12 Kasım 2012 Pazartesi

Derviş Mehmet’ten Ali Kalkancı'ya - Erkam Tufan Aytav


1930’ların derin devlet zihniyeti ve hâkim medyası ile 1998’lerin derin devlet zihniyeti ve hâkim medyası arasında pek bir fark yoktur. Sadece aktörler değişiyor...

Menemen olayı 81. Yılında yeniden gündeme geldi. Sürekli ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen bir konudur bu.
Her sene belli kesimler bu olay üzerine dindar kesimlere bütün kin ve öfkelerini boşaltırlar. Çünkü onlara göre aydınlık cumhuriyetin yedek subayı Kubilay, örümcek kafalı irticacılar tarafından kafası ‘kör testere’ ile kesilmiştir. Bu bir kalkışmadır, ülkeyi geriye götürmek isteyenlerin işidir. Onun için sopayı bu kesimin sırtından hiç eksik etmemek gerekir. Menemen olayının sonuçları da bin yıl sürmelidir.
Yıllar önce Taha Kıvanç, dönemin Hürriyet yazarıEmin Çölaşan hakkında ilginç bir yazı kaleme almıştı. Menemen olayının seneyi devriyesinden bir gün önce kaleme aldığı yazısında Sayın Çölaşan’ın her sene aynı yazıyı, hem de kelimesi kelimesine yeniden yayınladığını, sadece başlığını değiştirdiğini kaleme almıştı. Yani Taha Kıvanç bir gün önceden Sayın Çölaşan’ın ne yazacağını bilmişti.
Bu gün artık çok net biliniyor ki Menemen olayı bir provokasyondu. Amaç tek parti iktidarını pekiştirmek ve muhaliflere gözdağı vermekti. Ayrıca yıllarca –gerekirse binyıl- kullanılabilmeliydi.
Muhaliflerinizi sindirmek ve iktidarınızı devam ettirmek için bu tür olaylar gereklidir. Yoksa durup dururken sıkıyönetim ilan edemez hatta darbe yapamazsınız.
Bu durumda kadrolu ya da taşeron birini bulmanız gerekir. İşte 1930’da Derviş Mehmet adında esrarkeş biri bulundu. Şeyh kılığına sokularak 6 kişilik bir ekip hazırlandı. Kurban olarak ta Kubilay seçildi. Olaya müdahale için -ne hikmetse sanki hiç muvazzaf subay yokmuş gibi- askerliğini yedek subay olarak yapan Kubilay komutanlığında 25 kişilik birlik gönderildi. Gene ne ilginçtir askerlerin tüfeklerinde gerçek mermi yoktu. Olaydan bir hafta sonra İsmet İnönü Kubilay’ı topuğundan yaralayan merminin Derviş Mehmet’in silahından değil de roberla denen tabancadan çıktığını söylemişti. Ama savcılık bunu dikkate almadı. Mermi kalabalık içinde istihbarat elemanları tarafından sıkılmıştı. Yaralanan Kubilay hükümet konağına sığınmak istediği halde konağın kapısı ona açılmamıştı, o da camiye sığındı. Camide başı kesilip kesilmediği de tartışmalı bir konudur.
Bunun üzerine olay yerine gelen askeri birlik başta Derviş Mehmet ve halka yaylım ateşi açtı. Derviş Mehmet orada öldürüldü, deliller karartıldı.
Bu nasıl derviştir ki öldüğünde cebinde esrar çıkmıştı ve sabah namazı sonrası başlattığı olayda namazını kılmayıp bahçede beklemişti. Beynamaz, esrarkeş bir derviş. Sevsinler sizin aktörünüzü, provokatörünüzü.
Çok ucuz bir senaryodur bu Menemen olayı. Neresinden tutsanız elinizde kalır. İşin üzerine gidebilecek, olayın gerçek yüzünü ortaya çıkaracak muhalefet ve basın olmadığı için de konu o dönem rahatlıkla çarpıtılabildi, istismar konusu yapılabildi.
Aynı zihniyet yıllar sonra yani 28 Şubat sürecinde de kollarını sıvadı. Gene sahte şeyhler bulundu, eğitildi. Bu seferkinin adı Derviş Mehmet değil Ali Kalkancı idi. Bu şeyhimiz görevini hakkı ile ifa etti. Daha sonra İstanbul Narkotik polisinin baskını ile fabrikasında 2 milyonun üzerinde Captagon uyuşturucu hap ele geçirilmişti.
Ne ilginçtir derin devletin şeyhleri ne hikmetse uyuşturucu ile yakından ilgili çıkıyorlar. Şeyhimizin kerametleri de vardı. Uzak doğudan getirdiği uzaktan kumandalı cihazla uzaktan postu oynatabiliyordu.
Şerefli medyamız bunları haber yaparken Cumhuriyet tarihinin en büyük malı götürme operasyonu yapılıyor, bankalar boşaltılıyordu. Bununla kalsa gene iyiydi. Binlerce insan inançlarından dolayı memurluktan atıldı, takibe uğradı, fişlendi, hayatları karartıldı.
1930’ların derin devlet zihniyeti ve hâkim medyası ile 1998’lerin derin devlet zihniyeti ve hâkim medyası arasında pek bir fark yoktur. 
Sadece aktörler değişiyor birinde Derviş Mehmet öbüründe Ali Kalkancı.
Ama artık bu millet bunları yemiyor haberiniz olsun.

Hiç yorum yok: