8 Ocak 2013 Salı

Necip Fazıl üzerinden AK Parti'yle hesaplaşmak-Adımı unuturum, seni unutamam! Salih Tuna


Necip Fazıl'ın adını benim kadar zikreden, kimi kıymet hükümlerini benim kadar iktibas eden bir başka köşe yazarı zannedersem yoktur.

Buna rağmen gerek Habertürk'teki malum habere, gerek Ayşe Hür'ün orda burda serdettiği saçmalıklara ağzımı açmadım.

Sustum.

Muhtemelen Üstad da susar, Çetin Altan için söylediğini yinelerdi: 'Ucuna sinek kondu diye otuz beşlik top ateşlenmez..'

Lakin benim susma sebebim tenezzül meselesi değildi.

Necip Fazıl üzerinden bambaşka bir hesabın, bitmez tükenmez bir hesabın görülmek istendiği aşikârdı.

Ne zaman açık edecekler diye sustum.

Çok beklemeye gerek kalmadı, Ayşe Hür, Eyüp Can'ın Radikal'inin dünkü nüshasında, 'Necip Fazıl Kısakürek'in 'öteki' portresi' başlıklı yazısını şöyle nihayete erdirdi: 'NFK AKP ve Gülen Hareketinin ana omurgasını oluşturan İslamcı muhafazakar milliyetçiliğin tabusu, kutsal ve dokunulmaz figürü..'

Biz de, Ayşe Hür'ün Necip Fazıl 'değerlendirmesi' gibi satıhta kalacak olsak, buradan şu hükme rahatlıkla varabilirdik: 'Seyir değiştirerek de olsa Erdoğan ve Gülen'i bitirme faaliyetleri devam ediyor hâlâ..'

Elbette biz onun gibi yapmayacağız.

AK Parti ve Gülen Hareketinin 'kutsal ve dokunulmaz ana omurgası' mesabesinde gördüğü Necip Fazıl'ı, Eyüp Can'ın gazetesinde nasıl resmettiğine dikkat çekeceğiz sadece.

Ayşe Hür'ün anlattığı Necip Fazıl bir öyle bir böyle konuşan, paraya kalemini satan, ırkçı, militarist, kumarbaz, kadın düşkünü, kokainman, din taciri ve daha bir sürü melanet sahibi biri.

Demek istediği şu: Ey AK Parti'nin ana omurgasını oluşturan muhafazakarlar, işte sizin kutsal figürünüz!

Şayet maksadı bir portreyi bir tarihçi kimliğiyle dermeyan etmek olsaydı, Necip Fazıl'ı itibarsızlaştırmak için saçma sapan hatalara düşmezdi.

Maksat belli: Necip Fazıl üzerinden Türkiye'yi elan yöneten kadrolarla hesaplaşmak!

Bunu da gizlemiyor zaten: 'Türkiye'yi şu anda NFK şiirlerinin, yazılarının, ideolojisinin rahle-i tedrisinden geçen kadrolar yönetiyor..'

Burada da kalmıyor tabii:

Necip Fazıl 1975'te 'Gençliğe Hitabe'yi irad ettiği gece Erbakan, Gül ve Erdoğan da oradaymış. Hatta Erdoğan da 'Sakarya'nın Destanı'nı okumuş.

Yeri gelmişken aynı yazıda birkaç yerde yaptığı hatayı düzeltelim: O şiirinin adı 'Sakarya'nın Destanı' değil, 'Sakarya Destanı' veya 'Sakarya Türküsü'dür. Yine yeri gelmişken düzeltelim: 'Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya' da bu şiirin son dizeleri değildir. Neyse.

Ayşe Hür'ün kaynak gösterdiği üç buçuk kitaptan üçünün müellifi zaten Necip Fazıl'dır.

Bunları da Necip Fazıl'a meftun nesiller nerdeyse ezbere bilir.

Örneğin, Türk edebiyatında otobiyografi alanında müstesna yeri olan 'Bâbıâli'de üç dönemini de anlatır.

Necip Fazıl'ın 'ibret' mesabesinde anlattıkları üzerinde Necip Fazıl'ı mahkûm etmeye çalışmak nasıl bir garabettir?

Hele hele yakın tarihle iştigal eden biri nasıl olur da 'Tan Matbaası Baskını'nın arkasında 'Büyük Doğu Camiası vardı' hükmüne varır?

Necip Fazıl'ın o gençliği dönüştürmek sadedinde üç beş kelamını buna nasıl kaynak gösterir?

Sertellerin Akşam gazetesinden Necmeddin Sadak'la kapışmasını, Vakit gazetesinden Asım Us'un olaya dahil olmasının ardından Hüseyin Cahit Yalçın'ın Tanin gazetesinde, 'Kalkın ey ehli vatan' (manşet) yazısını nasıl bilmez?

Tan gazetesinin sahibi ve başyazarı Zekeriya Sertel'in ve köşe yazarı Sabiha Sertel'in anılarında bu konuda neler söylediklerini nasıl merak etmez?

'Yaşasın İnönü' diye meydanlarda bağırarak Tan matbaasını basan o gençleri kimlerin kışkırttığı hala muamma mı?

Bir de hiç sıkılmadan, Necip Fazıl'ın 'Kırmızı' (11 Ocak 1962 Son Posta) başlıklı o nefis yazısından ötürü çıkartılan heyulayı görmezlikten gelip, 'Militarist Necip Fazıl' ara başlığını atıyor!

Necip Fazıl'ın o yazısı nedeniyle 'Ey CHP'liler yok mudur içinizde Türk ordusuna siper olacak tek yürek..' diyen Bedii Faik'in ispiyonculuğunun neden olduğu hadiseleri görmezlikten geliyor!

Bunun, 28 Şubat sürecinde, 'bu sefer silahsız kuvvetler halletsin' ifadesinin tedvirine memur medyanın şerrinden emin olmak için 'ordu bizim gözbebeğimizdir' diyen Merhum Erbakan'a, 'Militarist Erbakan' demekten ne farkı var?



Adımı unuturum, seni unutamam!

'Necip Fazıl üzerinden AK Parti'yle hesaplaşmak' başlıklı naçizane yazım üzerine geçen gün Sadık abi (Albayrak) aradı ve Üstadın 'Kırmızı' (Son Posta Gazetesi, 11 Ocak1962) yazısını nerden bulduğumu sorduktan sonra mezkur yazının son cümlesini terennüm etti:

'Adını unuturum, seni unutamam!'

Nasıl oluyor da uzun yıllar önce yayımlanan bir yazının son cümlesini böyle ezberinde tutabiliyor?

Sadık Albayrak'ın araştırmacı kişiliğinden kaynaklanan olağanüstü hafızasıyla veya Necip Fazıl'ın belagat konusundaki maharetiyle açıklanacak bir hal değildir bu?

Bugün kaç köşe yazarı kaç köşeden onca yazı yazıyor, değil yıllar sonraya, akşama kadar yaşayan doğru dürüst tek bir yazı yok.

Tamam, iletişim arttıkça 'ifadenin' anlamını yitirdiği bir çağdan geçiyoruz. Tamam, kelimler hiçbir dönem olmadığı kadar laçkalaşmış.

Herkes büyük konuşuyor; revnaklı cümleler kuruyor hayat hakkında. Sadece 'twitter' mecrasında bile metafordan göz gözü görmüyor.

Ne ki yarınlara bir tek cümle kalmıyor.

Peki…

Necip Fazıl'ın o sözünü yıllar yılı unutturmayan hakikat nedir?

'Adını unuturum, seni unutamam' ifadesi hafızaya kazınacak kadar güçlü bir ifade mi?

Elbette değil; tam aksine racon aleminde sıklıkla yakılan lakırdılardandır.

Bu sözü unutulmaz kılan mana, 'Kırmızı' yazısındaki fonksiyonu da değildir. (Bu yazı etrafında Bedii Faik'in başlattığı tartışma büyümüş, zamanın 'devrimci gençleri' protesto yürüyüşüyle Necip Fazıl'ı kınamış, bununla da kalmayıp Eskişehir'de Hava Kuvvetleri Komutanına şikâyet etmişlerdi. Böyle parantez içlerine sıkıştırılmayacak kadar uzun, uzun olduğu kadar da ibret alınacak bir hadisedir. Başka zaman tafsilatlı bir şekilde anlatırım; ola ki 'Militarist Necip Fazıl' başlığı atanlar da utanır.)

Necip Fazıl 'Adını unuturum, seni unutamam' ifadesinin arkasında 'cinnet müstatili'ne rağmen bütün bir hayatıyla durmuştur.

Unutmadığı için de unutulmadı.

Bu 'klas duruşu' Fatih Çekirge'yle alkolsüz şampanya eşliğinde yaş günü kutlayan 'bacılarımız' anlamış mı ki Ayşe Hür de anlasın?

Necip Fazıl her şeyden evvel fikrin çilesini yaşayan, öfkesini taşıyan adamdır.

Bedii Faik'e söyle demişti: 'Üstüme söverek gel, bayılırım; fakat sövmen bir fikir öfkesine bağlı olsun. / Böyle gelebiliyor musun? /Sen yalnız külhanbeyi lügatine göre sövüyorsun!(…)Bilgiyle gel, köle olurum; elveririr ki, bu bilgi, hak ve hakikat çilesi yolunda yanlışlıklarla dolu olsa da, yine bir bilgiçlik olsun.(…)Sen yalnız arslanın iki ayağı arasına sığınıp faaliyetine engel gördüğü kediyi rapor eden sıçana benziyorsun. / Fikrin yok, hakikatin yok. Bilgin yok, ihlasın yok, güvenin yok…'

Necip Fazıl'ı farklı kılan en büyük özelliği bence 'fikir öfkesidir.'

En çok sevdiğim özelliği de budur.

Oktay Akbal bir gün (Üstadın da hazır olduğu bir ortamda) 'Ben Üstadın fikrini düşüncelerini sevmem; ben onun şiirini severim' deyince, Necip Fazıl lafı yapıştırmış: 'Oktay beni en küçük yanımla sever..'

Necip Fazıl…

'Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim, nefsim için değil de, sırf O'nun ümmetinden en hakir ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için' diyen adamdır.


Hiç yorum yok: