6 Ocak 2013 Pazar

“BATMAK İÇİN ÇOK BÜYÜK’ YAKLAŞIMI ÜLKELERİ ESİR ALIYOR-KAYNAK: TURQUIE DIPLOMATIQUE, 15 Haziran-15 Temmuz 2012, SAYI: 40-41


[UYARI NİTELİĞİNDE BİR YAZI]

ABD’de, 2002 yılından beri, en büyük altı banka en az 207 ayrı cezaya çarptırıldı ve tüm bunların toplam maliyeti 47,8 milyar doları buldu. Bu bankaların tümü en az 22 kez kural ihlalinde bulundu; hatta içlerinden birisi üç farklı kıtada yedi ülkede 39 kural ihlaline imza attı. 2010 yılında en büyük altı bankanın dördünün yöneticileri için verilen ortalama tazminat, 17,3 milyon dolar düzeyinde. Yani, ortalama Amerikalı işçilerin aldığı meblağın 262 katından daha fazla. 2011 yılında en büyük altı banka, lobi faaliyetlerine 31,5 milyon dolar para harcadı. Altı banka ise, 234 adet kayıtlı lobici çalıştırıyor.
Kevin Zeese
Son yıllarda birçok büyük finans çevrelerinden birçok kişi, Amerika’nın finansal sistemindeki fay hatlarına alenen maruz kaldılar. Kendilerinin içeriden aktardığına bakılırsa, bizim gözlerimizle gördüğümüz yolsuzluk son derece gerçek. Ve daha da önemlisi, sistemin içindekiler de bunu gayet iyi biliyorlar. Finans sektöründe görev alıp bu açgözlülük çemberini kırabilenler, vicdansız bir sektörün vicdanı haline gelebilirler. Bu kişilerin cesaretinin halen“bulaşıcı” olduğunu ve diğerlerinin de onların açtığı yoldan gidebileceğini umalım.
Büyük finans çevrelerinin içinde bir devrimin yaşanması gerekiyor. Ancak bu şekilde finans sektörü açgözlülükten bonkörlüğe, oburluktan mülayimliğe, bencillikten yardımseverliğe doğru radikal bir dönüşüm yaşayabilir.
Büyük finans çevrelerinde yaşanan yolsuzluk vakalarına dair incelemeler, M&T Bank’ın yönetim kurulu başkanı ve CEO’su olan Robert Wilmers‘ın kısa süre önce ortaklarına yazdığı bir mektup üzerine patlak verdi. Mektupta, “bu konuda bir jenerasyondan daha uzun süre vakit geçirmiş biri için, bir meslek olarak bankacılığın bu denli gözden düştüğü bir zamanı anımsamak son derece zor oluyor” demiş; yapılan anketlere dayanarak,“Amerikan halkının sadece dörtte birinin, bankerlerin dürüstlüğüne güvendiğini” belirtmişti. Wilmers’a göre tüm bunların sebebi, büyük finans çevrelerinin hatasından ileri geliyor:
“2002 yılından beri, en büyük altı banka en az 207 ayrı cezaya, yaptırıma veya yasal müeyyideye çarptırıldı ve tüm bunların toplam maliyeti 47,8 milyar dolan buldu. Bu bankaların tümü en az 22 kez kural ihlalinde bulundu; hatta içlerinden birisi üç farklı kıtada yedi ülkede 39 kural ihlaline imza attı.”
Wilmers, ayrıca, bankerlerle diğer Amerikalılar arasındaki gelir eşitsizliklerine dikkat çekerek, bunun kısa süre önce başlayan bir gelişme olduğunu anımsatıyor bizlere. Sadece birkaç kuşak öncesinde, “finansal hizmetler endüstrisindeki ortalama tazminat, tarım sektöründe çalışmayan bir Amerikalı işçinin ortalama geliriyle tamamen eşit idi.” Ancak bugün durum değişti:
“Amerikan ekonomisinin moralinin hayli bozuk olduğu bir dönemde, birçok kişi işsizken veya yeterli bir istihdam düzeyi yakalanamamışken, 2010 yılında en büyük altı bankanın dördünün yöneticileri için verilen ortalama tazminat, 17,3 milyon dolar düzeyinde. Yani, ortalama Amerikalı işçilerin aldığı meblağın 262 katından daha fazla. Bankacılık endüstrisinin halkın gözünde bu denli eleştirilmesi ve Wall Street yöneticileri ve onların niyetlerine kuşkuyla yaklaşılması, şaşırtıcı olmasa gerek.”
PEKİ, FİNANS ENDÜSTRİSİ NASIL OLDU DA BÖYLESİNE KOKUŞMUŞ, YOLSUZLUĞA GÖMÜLMÜŞ BİR KİTLEYE DÖNÜŞÜVERDİ?
Wilmers, bu sorunun yanıtının Glass-Steagall yasasının ilga edilmesinde arıyor. Söz konusu yasa, “Büyük Buhran’ın ardından temkinli bir şekilde inşa edilmiş; yatırım bankalarının geleneksel bankaların dışında tutulmasını öngörmüştü.” Bankalar, “kamu hizmetlerini kendi yükümlülüklerinin bir parçası olarak görmüş; ekonomide net ancak sınırlı bir rol oynamış; tasarruflarda bulunmuştu. Ticaret ve spekülasyon, bu denklemin hiçbir noktasına dahil edilmemişti.”
Öte yandan, 1970′li ve 1980′li yıllarda bankacılık faaliyetleri, bilinen şeylere yatırımda bulunma noktasından ayrılarak“az bilgi sahibi olunan” alanlara yatırım noktasına kaydırıldı. Bu da büyük riskler doğurdu. Bankalar, riski azaltacak yerde, “anlamadıkları yatırımlarda bulunarak” kısa yoldan kar elde etmek istediler. Ancak kimse neler olup bittiğini tam olarak anlamadı. Bu süreçte, Amerikan ekonomisinin tümünü çarpıttılar. 1999 yılında Glass-Steagall Yasası‘nın iptal edilmesi sonucunda yatırım bankaları ile geleneksel bankaların arasında bir bütünleşme yaşandı. Wall Street ise, güvenilir yatırımlarda bulunmak yerine, “giderek saydamlığını yitiren mali araçlar kullanmaya yöneldi.” Bu durum ise, “krizin tohumlarının ekilmesine ve bugün de devam eden talihsiz değişimlerin yaşanmasına yol açtı.”
Wilmers, ortada daha büyük çaplı, sistemik bir problem olduğunu düşünüyor. “Bu sorun sadece bankerlerle ilgili değil, onların düzenleyicileriyle de ilgili. Sadece yatırımcıları değil, onlara danışmanlık yapmak üzere para alanları da; sadece özel finans çevrelerini değil, hükümetin desteklediği kesimleri de kapsıyor.” Sonuçta, zamanında herkesin saygı duyduğu kurumlar ve onların liderlerine halkın duyduğu güvende ciddi bir hasar baş gösteriyor.
Wilmers, ortada daha büyük çaplı, sistemik bir problem olduğunu düşünüyor. “Bu sorun sadece bankerlerle ilgili değil, onların düzenleyicileriyle de ilgili. Sadece yatırımcıları değil, onlara danışmanlık yapmak üzere para alanları da; sadece özel finans çevrelerini değil, hükümetin desteklediği kesimleri de kapsıyor.”
Sonuçta, zamanında herkesin saygı duyduğu kurumlar ve onların liderlerine halkın duyduğu güvende ciddi bir hasar baş gösteriyor. Ekonomik çöküşün ardında aslında birçok kişinin parmağı var ve bu kişiler aslında ekonomik krizin yaklaştığına dair alarm zilini çalması gereken kişiler. Ne yazık ki
“Wall Street bankaları, onların kapasitelerini sınırlandıracak düzenlemelere karşı mücadele etmeyi sürdürüyorlar; bir yandan da arkalarına bir takım güvenceler alıyorlar. Dolayısıyla, vergi mükelleflerini yüksek bir risk altına sokan bir sistemi ortaya koymaya çalışıyorlar. 2011 yılında en büyük altı banka, lobi faaliyetlerine 31,5 milyon dolar para harcadı. Altı banka ise, 234 adet kayıtlı lobici çalıştırıyor.”
Wilmers, “derhal Wall Street bankaları (ki bu bankalar mali krizde asli bir rol oynamış ve halen de ekonomiye zarar vermeye devam etmektedirler) ile diğer bankaların (ki bu bankalar da krizin kurbanı olmuşlardır) arasında bir ayrım yapılması gerektiğini kaydediyor.” Birçok aktivist, WalI Street ile topluluk bankaları ve kredi birlikleri arasında bir ayrım olduğunu görüyorlar; dolayısıyla “PARANIZIN YERİNİ DEĞİŞTİRİN”kampanyasını başlatmış bulunuyorlar.
Bankacılık sektöründeki ikinci bölünme örneği ise, Dallas Federal Rezerv Kurulu’nun baş araştırmacısı Harvey Rosenblum’un yayımladığı bir raporda görülebilir. Raporun ismi, “NİÇİN ARTIK BATMAK İÇİN ÇOK BÜYÜK YAKLAŞIMINI SONA ERDİRMELİYİZ?”. Raporda, Amerika’daki en büyük beş bankanın elinde tüm banka varlıklarının %52′sinin bulunduğunu gösteren istatistiklerden söz ediliyor. Raporun dikkat çektiği bir diğer unsur da şu:
“Amerikalı işçiler ve vergi mükellefleri, güven inşa etmek üzere geniş kapsamlı bir ekonomik düzelme talep ediyorlar. Müreffeh günlere geri dönüş için finans sektörünün reforma tabi tutulması gerekiyor. Özellikle de söz konusu yeni yol haritası çerçevesinde,   finans kurumlarının neden olduğu potansiyel tehlikeler çevresinde yeni yollar bulunması lazım. Dallas Fed Başkanı Richard W. Fisher, raporun giriş bölümünde, “mega-bankaların boyutlarının küçültülmesi” çağrısında bulunuyor ve bunun sebebi olarak da, ekonominin çevresinde bir uğultu misali dönüp dolaşan “batmak için çok büyük” yaklaşımının aslında gereğinden fazla maliyetli olduğu gerçeği gösteriliyor.
Rosenblum, tıpkı Wilmers gibi, WalI Street’in açgözlülüğü sonucunda Amerikalıların kapitalizme olan inançlarını yitirdiklerinin farkında.
“Wall Street’i İşgal Et hareketinden tutun Çay Partisi’ne dek birçok grup, hükümetin desteklediği banka kurtarma girişimlerinin sosyolojik ve siyasi olarak saldırgan olduğunu iddia ediyorlar. Ekonomik bir perspektiften bakıldığında ise, söz konusu kurtarma paketleri, piyasanın etkin bir şekilde işlemesi açısından da zararlı oldu.”
Rosenblum’a göre, “batmak için çok büyük olarak kabul edilen bankalara dair kurtarma işlemleri, ekonominin genel anlamda topyekün düzelmesinin önünde bir engel teşkil ediyor.”
Rosenblum, mali krizin patlak verme sebebi olarak, “bankaların olduğu kadar düzenleyici ve siyasi sistemlerin de başarısızlığı” olduğunu düşünüyor. Ona göre, yaklaşan tehlikeli olayları çok az insan öngörebildi ve bunun sonucunda da olaylar kısa sürede kontrolden çıkıverdi. Düzenleyici ve siyasi sistemler başarısızlığa uğrayınca, hukukun üstünlüğü uygulanmayınca, “verilen teşvikler genellikle hedefinden şaştı; bencillik halleri kötücül bir hal aldı. Açgözlü tavırlar ise, yenilikçi yasal zihniyetlerin mali bütünselliğin sınırlarını öteye taşımasına yol açtı.”
Rosenblum’a göre, ekonomik düzelmenin zayıf seyretmesinin “başlıca sebebi”, kamu bankalarından ziyade, batmak için çok büyük kabul edilen mali bankalar. “Büyük bankaların çoğu zaten kötü durumdaydı. Buna karşın ülkedeki küçük çaplı bankalar aslında çok daha iyi konumdaydı. Bu bankaların çoğu kendilerini çok büyük risklere atmadılar.” Rosenblum’un vardığı sonuç ise şu şekilde:
“Mali krizlerden görece olarak kurtulmuş bir ekonomiye erişmek için, ancak ve ancak, dev bankalarla ilişiğimizi kesme cesaretini göstermemiz gerekiyor.”
Finans çevreleri arasındaki en ses getiren görüş ayrılığı ise, Mart ayı ortasında Goldman Sachs’ın yöneticisi Greg Smith’in New York Times’ta yayımlanan bir mektup sonucunda istifa etmesiyle yaşandı. Mektupta, Goldman Sachs’ta mevcut olan “tehlikeli ve yıkıcı ortam”dan söz ediliyor; tüm çalışanların en sofistike yöntemleri kullanarak“müşterilerin ceplerini boşaltmaktan” başka bir şey yapmadıklarından dem vuruluyordu. Smith’in yaptığı eleştirinin merkezinde ise, kendisinin de asli bir oyuncu olduğu türev piyasası bulunuyordu.
Halka açık bu istifa mektubunun belki de en ilginç yanı ise, çok fazla sayıda yorumcunun aslında bu itiraf karşısında pek de şaşırtmamasıydı. Amerikan İşçi Kurumu’nun eski Sekreteri Robert Reich, tartışmayı daha da genişleterek, Goldman’daki durumu 1920′li yıllara dek götürdü ve WalI Street’in tüm büyük bankalarında -sadece Goldman’da değil  bu sömürme mantalitesinin olduğundan söz etti. Reich’e göre, bu durum, “güç ve güvenin salgın bir şekilde suiistimal edilmesi”nden ileri geliyor. Bu yolsuzluk kültürü, “1980′li yıllardaki çürük tahviller ve içeriden bilgiye dayanan ticaret gibi skandallara yol açtı ve 1990′ların sonlarında ve 2000′lerin başlarında yaşanan diğer skandallar sonucunda, 2008′deki krizin yolu döşenmiş oldu.”
Peki, finans sektörünün radikal bir dönüşümden geçmesini, ekonominin demokratikleşmesini ve halkın gerçek bir güce sahip olduğu katılımcı bir demokrasinin temellerinin atılmasını isteyen Amerikan halkı açısından bu çöküşler ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor: mevcut güç yapısını ayakta tutan temellerin giderek zayıfladığına tanıklık ediyoruz ve bunun sonucunda da halkımız iktidardan değişim talebinde bulunmak için kritik bir eşiğe ilerliyor. WalI Street’i İşgal Et hareketiyle birlikte çalışan bir mühendis olarak Steve Chrismer’in görüşleri önemli:
“İşgal Et önemli bir hareket çünkü sadece altı ay önce başlamış olmasına karşın güçlü duvarların aslında ne denli güçsüz olduğunu görüyoruz. Gücü ayakta tutan temelleri zayıflatmak için bu çatlaklar üzerine çalışmalıyız. Ancak bu şekilde şiddet içermeyen bir şekilde bu çatlakları! aralayıp içinden geçecek enerjiye kavuşuruz.”
Büyük finans çevrelerinin içindeki birçok kimse de bugün konuştuğumuz bu meselelerin farkında aslında. Ancak çok az kimsenin gösterdiği cesaret sonucunda, mevcut yolsuzluklar ve güvenli olmayan riskler gözler önüne serilecek ve mali krizin önündeki gerçek çözümlerden ancak bu şekilde konuşabileceğiz. YOLSUZLUKLARI BİZZAT GÖZLERİYLE GÖRENLER, DAHA ÖNCELERİ KENDİLERİNİ “YALNIZ” HİSSEDİYORLARDI; ANCAK ŞİMDİ ARTIK YALNIZ DEĞİLLER. Halkı ve gezegeni sömürmeye çalışanları durdurmak için çalışan diğer kesimlerle aynı safta yer alabilirler. WalI Street’teki kokuşmuşluk hali ve yolsuzluklardan ne kadar çok söz edersek, büyük finans çevreleri içinde mevcut paradigmayı sorgulayanları da o denli güçlendirmiş oluruz. Bankalar ve mali kuruluşlar düzeyinde ne denli protesto yaparsak, etik olmayan hacizlere dair gerçekleri gün yüzüne çıkarırsak, servetin niçin bazı ellerde yoğunlaştığını araştırırsak, sistem içindeki kişiler de davranışlarını değiştirme gereği duyarlar. Çatışma ve şiddet içermeyen taktikleri yaratıcı bir şekilde kullanarak, sosyal ve ekonomik adalete yönelik bu harekete daha fazla insan çekeriz ve bu kişilerin o çok özlem duyulan dönüşüm gerçeği hakkında konuşmaları için güvenilir bir ortam sağlamış oluruz.
* Kevin Zeese,
Its Our Economy adlı kuruluşun eş başkanı ve Washington’un Ulusal İşgali hareketinin organizatörüdür.
KAYNAK:
TURQUIE  DIPLOMATIQUE, 15 Haziran-15 Temmuz 2012, SAYI: 40-41

Hiç yorum yok: