21 Nisan 2013 Pazar

Nedir şu Çanakkale ruhu ve nerededir?'Çanakkale ruhu' Fransa'da- Yusuf Kaplan


Nedir şu Çanakkale ruhu ve nerededir?

Daha önce de yeri geldikçe söylediğim gibi, Çanakkale çoktan geçildi, Çanakkale ruhu da çoktan bitti, bitirildi.

Çanakkale ruhu'nun nasıl bittiğinin, bitirildiğinin en çarpıcı göstergesi, Çanakkale'ye diktiğimiz anıt mezarın bizatihî kendisi.

ANIT MEZAR DİKİLDİ, ÇANAKKALE RUHU BİTİRİLDİ

Çanakkale'deki anıt mezar, Çanakkale'yi anmak için dikildi, elbette. Ama Çanakkale'yi, Çanakkale ruhunu hakkıyla anlamadan dikildiği her hâlinden belli, besbelli.

O yüzden, Çanakkale ruhu, Çanakkale'deki anıt mezarda -gizli- değildir: Aksine o anıt mezar dikilmiş, Çanakkale ruhu da, o mezara gömülmüş, gitmiştir.


Çanakkale ruhunun bitmesi, bizzat bu anıt mezarın dikilmesiyle gerçeğe dönüştü, ete kemiğe büründü. O yüzden Çanakkale'deki anıt mezar, bizim yaşadığımız çözülmeyi ve ruhsuzlaşmayı ele veren, yediğimiz metamorfozu özetleyen güçlü bir sembol ve anlam haritası sunuyor bize.

O hâlde, Çanakkale'deki anıt mezara, biraz yakından bakmak, semiyolojik okumasını yapmak, Çanakkale ruhunun nasıl olduğundan bambaşka bir şeye dönüştürüldüğünü görebilmek açısından oldukça 'kışkırtıcı', düşündürücü olabilir.

İzini sürmemiz gereken soru şu burada: Çanakkale'deki anıt mezarın anlam/lar/ı nedir; ne'yi, neler'i gizliyor; ne'yi, nereler'i gösteriyor bize?

TURİST BAKIŞI VE TURİSTİK ANLAM

Çanakkale'deki anıt mezar, Çanakkale savaşına, destanına ve ruhuna turist bakışıyla bakmanın en tedirgin edici simgesi. Çanakkale ruhunun nasıl yok edilebileceğinin bir göstergesi. Ruhsuz bir taş yığını. Üstelik de fazlasıyla iri kıyım ve de vahşice!

Bu nedenle, İslâm âleminin dört bir köşesinden hilâfeti korumak için koşup gelen yüzbinlerce Müslümanın hedeflerini yerle bir eden, Çanakkale ruhundan hiçbir eser taşımayan ruhsuz bir taş yığını.

Son yıllarda Çanakkale'deki anıt mezara akın akın koşan insanlar, anıt mezar ve çevresindeki ruhsuzluktan ötürü, yalnızca turist bakışı'yla bakıyorlar boş boş etrafa.

Turist bakışı, yüzeysel bakıştır: Bakılan şeyin derûnî anlamını, dünyasını, ruhunu görememek, duyamamak, iliklerine kadar yaşayamamaktır.

Başka bir ifadeyle, turist bakışı, kişinin baktığı şeyde de kendini görmesidir; baktığı şeyi görememesidir. Sonuçta, kişinin baktığı şeyi de, kendini de keşfedememesi, idrak / görme melekelerini yitirmesidir.

Turist bakışı'yla dikilen ve aynı turist bakışı'yla gezilen Çanakkale'deki anıt mezar, bize Çanakkale ruhunu göstermiyor, yaşatmıyor o yüzden. Aksine Çanakkale ruhunu ve destanını örtüyor, yok ediyor, öldürüyor sadece.

İDEOLOJİK BAKIŞ VE İDEOLOJİK ANLAM

İdeolojik / politik anlam, Çanakkale zaferinin Mustafa Kemal'in eseri olduğu yanılsamasını pekiştiriyor. Oysa Mustafa Kemal'in diğer askerler ve komutanlar gibi, Çanakkale'de hilâfetin çökmemesi için ölüm-kalım savaşı verdiğini kayıtlardan biliyoruz.

Nitekim, Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi sürecinde Sivas'ta bizzat kendisinin yayımladığı, açık ve müstear pek çok isimle durmadan yazdığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde, amacının 'hilâfeti korumak ve Osmanlı devletinin bekasını sağlamak' olduğunu açıkça ifade ediyordu.

Çanakkale'nin bir ölüm kalım savaşı olduğu düşünülünce, Mustafa Kemal Paşa'nın Çanakkale'de bu amaca daha bâriz bir şekilde hizmet etmek için savaş meydanında yerini aldığını söylemek hiç de abartılı olmasa gerek. Nitekim bunu, Çanakkale'de savaşan Osmanlı askerlerinin düşmana karşı nasıl yüksek bir ruhla ve imanla, sarsılmaz bir irade ve kuvvetle direndiğini kendisi çok enfes bir şekilde anlatıyor bize, bildiğiniz gibi.

Ama anıt mezar, bize, Çanakkale'nin, hilâfeti / Osmanlı'yı tarihe gömen ve ölüm-kalım savaşı vererek sonunda bütün medeniyet iddialarını terkeden laik bir ulus devlet çıkaran sürecin başlangıcı olduğunu haykırıyor adeta.

Gerçekte Çanakkale bu değil. Böylesine ruhsuz ve ufuksuz bir şey olamaz. Bu nedenle bu anıt mezar, Çanakkale'de hilâfet için, İslâm milletinin dağılmaması, çözülmemesi için şehit düşen bütün Müslümanlara hakarettir ve hepsinin kemiklerini sızlatmaktadır.

ÇANAKKALE RUHU, ÖLÜRKEN BİLE DİRİLTTİĞİMİZ S/ÖZÜMÜZ

Oysa Çanakkale ruhu, hakikat şiarlarını direniş şuuruna dönüştüren, diriliş şiirine durduran, hakikat bayrağını yere düşürmemek için gerçekleştirilen bir varoluş destanıdır.

Oysa Çanakkale ruhu, hakikat medeniyetinin çocuklarının her dâim küllerinden doğabileceklerinin muazzez bir işaret fişeğidir.

Oysa Çanakkale ruhu, umudun söndüğü, ufkun karardığı ve hakikatin yere düştüğü bir yokoluş mevsiminde yanan bir umut ateşi, ufuk çizgisi ve hakikat meşalesidir.

Oysa Çanakkale ruhu, yokoluş anında bestelenen bir varoluş şarkısıdır.

Oysa Çanakkale ruhu, kendilerini öldürmeye gelenleri bile kendilerinde dirilten bir insanlık destanıdır.

Oysa Çanakkale ruhu, savaş anında dikilen, medeniyetimizin özünü özetleyen bir ahlâk anıtıdır.

Oysa Çanakkale ruhu, sözümüzü, 'ölürken' bile diriltebileceğimizin, dipdiri ve diriltici bir ruhla söyleyebileceğimizin özetidir.

Sözün özü: Çanakkale ruhu, dünyaya diriyken söylediğimiz sözün, 'ölürken' bile söyleyebileceğimiz özü ve hakikatidir.


'Çanakkale ruhu' Fransa'da

NARBONNE / FRANSA.

Narbonne, Fransa'nın İspanya sınırında küçük, şirin bir şehir. İspanya'daki Katalan bölgesinin havası hâkim şehirde.

Müslümanlar, buralara kadar gelmişler ama şehirde, bütün bu bölgede olduğu gibi, Romalıların ve Hıristiyanlığın izleri daha bir belirgin.

Avrupa'nın en büyük katedrallerinden biri Narbonne'da meselâ.

ÇEKİLEN HIRISTİYANLIK, İSLÂM VE MABED'DE 'NÜ' TABLO

Ne ki, Hıristiyanlık, o zamanlardaki gücüne ve etkinliğine sahip değil bugün Avrupa genelinde de, Narbonne'da da hâliyle.

Bunun en önemli göstergelerinden biri, Narbonne Katedrali'ni bugün kentin belediye yönetimi işgal ediyor.

Dahası, katedralin içinde bir de Sanat Tarihi ve Arkeoloji müzesi yer alıyor.

Bu müzelerden biri İslâm Sanatları Müzesi. Nasıl olmuşsa olmuş, burada bir İslâm sanatları müzesi açılmış. Kimin bu müzenin açılmasında etkili olduğu ise bilinmiyor.

Müzede, bir İslâm mabedi canlandırılmış: Manevî bir hava verilmiş gerçekten de. Ama nasıl olmuşsa olmuş, Hz. Peygamber'in (sav) isminin yazıldığı bir hat levhasının yanına bir 'nü tablo' (çıplak kadın tablosu) yerleştirilmiş.

Bizden önce müzeyi ziyaret eden İstanbul Belediyesi Kültür İşleri Müdürü Abdurrahman Şen ve diğer arkadaşlar, bu durumun 'absürd' olduğunu ilgililere anlatmışlar.

İlgililer, önce şaşırmışlar, sonra tablonun metaforik anlamı olduğunu, 'arınmışlığı, doğallığı' temsil ettiğini filan anlatmaya çalışmışlar ama Abdurrahman Bey'in ikna edici ve derinlikli açıklamaları üzerine sözkonusu absürdlüğü ilk fırsatta düzelteceklerine söz vermişler.

CARCASSONNE'DA TÜRK ŞEHİTLİĞİ'NDE TARİHÎ BİR GÜN…

Pireneler'in soğuk, dondurucu havası, bölgenin ve Narbonne'un havasını Avrupa'nın iç bölgelerine göre yaklaşık 10-15 derece civarında sertleştiriyor.

Narbonne'un sert havasını, kentte yaşayan hepi topu 300 civarındaki -yüzde seksen'i Yozgat'lı- Anadolu insanının dayanışması, kardeşliği ve ortaklaşa yaptıkları faaliyetler ve çalışmalar ısıtıyor sadece.

Bugün (17 Mart) havalar daha da ısındı: Çünkü bugün Narbonne'a 70 km uzaklıktaki Carcassonne'daki Saint Michel Mezarlığı'nda bulunan Türk Şehitliği'nde heyecanlı, coşkulu ama nezih bir anma merasimi yapıldı.

Buradaki Türk Şehitliği, Batı Avrupa'daki tek Türk şehitliğimiz. Birinci Dünya Savaşı'nda esir düşen 10 Osmanlı askeri için yapılmış bir şehitlik bu.

Civar şehirlerden gelen Türkiye'li insanlarımızın da katılımıyla sayıları bin'i (1.000) aşan gurbetçilerimiz Carcassonne'da manevî havası yüksek, kelimenin tam anlamıyla 'tarihî' bir gün yaşadılar.

Bir bayram havası hâkimdi Saint Michel Mezarlığı'nda adeta…

YÜKSEK MANEVÎ ATMOSFER…

Şehitlikteki merasimde muhteşem bir Kur'ân okundu. Çok etkileyiciydi. Herkes derin bir huşû ve vecdle dinledi okunan aşr-ı şerifi.

Önceleri burada kuru, resmî bir merasim yapılırmış. Türkiye'nin bütün değerlerine 'Fransız' hâriciyecileri Kur'ân okunmasına izin vermezlermiş!

Ayrıca halkı da bu merasimlere dâhil etmezlermiş.

Baştan savma bir tören yapıp dağılırlarmış hemen.

Ama şimdi durum çok değişmiş.

Önceleri Paris'te kültür ataşeliği görevini büyük bir başarıyla yerine getiren Hasan Yavuz Bey'in yılmaz çabaları sonucunda bu merasimlere halk da katılmaya ve merasimler usulüne, manevî ruhuna uygun şekilde yapılmaya başlanmış.

Şimdi Cibuti Büyükelçimiz olarak atanan Hasan Bey, hem Türk şehitliğini bulan, halkın ziyaretine açan, hem de buradaki merasimlerin gurbetçilerimizin bütünleşmelerini, kaynaşmalarını, Türkiye'yle ve İslâm'la bağlarını güçlendirmelerini sağlayacak şekilde organize eden bir öncü.

Civar şehirlerdeki Anadolu insanını Narbonne'daki fedakâr kişileri harekete geçirerek Narbonne Türk Toplumu Kültür ve Yardımlaşma Derneği'nin çatışı altında örgütlemiş.

Bu törenleri, o gün bugündür, her yıl bölgedeki bir Türk cemiyeti dönüşümlü olarak düzenlemeye başlamış.

NARBONNE'DA ÇANAKKALE RUHU…

Şehitlikten sonra etkinliklere Narbonne'da devam edildi. İstanbul Belediyesi Mehter Takımı ile Konya Kültür Müdürlüğü'nün Semazen ekibi, burada yaşayan insanımıza heyecan ve coşku dolu, unutulmaz bir gün yaşattılar.

Tam anlamıyla tarihî, unutulmaz bir gündü.

Semazen ekibinden bir hafız arkadaşın okuduğu Kur'ân, salondakileri mest etti, yıkadı, arındırdı.

Ardından Çanakkale üzerine bir panel düzenlendi. Panelden önce iki belediye başkanı, bir Fransız milletvekili ve diğer ilgililer birer konuşma yaptılar.

Ama Hasan Yavuz Bey'in konuşması, hem samimiyeti, hem çizdiği derin ufukla salondakilerin heyecanını doruk noktasına çıkardı.

Çanakkale ruhu'nun çoktan yokoldu Türkiye'de.

Ama burada, Fransa'da, Pireneler'in eteklerinde yaşayan gurbetçilerimize heyecan ve coşku vermeye ve ruh üflemeye devam ettiğini bizzat gözlemledim bu ruhun.

Panelde Çanakkale ruhu çerçevesinde bir konuşma yaptım. Pazar günkü yazıda bu panelde konuşulanlar etrafında Çanakkale ruhunu mercek altına alacağım.

BİZİ ÖLDÜRMEYE GELENLERİ 'KENDİNDE' DİRİLTEN EŞSSİZ BİR DESTANDI ÇANAKKALE

Yazıyı, Çanakkale'de esir düşen dedesinin düşman Türk askerleri tarafından kurtarılması, bakılıp korunması ve 'ölümden döndürülmesi' üzerine Çanakkale'de son örneğini gördüğümüz ruhu özetleyen bir Fransız'ın tespitiyle bitireyim.

'Kendilerini öldürmeye gelen dedemi, Osmanlının çocukları kurtardılar. Eğer Osmanlı çökertilmemiş olsaydı, hatta Viyana'da durdurulmamış olsaydı, bugün dünyanın dengesi bozulmazdı; dünya bu hâlde olmazdı; aksine barış yurdu olurdu. Kendilerini öldürmeye gelen düşman askerlerine bile bu ölüm kalım ânında yardım elini uzatan, insanlığını unutmayan, ölümden kurtaran bir medeniyetin çocuklarının tarihten çekilmeleri, tarihin dengesinin bozulmasıyla sonuçlandı.'

Sözün özü: Sezai Karakoç'tan ilhamla söylemek gerekirse… Çanakkale, bizi öldürmeye gelenleri, 'kendinde' dirilten eşsiz bir destandı.

***

TEŞEKKÜR: Fransa seyahatimiz sırasında bize güzel bir evsahipliği yapan Narbonne Türk Toplumu Kültür ve Yardımlaşma Derneği'nin başkanı ve yöneticileri Rasim Yıldırım'a, Mahmut Koldaş'a, Mustafa Aşkın ve Veysel Koldaş'a teşekkür ediyorum. Özellikle de gece gündüz hiçbir zaman yanımızdan ayrılmayan mihmandarımız Oğuz Koldaş kardeşimle, Türk çayını 'çaysıdığım' bir sırada, bizi evinde ağırlayan, 'tavşan kanı' Türk çayı ikram eden değerli eşi Gönül Hanım'a içten teşekkürler...

Hiç yorum yok: