17 kişiydik. GENÇ’tik. Gönüllüydük. Gönüllerimizle gittik. Gönüller bulmaya gittik. Yüzyıllardır medeniyetimizin hasretini çekenlere, bizi hasretle bekleyenlere ulaştık. Tanıştık, biliştik, halleştik. Ne ellerindeki mallarını almak, ne zihinlerini iğfal etmek, ne de kalplerini çalmak için gitmiştik. Gidişimiz gönüllerimizi, kara kıtanın gönülleriyle beraber ihya etmek içindi. Kara kıtaya gitmedik aslında. Kalbimizin karasına gittik. Seferimiz nefsimizeydi. Bu gidiş, ona doğru savrulmuş bir kılıç darbesidir; biliyoruz, ölmeyecek. Ama haddini bilecek, razı olmayı belleyecek, itminana ermeyi öğrenecek. Kara kıtaya gönlümüzle gittik, kara sevdaya tutulduk.
ara kıtanın kara yüzlü, gece gözlü, ak alınlı insanları… Yani Afrika’nın… Ve cılız vücutlarında protezmiş gibi duran şişko göbekleri. Aşırı kilodan dolayı göbekli değil o insanlar. Nedeni hastalık; sıtma ve koleradan her gün yüzlercesi ölüyor.
Neredeyse sivrisineğin ve akrebin bile hakkını arayacak olan hayvan sever örgütlerin görmezden geldiği İNSANLAR onlar… Ayrık otuna, bir ot parçasının vefatına hatta kırların bozkır olmasına bile ağıtlar yakacak kadar duyarlı olan çevreci kuruluşların umursamadığı kardeşlerimiz… Avrupa’da bir yıllık köpek maması sektörüne 20 milyar dolar harcanırken, diğer yanda açlıktan ölenler; yani yine onlar…
Önce Fikrî Kalesi Düştü Afrika’nın. Sonra…
Afrikalı insanlar, ekonomik ve kültürel olarak sömürülüyorlar yüzyıllardır. Hangi tür sömürünün önce başladığı bilinmiyor. Ama her ne kadar oradaki altın, petrol ve besin rezervlerinin Batılılarca işgali neticesinde Afrika’nın yoksullaştığı söylense de bu çok doğru bir tespit gibi görünmüyor. Çünkü tüm bunlardan önce zihinlerdeki kaleler düştü Afrika’da. Aklın sınırları işgal edildi, düşünceye tecavüz edildi, fikriyat sürgüne gönderildi; sonra da sömürgenler boşalttıkları bu alanlarda istedikleri gibi at koşturdular.
Kolonizasyon projelerinin tamamında olduğu gibi, Afrikalıların da öncelikle imajları işgal edildi. Bu durum kara kıta insanlarının işgali hak ettiklerini yani ıslaha muhtaç vahşi ve yamyam kişiler olduklarını, beyaz adamları kazanlarda pişirip yiyen insanlar oldukları şeklinde; yenilir yutulur gibi olmayan palavralar üzerine inşa edildi. Sonunda Afrika’yı yalnızlaştırdılar… Ve korkarım ki bir derece bunu başardılar da… Afrika deyince kazanlar içinde yabancıları pişiren yerliler, zombiler, vampirler, pislik, sefalet ve bilumum kötülükler geliyorsa aklınıza; bu cephede kaybettik demektir.
Demokratikleştirilmeye ihtiyacı vardı Afrika’nın, Cumhuriyetleştirilmeye de… Ve özgürleştirilmeye tabii ki… Tıpkı Irak’taki gibi. Ve lütufkâr amcalar gelip, sırf onların refahı için he, başka bir şey için sanmayın sakın; Afrikalılara yardımcı oldular. Onları -hâşâ- ehilleştirdiler. Zaten insan olarak bile görmüyorlardı onları. Böyle söylüyorlar ya bir de? Diğer yandan da misyonerlik yaparak bu beyaz kalpli insanların yüreklerini kararttılar. İnsanların şahsiyetlerini evirip, inançlarını çevirdiler.
Tüm bunlar oldu, oluyor… Henüz bitmedi bile. Saymaya devam etsek, onlarca kötü şey sayabiliriz. Ama tek bir güzel gelişme yaşanıyor ki tüm kötülüklere bedel. Son yıllarda belirginleşen bir eylem yapılıyor Afrika’ya dönük olarak… Tüm sömürü ve kolonizasyon politikalarının neslini kurutacak bir çalışma bu inşallah. O da; Türkiye’den Afrika ülkelerine giden “dertli insanlar”, “sorumluluk sahibi ve vicdanlı yürekler” ve “Genç’ler” tarafından yapılıyor.
Afrika Kıtası, Türkiye’ye Geldi!
Genç’ler… Gönüllü olanlar… Hizmete, Mümin kardeşlerine yardıma, hicrete, feragate rıza gösterenler… Dünyanın zehirli emziklerinden beslenmeden büyümüş, sağlıklı fikirlere sahip, düşüncesi has kalbi halis, Afrika’yla ilgili ‘pislik’ yayınları yayanlara inanmayan, diğerkâm, diğer insanlara dair de kariyer planlaması yapan, beslediği umutları bile başkalarıyla paylaşan Genç insanlar... Onlar Afrika’nın çeşitli ülkelerine gittiler, kimileri siz bu satırları okurken hâlâ daha orada olacaklar. Ve bizlere de bir bakıma Afrika’yı getirmiş oldular. Kamerun’dan, Gana’dan, Burkina Faso’dan Türkiye’ye dönen Genç’lerde gördük ki; sırtlarında Afrika’yı taşıyarak gelmişler. Bize getirmişler kara kıtayı. Şimdilerde kapkaranlık kıta olmaktan biraz olsun uzaklaşan bu ülkelerin topunu birden toplayıp getirmişler. Tabii ki manevi olarak… Emanetlerimizi yani sorumluluklarımızı da yüklenmişler gelirken. Çünkü onlar farkındalar ki; biz elimizi uzatmazsak Afrika’ya, sorunlar yüzyıllarca daha sürecek belki de…
Birçok zorlukların yaşandığı ve şartların kötü olduğu bir bölgeden bahsediyoruz. İşbu nedenle Afrika’yı panayır yeri havasında anlatamayız. Ama diğer yandan sanıldığı gibi artık yapılacak hiçbir şeyin kalmadığı ve bizi ilgilendirmeyen bir yer değil Afrika! Tam aksine merhametin düştüğü yerden kaldırılabileceği bir sıfır merkezden söz etmekteyiz.
Doğru; Afrikalı insanlar yoksullar. Fakat yoksullukla fakirlik aynı şey değil. İçlerinde çok fakir olmasına rağmen çok zengin olanlar da var. Gökle göbek bağı olanlar, gökyolculuğunda yürüyenler var. Hakikaten iman etmiş Müminler var. Açlık, susuzluk karşısında isyan etmeyen vahiy erleri yaşıyor o topraklarda. Hem zaten isyan etmemek en muhlis iman biçimi değil midir?
Gerçek fakirler gökten yoksun olanlar... Allah böyle bir yoksunluk ve fakirlik durumuna düşmekten korusun hepimizi... Eylemler yapmayı nasip etsin bize. Sorumluluk hissi versin. Hissî olarak kalmayacak bir ‘yardımcı olma’ duygusu bahşetsin. Size, yani bize…
Bu sayımızda, Afrika’ya giden 17 Genç Gönüllüsü’nün hatıralarını paylaşıyoruz sizlerle. “Kara sevda”ya tutulan bu arkadaşlarımızın gördükleri, duydukları ve şahit oldukları gerçekten hem çok ibretli hem de “dert edinmeye” değer şeyler. Buyrun hep birlikte Afrika’ya çevirelim nazarlarımızı şimdi. Önce “gözümüze” çarpsın bir şeyler, ardından da “gönlümüze” yepyeni dertler düşsün inşallah. Çünkü “Kara Sevda”ya tutulmanın tam vaktidir şimdi!
Derileri Kara, Kalpleri Ak!
Sami Karaşahin (KATÜ Makine Mühendisliğinde okuyor. Mali’nin başkenti Bamako’daydı.)
Afrikalılar sıcakkanlı bir millet ve bize çok ilgi gösteriyorlar. Bana sevgi ve samimiyet dolu bakışlarla bakıyorlar. Türkiye’de boşa geçirdiğim zamanlar ve lükse kaçan harcamalar için kendime kızdım. İnsan kendi ile yüzleşiyor Afrika’ya gidince. Türkiye’de bize zorunluymuş gibi gelen şeyler, Mali’de lüks harcamalar kapsamına giriyor. Mali’de bulunduğum süre içinde hiçbir kavgaya tanık olmadım. Bırakın kavgayı, seslerini yükselterek bile konuşmuyorlar. İnsanlar arasında mal-mülk kavgası, hırs, çekişme, haset yok. Buradaki insanların dışları kara ama içleri ak.
Afrika ülkeleriyle ilgili ne dense boş. Gidip görülmeli, ancak o zaman anlaşılabilir. Bence Genç’ler, Türkiye’deki imkânları güzel kullanarak kendini yetiştirdikten sonra buraya gelip, faydalı olabilir.
Türklerin Hepsini Cennete Alın!
Mahmud Hüdayi (KATÜ İşletme Fakültesi 4. Sınıf Öğrencisi. Gürcistan vatandaşı. 7 yıl önce Türkiye’ye gelmiş. Bir ay boyunca Afrika ülkelerinden biri olan Mali’deydi. Genç Gönüllü ekipten birisi olarak, Mali’nin başkenti olan Bamako’ya gitti. Mali 12-13 milyon insanın olduğu bir ülke ve halkın %95’i Müslüman.)
Kendimi fethetmek için gittim
Kendimi fethetmek için oraya gittim. Oradaki insanlar zor günlerden kurtulmak için büyük umutlarla Türkiye halkını bekliyorlar ve bize ‘çok geç kaldınız!’ diyorlar. Bankada çalışan bir Mali’linin; “Beni cennetin kapısına koysalar, Türklerin hepsini içeri alın derdim” sözünü duyunca çok duygulandık.
Oradaki insanların bir çoğu belki de hayatlarında ilk defa beyaz Müslüman gördüler. Musafaha yaptık onlarla, kendimizi sevdirdik, Ramazan için kumpanya dağıttık. Her şeye rağmen orada güzel şeyler de oluyor. Örneğin imkânları çok kötü olan bir Kur’an kursundan hafızlar çıkarıyorlar.
Kaşık, tadı bozuyor!
Üç öğün yemek yok orda. Ayrıca genellikle pirinç yiyorlar yalnızca, elleriyle... Yemeğini beş parmakla yiyen bir güvenlikçiye iyilik yapıyorum düşüncesiyle kaşık uzatmak istedim. Cebinden kaşığını çıkararak bana gösterdi ve “bende de var ama onla yediğimde tat alamıyorum, zevki olmuyor” şeklinde mukabele etti. İlginç buldum tabii.
Teheccüt ezanı okuyorlar!
Teheccüt için, sahur için ve sabah namazı için olmak üzere gece boyunca üç ezan okuyorlar. Gece saat 3’te ezan okundu, dedik Allah Allah nasıl oluyor bu? Sonra anladık meseleyi. Oradaki camiler dolu oluyor. Ve genelde de gençler safları dolduruyor. Ayrıca camilerde her akşam, yatsı namazından önce tefsir dersi yapılıyor.
Afrika’da doğmamak büyük bir nimettir!
Tüm gönüllü kardeşlerime söylemek istiyorum ki kendi ülkenize sahip çıkın! Kendi ülkenizin diline, dinine, kültürüne sahip olun. Çünkü Fransızlar, Afrikalıların dilini, dinini, örfünü yok ettikten sonra onların ülkesini de işgal ettiler ve onları sömürdüler. Fransızlar yüzünden artık Afrika’da doğmamış olmak büyük bir nimet başlı başına.
Afrika’ya yardımdan daha çok gönül gitmeli!
Oralara yardım götürmek çok güzel bir çalışma fakat sadece yardımla bir şey olmaz. İnsan gerek. Gönül lazım. Gündelik çözümlerden ziyade uzun vadeli planlar üzerinde durulmalı. Biz oraya, bir şey almaya, bir şey kapmaya gitmedik. Bir şey vermeye gittik. Çünkü bizim alacağımız Allah’tandır. Kazancımız Allah ve Rasulünün sevgisidir, rızasıdır. Fransızlarsa oraya para kazanıp mal-mülk edinmek için veya onları sömürmek amacıyla gider.
Oradaki bazı insanlar tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle ya uzuvlarını kaybediyorlar ya da ölüyorlar. Meselâ parasızlıktan dolayı, insanların büyük bölümünün âmâ olduğu bir köy var. Bu köyde başka hastalıklar da var ama temel hastalık körlük. Ve bunun nedeni gözlerdeki katarakt. Yani iyileşebilir bir rahatsızlık aslında. Fakat birçok basit tedaviden bile mahrum bu insanlar.
Bu Çocuklar Çok Zeki
Nadi Eser (KATÜ Maliye bölümünü bitirdi. Genç Gönüllülerden… Bir ay boyunca Mali’nin başkenti Bamako’daydı.)
Buralar kimi zaman yağmurlu. Lâkin çoğu zaman güneş Afrika’yı bırakmıyor. Üzerinde giyeceği olmayan siyah kardeşlerimizin sıcağı eksik olmuyor. Bana göre bu onlara Allah’ın bir lütfu.
Gerçekten çok fakir yerler buralar. Ramazan dolayısıyla iftar paketi hazırlayıp, köy camilerine giderek dağıtıyoruz. İftarlıkların içeriğinde patates, tek parça et ya da soya fasulyesi ile bir parça ekmek ve 3 hurma oluyor.
Aynı Gezegende Başka Bir Dünyadayız Sanki!
Beyaz el ve özellikle beyaz Müslüman’ın yakınlık göstermesi, siyah Müslüman kardeşi için büyük bir onur ifadesi. Bir beyaz Müslüman ile siyah Müslüman yan yana yürüyorsa, karşıdan bakan bir daha bakıyor. Bizler gerçekten buralarda bir Müslüman misyonu taşıyoruz yani buraya gelen beyaz Müslümanlar… Beyaz Müslüman’ın yaptığı çok önemseniyor, insanlar örnek alıyor, taklit ediyor.
Gerçekten başka bir dünyadayız. Aynı gezegendeki başka bir dünya sanki… Ama ortak noktamız hiç şaşmamış, şaşmayacak da inşallah. O ortak nokta Müslümanlık… Bir selamün aleyküm demek ve tebessüm etmek, onlar için çok şey ifade ediyor. Bizim elimizi tutmak, bizle musafahalaşmak için can atıyorlar. Onlarla birlikte sofraya oturmamız, onlar için çok üstün bir şey. Bizi başköşeye oturtuyorlar. Onların Müslümanlığı Araplarınkine benziyor. Kendimi umrede gibi hissediyorum.
Selam Türkiye!
Orada bulunduğumuz süre içinde bir gün yetim çocukların olduğu bir yere gittik. Onlarla beraber oyunlar oynadık. “Selam Türkiye!” deyişleri, hayatım boyunca unutamayacağım anlardan biridir. Müthiş Kur’an okuyorlar, çabuk öğreniyorlar ve çok kolay ezberliyorlar. Çok zekiler. Fakat bu siyah kardeşlerimizin durumlarını düzeltebilmeleri için desteğe ihtiyaçları var. Beyaz Müslümanların desteğine… Özellikle Türkiye’den gelecek maddi desteğe ve gönüllü insanların oraya gitmesine muhtaçlar. Türkiye onlar için bir umut kapısı. Türkiye’den bir selam, bir kelâm, bir tebessüm bile olsa, umutla bekliyorlar bunu.
Son olarak buralarda hizmet ederken veya koştururken, aklıma hep şu geliyor: Hani Musa Topbaş efendimiz dua edermiş ya; “Rabbim sizlere 3 kıtada hizmet nasip etsin” diye. İşte bizler burada o duanın azcık da olsa tezahürü olabiliyorsak ne mutlu bize! Selamlar…
Son olarak buralarda hizmet ederken veya koştururken, aklıma hep şu geliyor: Hani Musa Topbaş efendimiz dua edermiş ya; “Rabbim sizlere 3 kıtada hizmet nasip etsin” diye. İşte bizler burada o duanın azcık da olsa tezahürü olabiliyorsak ne mutlu bize! Selamlar…
Onlardan Öğreneceklerimiz Var
Baki Devrez (Makedonya’da, Uluslararası Balkan Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği okuyor. Burkina Faso’da bir ay kaldı.)
Orada insanlar camide namaz kılmaya çok önem veriyorlar. Allah’ın evleri namaz vakitlerinde tıklım tıklım. Namaz kılarken de saf düzenine müthiş derecede önem veriyorlar. Ayakları ve omuzları birbirine değecek kadar, şeytanı aralarına sokmuyorlar. Bunun yanı sıra cami dışındaki yerlerde, tek başlarına namaz kılan birisini görmeniz de neredeyse mümkün değil. Bu yönlerini örnek almamız gerek. Ayrıca Fatiha’nın sonunda bir âmin deyişleri var ki... Yer gök inliyor.
Eyüb Sultan’ın İzindeler!..
Mehmet Güneş. (Batmanlı. Genç gönüllü. İstanbul Ticaret Üniversitesi, Bankacılık ve Finans bölümü 1. Sınıf öğrencisi. Burkina Faso’nun başkenti Vagadugu’da 1 ay kaldı. Hizmet etti.)
Şu anda Burkina Faso’da bir tane ortaokul faaliyette ve bunun yanı sıra Medine Yurdu var. Burası erkek öğrenci yurdu. Fakat yakın zamanda işlevi değişecek. Medine Yurdu, genişletilerek Kız İmam Hatip Lisesi’ne çevrilecek. Fakat erkekler de unutulmuyor, onlar için de Erkek İmam Hatip Lisesi kurulacak. Erkek İmam Hatip’in inşaatı halen devam ediyor. Tüm bunların haricinde bir de ufaklıklar için kreş açılacak. Burkina Faso’daki bu eğitim organizasyonlarının koordinasyonunu ise, Sakarya-Hendek’ten hizmet için hicret eden sıcakkanlı eğitimci Hidayet Erdoğan sağlayacak. Hanımı da kızlarla ilgili çalışmaları yürütecek Burkina’da. Ne güzel bir aile! Eyüp Sultan hazretlerine benzetiyorum onları. Tüm bu güzel çalışmalar, Aziz Mahmud Hüdayî Vakfı desteği ve denetimiyle yapılıyor. Bu vesileyle vakfımıza ve benim oralara gitmemi sağlayan Genç Dergi’ye teşekkür ediyorum.
Orada En Çok ‘‘Yokluk’’ Var!
Cemaleddin Çetin (Osmaniye’de Sınıf Öğretmenliği yapıyor. Bir ay süreyle Mali’nin başkenti Bamako’daydı.)
Genç kelimesi Farsça’da zenginlik, hazine anlamına geliyor. Afrika’da çocuk ve genç sayısı çok fazla. Fakat bu potansiyel, eğitimsizlik nedeniyle harekete geçemiyor. Yani böylesine kıymetli hazineler, değerlendirilemediği için heder olup gidiyor. Bir ailede sekiz-on çocuk var. İnsanlar yoksul, birçok temel gereksinimden yoksun. Orada en çok var olan şey yokluk! Yokluk nedeniyle kadınlar da çalışıyor. Anneler, bebeklerini sırtına alarak iş hayatında yer alıyorlar.
Lolipop yiyen Afrikalı nineler!
İnsanların her şeye ihtiyacı var. Günlük hayatımızda kullandığımız en küçük araçlara bile... Bir çocuğa bir şeker verdiyseniz, hemen akabinde nerden geldikleri anlaşılamayan onlarca çocuk bir anda sizi çevreliyor. İzdiham oluşuyor ve ezilme tehlikesi yaşıyorsunuz. Koca koca adamlar hatta nineler lolipop yiyor.
Sevincin Dili Olmadığını Öğrendim
Oğuzhan Çetin (Genç Gönüllü. Öğretmenlik yapıyor. Mali’deydi.)
Bir gün, 4-5 yaşlarındaki küçük çocuğa şeker verdim. Babası “Merci Papa” diyor. Ben de selam veriyorum La papa diyerek. O da bu sefer şükran diyor. Akşama doğru gıda dağıtmak için gittiğimiz başkentin kenar mahallesinde yolun bozukluğu nedeniyle arabadan inip yürümüştüm camiye kadar. Bu sırada mahalle çocukları Tubab diyerek kaçışıyordu. (Tubab=Afrikalıların Avrupalı beyaz adama verdiği isim. Avrupalılar, tabip misyonerlerle girmişler Afrika’ya) Selam vererek şeker verdiğimiz vakit bu beyaz insana karşı bakışları değişiyordu. Camiden çıkığımda mahallenin nerdeyse tüm çocukları, hatta içlerinde 13-14 yaşlarında kızlar da kucaklarında küçücük çocuklarla avlu kapısında bekliyorlar. Çantamda ne kadar balon ve şeker varsa imam efendiye veriyorum çocuklara dağıtması için... Aklıma rahmetli Musa Topbaş Efendinin vefatından sonra vasiyetinin bulunduğu çantasında çıkan Ahmet Taşgetiren’e ait "Bir balonum bile yok" isimli yazı geliyor. Balon ve şekerin çocuk için önemini, çocuk eğitimi kitaplarında okumuştuk... Gönül kazanmadaki önemini yaşayarak gördük elhamdülillah.
Sence Genç arkadaşlar orası için ne yapabilir?
Genç arkadaşlar burada her şey yapabilirler. Üretkenlik zayıf. Eğitimsizlikten doğuyor problemler. Türkiye’den giden Genç, bir meslek biliyorsa oradakilere onu öğretebilir. Mutluluk ve sevincin renk ve dili olmadığını öğrenebilir orada. Elinden hiç bir şey gelmiyorsa da yaşantısıyla, Müslüman’ın da beyazı (Arap ve zenci dışında) olduğunu varlığıyla göstersin.
Afrikalılar Yamyam Değil!
Selman Özpınar. (Konyalı. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi. 1 ay süreyle Burkina Faso’nun başkenti Vagadugu’daydı.)
Annelerin işine yaradık
İnsanlar arasındaki sınıf farklılığı oldukça keskin. %10’luk bir kesim çok zengin. Jipe binip, havuzlu villalarda oturuyor. Geri kalan kısım ise alabildiğine fakir. Yiyecek bulmakta zorlanacak derecede. Onlarca üyesi olan ortalama bir aile, aylık 50 dolarla geçinmek zorunda.
İnsanlar fakir olarak yaşamaya alışmışlar. Ama yine de fakirliğin sorumlusu olarak da sömürgen beyazları görüyorlar. Özellikle gece saatlerinde belli bir vakitten sonra beyaz tenli insanların dışarıda bulunması güvenli değil. Beyaz insanların Hristiyan olduklarına inanmışlar ve bizim gibi beyaz Müslümanları görünce çok şaşırıyorlar. Fotoğraf çekmemize kızabiliyorlar, tanışana kadar. Çünkü emperyalist bir zihniyetle gelmiş beyazlar olarak görüyorlar bizi. Öyle şeyler yaşadık ki… Örneğin çocuklar yaramazlık yapınca, anneleri bizi gösterip onları korkutuyor.
Davranışlarınla konuş!
Bu insanlar öğrenmeye açlar. Yaptığınız güzel bir şeyi hiç gocunmaksızın örnek alıyorlar. Onlara hiçbir şeyi anlatmanıza veya kalkıp da şunu yanlış yaptın, doğrusu budur demenize, herhangi bir seminer vermenize hiç gerek yok. Siz bir şeyi yaptığınız zaman anında uyguluyorlar. Yani aslında bir boşluk var ortada, hâl dili ile doldurulması gereken...
Gözlemlediğimiz güzel şeylerden bir tanesi şöyle: Cuma namazı için büyük camilere gittik. Binlerce insan geliyor, terliklerini kapının önünde çıkarıp içeri giriyor yüzlerce kişi. Geri çıkarken ise, hurra… Birbirlerini ve birbirlerinin terliklerini ezerek, kendi terliklerini giydikten sonra kaybolup gidiyorlar. Vakfımızın çeşitli konularda eğitim verdiği bir imam grubu var. Onlarda da bu yanlış adet vardı. Biz gönüllü gençler, iki gün boyunca, günde üç dört vakit namazında, imamlar camiye girdikten sonra onlara gözükmeden terliklerini alıp raflara koyduk. Sonra bir de baktık ki, ertesi gün kendileri terliklerini alıp raflara koymaya başlamışlar. Ve böylece küçük bir topluluk için bile olsa, birbirini itip kakma durumu ve kargaşada ezilme tehlikesi ortadan kalkmış oldu. Hiçbir şey söylemedik, sadece yaptık…
Afrika korkulacak bir yer değil
Çeşitli medya kuruluşları aracılığıyla Afrika, pisliklerin kol gezdiği ve yamyamların olduğu felaket bir ülke olarak lanse ediliyor bize. Hâlbuki gerçek hiç de böyle değil. Oraya giderken sizin niyetiniz ne ise, dönerken de ona göre dönüyorsunuz. Turistik ziyaret amacıyla gitmişseniz, en ufak bir zorluk sizin için berbat bir tablodur. Ama bizim gibi oradaki insanlara yardımcı olmak için yola çıkıyorsanız, problem yaratan durumları imtihan olarak görüyorsunuz ve çok da dert etmiyorsunuz. Tüm olumsuz durumlara rağmen Afrika ve Burkina Faso korkulacak bir yer değil. Ayrıca insanlar fakir olsalar da çok şükür açlıktan ölmüyorlar. En azından başkent için bunu söyleyebilirim.
Kendi İstanbul’unu Fethediyor musun?
Mehmet Samet Yılmaz (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Elektrik-Elektronik Mühendisliği 2. Sınıf öğrencisi. Kamerun Douala’daydı.)
Bir Tas Mutluluk Verir Misin?
Hafızlık yapmak için Kuran’ı olmayan, elindeki tahta levhalara mürekkeple ezberini yazan; tek sermayesi olan bakır tasla karnını doyurmak için dilenen, şanslıysa ve yemek veren olursa yine o dilendiği tasla yemek yiyen, 2 haftada bir bulduğu su birikintisinde o tasla yıkanan, bir tahta levhası bir de tasıyla tüm gün dilenerek para kazanan ve 6-10 yıl arasında hafız olabilen küçük yaşlardaki çocukları gördüğümde, yurtlarda hafızlık yaparken şikâyet eden kardeşlerin haksızlığını anladım. Afrikalı çocuklar için bir tas, mutluluk demek, hayat demek, yaşamak demek…
Kamerun Benim İstanbul’um. Orada kendimi fethettim!
Afrika benim İstanbul’um, Kamerun benim fethim. Kendi kendimi fethettim Kamerun’a giderek. Peki, neresindeyim fethimin? Bu soruyu da, orada bulunduğum bir sabah sorabildim kendime. Çünkü uyanmıştım bu kara kıtada... İşte Kamerun’dayım, Afrika’nın orta yerinde… Hem enlemin hem insanlığın tam sıfır derecesinde… Fethedilmiş topraklarda Fatihçilik oynamayı bırakıp fethedilmesi gereken, fethedilmesi beklenen Afrika’nın Fatihi olmaya niyet etmiştim, niyetliydik. Bu yüzden Afrika’daydık. Pek faydalı olamadık aslında. Yalnızca Afrika’daki abilerden ‘hizmet nasıl yapılır’ı öğrendik. Fedakârlık nasıl olur, kendinden vermek nedir?
Özellikle Maroua yani Kuzey Kamerun’da işlenmeye müsait, edep adap ile yoğrulmaya ihtiyacı olan o kadar fazla Müslüman çocuk var ki… Ey Genç, onlar sadece seni bekliyor.
Osmanlı’nın Torunları Geldi!
Fatih Yazar (Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik ve Haberleşme Mühendisliği. Öğrencisi. Genç Gönüllü. Gana’da 1 ay kaldı.)
Gana, 23 milyon nüfuslu, iklimi ve bitki örtüsü diğer Afrika ülkelerine oranla çok daha güzel, ormanları bol bir ülke. Resmi dil İngilizce ama ülke genelinde yaklaşık 42 dil konuşuluyor. Bunun sonucu olarak da özellikle köylü halk, yani okumayan kesim köyünden dışarı çıktığında sanki yurt dışına çıkmış gibi oluyor ve kimseyle anlaşamıyor. Ancak en azından ilkokul 3. sınıfa kadar okuyan kesim İngilizce biliyor.
Osmanlı Keşke Afrika’yı Da Fethedebilseydi!
Ganalı olan ve Türkiye’de okuyan Nasuriddin abinin söylediği bir söz omuzlarımızdaki yükün ağırlığını gözler önüne sermekte. Bir gün köle pazarına ve kölelerin toplanıp gemilerle Avrupa’ya gönderildiği kaleye gitmiştik. Gerçekten akıl almaz rezillikler ve işkencelerin yaşandığı yerleri gördük ve döndüğümüzde Nasuriddin abi aynen şunları söyledi: “Gördünüz mü hocam neler yapmışlar atalarımıza? Osmanlı gelemedi buralara kadar; bize bunları yaptılar. Ama torunları geldi inşallah hocam. Torunları burada artık!” Bu sözün ardından bir şey söyleme ihtiyacı hissetmiyorum. Herkes kendini şöyle bir sorgular inşallah. Biz kimin torunlarıyız?...
Waka Waka Afrika*
Abdullah Güner (İstanbul Üniversitesi’nde Gazetecilik’te okuyor. Genç Gönüllü olarak Burkina Faso’daydı.)
Türkiye’den buralara uzanan yardım elleri var. Tıpkı tarihimizde Osmanlı’nın buraya uzanan elleri gibi... Türklerin Burkina Faso’da biri Medine Lisesi (Hüdayi Vakfı’nın kurduğu) olmak üzere iki tane okulu mevcut. Her ikisinin de güzel çalışmalar yaptığını duyuyoruz. Özellikle ikamet ettiğimiz “Medine İmam-Hatip Lisesi” görüp şahit olduğumuz yerdi. Lise Müdürü Vugar Bey bizimle yakından ilgileniyor ve okulun başarılarından bahsediyor bize. Geçen yıl 18. sıradayken bu yıl 8. sıraya yükseldiklerini, mezun ettikleri 5 öğrencinin hepsinin üniversiteye girdiğini söylüyor.
Afrika’ya Dair Sözler Bitmez!
Son söz olmaz Afrika’da. Nasıl olsun son söz? “Her şeyini bırakıp yola düşmelisin.” demiyorum ama dünyada ayaklarını yere basarak yürümek istiyorsan eğer buraları unutamazsın, buna vicdanın izin vermez.
Afrika’ya yönelik gösterilen duyarlılık, bir güneşin doğuşunu müjdeliyor. Bu kıta doğum sancısı çekiyor yeniden doğmak için, kendine gelmek için. Bizler sömürmeyen sevgimizle, inanan yüreklerle “waka waka Afrika” diyelim.
NOT: Waka Waka Afrika şarkısını dinlemişsinizdir ama Celal Bey’in Burkina Faso’da açılan Türk Okulu için hazırladığı “Mehter Marşı Afrika” çalışmasını youtube’dan dinlemenizi öneririm.
* ‘Afrika Çağırıyor’ demektir.
Mutluluklar Ülkesi: Burkina Faso
Erdal Konakçı (Makedonya’da, Uluslar arası Balkan Üniversitesi’nde İktisat okuyor. Burkina Faso’da 1 ay kaldı.)
Örnek Ol Yeter!
Eğer buraya gelecek genç kardeşlerim varsa, Afrika’da çok fazla iş yapmalarına gerek yok. Hakkıyla örnek olmak, yapılabilecek en güzel şey ve en etkili faaliyet olur. Efendimizin (sav) buyurduğu gibi “en iyi nasihat örnek olmaktır.” Çünkü buradaki insanlara; “İslam’ı öğreten hocalarınız, eğitmenleriniz nasıl?” diye sorduğunuzda “bize söylediklerinin tam tersini yapıyorlar” cevabını alıyorsunuz. Bu tabii ki üzüntü verici bir durum ve ilk olarak bunu yıkmalıyız diye düşüyorum.
Afrika’ya Gitmesen de Afrika’dan Türkiye’ye Gelenlere Git!
Bu ülkelere maddi yardımda bulunmak tabi ki gerekli ama bence ilk olarak Afrika’nın ve özelde Burkina Faso’nun manevi boşluklarını doldurmak daha önemli. Bu yüzden Genç arkadaşım, boşlukları doldurmada sana çok iş düşüyor. Afrika’ya gitmene gerek yok hatta. Çünkü oradan Türkiye’ye çocuklar geliyor. En azından hafta sonlarını onlarla birlikte geçirsen bile çok şey değişir dünya üzerinde, buna emin ol! Ancak o kardeşleri kazanarak bir şeyleri dönüştürebilirsin.
Mehmet Targal: Afrika Bir Sevdadır! Hem de Kara Sevda
Efendim, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Memnuniyetle… Ben soyadı adının önüne geçenlerdenim. Adım Mehmet. Ama nedense insanlar bana hep Targal diye hitap eder. 1974’te Balı çok (kesir) olan yerde doğmuşum. El-Ezher üniversitesi mezunuyum. Kazakistan’daki beş yıllık eğitim hizmetlerimizin akabinde Balıkesir ve Çanakkale’de bir müddet hadimun-nas olarak çalışmak nasip oldu. Daha sonra kendimi, kara kıta insanlarının minyatür Afrika diye adlandırdıkları ülkede, yani Kamerun’da buldum. Evli ve üç çocuk babasıyım.
Kamerun’a ne zaman geldiniz ve karşılaştığınız sıkıntılar neler?
Buraya 2009’un Ocak ayının 18’inde geldim. Gittiğiniz ülkede bir şeyler yapmak istiyorsanız öncelikle bir etikete sahip olmanız lazım. Biz de bundan dolayı hemen vakıf kurma çalışmalarına başladık. Mart’ın ikisinde vakıf kurma belgemizi alarak hizmete başladık elhamdülillah.
Öncelikle çalışmalarımızın merkezinde bir büyüğümüzün ifade ettiği şu cümle var: “Problemini çözdüğünüz insan sizindir.” Nedir bu coğrafyadaki insanların problemi? Öncelikle bu problemleri tespit etmek lâzım. Ondan sonra da bu problemlere en uygun çözümleri aramak lâzım.
Karşılaştığımız sıkıntıları ise şöyle ifade edebilirim. Başlıca sorun eğitimsizlik, susuzluk ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği. Detayına inersek günlerce konuşabiliriz ama şu kadarını söylemekle iktifa edeyim. O da; misyoner hastanelerinde Müslümanlara reva görülen rencide edici hareketler ve incitici sözler… Bu topraklarda rahatsızlığından dolayı bir hastaneye giden bir Müslüman, imanıyla imtihan oluyor. O anda sancıdan kıvranan o insana, “senin ilahın kim, sen kime ve neye inanıyorsun?” gibi sorular soruluyor. O da inancı gereği “Allah” cevabını veriyor. İşte imtihan vakti: “O zaman söyle o Allah’ına. Gelip seni kurtarsın ya da acını dindirsin!” deniyor. Bu durumda siz olsanız ne yaparsınız? Yasir ve Sümeyye olup ötelere mi kanatlanırsınız ya da Ammar olup dediklerini dille bile olsa kabul mü edersiniz? Bu aşağılama değil de nedir? Buralardaki kardeşlerimizi böyle boynu bükük bırakmaya hakkımız yok!
Burada ne gibi işler yapıyorsunuz, faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
En önemli faaliyetlerimizden birisi, suyu olmayan köylere su kuyusu açmak. Gerçekten insanlar bir yudum temiz su için, eğer varsa, 3-5 km ötedeki bir köye giderek su ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Ya da çamurlu suya talip. Bu sene sadece Kamerun’da, halen devam eden Kolera salgınından ölenlerin sayısı 200’ü geçti. Çad ve Nijerya’da da aynı durum söz konusu. Bu ölümlerin başlıca sebebi, temiz içme suyunun bulunmaması…
Bununla birlikte zaman zaman sağlık yardımlarımızla da ihtiyaç sahiplerine destek olmaya çalışıyoruz. Ama netice itibarıyla taşıma suyla değirmen dönmüyor. Bundan dolayı eğitime çok önem veriyoruz. Burada imkânı olmayan öğrencilere ibate ve iaşe imkânı sağlıyoruz. Türkiye’ye lisans ve yüksek lisans düzeyinde öğrenciler gönderiyoruz. 60 kapasiteli yatılı bir kız Kur’an kursumuz var. Yaygın eğitimdeki öğrenci sayısı 1000’i geçti. Kültür merkezimizde bilgisayar dersleri başladı. Ekimden itibaren Türkçe derslerimiz de başlayacak inşallah. 35 öğrenci kapasiteli bir hafızlık eğitim merkezi açtık. Bir yetimhanemiz var ama bu yeterli değil. Daha büyük bir yetimhaneye ihtiyacımız var. Medine-i Münevvere camimiz hizmete girdi elhamdülillah. Ramazan ayı münasebetiyle bir iftar çadırı kurduk. Erzak dağıtımları yapıyoruz. Bir parça eti kurutup, bir yıl boyunca tozlarını tuz gibi yemeğe katarak tatlandırmaya çalışan kardeşlerimize kurban eti dağıtıyoruz. Bu faaliyetlerimiz sadece Kamerun’la da sınırlı kalmayıp; Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Ekvator Gine’si ve Nijerya’ya da ulaşmış durumdadır. Bir aşevimiz var. Her gün yüz kişilik yemek çıkarıyoruz bu aşevinde. Kitaplarımız devlete bağlı özel okullarda okutulmaya başlandı. Franko-Arap ve Anglo-Arap okullarında gündemi biz belirliyoruz elhamdülillah. Aylık bir dergi çıkarıyoruz. Adı “İşte İslam Bu.” Şu an bin adet basıyoruz ancak sponsor bulduğumuz takdirde bu sayıyı beş bine kadar çıkarmayı planlıyoruz.
Bizimle hiç unutamayacağınız bir hatıranızı paylaşır mısınız?
Müslümanların çoğunlukta olduğu bir şehrin belediye başkanını ziyaret etmiştik. Bize şehirdeki bazı sıkıntılardan bahsetti. Bunların içinden benim her hatırladığımda hala vicdanımı sızlatan bir talebini unutmam mümkün değil. Başkan; “bizler, eşlerimizin gebelik kontrollerini ve doğumlarını başka bir alternatifimiz olmadığından dolayı misyonerlerin doğumhanelerinde yaptırıyoruz. Onlar bu kontroller ve bilhassa doğum esnasında bizim mahremiyetlerimize kesinlikle saygı göstermiyorlar. Bu tür davranışlar ve bu davranışlar karsısındaki çaresizliğimiz bizim vicdanımızı ciddi şekilde yaralıyor. Ne olur bize bir doğum evi inşa edin ve bir kaç ebe gönderin.” İşte böyle diyordu başkan. Bu bir haykırış ve yalvarış aslında. Genç okurlarının bu haykırışa sessiz kalmayacaklarını ümit ediyorum.
Afrika için Genç arkadaşlar neler yapabilirler?
En önemlisi “Afrika Genç Gönüllüler Topluluğu”nun kurulması. Her ülkeden temsilcilerin seçilmesi. Düzenli toplantılar ve seminerlerle kültür akışının sağlanması. Gençler böyle bir projeyi hayata geçirebilirlerse, bu Afrika için çok güzel bir kazanım olacaktır.
Son olarak, okuma yazma oranının yüksek olmadığı toplumlarda radyo kullanımı TV’ye nazaran daha fazla. Özellikle kırsal kesimlerde zaten elektrik yok. Elektriği olan birçok yerde de insanların TV alacak imkânları yok. Bundan dolayı iletişim aracı olarak radyonun üstüne hiçbir şey yok. Bu toplumlar için radyo çok acil bir ihtiyaç. Zira ‘incilin sesi’ radyosu aldı başını gidiyor. Hem de Müslümanların akidelerinde ciddi tahribatlar yaparak… Genç Gönüllülerin bu meseleyi de kendilerine dert edinmelerini arzu ediyorum.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
İnsan bilmediği şeyden korkar. Afrika düne kadar bizim için bir muammaydı. Afrika’yı sadece kabileler arası savaşlar, açlık ve bulaşıcı hastalıklarla tanıdık. Böyle tanıttırıldı aslında bize. Bundan dolayı birçoğumuz Afrika’ya gelmekten korktu. Ama artık rüzgâr tersten esiyor. Afrika’nın gerçek yüzünü gördük. Etrafımızda ‘yeni yüzyılın yüz akı Afrika olacak’ diyerek bize hedef gösteren birçok kaliteli insan var.
Yıllarca bize Afrika’dan ürkmemiz gerektiğini empoze edenler, meğer yıllar önce gelmişler ve kök salmışlar bu topraklara.
Gençler! Afrika’ya gelmekten korkmayın! Netice itibariyle burada yasayanlar da insan. Demek ki insan yaşayabiliyor bu topraklarda. Ama Afrika’yı Türkiye ile de karşılaştırmayın. Evet, buralar mahrumiyet bölgesi. Özellikle Sıtmanın ve Koleranın kol gezdiği yerler. Dikkatli olmak lazım. Tabii yabancı olmanın zorlukları apayrı bir mesele. İnsanlar sizi renginizle çağırıyorlar. ‘Hey beyaz adam’ diyerek... Nisbi de olsa ırkçılık kendini hissettiriyor. Ama bütün bunlar aşılamayacak problemler değil. Afrika bir sevdadır! Hem de kara sevda… Bu sevdaya tutulan, kolay kolay bu sevdadan vazgeçemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder