleri için de geçerli bir manzara.
İKİ AFRİKA: EN TEPEDEKİLER VE EN AŞAĞIDAKİLER
İki Afrika var yani: 'En tepedekiler' ve 'en alttakiler'. Bu iki Afrika arasında neredeyse hiçbir bağlantı, hiçbir ilişki, hiçbir iletişim yok.
Dün Batılı sömürgeciler kanını emiyor, kaynaklarını çalıyor, kültürlerini tarumar ediyordu Afrika'nın. Bugünse, yeni ve yerli sömürgeciler…
Yani Afrika cephesinde değişen bir şey yok. Değişen şey, sadece aktörler. Yine aynı oyun sahneleniyor.
Ancak bu kez sahnelenen oyun, sömürgecilerin gerçekleştirdikleri yıkımlardan daha tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Çünkü önceden Afrika'nın tabiî kaynaklarını, kültürlerini talan edenler yabancılardı: Sömürgeci Batılılar.
Şimdiyse, yerli sömürgeciler…
AFRİKA, İKİNCİ KEZ SÖMÜRGELEŞTİRİLİYOR
Afrika, ikinci kez sömürgeleştiriliyor anlayacağınız. Bu kez Afrikalı yerli elitler, haydutlar tarafından… Fakat yerli sömürgeciler, Afrika'nın ikinci kez sömürgeleştirilmesinde kendi başlarına hareket etmiyorlar elbette…
Hem sömürgeci Batılı ülkeler, eski sömürgelerindeki siyasî, iktisadî ve dinsel yapıları ve yönelimleri doğrudan şekillendirmeye, yeni çatışma alanları 'icat etmeye' devam ediyorlar.
Hem de bu kez Batılıların yanısıra, Japonlar, özellikle de Çinliler, Afrika'nın ikinci kez sömürgeleştirilmesi sürecinde Afrika'ya derinlemesine nüfûz ediyorlar…
AFRİKA'DA 'MEDENİYETLER ÇATIŞMASI'NIN TOHUMLARI EKİLİRKEN…
Bu kez Afrika'ların işi çok daha zor sanki. Zor; çünkü Afrika'nın içinde her bir ülkede alttan alta derinleşen, kangrene dönüşen çok katmanlı bir kültür savaşının, bir 'medeniyetler çatışması'nın tohumları ekiliyor…
Afrika, ülke ülke, bölge bölge büyük çatışmaların, parçalanmaların, yıkımların eşiğine doğru sürükleniyor adım adım.
Eski sömürgeciler, yeni sömürgeciler, yerli sömürgeler farklı yollarla, farklı şekillerde Afrika'yı büyük bir felâketin ve çatışmanın eşiğine sürüklüyorlar…
KAPİTALİZM, AFRİKA'YI DEKOR YAPARAK KRİZİ AŞMAK İSTİYOR
Bu üç sömürgeci aktör, Afrika'nın iktisadî, siyasî ve dînî sınırlarını yeniden çiziyor. Bunun için dünyanın belli başlı büyük 'güç'leri Afrika'ya üşüşmeye başladılar son yıllarda.
Kapitalizmin küre ölçeğinde büyük bir kriz yaşaması, kapitalist eski ve yeni küresel güçlerin Afrika'ya üşüşmelerinin gerisinde yatan en önemli sâiklerden biri, belki de birincisi.
Fransa, İngiltere, Almanya gibi eski sömürgeci güçler; Afrika'ya ancak yeni nüfûz etmeye başlayan Amerika ile Japonya, Çin gibi yeni sömürgeci güçler ve Afrika'yı 'kalkındırmak' gâyesiyle hareket eden ama büyük ölçüde yeni ve eski sömürgecilerin kontrolündeki yerli sömürgeciler, kriz yaşayan kapitalizme 'hayat öpücüğü' sunacak bir 'kalkınma hamlesi' başlattılar son yıllarda Afrika'da.
Bu sözümona 'kalkınma hamlesi'nin kısa vadede Afrika'ya ekonomik ve dolayısıyla siyasî açıdan bir toparlanma imkânı sunduğu elbette ki, söylenebilir. Fakat bu durumun orta ve uzun vadede Afrika'yı büyük ekonomik, siyasî ve sosyal parçalanmaların ve çatışmaların eşiğine sürükleyeceği de bütün çıplaklığıyla ortada…
Özetle küresel kapitalizm, Afrika'yı kapitalistleştirerek, tüketim toplumu hâline getirerek kendisini yeniden üretmek istiyor. Bu arada, Afrika'nın tükenmenin, yepyeni çatışmaların eşiğine sürüklenmesi umurunda bile değil barbar kapitalizmin.
KİLİSE'NİN TEHLİKELİ AFRİKA OYUNU
İkinci olarak, Afrika'nın tam anlamıyla bir medeniyetler çatışmasının eşiğine doğru hızla ve zorla sürüklendiği gözleniyor. Burada başrolü kilise oynuyor.
Kilise'nin bir yandan Hıristiyanlığı yaymak için hem tavan'dan hükümetlere baskı yaparak, hem de tabandan halklara karşı yıldırma, ayartma ve provokasyonlar da dâhil her türlü yola başvurarak Afrika'nın dînî haritalarını ve demografik yapısını tepetaklak etmeye çalıştığı gözleniyor.
Kilise burada iki şeyi hedefliyor: Birincisi, sömürgeci Batılıların öncü keşif kolu gibi hareket ederek ve kitleleri -özellikle de elitleri- türlü şekillerde Hıristiyanlaştırarak Afrika'yı içeriden teslim almaya çalışıyor.
İkinci olarak da, karşısındaki en büyük rakip olarak gördüğü İslâm'ın, her ne sûretle olursa olsun Afrika'nın siyasî, kültürel, entelektüel, iktisadî ve sosyal hayatında kısa vadede marjinalleşmesini; orta ve uzun vadede ise bütünüyle etkisiz hâle getirilmesini sağlamayı hedefliyor.
Kilise'nin bu iki konuda da çok ciddî mesafe katettiğini gözlemledim bu Afrika seyahatimde.
Sonuçta Kilise, Afrika'da, bir yandan, sömürgecilerin önlerini açmak, öte yandan da İslâm'ın önce etkisini kırmak, sonra da yok etmek gibi bir misyonla hareket ediyor.
Bütün bunların Afrika'ya neye malolacağı, Afrika'yı nasıl bir ateş çemberinin ve türlü çatışmaların ortasına fırlatacağı Kilise'nin de, sözkonusu üç sömürgeci tipinin de umurunda bile değil.
Yarınki yazıda Kilise'nin Afrika'da nasıl ateşle oynadığını ve Müslümanları nasıl bir geleceğin beklediğini -Tanzanya'lı ve Zenzibar'lı yöneticilerle yaptığımız görüşmeler de dâhil- daha ayrıntılı olarak tartışacağımı hatırlatmak istiyorum.
Kıyametin ayak sesleri…
Osmanlı'nın tarihten çekilmesinden sonraki yüzyıllık zaman dilimi boyunca İslâm dünyası, bu kadar dağınık, bu kadar kaotik bir görünüm arzetmemiş ve bu kadar büyük bir savrulma yaşamamıştı.
Küreselleşme çağında, her türlü sınırların ortadan kalktığı bir dünyada, İslâm dünyasının sınırları da, sorunları da iyice içinden çıkılmaz bir görünüm arzetmeye başladı.
İSLÂM DÜNYASININ SINIRLARI KANLA ÇİZİLİYOR, SORUNLARI KANGRENLEŞİYOR
İslâm dünyasının sınırları kanla çiziliyor, sorunları kangrenleşiyor. Hâl böyle olmasına rağmen, Müslümanların birbirlerinin meseleleriyle ilgisi ve bu meseleleri çözme konusundaki iradesi neredeyse en düşük noktada seyrediyor.
Ayrıca küresel sistemin, son çeyrek asırda İslâm'ı hedef tahtasına yatırması, Müslüman toplumları ve halkları hem fazlasıyla bunaltıyor, hem de yeni ve köklü sorunların eşiğine sürüklüyor.
Şimdi, bu son çeyrek asırlık süreçte, Müslümanlar, özellikle küresel sistemin saldırılarını püskürtme konusunda hiç de küçümsenmeyecek bir çaba gösteriyorlar.
Ama bu çabanın ne kadar köklü fikrî temellere dayandığı, ne kadar müşterek bir çabanın, istişarenin ürünü olduğu, ne kadar başarılı olduğu ve olabileceği meselesi biraz karışık.
Sömürgecilik döneminde, Müslümanların sömürgecilere karşı başarılı, yer yer destansı bir direniş gösterdikleri doğru.
Ama kabaca İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanmaya başlanan postkolonyal süreçte, aynı başarının gösterilebildiğini söyleyebilmek pek o kadar doğru değil, ne yazık ki.
MÜSLÜMANLARIN SORUNU SİYASÎ DEĞİL, ONTOLOJİK
Kolonyal dönemde, kolonyalist Batılıları defetmek için geliştirilen reaksiyoner psişe, Soğuk Savaş sürecinde, İslâmî söylemleri ve hareketleri asıl sorunun siyasî güç elde etme olduğu yanlışının ve yanılgısının eşiğine sürükledi.
Oysa Müslümanların sorunu siyasî değil, ontolojik/ti. Müslüman toplumlar, kolonyal süreçte, yalnızca siyasî kurumlarını ve duruşlarını kaybetmemişlerdi. Aynı zamanda ve daha önemlisi de medeniyet dünyalarını, iddialarını ve rüyalarını kaybetmişler, gökkubbeleri çökmüştü.
Müslüman toplumların yaşadıkları sorun, epistemolojik kopuş ve ontolojik yokoluşla sonuçlanan çok yönlü bir zihnî ve varoluşsal bir sorun/du.
Müslümanlar, tarihlerinde ilk defa çok katmanlı, çok boyutlu bir fetret döneminin eşiğine sürüklendiklerini farkedememişlerdi.
Yaşanan bu fetret döneminin Müslümanların hem zihnî yapılarını, hem varoluşsal imkânlarını, kısacası, hayat-dünyalarını tarumar ettiğini göremedi Müslümanlar.
SİYASET, KURUCU KAYNAK DEĞİL, KORUYUCU KALKANDIR
Ama postkolonyal süreçte, Müslümanlar, yaşadıkları bunalımı aşabilmelerini sağlayacak yolun esas itibariyle siyasî mücadele olduğu yanılsamasının eşiğine sürüklenmekten kurtulamadılar.
Oysa siyaset, kurucu kaynak değil, koruyucu bir kalkandır. Siyaset, hayatın bütününü kavrayacak imkânlardan yoksundur. Siyaset, esas itibariyle, bir sonuçtur; başlangıç veya kalkış noktası değil.
Postkolonyal süreçte, İslâmî söylemlerin yalnızca siyaset üzerinden yürüyüşlerini gerçekleştirmeye kalkışmaları, İslâmî söylemlerin ve hareketlerin, başlangıçta beklenmedik bir hızla -hatta çığ gibi- büyümelerine imkân tanıdı.
Ama siyaset, hayatın bütününü kuşatan İslâm gibi bir hayat tasavvurunun zamanla içinin boşaltılmasına, ruhsuz seküler bir ideolojiye indirgenmesine ve zamanla hayattan çekilmesine yol açtı.
Özellikle de küresel sistemin geliştirdiği çok yönlü kültürel, entelektüel, iktisadî, sosyal ve siyasî meydan okuması karşısında tutunabilmesini ve direnebilmesini önledi.
POSTKOLONYAL SÜREÇ: DROMOKRASİNİN ZAFERİ
Bu durum, İslâmî söylemlerin ve oluşumların, zamanla bütün muhkem direnç noktalarını yitirmeleriyle, zihnî bir savrulma yaşamalarıyla, mevcut -çoklukla siyasî / ideolojik- söylemlere yamanmalarıyla sonuçlandı.
Postkolonyal süreçte İslâmî söylemlerin yaşadığı bu tıkanma ve teslim bayrağı çekme süreci, siyasî gücü ellerine geçirmeye başladıkları andan itibaren İslâmî kesimlerin hızla sekülerleşmelerine yol açmaktan başka bir işe yaramadı.
Malezya bunun ilk örneklerinden biriydi. AK Parti'li Türkiye ise Malezya'dan sonra yaşanan ikinci örneği oldu. Bunun son örneği, Arap Sonbaharı.
Tıpkı AK Parti süreciyle birlikte İslâmî söylemlerin İslâmî özelliklerini, iddialarını, rüyalarını terketmeleri, seküler söylemler tarafından yutulmaları gibi, Arap Sonbaharı sürecinde siyasî gücü ellerine geçiren İslâmî söylemler de, zamanla sekülerleşmeye, yozlaşmaya ve küresel sisteme meydan okuyan -sığ da olsa- İslâmî iddialarını büsbütün yitirmeye başlayacaklar.
Oysa bu, hızın ve haz'ın hükümran olduğu dromokrasi'nin zaferinin, Müslümanlar eliyle gerçeğe dönüşmesi ve kıyametin -hakikat iddialarını, dillerini, düşünme ve varoluş biçimlerini yitiren ya da terkeden- yine Müslümanlar eliyle hızlandırılması anlamına gelecektir.
MÜSLÜMANLARIN MESELESİ NEDİR VE NEREDEDİR?
Müslümanların meselesi, siyasî gücün ve aygıtların ele geçirilmesi olamaz. Müslümanların meselesi, Müslümanca bir hayatın, dünyanın, düşünme, duyma, yaşama ve varolma biçimlerinin hayat bulması olabilir ancak.
Bunun için, bundan sonraki süreçte, hayatı bütün boyutlarıyla kavrayacak ilim / biliş, irfan / oluş ve hikmet / varoluş süreçlerini aynı anda hayata ve harekete geçirecek bütüncül bir İslâmî dil, duyma, düşünme, varolma ve yaşama biçiminin nasıl geliştirilebileceği üzerinde kafa yormak zorundayız.
Eğer böylesine çok katmanlı, çok boyutlu, hayatın bütününü ihata eden ve harekete geçiren bir hakikat yolculuğuna soyunamazsak, önümüzdeki yarım asırlık süreçte, İslâmî bir hayatın, düşüncenin, sanatın ve dünyanın kurulması bütünüyle hayal olabilir -Allah muhafaza.
MÜSLÜMANLARIN KIYAMETİ Mİ?
Böyle bir durumda, hem temel sorunlarımızın nereden kaynaklandığını da, sorunlarımızı kalıcı olarak nasıl çözümleyebileceğimizi de bilemez bir zillete dûçâr olmaktan kurtulamayız, hem de Batı uygarlığının büyük bir kriz yaşadığı, Çin'in, Hindistan'ın, Rusya'nın, Latin Amerika'nın hızla sekülerleştirildiği ve kapitalistleştirildiği, bütün insanlığın yeni bir hakikat medeniyeti fikrine her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde, biz de (zaten bir şekilde içine sürüklendiğimiz) bu sekülerleşme ve kapitalistleşme çukurunda boğulmaktan ve İslâm'ın insanlığın umudu olduğu gerçeğini kendi ellerimizle yok etmekten kurtulamayız.
Hâl böyle olunca da, Müslümanların birbirlerinin sorunlarıyla hemdert olabilmeleri, hemhal olabilmeleri -tarihte ilk defa- imkânsız olmuş olur.
Buysa insanlığın büyük felâketlerin, helâketlerin eğişine sürüklenmesi ve bütün insanlığın kıyameti olur.
Afrika'daki Müslümanların yaşadığı ürpertici sorunlar, Afrika'nın hızla Hıristiyanlaştırılması, Müslümanların bu sorunlardan bütünüyle bîhaber hayatlarını devam ettirebiliyor olmaları, yaklaşmakta olan kıyametin ayak sesleridir. Hem de meselelerini bilmeyen, iddialarını yitiren, hızla sekülerleşen ve kapitalistleşen Müslümanlar eliyle üstelik de…
Benden hatırlatması…
Büyük Oyun'un yeni adresi: Afrika ve üç kıyameti
Afrika'nın kuzeyine ve batısına daha önce gitmiştim. Ama doğusuna gitmemiştim. Doğusuna ilk defa Tanzanya-Zenzibar seyahatimde gitmiş oldum.
Ancak Doğu Afrika'nın hâlini, çiğnenen onurunu, yıkılan dünyasını, yağmalanan tabiî ekolojisini bizzat görmek; sorunlarını yerinde bilfiil müşahede etmek, vicdan sahibi, insanlığın varoluş sorunlarına kafa patlatan, fikir çilesi çeken biri için hiç de dayanılır gibi değil.
BİRİNCİ KIYAMET: SAFARİ KEYFİ, PLAJ ZEVKİ!
Hele de Türkiye'den Afrika'ya giden insanların kahir ekseriyetinin Tanzanya'ya safari keyfi, Zenzibar'a plaj zevki için gittiklerini öğrenmek insanı çileden çıkarıyor doğrusu.
Düşünsenize… Tanzanya'da, Zenzibar'da, önceden Darüsselam şehrinin bir parçası olan ama sonradan İngilizlerin oyunlarıyla apayrı devletçiklere dönüştürülen Ruanda ve Burundi'de, yanısıra Kenya, Somali, Sudan, Etiyopya, Nijerya gibi ülkelerde geleceğin dünyasının demografik, stratejik, ekonomik ve kültürel sınırları yeniden çiziliyor…
İngilizler Doğu Afrika'da, Fransızlar Batı Afrika'da -yeni ve yerli sömürgecilerle birlikte- Afrikalıların kanlarını emmek, kaynaklarını sömürmek, kültürlerini tarumar etmek, dinlerini yok etmek için bütün güçleriyle Afrika üzerine yüklenirken, birbirleriyle Afrika'yı yeniden aralarında türlü şekillerde taksim ederken, Türkiye'den Urfa'dan (evet yanlış okumadınız Urfa'dan!) ve Muğla'dan Afrika'ya safari keyfi ve plaj zevki için özel uçak kaldırılıyor!
Afrika'nın haritaları yeniden çiziliyor… Afrika açlıkla, yoksullukla, yolsuzluklarla boğuşuyor… Dün sömürgecilerin Afrika'nın kanını emmelerine karşı Afrikalıların imdadına yetişen Osmanlı'nın çocukları, bugün Afrika'da, Afrikalıların sorunlarıyla ilgilenmek yerine, hız ve haz'ın dehlizlerinde 'kaybolmayı' tercih ediyorlar!
İşte 'kıyametin ayak sesleri', dediğim felâketin bir ayağı bu.
DOĞU AFRİKA, MEDİNE'DEN ÖNCE İSLÂM'LA MÜŞERREF OLUYOR
İslâm, Hıristiyanlık ve yerel Afrika dinleri, başlıca dinleri Tanzanya'nın.
Zenzibar, 1,5 milyon nüfuslu çok sayıda adadan oluşan küçük bir takımadalar coğrafyası. Nüfusunun % 99'u Müslüman Zenzibar'ın -hâlâ.
Tanzanya ise, 45 milyon nüfusa, bir milyon kilometrekareye yakın bir yüzölçüme, 120 farklı etnik dile sahip, Afrika'nın 5-6 büyük ülkesinden biri.
Afrika'nın doğusu, İslâm'ın Afrika'yı şereflendirdiği kapısı. Hatta Habeşistan'dan Zenzibar Takımadaları'na kadar Afrika'nın doğu kıyılarına İslâm, Medine'den önce giriyor. Ve Doğu Afrika, Medine'den yaklaşık 6 yıl önce İslâm'la müşerref oluyor.
Bu gerçeği, Zenzibar'lı Müslümanlarla, Tanzanya'lı Müslümanlarla paylaştığınızda çok mutlu oluyorlar.
11 EYLÜL VE İKİNCİ İSLÂMÎLEŞME SÜRECİ
Fakat Zenzibar'lıların da, Tanzanya'lıların da, İslâmî bilinçleri, sömürgecilik ve emperyalizm yağmasından sonra çok büyük yara alıyor.
Hiç beklenmedik bir olay, 2001 11 Eylül tezgâhı, bütün dünyada olduğu gibi, buralarda da halkların, ikinci kez İslâmîleşmelerini, İslâmî kimliklerini keşfetmelerini tetikliyor…
Küresel lordların İslâm'a karşı yürüttükleri sözümona 'terörizm savaşı', İslâm dünyasında dipdalgayı harekete geçiriyor… Böylelikle, küresel lordların hesapları, oyunları altüst oluyor…
İKİNCİ KIYAMET: MÜSLÜMAN GETTOLARIN ÇATIŞMA ALANI AFRİKA
Ne var ki, 'kıyametin ayak sesleri' dediğim felâketin ikinci ayağı, tam bundan sonra zuhûr ediyor. Şöyle ki:
11 Eylül hâdisesinden sonra, farklı İslâmî anlayışların, yönelimlerin temsilciliğini yapan ülkeler, Balkanlar'ın, Türkî cumhuriyetlerin yanısıra Afrika'ya da 'üşüşüyorlar'.
Bir yandan tasavvuf eksenli hareketler, öte yandan Suudi / İngiliz destekli Selefî ve Vehhabî oluşumlar, kendi İslâm anlayışlarını yaymak için -deyim yerindeyse- 'sahaya iniyorlar'.
Müslümanlarda -başka din müntesiplerinde görülmeyen- bir basiretten ve ferasetten sözedebilmek mümkün elbette. Ama İslâm'ın bu iki zıt yorumunun aynı yerde buluşması, 'ateş'le 'barut'un bir araya getirilmesi gibi bir şey.
Orta ve uzun vadede, bu iki zıt yaklaşımın birbirleriyle çatıştırılması, Afrika'ya taşınan 'büyük oyun'un başlıca hedeflerinden biri.
Bu zıt hareketler arasında şimdilik büyük bir sorun yaşanmıyor. En önemli sorun: Müslüman gettoların oluşması. Bu hareketlerin birbirleriyle ilişkileri, iletişimleri, etkileşimleri neredeyse sıfır.
Ayrıca başka küçük gettoların da oluştuğu gözleniyor buralarda: Mesela, Türkiye'den, hem Fethullah Hocaefendi cemaati, diğer tasavvufî cemaatler ve Süleyman Efendi cemaati, hem de İHH faaliyet gösteriyor. Ama bunların arasında da bir ilişki, müşterek hareket etme çabası, müşterek planlar, hedefler, gelecekler belirleme kaygısı yok.
Müslüman getto'dan değil, Müslümanlar arasındaki gettolardan sözediyorum! Üstelik de, Afrika'da… Kıyametin ayak sesleri değil de nedir bu?
ÜÇÜNCÜ KIYAMET: BATILILARIN YENİ 'BÜYÜK OYUN'U
Asıl büyük kıyamet burada karşımıza çıkıyor. Batılılar, Afrika'yı ikinci kez sömürgeleştiriyor ve hızla Hıristiyanlaştırıyorlar.
Burada önaçıcı rolü yine Kilise oynuyor. Afrika'ya taşınan 'büyük oyun'un ne denli tehlikeli olduğunu göstermek için sadece şunu söylemekle yetineyim: 20. Yüzyıl'ın başlarında Afrika'daki toplam Hıristiyan nüfus yalnızca 3 milyondu. Bugün 2 milyara yaklaşan Afrika'nın 500 milyonu Hıristiyanlaştırılmış durumda!
Pazar günü, bu yakıcı sorunla nasıl başedilebileceğini, İHH'nın çalışmalarıyla neden umut, Cemaat'in okullarıyla nasıl ufuk olduğunu göstereceğim.
Bu arada siz bu yazıyı okurken, ben de mini dünya turumun üçüncü ayağına çıkmış olacağım…
21. yüzyılı Afrika'nın alacağı şekil belirleyecek…
Önümüzdeki dönemde, papa, Afrika'dan seçilecek. Ardından sıra Asya'ya gelecek.
Papa'nın Latin Amerika'dan seçilmesi tesadüfî değil. İyi bir stratejik öngörünün, planlamanın, dünyanın ve Hıristiyanlığın başaşağı gidişini doğru okumanın bir sonucu.
KİLİSE'NİN LATİN AMERİKA'YA
YERLEŞMESİ NE ANLAM İFADE EDİYOR?
Latin Amerika kökenli bir kardinalin papa olarak seçilmesinin iki amaca matuf olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, Avrupa'da Hıristiyanlığın bittiğinin ilanıdır bu.
İkinci olarak da, Latin Amerika'da Hıristiyanlığın hızla yaygınlaştırılabilecek uygun bir ortamın, boşluğun oluştuğu gerçeğinin (sadece Kilise değil) Batılılar tarafından çok iyi görülmüş olmasıdır.
Kilise, bu iki temel gerçeği gözönünde bulundurarak -özellikle- Avrupalılara çok açık ve güçlü iki mesaj vermek istiyor.
Birincisi şu: 'Hıristiyanlığı o kadar boşlamayın ve hafife almayın. Eğer siz, Hıristiyanlığı ciddiye almazsanız, dünyanın başka kıtaları Hıristiyanlığı ciddiye alacak ve sizden daha fazla sahip çıkacaktır.'
Kilise'nin ikinci mesajı daha önemli: 'Batı kültürü, uygarlığı, değerleri, hayat tarzı, ancak Hıristiyanlık üzerinden başka coğrafyalarda köksalabilir. Hıristiyanlığın girdiği yere, Batılılar daha rahat girebilir. Ve yerel dinler, kültürler, artık günümüzde, Hıristiyanlığın girdiği yerlerde tutunamazlar ve zamanla tarihten silinir giderler.'
Tarih boyunca hep bu yayılma modeli uygulandı Hıristiyanlar / Avrupalılar tarafından. Ama dünyanın hız'la küreselleştiği, haz'la tüketim toplumu hâline dönüşerek sekülerleştiği bir dünyada, Afrika'daki, Latin Amerika'daki ve Asya'daki yerel kültürlerin, dinlerin, inanç biçimlerinin küresel sekülerleşme dalgasının önünde durabilmeleri neredeyse imkânsız gibi.
KİLİSENİN AMACI, HIRİSTİYANLIĞIN YAYGINLAŞTIRILMASI DEĞİL
Kilise'nin amacı Hıristiyanlığın yaygınlaştırılması değil. Kilise'nin asıl amacı, Batı hükümranlığının önündeki engellerin teker teker ortadan kaldırılması.
Zira Hıristiyanlık bir din değil artık. Değişen her şarta göre dinin âmentüsünün, temel direklerinin yerle bir edildiği bir dinin din olma özelliklerini koruduğundan sözedilebilir mi?
Ateist papazların ve kiliselerin olduğu, İncil'in ateistlere, feministlere, eşcinsellere göre yeniden yazıldığı bir dinin, dinden başka her şeye dönüşmesi ve her bakımdan kullanılmaya elverişli bir 'sopa'ya, 'silah'a, 'terminatör'e inkılap etmesi kaçınılmazdır.
O yüzden Hıristiyanlık, başından bu yana, Batı uygarlığının hegemonyasını pekiştirmekte kullanılan öncü keşif kolu rolü oynuyor yalnızca.
KİLİSE'YENİN TEHLİKELİ
AFRİKA OYUNU
Hıristiyanlığın bu araçsal rolünün karşısında İslâm'dan başka hiçbir dinin duramadığını çok iyi biliyor Kilise. O yüzden önce Latin Amerika'ya derinlemesine nüfûz etmek istiyor.
Afrika'ya da derinlemesine nüfûz ediyor. Ama öncelikle Latin Amerikalı yerel dinleri silindir gibi ezip geçiyor ve tarihin çöp tenekesine gönderiyor.
Yine de Afrika'da Hıristiyanlık, devletlerin elit kadrolarını ele geçirmiş durumda. Medya Hıristiyanların kontrolünde. Ekonomi Hıristiyanların kontrolünde. Siyasî güç Hıristiyanların kontrolünde.
Tanzanya-Zenzibar ziyaretimiz sırasında İHH kafilesini evinde misafir eden Zenzibar Cumhurbaşkanı yardımcısının söyledikleri o yüzden ürpertici:
'Tanzanya, Zenzibar'la birleşerek bağımsızlığını kazandığı 1964 yılında, Zenzibar'da yalnızca üç kilise vardı. Bugün 300'den fazla kilise var. Hıristiyan yok ama Kilise çok. Bu nedenle ayinlerin boş geçmemesi için Tanzanya'dan ve başka yerlerden her Pazar, gemilerle Hıristiyan âyinci getiriliyor Zenzibar'a.'
20. yüzyılın başında Afrika'da Hıristiyan nüfus yok denecek kadar azmış. Ama bugün Tanzanya'nın üçte biri Hıristiyan!
Müslümanların oranı tam olarak bilinmiyor ve açıklanmıyor. Tanzanya'nın üçte birinden fazlasının (% 50-55'inin) Müslüman olduğu söyleniyor.
Hıristiyanlar, devletten doğrudan yasal yardım alıyor ama Müslümanlar alamıyor!
Kilise'nin gücü, Hıristiyan nüfusunun oranından kat be kat fazla. Medyaya, ekonomiye, siyasete Kilise çeki düzen veriyor. Kilise'nin etkisi fiilî gücünden çok çok fazla. Zira Hıristiyan olmak, güç sahibi olmak, prestij ve refaha erişmek demek.
Hoşuna gitmediği bir uygulama olduğu zaman medyadaki 'borazanlar'ını derhal devreye girdiriyor Kilise: Hem fitne-fesat çıkarıyor ve korku havası yayıyor; hem de Müslümanların sindirilmesinde, hoşuna gitmediği durumlarda 'teörist' ilan edilmesinde ve mahkûm edilmesinde belirleyici roller oynuyor.
Bu durum bütün bir Afrika genelinde aynen, bazı yerlerde daha fazla geçerli.
Unutmayalım: Afrika, dünyanın gelecekte alacağı şeklin belirleneceği kıtadır. Bu nedenle bütün Avrupalı güçler, Çin, Japonya ve Amerika gibi güçler Afrika'ya hücum ediyorlar. Afrika'ya hayat sunan, umut sunan, ufuk sunan dünyanın geleceğini de belirleyebilecek konuma geçer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder