21 Ocak 2013 Pazartesi

Usame kimdi?-Taha Kılınç


Usame kimdi?


Usame bin Ladin öldürüldü. ABD'nin tantana ile ilan ettiğine göre "Usame bin Ladin ismindeki o cani terörist artık yok! Bütün dünya rahat bir nefes alabilir." 

Tartışmalı kişilikler öldüklerinde, arkalarında büyük tartışmalar bırakırlar. Usame bin Ladin de belki yaşadığı sürece imza attığı eylemlerin başlattığı tartışmalardan daha fazlasının konusu bugün. 

Yaşarken hayatı hep efsanelere konu olmuş bir insandı Usame. Hepsinin de yanlış olduğu sonradan ispatlanan şu yakıştırmalar yapılmıştı onun için: "CIA tarafından yetiştirildi. Amerika onu ve örgütünü maddi-manevi destekledi. Kontrol ettiği devasa bir maddi zenginlik bulunuyordu. Gençliğinde tam bir playboy hayatı yaşarken, her şeyi elinin tersiyle itip Afganistan'ın mağaralarına taşındı..."

Hakkında yalan-yanlış yazılanlar ve konuşulanlar, Usame'yi anlatmak yerine perdeledi, tahlil etmek yerine korku ve şüphe bulutlarının ötesine gizledi. 

Dolayısıyla bugün, Usame bin Ladin'i değerlendirebilmek için, onu 'kendi bağlamı' içinde ve doğru verilerle görebilmek şart. 

Usame bin Ladin'le ilgili söylenecek belki de ilk şey, İslâm'ın temel kaynağı olan Kur'ân'ı 'militarist' bir okumaya tabi tuttuğu gerçeğidir. Ona göre Kur'ân'ın her bir ayeti, 'düşman'larla mücadelede kullanılacak birer silahtır. Bu, sanki günümüzde ortaya çıkmış bir düşünce biçimi gibi görünse de, İslâm'ın tarihini bilenler, daha ilk zamanlardan beri Kur'ân'ı böyle okuyanların var olduğunu bilirler. Bu anlamda Usame bin Ladin, modern zamanlarda ortaya çıkıvermiş bir tip değildi. 

Ancak Usame'yi farklı ve 'korkunç' kılan, 'düşman' kavramına yüklediği anlamdı. Dünya onu "Amerikalılara, Yahudilere ve Batılılara düşman" olarak görse de, aslında Usame'nin zihnindeki düşmanlar bundan ibaret değildi. 

İslâm dünyasında başta Şiiler olmak üzere, 'sapkın' olarak gördüğü gruplara karşı da Usame'nin ve lideri olduğu el-Kaide örgütünün insafı yoktu. Bu, Afganistan'ın işgali sırasında İran'ın -aradaki onca düşmanlığa rağmen- neden canla-başla ABD'ye her türlü yardımda bulunduğunu açıklar. Ayrıca bu, bugün Şii çevrelerde Usame bin Ladin'in ölümü sonrasında atılan sevinç çığlıklarının neden New York ya da Washington'dakilerden farksız olduğunun da izahıdır. 

Peki kırılma noktası neresiydi? Şahitlerin anlatımıyla, gençlik yıllarında 'ateşli bir Müslüman' olmanın dışında herhangi bir 'aşırılık' belirtisi göstermemiş olan Usame, ne olmuştu da 'eli kanlı bir terörist'e dönüşmüştü? 

Usame'yi yakından tanıyanlar, onun herhangi bir İslâmî ekole nispet edilemeyeceğini söylüyor. Hayatı boyunca ciddi şekilde izlediği ve peşinden gittiği bir "üstadı" da bulunmuyor. Sadece Suudi Arabistan'dayken Seyyid Kutub'un kardeşi Muhammed Kutub'un vaazlarını takip ettiği biliniyor. 

Kendisi hakkında bilgi veren bütün kaynaklar, Birinci Körfez Savaşı'na kadar Usame bin Ladin'in Suudi Arabistan yönetimiyle ciddi bir sürtüşmesinin olmadığında hemfikirler: Usame, Suudi Arabistan'daki hakim zümrenin 'İslâm dışı' bir yaşantı sürdüğü düşüncesini taşımakla birlikte, özellikle Suudi ulemasına duyduğu saygı nedeniyle, bunu bir mücadele konusu yapmıyordu. 

1979-1989 yılları arasında yaşanan Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgali sürecinde, Usame bin Ladin ve arkadaşları, Afganistan'da savaşmışlardı. Sadece Usame değil, Arap ve İslâm dünyasının hemen her ülkesinden binlerce 'mücahit', 'Afgan dağlarında' çarpışmıştı. Arap rejimleri, kendi iktidarlarını tehdit eden 'mücahit'lerin Afganistan'a kanalize edilmesi işini bizzat üstlenmişler, kendi vatandaşlarının savaşa katılmaları için her türlü maddi ve lojistik desteği sağlamışlardı. 

Amaçları bir taşla olabildiğince çok kuş vurmaktı: ABD'ye Sovyetlerle olan savaşında yardımcı olmak, halklarına 'Afganistan'ın masum ve mazlum halkıyla işbirliği' mesajı göndermek, komünizmin yayılmacı etkisini bertaraf etmek ve de en önemlisi, kendi rejimlerine karşı muhtemel bir kalkışmanın aktörleri olabilecek 'mücahit'lerin enerjisini başka coğrafyalara kaydırmak. Arap rejimlerinin, 'mücahit'lerin geri dönmeyeceğini ümit ettikleri sır değildi.

Ancak savaşın sonucu Arap rejimleri açısından oldukça acıydı: Sovyetler Birliği direnişi kıramadı ve işgal ettiği topraklardan süklüm-püklüm geri çekilmek zorunda kaldı. Cihada çıkan Arap savaşçılar da harp taktiklerini öğrenmiş, özgüven kazanmış, örgütlenmiş ve güçlenmiş olarak ülkelerine geri döndüler. 

Usame bin Ladin, savaş boyunca ekibini kurmakla uğraştı. Kişisel özellikleri sayesinde bunda büyük ölçüde başarılı oldu. Öyle ki, 1980'lerin sonunda ülkesine döndüğünde artık kendisini 'alternatif' bir vurucu gücün komutanı olarak görüyordu. Öyleydi de. 

1990'da Saddam Hüseyin, Kuveyt'e saldırıp da sıranın Suudi Arabistan'a geleceğini ima ettiğinde, Suudi Arabistan yönetimi ABD ile diyalogu sıklaştırdı. Usame, bağlantıları sayesinde ciddi sayıda Amerikan askerinin ülkesine yerleşeceğini öğrenmişti. Kral Fahd'a şu mealde bir mektup yazdı: "Ben ve emrimdeki en az 100 bin adam ülkemiz için savaşmaya hazırız. Yeter ki siz Amerikalıların gelmesine izin vermeyin!" 

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine alternatif olarak önerilen bu yöntem hem komik hem de korkutucu bulundu Kraliyet tarafından. Usame'nin gerçekten de bu kadar adamı olabilir miydi? Seri bir istihbarat çalışması, bunun büyük ölçüde doğru olduğunu ortaya çıkaracaktı. Kral Fahd mektuba cevap bile vermedi, ancak ilk ciddi uyarıyı da almış oldu. 

Ulemanın tutumu, Usame'nin ikinci büyük şoku yaşamasına neden oldu. İslâm'ın anayurdu olan topraklar Amerikan askerlerince 'kirletilirken', Suudi uleması buna karşı çıkmak şöyle dursun, destek bile oluyordu. 

Bundan sonrası artık oldukça hızlı ve tanıdık şekilde gelişti: 

Usame bin Ladin, Suudi Arabistan Kraliyet ailesini ve onları kayıtsız-şartsız destekleyen ulema sınıfını 'kokuşmanın kaynağı ve sembolü' ilan edip uluslararası alanda faaliyetlerine başladı. Artık cihat alanı bütün dünya, düşmanlar da 'bu dünya düzeninin çarkına su taşıyan herkes' idi. 

Artık perdenin kapanıp ışıkların söndürüldüğü bugün, İslâm dünyasının önemli bir bölümünde, yöntemleri tasvip edilmese bile, Usame bin Ladin'in çıkış noktasının haklı gerekçelere dayandığı şeklinde bir düşünce çok yaygın. ABD'nin dünyanın birçok noktasında imza attığı icraatlar göz önüne alındığında, Usame'nin trajik sonuna karşı bir burukluğun oluştuğu bile söylenebilir. 

Şurası çok açık: 

ABD, özellikle Ortadoğu'daki mevcut politikalarını değiştirmediği sürece, İslâm dünyasını 'terörizm'e karşı savaşmakta olduğuna ikna edemeyecek, dolayısıyla yeni Usame bin Ladin'ler var olmaya devam edecektir. 

Hiç yorum yok: