31 Aralık 2012 Pazartesi

Fatih, Hakan ve Roma Kayzeri - İlber Ortaylı


Fatih, Doğu ve Batı’nın ortak münevveridir, beş asır sonra insanlığın onu hâlâ hatırlaması bu nedenledir

15. asrın en genç mareşali ve Rönesans döneminin hem doğuya hem batıya vakıf, iki dünyanın efendisi denebilecek münevveri; Türklerin II. Mehmed’inin (Fatih) sarayında “Roma’dan Üçünçü Roma’ya” sempozyumu yapıyoruz. Topkapı Sarayı, İstanbul’un her yere hâkim, görünüşü itibariyle çok görkemli ama o derecede de mütevazı sarayıdır. Üzerinde kurulduğu Bizantion’u ne III. Roma’nın sahibi Türkler ne de Hıristiyan Romalılar tanıdı ve o ismi benimsediler. Bizantion, Rönesans Avrupası’nın yakıştırdığı bir ünvandır. II. Mehmed bizde kütüphanemizde bulunan kayıtlara göre Homeros’un “İliada”sını rahatlıkla okuyan ve okunanı dinleyebilecek kadar klasik Yunanca’ya hâkimdi. İtalyanca rahat konuşuyordu. Bu iki vasfından döneminin Türk âlimleri, Müslüman bilginler pek söz etmezler, dikkatlerini çekmemiştir, kendisi de bahsetmez; Kritovulos gibi II. Roma’dan Türklere miras kalan eski Yunanca’ya hakim bir tarihçi 1451-1467 yıllarını anlattığı “Istoria” adlı kaynağında söz eder. Her ne kadar İmroz adalı Kritovulos 11. yüzyılın Anna Komnena’sının geleneğini izleyerek muasırı Yunanca’dan çok, eski Helenizm’i kullanmaya gayret edenlerden olsa da Aleksiad yazarı Anna Komnena kadar usta bir üslup sahibi olmadığını edebiyat tarihçileri ifade ediyorlar. Bu 29 Mayıs’ta “Da Roma alla Terza Roma- Birinci Roma’dan Üçüncü Roma’ya” beynelmilel seminerlerin 32.si İstanbul’da toplanıyor. Normalde bu seminer her yıl Roma’nın doğuşu olan 21 Nisan’da Roma’da capitolde yapılır. Bu sene bir istisnai toplantı fetih dolayısıyla yine İstanbul’da yapılıyor ve bunu isteyenler İtalyanlar ve İstanbul toplantılarının dördüncüsü oluyor. Bu sempozyumu Fatih Belediyesi ve Büyükşehir mali yönden destekledi. İtalya Roma Üniversitesi, Romanya Bilimler Akademisi, Rusya Bilimler Akademisi ve Galatasaray Üniversitesi tarihçi ve hukukçuları tebliğlerini sundu. Artık Fatih Mehmed üzerinde görüşler değişiyor. Avrupa’da henüz sokaktaki adam ön yargılarıyla baksa da İstanbul’un fethi yorumlarında faklılıklar var. II. Mehmed Fatih’in hukuk tarihi bakımından asıl önemli yönü Roma hukuk müesseselerinin ve bu hukukun yaşamasındaki payıdır. Bir kere “turkokratia” diye bildiğimiz bu dönemde Hıristiyan tebası üzerinde idari ve adli yetkileri olan ekümenik patriklik özel hukuk alanında Roma hukukunu kullanmıştır. Yahudiler de kendi şeriatını kullanıyordu ve bu uygulamanın gerektirdiği yaptırım gücünü devlet uygulamakla mükellefti. Profesör Pierangelo Catalano; “Konstantinopolis’in fethi Hıristiyan dünyayı üzdü ama İstanbul’da medeniyet devam etti, üstelik Rusya Ortodoksluğu Pasifik kıyılarına kadar bu o olaydan sonra yaydı” dedi.

Doğu’da da Batı’da da böyle aydınlar pek yok

Sultan II. Mehmed, Roma İmparatoru ünvanını önemle kullandı ve o zamanın bütün zorluklarına rağmen Roma başkentinin kısa zamanda imar ettiği ve imparatorluk payitahtı haline getirdiği bellidir. İstanbul’a verilen ünvanlar der-i saadet (aadet kapısı), der aliyye (sublime porte) gibidir ve caput mundi (dünya başkenti) ile eş anlamlıdır. 1466’da Bizans’tan Osmanlı’ya katılan tarihçilerden olan Yorgios Trapezuntos bu ünvanlar ve alametler üzerinde duruyor ve onun bir Roma imparatoru olarak ortaya çıkışını kutsuyor. Zaten hükümdara Hıristyan tebaanın verdiği unvan autokrator, vasileos, vasileos ton vasileon gibidir. İster olumlu, ister olumsuz olarak betimlensin; Fatih, Doğu ve Batı’nın ortak münevveridir, beş asır sonra insanlığın onu hâlâ hatırlaması da bu nedenledir. Fatih’i anarken bu yönleri üzerinde de durmak gerekir. Doğu’ya ve Batı’ya karşı tavrı açık ve önyargısız bir münevverin numunesi olarak gözönüne almalıyız. Zira Doğu’da da Batı’da da böyle aydınlar pek yok...

 Roma hukuku ve öğrenciler

Danıştay başkanımız Ankara’daki TOBB- ETÜ üniversitesinde hukuk öğrencilerine verdiği bir konferansta, “Roma hukukundaki “elden teslim” ile idare hukukundaki “yürütmenin durdurulması”nı öğrensen de olur öğrenmesen de; kendinize zaman ayırın, en güzel çağlarınız” demiş. Öğrencilerin kendilerine vakit ayırmaları ve yetiştirmeleri şart, gençlik yıllarında insanların enerjisi de fazla oluyor ve öğrenme yetenekleri de yüksek; üstelik yaşlılara göre daha az unutuyorlar. Ama Roma hukuku, Roma tarihi ile eski çağ kültürü ile, modern çağlarla öğrenilecek bir şey ve de hukukçular için çok lazım olan bir alan daha var; öğrenmesi sıkıcı da olsa dil... Bizim hukuk camiasında Roma hukukunu anlamama ve küçümseme gibi bir eğilim vardır. Bana göre az yazdığı için literatürde ismi geçmese de Avrupa’daki çevrelerde hiç unutulmayan bir isim Profesör Kudret Ayiter’di. Çağdaşlarından ne talebeler ne de meslektaşları onu anlayıp, değerini koyabilmişlerdir. Klasik dünyaya ve Roma hukukuna yabancılık, Türk tefekkürünün zaaf noktalarından biridir.

Roma hukukunu, İslam hukuk tarihini bilmeyen bir hukukçunun bir zaman kasabalarda avukat yokluğunda dava dilekçesi yazıp, köylülerin mahkemedeki işlerini götüren dava muakiblerinden bir farkı yoktur. Hatta onlar bazı halde daha iyi olabilir. Batılı hukukçunun üstünlüğü, Roma hukukunu ve hukuk tarihini bilmesinde yatar. Bilhassa uluslararası davalarda hukuk boşluklarını dolduracak çıkışlar yapmak, bu sayede mümkündür. Türkiye gibi uluslar arası alanda en çok davalı konumda olan ve çok yere haksız kararlara da muhatab olan, savunmasını yapamayan bir memleketteki genç hukukçunun yetişmesi bu açıdan çok önemlidir. Bir müddet evvel YÖK’te Roma hukuku kürsüleri lağv edildi, üniversite öğretim üyeleri idari yargıya başvurdu ve YÖK’ün kararı kaldırıldı.

Türkiye hukuk devrimi ve üniversite reformu ile birlikte Roma hukuku eğitimini yerleştirmeye çalışan bir ülkedir. Gerçek şu ki, çağdaş hukukçumuz ne Roma hukukunu ne de İslam hukukunu iyi bilmez. Bu halin bilimsel bir hukukçu düşünceyi engelleyen bir noksan olduğu açıktır. O nedenle talebelerin boş zamanlarında klasik dünyayı öğrenmeleri teşvik edilmelidir. Güzel ve içerikli konuları öğrenmek kadar eğlenceli bir meşgale olamaz.

Hiç yorum yok: