26 Ocak 2013 Cumartesi

Dört buçuk asırlık jigolo sektörümüz-Murat Bardakçı


Dört buçuk asırlık jigolo sektörümüz

HABERTÜRK’te dün, bazı hanımların yepyeni meraklarını konu alan nefis bir araştırma vardı: Ayşegül Akyarlı, İstanbul’daki jigolo müessesesinin nasıl faaliyet gösterdiğini anlatıyordu. 
Artık “merak” mı, “heves” mi yahut “ihtiyaç” mı dersiniz; yoksa yeni moda kavramlar kullanıp “etik davranış biçimindeki farklılaşma” diye mi yorumlarsınız, işin o tarafı size kalmış... 
Ayşegül Akyarlı‘nın araştırmasını okuyunca, Kuklacı Mustafa‘nın izinden gidenlerin hayli yol almış olduklarını gördüm...
Kuklacı Mustafa, bundan dört buçuk asır önce yaşamış ve bizleri, özellikle de İstanbullular’ı “jigololuk” mesleği ile ilk defa tanıştırmış olan kişidir. Bu mesleğin mensupları gerçi çok daha önceleri de mutlaka vârolmuşlardır ama kayıtlı ilk “organizatörümüz” Kuklacı Mustafa‘dır ve dolayısı ile ilk “belgeli” erkek pezevengimiz olma unvanı da ona aittir.

UZUN SAÇ, RASTIK VE SÜRME
Mustafa, san’atını Kanunî Sultan Süleyman‘ın oğlu İkinci Selim‘in iktidarı zamanında 1577’de icra eder. İstanbul’un değişik semtlerinde boyu bosu ve gücü kuvveti yerinde delikanlılar arar, dokuz genç bulur ve bunları Eminönü tarafındaki bir hana yerleştirir... Yedirir, içirir, sofralarında kuş sütünü bile eksik etmez ve o arada delikanlıların saçlarını uzattırır...
Ama, gençlerin sokağa çıkmalarını yasak eder... 
Aradan zaman geçip de saçlar omuzlarından aşağıya uzandığında herbirinin bedenine göre en pahalı kumaşlardan kat kat ve rengârenk kadın elbiseleri diktirir ve işe koyulur... 
“İş” dediğim şey, kadın kılığına soktuğu delikanlıları İstanbul’un bazı önemli ailelerinin konaklarına götürmektir. Allıklar sürülür, rastıklar çekilir, yanaklara benler noktalanır ve çarşaflarına yahut o zamanın elbiselerine bürünmüş olan gençler hemen her gün çarşafçı, bohçacı, tütsücü, şifacı, terzi yahut falcı gibi konaklara ama konakların haremlerine gidip gelmeye başlarlar... 
Haremden içeriye girip de üzerlerindeki çarşafları çıkartmalarından ve suratlarındaki boyaları silmelerinden sonra neler olduğunu tahmin etmişsinizdir... 
İşler, birkaç ay müddetle gayet iyi gider. Hem konakların sahibeleri, hem delikanlılar, hem de Kuklacı Mustafa vaziyetten memnundurlar...

KIZILCIKTAN BİR DEĞNEK 
Derken, günün birinde bu çarşaflı, rastıklı ve sürmeli gençlerden birinin müdavimi olduğu konağı mahalleli basar. Önde o zamanın zaptiyeleri ile imam efendi vardır, yakaladıkları delikanlıyı yaka-paça dışarıya çıkartıp falakaya yatırırlar ve kızılcık sopası delikanlının dilini ânında çözüverir.
Nerede kaldıklarını, neler yaptıklarını ve o zamana kadar hangi konakları ziyarete gittiklerini teferruatıyla bir güzel anlatınca bu defa Kuklacı Mustafa ile öteki delikanlıların kaldıkları han basılır. Mustafa ile delikanlılarını toplar, hallerini ve hatırlarını iyice sorduktan sonra imparatorluğun değişik yerlerine kalebend olarak sürgün ederler. 
Şehrin namusu kurtulmuş ama devlet katında önemli mevkileri olan bazı konak sahibi paşalarla efendilerin içine bir kurt düşmüştür. “Kuklacı’nın herifleri ya benim konağıma da geldiler ise ben n’iderim?” diye endişeye kapılırlar...
Dertlerinin sebebi haremdeki hanımlarının bir şeyler yapmış olma ihtimalleridir ya, çareyi onlardan kurtulmakta bulur ve karılarını boşarlar! Sonra, günün birinde çıkması muhtemel olan dedikoduların önünü de peşinen almak için kadı efendinin makamına gider ve karılarını boşamış olduklarını “seyyîbe defteri” denen kütüklere kaydettirirler... 
Günümüz jigololarının eski tarihlerde yazılı olan ilk meslek büyüklerinin hikâyesi, işte böyle...

Hiç yorum yok: