6 Ekim 2012 Cumartesi

Türkiye ve Suriye'deki darbelerin şifreleri.. -Hafız Esed'i ılımlı general diye yutturmuslardı! -Beşşar Esad'ın babasından devraldığı mirasa bakar mısınız! -Suriye Baasçıları nasıl iktidarda kalabildiler?


Türkiye ve Suriye'deki darbelerin şifreleri..

Türkiye ve Suriye'deki darbeler tarihi incelendiğinde, bu darbeler arasında ilginç benzerlikler olduğu dikkat çekiyor. 1963'de Suriye'de Baas partisi askeri darbeyle işbaşına geldiğinde, Türkiye'de Talat Aydemir'in darbe girişimleri akamete uğruyordu. Hafız Esad 1970'de gerçekleştirdiği bir darbeyle Baas'ın sözde aşırı sol kanadını tasfiye ederek tek başına iktidarı ele geçirmişti. Türkiye'de ise 9 Mart 1971'de Baas tipi bir rejim kurmak isteyen cunta akamete uğramıştı. 12 Mart darbesi 9 Mart'ı tasfiye etmişti.
Uzun yıllar sürgünde yaşayan Kürt siyasetçi Kemal Burkay, PKK'nın devletin bir kanadının desteğiyle kurulduğunu iddia ediyor. PKK'nın daha sonra Suriye'nin denetimine girdiğine dikkat çeken Burkay, Şam'da görüştüğü Öcalan'ın kendisine 'Bizi önce askeri istihbarata, sonra da Cemil Esad'a bağladılar' dediğini açıkladı. Burkay'a göre PKK Suriye'nin denetimine girmişti ama Türkiye'deki ilişkilerini de sürdürmüştü. Kürt siyasi hareketinin önemli isimlerinden Kemal Burkay, 'Kanal A' televizyonundaki 'görüş farkı' programında PKK'nın Suriye ile ilişkilerine dair önemli açıklamalarda bulundu.
PKK'nın ilk hedef aldığı sosyalist Kürt örgütlerden birinin lideriydi Burkay..
O ilk döneme ilişkin olarak bakın ne diyor Burkay:
'Bazı ilerici, demokrat yargıçlar,savcılar , kaymakamlar PKK için 'arkasında devlet var' diyorlardı. Bunu açıkça söylüyorlardı. Birden bire silahlandı bu grup. Cinayet işleyenler bir kapıdan alınıp diğer kapıdan bırakılıyordu'.
Burkay'a göre Abdullah Öcalan PKK'yı devletin parası ile kurmuştu ve 3 yıl süreyle her denileni yaptığını itiraf etmişti.
Öcalan'ın Suriye'ye geçtikten sonra Şam'ın denetimine girdiğini vurgulayan Burkay sözlerine şöyle devam ediyordu:
'Ama Türkiye ile istihbarat örgütleriyle ilişkileri koptu mu? Sanmıyorum. Çünkü 12 Eylül sonrası 1984-1987'lerde yurtdışında da bize ve diğer Kürt örgütlerine, sol örgütlere yönelik saldırılar yurtdışında da devam etti. Kadrolarımızı vurdular. Yurtdışında cuntaya karşı mücadele eden, Türkiye'deki demokrasi güçleriyle dayanışma gösteren,siyaset yapan, kültürel çalışma yapan seçkin insanlara yöneldi PKK'
İLGİNÇ BENZERLİKLER
Burkay'a bakarsak, Öcalan Türkiye'den çıktıktan sonra Suriye'nin denetimine girmiş ama her iki tarafla ilişkisini de sürdürmüş.
İşte zaten işin püf noktası da burası..
Suriye tarafı, Öcalan'ın Türkiye tarafındaki ilişkilerinden habersiz olamayacağına göre acaba bu iki taraf arasında bizim bilmediğimiz bir şeyler mi var?
Hafız Esad 1970'de bir iç darbeyle iktidarı tek başına ele geçirdikten sonra Suriye istihbaratını güçlendirmişti.
Suriyeliler Türkiye'deki siyasi gelişmeleri büyük bir ilgiyle izliyorlardı, hatta izlemekten öteye geçmişler ve bazı elemanlarını da 1970'lerin başlarında bazı illegal örgütlerin içerisine sızdırmışlardı da.
'12 Mart' öncesinde, kökü '27 Mayıs'a kadar giden bazı cuntalaşmalar sözkonusuydu biliyorsunuz.
27 Mayıs'ı yetersiz bulanlar 1962 ve 1963'te Albay Talat Aydemir liderliğinde darbe girişimlerinde bulunmuşlardı.
Ne tesadüf, Suriye'deki Baasçılar da 8 Mart 1963'te bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirmişlerdi.
Hafız Esad bu darbede genç bir havacı yüzbaşıydı.
Birkaç yıl sonra Hafız Esad 'Hava Kuvvetleri Komutanı' olmuştu.
İPLER KİMİN ELİNDE?
1966'daki Baas içindeki sol kanat ikinci bir darbe gerçekleştirmişti.
Ve bu darbede Esad'ın kontrolündeki 'Hava Kuvvetleri' önemli rol oynamıştı.
Sonraki yıllarda BAAS içindeki iktidar kavgası büyümüş ve karşılıklı darbe girişimleri sözkonusu olmuştu.
13 Kasım 1970'da Hava Kuvvetleri Komutanı ve Savunma Bakanı Hafız Esad, BAAS'ın sol kanadına karşı darbe yaparak iktidarı ele geçirmişti.
Salah Cedid ve Muhammed Ümran gibi BAAS'ın önde gelen askeri liderleri tasfiye edilmişti.
Yine ne tesadüf, 9 Mart 1971'de Türkiye'de Baas tipi bir rejim kurmak için darbe yapmaya hazırlanan bir grup kendi içinde ikiye ayrılmıştı.
'9 Martçılar'ı radikal olarak gören diğerleri 12 Mart darbesini gerçekleştirerek bu grubu tasfiye etmişlerdi.
BAAS TÜZÜĞÜ MODEL OLMUŞTU!
Hafız Esad'ın 1970'deki darbesi de hem Türkiye, hem Batı tarafından 'aşırı sol kanat tasfiye edildi' denilerek alkışlanıyordu.
Yani, Hafız Esad ılımlı bir asker olarak görülüyordu.
Yine ne tesadüftür ki, akamete uğrayan 9 Martçılar Baas tipi bir rejimin kurulması için bir anayasa da hazırlamışlardı.
Bu anayasanın hazırlanmasında Suriye Baas partisinin tüzüğü de bir model olarak incelenmişti.
9 Martçıların anayasa taslağını hazırlama işi de Havacı subaylar tarafından üstlenilmişti.
Emekli deniz Binbaşı Erol Bilbilik şöyle diyordu:
'9 Mart 1971 eylemi planlanırken: Devrim Anayasası, Devrim Partisi Tüzüğü, Devrim Partisi Genel Sekreteriliği ve Devrim Mahkemeleri gibi konularda çok içerikli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalara ait dökümanlar koordine komitesini oluşturan Havacı gruba teslim edilmiştir.'
KARANLIK DÖNEMLER
Hafız Esad, sözde Baas'ın aşırı sol kanadını tasfiye etmişti, 12 Martçılar da aynı şekilde 9 Martçıları tasfiye etmişti.
9 Mart'ın liderlerinden olduğu iddia edilen Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur taraf değiştirmişti.
Hava Kuvvetleri taraf değiştirince 9 Mart akamete uğramıştı.
Bu bilgileri şunun için veriyorum..
27 Mayıs sonrası, bilhassa 1963 ve sonrası, Türkiye ve Suriye'de yaşanan cuntasal gelişmeler biribirine benziyor.
1966 ve 12 Mart 1971 arasında tanık olduğumuz olaylar toplumumuzu oluşturan unsurların biribirinden ayrıştırılmasını hızlandıran türden gelişmelerdi.
12 Mart-1980 arasında meydana gelen karanlık olaylar da bu sürecin bir devamıydı.
Sağ ya da sol örgütler karmaşık bir sürecin içerisinde filizlenmiş gibi görünüyor.
TAŞLAR YERİNE OTURUYOR
Abdullah Öcalan da 1970'lerin ilk yarısında, 12 Mart öncesinde kurulan illegal bir sol örgütün çevresinde yer almıştı.
Bu örgütün(THKP-C), ordu içerisinde, özellikle genç Havacı subaylar arasında geniş bir sempati çevresine sahip olduğu biliniyor.
Bu parantezi kapatmadan önce söylemek gerekirse, '12 Mart' öncesinin cuntasal gelişmelerinde rol oynayan aktörler üzerinde yapılacak titiz bir inceleme, Türkiye ve Suriye darbecileri arasındaki benzerliklere ve muhtemel işbirliklerine ilişkin ilginç ipuçlarına rastlayacaklardır.
Kemal Burkay'ın Abdullah Öcalan'ın Suriye'nin denetimine girdiğini ama Türkiye'deki ilişkilerini de devam ettirdiğini vurgulamasıyla bu analiz kanımca daha yerli yerine oturuyor.
Sahi, 28 Şubat sürecinde de '9 Martçılar'dan arta kalan bazı aktörlerin etkili olduğu iddia edilmemiş miydi?
Biz bu isimlerden bazılarına, sonraki darbe girişimlerinde de rastlamamış mıydık?
9 Mart-12 Mart kırılmasına benzer bir kırılmanın hem '28 Şubat' sürecinde, hem sonraki cuntalaşmalarda da gerçekleştiğine tanık olmamış mıydık?
Bu yüzden Burkay'ın açıklamaları önemlidir.
Öcalan'ı Cemil Esad yönetiyordu!
Kemal Burkay'ın 'Kanal A' programında yaptığı açıklamalarda Abdullah Öcalan ile Şam'da yaptığı bir görüşmeye ilişkin olarak şunları da söylemişti:
'Suriye'de iken Öcalan istihbaratın denetimindeydi. Önce askeri istihbarat, daha sonra Esad ailesinden Cemil Esad tarafından yönetildi. Ben bunu bizzat Öcalan'dan duydum. Öcalan bana, 'Biz önce askeri istihbarata bağlıydık, sonra bizi Cemil Esad'a bağladılar' dedi. Bunu Kürt politikasıyla meşgul olan herkes bilir.Bazısı bunu açıkça söylemez'
Hafız Esad'ın yakın adamlarından Abdülhalim Haddam, Beşşar Esad ile anlaşmazlığa düşerek Suriye'den ayrılmıştı.
Şimdi sürgünde yaşayan Haddam, Hafız Esad döneminde Devlet Başkanı yardımcısıydı.
Hafız Esad'ın kara kutusu olarak bilinen Haddam da Burkay'ın iddialarını doğrulayan açıklamalar yapmıştı.
Bakın ne demişti:
'Abdullah Öcalan'ın Temmuz 1979'da Suriye'ye yerleşmesinde Hafız Esad'ın Aralık 2004'te ölen kardeşi Cemil Esad önemli rol oynadı. Ben başkan yardımcısı olarak dış politikadan sorumlu olduğum için karşı olduğumu söylemiştim. Buna rağmen Cemil Esad'ın Öcalan'ı Türkiye'ye karşı kullanmak için Suriye'ye getirdiğini sanıyorum. Cemil Esad, Öcalan'la çok samimiydi. Hafız Esad, Öcalan ile direkt görüşmüyordu ama Suriye'de bulunduğu süre içinde Öcalan ile ilgili bilgileri muntazam bir şekilde Cemil Esad'tan alıyordu.'
Nikolaos van Dam 'Suriye'de iktidar mücadelesi' isimli kitabında verdiği bilgilere göre Cemil Esad, Hafız Esad'ın diğer kardeşi Rıfat kadar olmasa bile önemli bir askeri görevde bulunuyordu..
Cemil Esad Lazkiye ve Tartus'a kadar büyük bir bölgeyi kontrol ediyordu.
Bu bölgedeki her türlü ticaret de Cemil Esad'tan geçiyordu.
Gerçekten de Cemil Esad, PKK'yla derin ilişkiler içerisindeydi. Öyle ki 1989'da Batı Almanya'nın Düsseldorf şehrindeki PKK yargılamasına 'avukat' olarak katılacak kadar açık oynuyordu.
PKK'nın yayın organı 'Serxwebun' dergisine bir röportaj vererek Türkiye'ye ağır eleştirilerde bulunmuştu.
Cemil Esad, 'ASALA'nın Türkiye'ye ilişkin iddialarına da açıkça destek veriyordu.
PKK kurucularından Baki Karer de 1987'de yaptığı açıklamalarda Öcalan, Cemil Esad üzerinden Suriye istihbaratıyla ilişkiye geçmişti.
Öcalan düzenli olarak 'Muhaberat'a rapor veriyordu.
Karer, Öcalan'ın 'ASALA' ile geliştirdiği öncelikli ilişkiye de dikkat çekmişti.
Türkiye ve Suriye 1999'da bir savaşın eşiğine kadar geldiğinde Abdülhalim Haddam bizzat Öcalan'a konuşarak durumu anlatmıştı. Şam artık Öcalan'ı içerde tutamayacaktı.
Öyle de oldu.
Suriye'de tutulamayan Öcalan dışarda da tutunamayacaktı.
'El Murtaza Birliği'nin Türkiyeli milisleri..
Cemil Esad, diğer kardeşi Rıfat Esad kadar meşhur değildi ama bu daha önemsiz bir konumda olduğunu göstermiyor.
Cemil Esad, Suriye'deki Esad rejimin sırtını dayadığı alevi kesimi kontrol altında tutuyordu.
Lazkiye bölgesinde 4 bin kadar silahlı milise sahip olan 'Ali el Murtaza Birliği'nin komutanıydı.
Lazkiye'deki istihbarat ağı da Cemil Esad'ın oğlu Fevvaz Esad'ın elindeydi.
Nikoloas van Dam'ın verdiği bilgilere göre Cemil Esad, 'El Murtaza'yı 1981'de kurmuştu.
Dini cepheye bürünmüş siyasi bir örgüt olan El Murtaza'nın 'Baas' partisinden farklı, hatta bazen tam tersi mezhep kanalları yoluyla Alevi cemaatinin bir bölümünü harekete geçirmede rol oynamıştı.
El Murtaza Cemirah, Humus ve Hama gibi yarı-kurak ya da çöl bölgelerinde yaşayan bedevilere, çiftçilere, oradaki halkın aslında 'alevi' olduğunu ancak Osmanlı yöneticileri tarafından 'sünni müslüman yapıldığını söyleyerek mezheplerini değiştirmeye çalışmıştı.
Murtaza birliğinin kimi üyeleri Rıfat Esad'ın 'Savunma Birlikleri' yoluyla silahlandırılmış, kentlerde iç güvenlik ve düzeni tehdit eden, silahlı çeteler oluşmuştu. Cemil Esad ve oğlu Fevvaz da dahil olmak üzere, Esad ailesinin genç üyelerinin, özellikle de Lazkiye ve Tartus bölgelerinde gerçekleştirdiği kanun dışı eylemlere yönetim bir süre göz yummuştu.
Nikoloas van Dam, Baas partisinin otoritesine zarar veren, yönetimin itibarını zedeleyen bu eylemlerin daha sonra kısmen de olsa önünün alındığını belirtiyordu.
'El Murtaza' 1983'de, Devlet Başkanı Hafız Esad'ın emri üzerine feshedilmişti.
Bu kararda Rıfat Esat ile Hafız Esad arasında yaşanan iktidar savaşının rol oynadığı söylenir.
'El Murtaza' milislerinin Rıfat tarafından silahlandırılmış olması Hafız Esad'ı kuşkulandırmaya yetmişti.
Ancak Cemil Esad, Rıfat Esad gibi dışlanmamıştı.
Hafız Esad öldüğünde de Rıfat Esat yerine Beşşar Esad'ı desteklemişti Cemil Esad.
1980'lerde Türkiye'deki 'THKP-C Acilciler' örgütüne de yine Cemil Esad destek vermişti.
Örgütün asli hüviyetinden giderek sıyrılması Merkez Komite arasında çatışmalara sebep olmuştu.
Örgütü Suriye istihbaratının emrine girmekle suçlayan bazı yöneticiler örgütten ayrılmışlardı.
Ayrılanların iddialarına göre Acilciler, Cemil Esad'ın kullandığı bir örgüt haline gelmişti.
Marksist-Leninist bir örgüt olan 'Acilciler', El Murtaza gibi dini bir cephesi bulunan örgütün taraftarları olmuştular.
Ayrılanlar en çok da bu durumu içlerine sindirememişlerdi.
1988'de 'Milliyet'ten Rafet Ballı'nın Paris'ten geçtiği bir haberde 15 kadar Acilciler üyesi militanın yakalandığı belirtiliyordu.
Acilciler'e ait evlerde Suriye istihbaratından oldukları zannedilen 3 Suriyeli de gözaltına alınmıştı.
Ballı'nın Paris'teki 'mülteci sol çevre'den aldığı bilgilere göre, Aciler sürgündeki 'Müslüman Kardeşler' teşkilatının yöneticilerine suikast hazırlığı içerisindeydiler.
Aynı operasyonda Acilciler'in liderlerinden Mihraç Ural da gözaltına alınmıştı.
Ballı'nın verdiği bilgilere göre Ural, '12 Eylül'den çok kısa bir süre önce Adana Cezaevinden firar ederek Suriye'ye kaçmış ve bilahere Cemil Esad'ın sekreteriyle evlenmişti.
Haberde THKP-C Acilciler örgütünün 'Hatay Kurtuluş örgütü'ne dönüştüğü ifade ediliyordu.
Buna göre, Hataylı olmayanlar giderek örgütten kopmuşlardı.
Acilcilerin örgütten kopan diğer liderleri de, Lazkiye'de Cemil Esad'ın örgüt üstündeki nüfuzundan şikayetçiydiler.
Öyle iddialar ortaya atılıyordu ki, içler acısıdır.
Filistinlilere yardım etmek için Lübnan'a giden devrimciler bir süre sonra kendilerini Hafız Esad ile düşman haline gelen Arafat'ın kuvvetleriyle çatışırken buluyorlardı.
Örgütün Suriye gizli servisinin güdümüne girdiğini anlayan ve bu duruma itiraz eden devrimcilerin başına da tuhaf işler geliyordu.
Yine örgütün üst düzey eski yöneticilerinin iddialarına göre Cemil Esad Kahramanmaraş, Adana, Mersin ve Malatya'daki alevi kesimlere olan ilgisini ve ilişkisini saklamıyordu.
İddialara göre 'Acilciler' örgütü 'dar mezhepçi' bir karaktere büründürülmüştü.
Anlaşılan o ki, Cemil Esad, Türkiye'ye çok özel bir ilgi gösteriyordu.
Cemil Esad 2004'de öldüğünde geride Türkiye'ye ilişkin olarak geniş bir ajanda miras bırakmıştı.
Bugün Esad rejimini en fazla müdafaa edenlerin de bu ajandada yer alanlardan olması anlamlı değil midir?
Acaba Türkiye toplumunun ayrıştırılmasına yönelik çalışmalarda bu ilişkilerin tarihi nereye kadar uzanıyor?
Asıl merak edilmesi gereken soru budur.

Hafız Esed'i ılımlı general diye yutturmuslardı!

Beşar Esed, Çin ve Rusya'nın desteğiyle halkını öldürmeye devam ederken, babası Hafız Esed 13 Kasım 1970'de askeri darbeyle iktidarı ele geçirdiğinde Batı ve Türkiye basını 'General Esed, Baas içindeki Moskova yanlısı aşırı sol kanadı tasfiye ediyor' diye övgüler yağdırmıştı. Oysa Esed iktidarı ele geçirdikten sonra Suriye'yi eskisinden daha etkin biçimde Moskova'nın güdümüne sokmuştu. Hafız Esed, asker darbe yapmadan önce, hükümetten habersiz olarak Irak'taki Baas grubuyla gizli bir anlaşma yapmış ve bir bölük Irak askerini 'İsrail'e karşı çarpışacaklar' gerekçesiyle Suriye'ye sokmuştu. Bütün hayatı boyunca İsrail'i bahane göstererek ordusunu Rus silahlarıyla takviye eden Esed elde ettiği askeri gücünü İsrail'e karşı değil halkına karşı kullanarak iktidarını sürdürmüştü.
Çin, Rusya ve maalesef İran'ın desteğini arkasına alan 'Esed rejimi', dünyanın geri kalanının muhalefetine rağmen kan dökmeye devam ediyor.
Beşar Esed'in babası Hafız Esad ise 13 Kasım 1970'de bir askeri darbeyle, 'Baas' partisinin güya 'Moskova yanlısı' aşırı sol kanadını tasfiye ederek iktidarı ele geçirmişti.
Herkes de yutmuştu Hafız Esed'in zokasını.
Türkiye basınında da Hafız Esed, 'Baas Partisi'nin aşırı sol kanadını tasfiye eden ılımlı general' olarak lanse edilmişti.
Aslında Esed'in darbe yaparak iktidarı ele geçireceği 1969'dan beri konuşulan ve dillendirilen bir husus idi.
Hafız Esed, başta General Salah Cedid olmak üzere kendisini en üst makamlara kadar taşıyan yakın arkadaşlarına savaş açmıştı.
HERKESİ YANILTTILAR
Baştan beri çok sinsi davranarak iktidarı tek başına ele geçirmeyi amaçlayan Hafız Esed niyetini 1969'daki darbede göstermişti.
Baas Partisi içindeki güç mücadelesinin bir ürünüydü bu darbe..
Suriye'deki askeri yönetiminin en güçlü ismi olan Salah Cedid, Baas Partisi'nin desteğini arkasına almıştı.
Esed'in Baas Partisi'ne dayanarak iktidarı ele geçirmesi sözkonusu değildi.
Ancak hem 'Savunma Bakanı', hem de 'Hava Kuvvetleri Komutanı' olan Hafız Esed'in önünde duracak sivil ve askeri bir güç bulunmuyordu.
Öte yandan Baas'ın aşırı sol kanadını öne sürerek Batı kamuoyuna kendisini ılımlı bir solcu olarak göstermeyi başarmıştı.
'Soğuk Savaş' dönemiydi ve Suriye'nin Moskova'nın güdümünde olması Ortadoğu'da tehlikeli bir gelişme olarak görülüyordu.
Hafız Esed, Amerika, İngiltere ve Batı Avrupa'nın bu zaafından yararlanmasını bilmişti.
Türkiye'deki basın organları da Hafız Esed'in yaydığı bu propagandanın etkisi altındaydı.
Mesela 3 Mart 1969 tarihli 'Milliyet' gazetesinde Mehmet Ali Birand 'Yeni bir ihtilal her an patlayabilir: Suriye için için kaynıyor' başlıklı bir yazısı bu propagandanın izlerini taşıyordu.
Birand şunları yazmıştı:
'Savunma Bakanı Hafız el Assad iki hafta önce askeri birlikleri sokağa çıkararak Baas Partisinin 'aşırı sol gidişine' dur demesi , iki grup arasındaki çatışmayı artırmıştı. Ilımlı solcular ile aşırılar arasındaki çekişmede Başbakan Attasi sert bir tutumla istifasını vermişti. Taraflar silahlanarak Hafız El Assad'a başkaldıracaklarını ilan etmişlerdi. Savunma Bakanı ise bu arada, Attasi'nin haberi olmadan, Irak ile bir anlaşma yapmış ve bir bölük Irak askerini İsrail'e karşı çarpışacakları gerekçesiyle Suriye'ye sokmuştur. Irak'ta iktidarı tutan Baas grubu da ılımlı solculardan kuruludur ve Suriye Savunma Bakanını desteklemektedir. Hafız El assad aynı anda partiyi kongreye çağırmış ve bir plan sunarak 'partinin bütünlüğünü koruma' gerekçesiyle, Moskova taraftarı aşırı solcuların partiden ve ordudan temizlenmesini istemiştir. El Assad, Suriye'nin gidişini düzeltmek amacı güttüğünü ileri sürmektedir.'
Birand'ın gözlemleri daha çok Batılı haber kaynaklarına dayanıyordu tabii.
İSRAİL BAHANE, İKTİDAR ŞAHANE
1967 savaşında Suriye, Golan tepelerini İsrail'e kaptırırken Esed aynı görevlerdeydi ve bu yenilgide büyük payı vardı.
Buna rağmen Esed görevinin başında kalmayı başarabilmişti.
Üstüne üstlük, Birand'ın yazısında belirtildiği gibi arkadaşlarını kandırarak İsrail'e karşı çarpışacaklar gerekçesiyle Irak askerlerini Suriyeye sokmuştu.
Esed'in İsrail ile savaşmaya hiç niyeti yoktu ve bütün iktidarı boyunca bu iki yüzlü tutumunu incelikle sürdürmüştü.
Öte yandan, güya 'Moskova yanlısı' diyerek diğer Baas liderlerini tasfiye ettikten sonra Suriye'yi daha etkin biçimde Moskova'nın güdümüne sokmuştu.
Bu sayede ordusunu Rus silahlarıyla ve savaş uçaklarıyla tahkim ederek azınlık iktidarını halkına karşı güvence altına almıştı.
UZMANLAR BİLE FAKA BASTI
Esed'in 'ılımlı' bir solcu olduğu zokasını Ortadoğu uzmanı akademisyenler bile yutmuşlardı.
Bu akademisyenlerden birisi de Prof. İsmet Giritli'ydi.
13 Kasım 1970'deki askeri darbeden sonra, 21 Kasım'da 'Milliyet' gazetesinde 'Suriyede yeni darbe' başlıklı bir yazı kaleme alan Prof. Giritli şöyle diyordu:
'Alevi cemaatinin temsilcisi olan Salah Cedid, Baas partisinin sol kanadı ile işbirliği yapmış, ordunun tekrar Sünni arapların etkisine düşeceği korkusu ile Mısır ile birleşmeye karşı çıkmış ve Sovyetler Birliği'yle çok sıkı bir işbirliği kurmuştur. Bu ekibin sert ve katı politikası birçok 'gayri memnunlar' vücuda getirmiş ve yeni askeri darbelerin tohumlarını atmıştır. İşte 13 Kasım 1970'te yine Baas partisine mensup ve bir Alevi olan fakat daha 'ılımlı' bir politikanın takipçisi olarak tanınan Suriye Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı General Hafız Esad'ın yaptığı darbe beklenmekte olan hareketlerden birisidir.'
15 Kasım 1970 tarihli Milliyet'te ise Hafız Esed'in 'alevi' olduğu için muhtemelen Devlet Başkanlığını üstlenmeyeceği belirtiliyordu.
Oysa kısa bir süre sonra o koltuğa oturacaktı Esed.
Aynı yazıda Baas partisi kongresinde yenilgiye uğrayan Esed'in askeri darbe yaparak solcu Baas rejimini devirdiği, aşırı solcu ve marksist olan diğer yöneticileri tutuklattığı belirtiliyordu.
O dönemde Türkiye'de de Baas tipi bir rejim kurmak isteyenler darbe hazırlığı içerisindeydiler.
Tesadüf bu ya, 9 Mart 1971'de darbe yapmayı planlayan kemalist-sol cuntacılar, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde, Suriye Baas partisinin tüzüğünü de inceleyerek yeni bir anayasa taslağiı üzerinde çalışıyorlardı.
TÜRKİYE KAYNIYORDU
Hafız Esed ilk darbeyi 2 Mart 1969'da, son darbeyi ise 13 Kasım 1970'de indirmek suretiyle iktidarı ele geçirmişti.
Baas darbeleri 9 Mart 1971'de akamete uğrayan bizim cuntacılar için esin kaynağı olmuştu.
İktidarda Süleyman Demirel vardı, üniversiteler ve ordu için için kaynıyordu.
Hiç şüphesiz Türkiye'deki bu kaynamalardan Hafız Esed ziyadesiyle istifade etmişti.
Çünkü Suriye'de gerçekleşen daha önceki askeri darbelerde Türkiye teyakkuz halinde olmuş ve hatta bir askeri müdahele seçeneği bile düşünülmüştü.
Bu kez basın yayın organları, askeri çevreler ve akademik çevreler Hafız Esed darbesine Fransız kalmışlardı. Üstüne üstlük Hafız Esed'e yönelik bir sempati dalgası bile oluşturulmuştu.
Bu vakıayı bir kenara not etmek gerekiyor.
'Adam bizimkilerin değil, KGB'nin adamı çıktı arkadaş'
13 Kasım 1970'de General Hafız Esed askeri darbeyle başa geçtiğinde Türkiye'de Suriye'ye ilişkin olarak tam bir bilgi kirliliği sözkonusuydu.
Gazeteciler, Ortadoğu uzmanları Esed'in 'ılımlı' bir rejim kuracağı görüşünü seslendiriyorlardı.
Başbakan Süleyman Demirel de bu bilgi kirliliğinin etkisi altında kalmıştı.
Hafız Esed darbesi hakkında acaba istihbarat kuruluşları ne düşünüyorlardı ve Başbakan Demirel'e hangi bilgileri aktarmışlardı?
Buna dair bir bilgi, Soner Yalçın'ın 'Bay Pipo' kitabında yer alıyor.
Demirel'in yakın çalışma arkadaşlarından ve bakanlarından Seyfi Öztürk 1991'de Soner Yalçın'a ilginç anekdotlar aktarmıştı.
Demirel, MİT'ten gelen gizli dosyaları Seyfi Öztürk'e okutuyordu.
Bu dosyalardan birisi de Hafız Esed ile ilgiliydi.
Seyfi Öztürk 1991'de Soner Yalçın'a bakın neler anlatmış:
'Başbakan Demirel yanıma geldi, 'Seyfi gel, seninle bir şey konuşacağım'dedi. Ben sanıyorum ki makamında konuşacağız. 'Çıkalım' dedi. Başbakanlıktan çıktık. Makam arabasına da binmedi. Kim dinliyor tahmin edersin! Neyse, yürüyoruz. Makam arabalarımız ve korumalar da arkamızdan geliyor. Fısıldayarak dedi ki, 'Yahu Seyfi, Fuat Doğu geldi bugün bana. Bir haber verdi, doğru mu değil mi, bilmiyorum valla. Bizimkiler(MİT), CIA ile birlikte Suriye'de darbe yapacaklarmış. Hafız Esad diye bizim çok iyi tanıdığımız bir Çerkez'i başa geçireceklermiş. Adam bize çok bağlıymış. Sen akşam radyoyu bir dinle ve bana haber ver, iş doğru mu?' Ayrıldık. Akşam radyoyu dinledim. Sahiden darbe olmuş. Hafız Esad da başa gelmiş. Lakin adam bizimkilerin değil, KGB'nin adamı çıktı arkadaş.'
Soner Yalçın, bu anekdotun altına şu notu düşmüş:
'Kamuoyu, Fuat Doğu'nun 'çerkez arkadaşı' Hafız Esad'ın o günden sonra Türkiye'nin ne denli 'dostu' olduğunu yakından görecekti.'
Oysa Hafız Esad çerkes değil, aleviydi.
MİT Müsteşarı General Fuat Doğu Türkiye'de 'Baas tipi rejim kurmak için' darbe planlayan 9 Mart cuntasını deşifre etmiş, engellemişti.
Fuat Doğu'nun Esed hakkında Demirel'e kasten yanlış bilgi vermesi düşünülemez.
Demek ki birileri de, belki de 'köstebekler', Fuat Doğu'ya yanlış istihbarat ulaştırmışlardı.
Hafız Esed'in ve Türkiye'deki yandaşlarının zokasını istihbarat birimleri de yutmuşlardı.
Babası da Humus'u kan gölüne çevirmişti!
Esed rejimi Humus'u şehir mezarlığına çevirmeye devam ediyor.
Nisan 1973'te de Beşar Esed'in babası Hafız Esed de Humus'ta onlarca Suriyeliyi katletmişti.
1970'de iktidarı bir darbeyle ele geçiren Hafız Esed, yeni Anasayaya 'devletin resmi dini İslamdır' maddesini koymamıştı.
Esed'in anayasası 12 Mart 1973'de halk oyuna sunulacaktı.
Aşırı laik sosyalist politikanın ürünü olan Esed'in anayasası büyük halk kitleleri tarafından protesto edildi.
Esed, 'Devletin resmi dini İslamdır' ibaresi yerine 'devlet başkanının müslüman olacağı' şeklinde bir madde eklemekle yetindi.
Protestolar, baskı altındaki halk oylamasının ardından da devam etti.
İlk protesto Humus'tan geldi.
Mevlid Kandili'nin kutlandığı bir Pazar günüydü.
Humus'taki 'el-Kebir' camiinde başlayan protesto gösterisine polis müdahale etti.
Çıkan kargaşada Humus Emniyet Müdürü bıçaklanarak öldürüldü, Humus valisi İsmail Yusufi ise canını zor kurtardı.
'Esed Allah'ın düşmanıdır' diye yürüyüşe geçen halkın üzerine ordu birlikleri ateş açtı, 15 Humus'lu öldü, 60'ı yaralandı.
Pazartesi olaylar daha da yaygınlaştı, bu kez lise öğrencileri Pazar günü öldürülenleri protesto etmek için yürüdüler.
O gün Humus esnafı kepenk indirdi, kentte hayat durdu.
Polisin 'dükkanlarını açmayanların mallarına el konulacağını' ilan etmesine rağmen protesto gösterileri sürdü.
Bu gösteriler sırasında da onlarca insan hayatını kaybetti.
Tanklar, zırhlı araçlar kentin kavşak noktalarını işgal ettiler.
Esed rejimi Humus'taki olayları saklamak istediyse de başaramadı.
Olaylar Lazkiye'ye sıçradı.
Humus ve Lazkiye'deki gösterilerde yüzlerce Suriyeli hayatını kaybetti.
Halkın isyan etmesinin ardından aşırı laik tutumundan taviz vermek isteyen Hafız Esed kaş yapayım derken göz çıkardı.
Bastırdığı Kur'an-ı Kerim'in kapak zarfına kendi resmini koydurdu.
İslami geleneklere ters düşen bu yaklaşımından ötürü Hafız Esed bir türlü dikiş tutturamadı .
1982'de Hama'yı yerle bir etmesine, binlerce insanı katletmesine rağmen Suriye'de İslami muhalefeti ve İslami gelenekleri yok etmeyi başaramadı.
Oğlu Beşar Esed de babasından yolundan gidiyor ama Suriye halkı er ya da geç kendi yolunu bulacak.

Beşşar Esad'ın babasından devraldığı mirasa bakar mısınız!

1970'de bir darbeyle yönetime el koyan Hafız Esad, sadece Sünni, Dürzi ve İsmaili kökenli yol arkadaşlarını değil, kendisine daha önce kol kanat germiş olan Alevi rakiplerini de birer birer tasfiye ederek 'Suriye'nin tek efendisi' haline gelmişti. Baas Partisi'nin pek çok kurucusu ve yöneticisi ya hapiste ya sürgünde öldü. Baas Partisi'nin önde gelen pek çok yöneticisi de uğradıkları suikastler sonucunda hayatlarını kaybettiler. Beşşar Esad'ın babasından devraldığı miras böyle bir mirastı.
“Timetürk'de 1966-1970 yılları arasında Suriye Devlet Başkanlığı yapan Nurettin Atassi'nin oğlu Muhammed el-Attasi'nin 'Kırk yıl sonra benim Suriyem' başlıklı yazısını okudum.
Duygulu bir yazıydı.
1963'de bir askeri darbeyle iktidara gelen 'Baasçılar'ın kendi aralarındaki hizip savaşlarına şöyle bir göz attım.
Nurettin Atassi'nin hikayesi Baas içindeki iktidar savaşının Suriye'nin karanlık bir dehlize nasıl sürüklediğinin de hikayesidir.
1966'daki Baas Partisi'nin askeri kanadının yaptığı ikinci darbe sonucunda devlet başkanlığı görevine getirilmişti Nurettin Atassi.
Salah Cedid ise darbeyi gerçekleştiren askeri komitenin başıydı.
Hafız Esad bu darbeyle birlikte Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığına getiirlmişti.
Nurettin Atassi 'Sünni', Cedid ve Esad ise 'Alevi'ydiler.
Baas askeri kanadı içerisinde bir iktidar savaşı veriliyordu.
Askeri kanadın iki alevi lideri, Salah Cedid ve Hafız Esad arasındaki bir mücadeleydi aslında bu.
Sünni, Dürzi ve İsmaili rakiplerini tasfiye ettikten sonra kendi aralarında da amansız bir mücadele girişmişlerdi.
Esad'ın mensup olduğu ailenin tersine Salah Cedid çok güçlü bir alevi aileden geliyordu.
1970'in 13 Kasım'ında Esad, kendisini tasfiye planları yapan Salah Cedid'i bir karşı hamleyle alt etmeyi başarır.
Ne tesadüf 10 yıl önce, 13 Kasım 1960'da da Türkiye'de '27 Mayıs' darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi'nin 14 üyesi de arkadaşları tarafından tasfiye edilmişti.
1970'de de aynı durum Baas askeri kanadı arasında yaşanır.
Salah Cedid ve Nurettin Atassi, Esad'ın gerçekleştirdiği bir darbeyle tasfiye edilirler.
ATASSİ 22 YIL HAPİS YATTI
1970'de tutuklanan Nurettin Atassi 20 yıl hapiste yattıktan sonra serbest bırakılır ve kısa bir süre sonra vefat eder.
Zaten 'içerde' ölmemesi için serbest bırakılmıştır.
Oğlu Muhammed Atassi, Timetürk'te yayımlanan yazısında o günlerde neler yaşadığını bakın nasıl anlatıyor:
'Babam Nureddin El Atassi'yi hatırlıyorum. Kendisi, 1970'den önce, henüz Esad tarafından darbe ile hapsedilmemişken Suriye'nin başkanı idi. O zaman yalnızca 3 yaşındaydım, ve hapishanenin yalnızca suç işleyenler için değil, aynı zamanda fikir mahkumları için olduğunu anlamam zaman aldı. Babam, herhangi bir mahkemeye dahi çıkarılmadan, Al Mazza hapishanesinin küçücük bir hücresinde tam 22 yıl geçirdi. Bizse günleri, Onu ziyarete gideceğimiz günleri bekleyerek saydık; iki haftada bir yalnızca bir saat... Kanser hastası olan, ve tıbbi bir tedavi görmesi yasaklanan babam, hastalığıyla mücadelesinin ardından, 22 sene sonra nihayet serbest bırakıldı. Bir sedye ile götürüldüğü Paris'te geçirdiği bir haftanın ardından, 1992'nin aralık ayında ise vefat etti.. Suriyelilerin büyük bir çoğunluğu için 'unutulan Suriye', demir bir yumrukla yönetilen, katı bir polis devleti idi. Ya da bölgesel istikrarı sürdürmek, İsrail'in güvenliğini ve Golan tepelerindeki 'soğuk barış'ı korumak için uluslararası bir gayretle ayakta tutulmaya çalışılan bir rejimdi yalnızca.. 'Unutulan Suriye', hapishane ve nezarethanelerin karanlıklarında yıllarca bekletilen binlerce siyasi mahkum demekti.. Ailelerinin elinde, evlatlarının öldüğüne dair bir iz ya da belge dahi olmaksızın, kaybolup giden binlerce tutuklu demekti. 1980'lerden beri oğullarının ve kocalarının geri dönmesini bekleyen anne ve eşlerin dinmeyen gözyaşları demekti.. Aşağılanma, mutlak suskunluk ve sonu olmayan bir korkunun her köşede var olması demekti.. Yolsuzluk, kayırma, yozlaşmış bir bürokrasi ve hesap vermeden işleyen bir güvenlik teşkilatı demekti.. Siyasetin marjinalleşmesi, yargının uysallaştırılması, sivil toplumun boğulması ve muhalefetin ezilmesi demekti Unutulan Suriye...'
ALEVİ RAKİPLERE TASFİYE
Peki Esad'ın en güçlü alevi rakibi Salah Cedid'e ne oldu?
O da Nurettin Atassi gibi Şam'daki el-Mazzah hapishanesinde yirmi yıl yattı ve serbest bırakılmasına bir kaç gün kala hastalanarak öldü.
Askeri bir törenle Lazkiye yakınlarındaki köyünde toprağa verildi.
Pek çok insan Cedid'in hapishanede öldürüldüğüne inanıyor.
Baas'ın askeri komitesinden alevi kökenli Muhammed Ümran ise, Esad-Cedid kanadı tarafından 1964'te Suriye'den sürgün edilmişti.
Korgeneral Muhammed Ümran, sürgün yaşadığı Lübnan'ın Trablusşam kentinde 1972'de öldürüldü.
Yine Baas Partisi'nin Mişel Eflak'tan sonra ikinci kurucu adamı, sünni kökenli Selahaddin Bitar da 1963'teki Baas askeri darbesinden sonra tasfiye edilmişti.
BAAS'IN KURUCULARI BİLE DAYANAMADILAR
Baas'ın kurucu babalarından Mişel Eflak uzun yıllar sürgünde kaldı ve Irak Baas Partisi'ni destekledi.
Irak Baas Partisi'nin manevi lideri olarak kabul gören Eflak ölene kadar Saddam Hüseyin'in himayesinde yaşadı.
79 yaşında 1989'da Paris'te ölen Eflak Bağdat'ta toprağa verildi
Eflak'ın yardımcısı Selahattin Bitar ise 1980'de sürgünde yaşadığı Paris'te suikastle öldürüldü.
Baas Partisi'nin Lazkiye Şubesi'nin başkanı olan alevi kökenli Adil Na'isah da Salah Cedid taraftarı olduğu gerekçesiyle 1972'de hapse atıldı.
22 yıl hapiste tutulan Adil Na'isah 1994'de serbest bırakıldı.
Yine Cedid'in arkadaşlarından, Baas partisi kurucularından İsmaili kökenli Albay Abdulkerim Cündi de 1969'da Esad 'ın gerçekleştirdiği bir operasyon sırasında intihar ederek hayatına son vermişti.
Baas Partisi'ni hanedana çevirdi
Sünni, Dürzi ve İsmaili kökenden gelen rakiplerini stratejik ittifaklarla bir bir alt ederek iktidar basamaklarını tırmanan Hafız Esad, en büyük tehlikenin Alevi rakiplerinden geleceğini biliyordu ve 1970'de Salah Cedid'i bu yüzden tasfiye etmişti.
Cedid'le yetinmeyerek kendisine güçlük çıkaracağına inandığı Alevi şahsiyetleri de ya sindirmiş ya içeri atmıştı..
Baas'ın en güçlü üyelerinden Dürzi kökenli Selim Hatum ve Hamad Ubayd 1966 darbesinde tasfiyeye maruz bırakıldılar.
Hatum 1967'de kurulan bir özel askeri mahkemede yargılanarak idam edildi.
Esad 1970'de ipleri tamamen ele geçirdikten sonra Baas Partisi de bir görüntüden ibaret kaldı.
En güçlü Sünni, Alevi, Dürzi rakiplerini ortadan kaldıran Esad kendi iktidarını en yakın akrabalaryla tahkim ederek sürdürdü.
Beşşar Esad'ın babasından miras aldığı rejim böyle bir rejimdir.
'Esad rejimi giderse Suriye'de mezhep çatışmaları çıkar' diyenler, Hafız Esad'ın alevi rakiplerini ortadan kaldırarak ve en güçlü alevi ailelerini sindirerek totaliter bir aile rejimi kurduğunu hatırlamalılar.
Esad ailesinin akraba ve hısımlarından oluşan iktidar kliğini Suriye alevilerini özdeşleştirmek gibi bir yanılgıya kimse kapılmamalı.
Suriye'de Baas tekelinin kaldırılması ve akabinde çok partili demokratik bir sisteme geçilmesinden bütün Suriyeliler kazançlı çıkacaklardır.
Suriye halkının üzerindeki ölü toprağı silkelenmiştir, korku duvarları yıkılmıştır.
Beşşar Esad bu gerçeği idrak etmeli ve Suriye için en doğru kararı vererek bu korku ve terör rejiminin devamında ısrar etmemelidir.
Kardeşi Rıfat'ı bile Suriye'den kovmuştu!
Hafız Esad kendisine rakip gördüğü öz kardeşi Rıfat Esad'ı bile tasfiye ederek sürgüne göndermekte de tereddüt göstermemişti.
Hafız Esad'ın pis işlerini 'Hama Kasabı' lakaplı Rıfat Esad görüyordu.
Ne ki 1980'lerde Hafız Esad ağır bir hastalığa yakalandığına vekaleti kardeşi Rıfat Esad'a değil Sünni kökenli yandaşı Abdulhalim Haddam'a vermişti.
Rıfat Esad'ın yetkileri azaltılmış ve sonrasında da Suriye'den çıkarılmıştı..
Hafız Esad, Lazkiye'de 'El Murtaza' adıyla özel bir milis ordusu kuran kardeşi Cemil Esad'ı da dizginlemek zorunda kalmıştı.
Şimdi Abdülhalim Haddam da, Rıfat Esad da Suriye dışındalar ve her ikisi de Beşar Esad aleyhinde çalışıyorlar.
Hafız Esad, Lübnan'daki siyasi rakiplerine karşı da son derece acımasızdı.
1977'da Lübnan Dürzilerinin efsanevi lideri, sol eğilimli ' İlerici Sosyalist Parti'nin başkanı Kemal Canbolat'ın bir suikastle öldürülmesinde de Suriye'nin parmağı olduğuna inanılıyor.
Hafız Esad Filistinli örgütler üstünde de kesin bir hakimiyet kurmak için bu örgütler arasındaki çatışmalarda da taraf olmuştu.
FKÖ tarihine göz atanlar Hafız Esad'ın Lübnan'daki Filistinli örgütler üzerinde estirdiği terörü daha iyi anlayacaklardır.
Elbette sadece Filistinlileri, Dürzileri ve Sünnileri değil, Hıristiyan rakiplerini de benzer usüllerle sindirdiği sır değildir.

Suriye Baasçıları nasıl iktidarda kalabildiler?

Suriye 48 yıldır Baas partisi tarafından yönetiliyor. Askeri darbeyle işbaşına gelen Baas Partisi'ne 41 yıldır Esad ailesi hükmediyor. Esad ailesi iktidarda kalabilmek için Büyük Suriyecilik, Filistincilik ve Arapçılık dahil olmak üzere her role büründü. 2011 Arap devrimleri Suriye'yi de etkisi altına aldı. Suriye halkı Esad rejiminin son bulmasını ve demokrasiye geçilmesini istiyor. Baas kliği 'Esad rejimi giderse mezhep çatışması çıkar ve Suriye bölünür' korkusu yayarak iktidarda kalmaya çalışıyor.
Suriye Baas Partisi'nin 48 yılına ait elime geçen her kitabı, her makaleyi okudum.
Baas'ın iç politikasına, İsrail, Lübnan ve Filistin politikasına kadar ne yazılmışsa, baktım.
Vardığım sonuç, Suriye'nin makyavelist bir Baas kliğinin elinde esir edildiği gerçeği oldu.
Bu klik, yeri gelmiş, 'Arapçılık' yapmış, yeri gelmiş, 'Filistincilik' yapmış..
Yeri gelmiş, 'Şiicilik' yapmış, yeri gelmiş 'Marunicilik' yapmış..
Yeri gelmiş, 'Büyük Suriyecilik' yapmış, yeri gelmiş, 'Nusayricilik' yapmış.
Azınlık iktidarını devam ettirmek için türlü yollara başvurmuşlar..
Yeri gelmiş, Lübnan'da Şii milisleri katletmişler..
Yeri gelmiş, 'Tel Zaatar' kampında 2500 Filistinlinin yok edilmesinde rol oynamışlar.
TEL ZAATAR, SABRA VE ŞATİLLLA
Lübnan'da, 1976'da Tel Zaatar'da olanlar ile 1982'de Sabra ve Şatilla'da olanlar aynıydı.
Tel Zaatar'a giriş çıkışlar Suriye'nin denetimi altındaydı.
Hafız Esad, Maruni faşistlerin çağrısıyla Lübnan direnişini ezmek için girmişti Lübnan'a.
Marunilerin Tel Zaatar'da işledikleri cinayetleri engellemek için hiçbir şey yapmamıştı Hafız'ın birlikleri.
Oysa yapmaları gereken tek şey, Tel Zaatar'a ulaşan yol üzerinden çekilmeleriydi.
Bu kadar bile yeterliydi Filistinliler için.
Yapmadılar..
52 günlük bir direnişin arkasından düşmüştü Tel Zaatar.
2500 Filistinli direnişte can verdi. 12 bin Filistinli kamptan tahliye edildi ve evler buldozerlerle yıkıldı.
Sabra ve Şatilla'da ise İsraillerin bilgisi ve gözetimi altında yine Hıristiyan Falanjistler binlerce Filistinliyi katletmişlerdi.
Katiller değişiyor ama kurbanlar hep Filistinliler.
FİLİSTİNLİLERİ BİRBİRİNE KIRDIRDI
Hafız Esad yeri geldi, Filistinliyi Filistinliye kırdırdı..
Zavallı Filistinlileri bir İsrail vurdu, bir Suriye vurdu..
Filistin örgütlerini kukla haline getirmek suretiyle uluslararası arenada kotarılan pazarlıklarda kendine bir yer sağlamak istiyordu Baasçılar.
FKÖ'yü bölüyorlar, bir grubu diğerine karşı savaştırıyorlardı.
Hatta Yaser Arafat'ı ortadan kaldırmaya bile çalışmışlardı.
Bu komplolardan biriyle ilgili olarak Marco Koskas 'Arafat' isimli kitabında şu tespiti yapar:
'Filistin hareketi içindeki muhalifler ile Suriye'nin birlikte düzenledikleri bu komplo, birazcık başarıya ulaşsa, Esad'ın o eski rüyası gerçekleşecekti: FKÖ'nün bir uydu haline getirilmesi, vesayet altına alınması ve mutlak denetimi. Ondan sonra Şam, Washington için bile Ortadoğu'daki tüm pazarlıkların zorunlu geçiş yeri haline gelecekti.'
Arafat'ı ve FKÖ'yü Hafız Esad'ın elinden kurtaran Sovyetler Birliği olmuştu.
Moskova'ya muhtaç olan Baasçılar Arafat'ı öldürememişlerdi ama FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılmasında başrolü oynamışlardı.
İsrail ordusu 1982'de Lübnan'a girmiş, Filistinliler büyük kayıplar vermiştiler..
Beyrut'tan Trabluşşam'a giden Filistinli gerillalar burada da Esad'ın askerlerinin kuşatması altında kalmışlardı.
Trabluşsam'da ölenler de, Filistinliydiler.
Ve sonunda Trablusşam'dan da çıkarılmışlardı.
Suudilerin girişimleri olmasaydı Trablus'taki bu çatışma FKÖ'nün toptan yok edilmesiyle sonuçlanabilirdi.
Hafız Esad, Lübnan'ı FKÖ'den temizlemişti.
İsrail'in istediği de buydu.
GOLAN HALA İŞGAL ALTINDA
1986'da İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri için şöyle diyordu Hafız Esad..
'Sizi temin ederim ki vatanımız iyi durumdadır. Golan için endişe etmeyiniz, çünkü 12 milyon Suriye vatandaşı Golan'ı geri almaya muktedirdir.'
25 yıl geçti, Suriye'nin nüfusu iki kat arttı, Sovyet ve İran yardımı sayesinde ordusu daha da güçlendi ama işgal altındaki Golan'dan bir karış toprak parçası koparabildi mi Baas rejimi?
Esad Rejiminin Filistin Davası'na bağlılığı rejimin dar çıkarlarıyla sınırlıydı hep.
'İsrail Golan'dan çekilsin, saldırmazlık antlaşması imzalarız' diyen de Hafız Esad'tır.
1976'da Hıristiyan falanjistlerin davetiyle Lübnan'a giren, Müslüman Lübnanlılara, devrimci Filistinlilere yapmadığını bırakmayan da Esad değil miydi?
1970'de Ürdün'de Kral Hüseyin'e isyan eden Filistinlilere Suriye Baasçıları yardım sözü vermişti. Bunun üzerine bazı Suriye birlikleri Ürdün'e girmişti. Bu birliklerin hava desteğine ihtiyaçları vardı. Hafız Esad ise o sırada hem Savunma Bakanı ve hem de Hava Kuvvetleri Komutanıydı. Hafız Esad bu desteği vermedi.
Şam'da iktidar kavgasına giriştiği Alevi rakibi Salah Cedid'i zor durumda bırakmak için böyle davranmıştı.
Suriye birlikleri Ürdün'den geri çekilmek zorunda kalmış ve bu ihanetin sonucunda 20 binden fazla Filistinli gerilla hayatını kaybetmişti.
MUSA SADR'A VEFA GÖSTERMEDİ
Lübnan Şiilerinin efsanevi lideri İmam Musa Sadr, Suriyeli Nusayrilerin Şii Caferiliğin bir dalı olarak kabul edilmesini sağlayarak Hafız Esad'ın Devlet Başkanlığını meşrulaştırmıştı.
Hafız Esad ile İmam Musa Sadr arasında su sızmıyordu.
1978'de Musa Sadr ziyaret için gittiği Libya'da Kaddafi tarafından ortadan kaldırıldı.
Hafız Esad ve Baas rejimi buna rağmen Kaddafi ile dostluk ilişkilerini güçlendirerek Lübnanlı Şiileri büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı.
Güya Hafız Esad, Kaddafi ile samiyetini artırarak Musa Sadr'ın Lübnan'a sağ salim dönmesini sağlayacaktı.
Ölü bir adam sağ salim nasıl dönecekti ülkesine?
BİR AZİZ GİBİ GİYİNMİŞ TİLKİ
Suriye Baas Partisi'nin 1963-1966 yılları arasında liderliğini yapan ve daha sonra bir darbeyle Şam'dan uzaklaştırılan Emin El Hafız 1985'de Hafız Esad'ı şöyle niteliyordu:
'Bir aziz gibi giyinmiş tilki..'
Baas ideolojisi zırhına bürünmüş bir klik tarafından yönetiliyor Suriye.
'Amaca götüren her yol mübahtır' biçimine vardırılmış bir Makyavelistlik var ortada.
İktidarda kalmak için ne olmak gerekiyorsa, onu oluyor bu klik.
Bugün Lübnan'da, azınlık oldukları halde Maruni bir devlet başkanının o koltukta oturmasının müsebbibi de Baasçılardır.
Lübnanlıları bu anlaşmaya mecbur bırakanlar da, itiraz edenleri cezalandıranlar da Baasçılardır.
HİZBULLAH'A VURMAKTAN KAÇINMADI
1970'lerde Lübnan'da yükselen bir siyasal-askeri güç olarak Şii'leri destekleyen de, 1987'de Batı Beyrut'ta Fathallah Kampı'nda Hizbullah milislerini katleden de Baas'ın askerleriydi.
Hizbullah'ın yayın organı 'El Ahd' gazetesinde Suriye'nin Lübnan politikasının ve Batı Beyrut'a girmesinin dış güçlerce ve özellikle ABD tarafından belirlendiğine dikkat çekilmişti.
Sahi, Suriye'nin Lübnanlılara dayattığı, Marunileri ve faşist Hıristiyan falanjistleri güçlendiren 'Taif Anlaşması'na en fazla karşı çıkan o yıllarda İran değil miydi?
Ama Esad rejimi ayakta kalsın diye Şam'a bedava petrol ve silah akıtan da yine İran olmuştu.
Doğrusu Hafız Esad, hem bölgedeki hem de Lübnan'daki dengeler nedeniyle İran'ı adeta hacir altına almıştı.
Bu hacir işleminin Beşşar Esad döneminde de devam ettiği anlaşılıyor.
İlginçtir, 1980'lerde Şam'ın iki yüzlü manevralarına dikkat çeken Rafsancani'ydi.
Aynı Rafsancani bugün de Esad rejimine karşı mesafesini koruyor, Suriye halkının haklı taleplerine dikkat çekiyor.
Ama İran yönetimi Esad rejimin arkasında duruyor..
Suriye halkına karşı Esad rejimini destekliyor.
Elbette tarih bu desteği de kaydedecektir.
Baas kışkırtmalarına dikkat!
'Suriye'de Baas rejimi çökerse bir mezhep çatışması çıkar' diyerek herkesi korkutmaya çalışıyorlar.
Aleviler ve Sünniler aralarında savaşacaklarmış bu teze göre.
Oysa muhalifler sokaklarda 'Tek Suriye' diye bağırıyorlar.
Esad rejiminin Suriye alevilerinin hassasiyetlerinden istifade ettiği çok açık.
Ama bu Suriye alevilerinin bir bütün halinde Esad ve Baas rejimine koşulsuz bağlı oldukları anlamına gelmiyor.
Aleviler üzerinden iktidarını pekiştiren bir rejim sözkonusu.
Suriye'de provokasyonlara dikkat etmek gerekiyor.
Bu tür provokasyonlara kendi ülkemizde de çokça şahit olduk. 1980'lerin başlarında 'Müslüman Kardeşler'in bir kesimiyle Baas rejimi arasında çatışmalar çıktığında da benzer provokasyonlar gerçekleştirilmişti.
Alevilerin hassasiyetleriyle oynamışlardı..
Kara propagandaya göre Müslüman Kardeşler iktidarı ele geçirdikleri takdirde Alevileri yok edeceklerdi.
O yıllarda ülkemizdeki bazı sol örgütlerin Suriye'ye kaçan militanlarını da kullanmıştılar.
Özellikle bu örgütlerin Alevi kökenli olanlarını kendi emelleri için kullanmaya çalışmışlardı.
Lazkiye'de 'Murtaza' adı verilen bir milis örgütü vardı.
Örgütü Hafız Esad'ın kardeşi Cemil Esad yönetiyordu.
Türkiye'den kaçan örgüt militanlarıyla ilgilenen de Cemil Esad idi. Bir illegal sol örgütün alevi kökenli Antakyalı, Adanalı ve Mersinli militanlarına kucak açmıştılar.
Bu örgütün merkez komitelerinde yer almış eski mensupları, arkadaşlarının 'Murtaza' örgütünün uzantısı haline getirildiğini itiraf etmişlerdi.
Suriye yanlısı Filistinlilerin diğer Filistinlileri kırdığı çatışmalarda da bazı örgüt militanları hayatlarını kaybetmişlerdi.
Aynı örgütün militanlarını hem Türkiye'de, hem de Avrupa'da sürgünde yaşayan 'Müslüman Kardeşler'in üyelerine karşı kullanmaya da çalışmıştılar.
Bu örgütün önde gelen eski isimlerinden biri bakın ne diyor:
'Cemil Esad, adı geçen dönem'de Lazkiye ve Basit bölgelerinde otoritesini arttırabilmek için, 'Müslüman kardeşler' örgütü 'öcüsü'nü kullanarak, bölge halkının sözüm ona, koruyuculuğu misyonunu üstlenmişti. Hem abisi Hafız Esad'ın gözüne girmek, hem de, köylüler üzerinde etkinlik sağlamak istiyordu. Adamlarını gece yarısı alevi köylerine gönderiyor, önce köyü uzaktan kurşun yağmuruna tutturarak halka korku salıp paniğe sürüklüyor ve bir süre sonra da, yine aynı adamlar, sağa sola kurşun sıkarak güya baskıncı müslüman kardeşleri geri püskürtmüş(!) gibi kurtarıcı edasıyla koşup köye geliyor ve 'Üstad Cemil Esad tarafından sizi korumakla görevlendirildik' diyerek propaganda yapıyorlardı. İşte bizim soytarı(lar), Suriye'ye ayak bastıktan birkaç gün sonra bu işi yapan provakasyon ekip'inin içersinde görevliydi.'
Bu itiraflarda daha neler neler var..
Kimi örgüt kalıntılarının Baas rejimine bugün bile destek vermeleri ilginç bir durum.
Baas çetesi rejimi ayakta tutmak için her yola başvuruyor.
Bu yüzden muhalifler, Baas sonrası için nasıl bir Suriye istediklerini açık ve net şekilde ortaya koymalılar.
Suriye Alevilerini de demokratik bir Suriye'ye ikna etmeliler.
Aksi takdirde Suriye karanlığa doğru sürüklenecektir.
Buna meydan vermemek lazım.
Herkes için hak, adalet ve özgürlük
Mısır'da 'Mübarek rejimi'ne karşı halk isyan ettiğinde, dediler ki..
'Konuşma, sus.'
Tunus'ta Bin Ali'ye karşı halk ayaklandığında, dediler ki..
'Konuşma, sus.'
Libya'mı, Bahreyn mi, Yemen mi dediniz..
Hep aynı terane..
Suriyeliler Esad rejimine karşı direniyorlar..
Yine aynı terane..
'Konuşma, sus.'
'Bilmiyorum, görmedim, duymadım.'
'Ama insanlar ölüyor, çocuklar ölüyor..'
'Olsun, sen yine de sus.'
Şiiler, Aleviler, Suriye'de rejim değişikliğinden korkuyorlar.
Sünniler, 'Bahreyn'de Şiiler gelecek' diye korkuyorlar.
O ondan korkuyor, bu şundan..
Halk ne istiyor, kimsenin umurunda değil.
Kim, kiminle iş pişiriyorsa ona destek çıkıyor.
'Suriye'de Esad giderse Sünniler iktidara gelecekmiş.'
Gelsinler..
'Bahreyn'de Başbakan'ı Şiiler seçeceklermiş..'
Seçsinler.
Hak ve adalet üzre yönetsinler de kim nereye geliyorsa gelsin..
Bahreyn'de Şiiler sünnilere zulüm yapılacaksa, gelmesinler daha iyi.
Suriye'de sünniler Nusayrileri ezmeye niyetliyseler, gelmesinler, daha iyi.
Zulmün isim ve sıfat değiştirerek devam etmesini değil, herkes için hak, adalet ve özgürlük istiyoruz.
Halk kimi istiyorsa onu iktidara getirsin.
Bugün Esad'a 'yapma, etme' diye bağırıyoruz, haklıyız çünkü.
Yarın iktidara geldiklerinde Nusayrilere zulüm yaparlarsa Sünnilere de aynı şekilde bağırırız.
Hak değişmez.
İran'da Şah devrildiğinde hepimiz bayram ettik.
Mübarek devrildiğinde de, Bin Ali defolup gittiğinde de bayram ettik.
Her bir diktatörün devrilmesinde bayram edeceğiz.
İslam coğrafyasını diktatörler cenneti haline getiren zihniyete isyan ediyoruz..
Adı ister 'Şii' olsun, ister 'Sünni', isterse 'Nusayri' olsun, bu halin devamından yana olan zihniyete isyan ediyoruz..
'Benim darbem iyidir', 'benim diktatörüm ehvendir' diyen zihniyete isyan ediyoruz..
Masum insanlar, çocuklar, kadınlar öldürülürken susmamızı bekleyen ve olanları görmezlikten gelmemizi isteyen her zihniyetten tiksinti duyuyoruz..
Bu zihniyetin İslamla alakası yok..
Bu zihniyetin insanlıkla alakası yok.
Suriye halkı Beşşar Esad'a on yıldır şans tanıdı..
Olur a, babasının yaptıklarını oğlu düzeltir diye beklediler.
Öyle ya, dünya basını da, bizim basınımız da Beşşar Esad'ın babasından farklı olduğuna inandırmadılar mı bizi?
Özünde hiçbir şey değişmedi..
Peki benim gibi adamlar ne istiyor?
Herkes için adalet, herkes için özgürlük, herkes için katılım.
Sünnilerin de, Nusayrilerin de, Dürzilerin de birinci sınıf vatandaş olduğu bir Suriye istiyoruz.
Ne Nusayriler Sünnileri ezsin, ne de Sünniler Nusayrileri, ne de şunlar bunları..
Tek istediğimiz bütün renkleriyle Suriyeliler hak ve adalet ölçüleri içinde sisteme katılsınlar.
İktidarlar seçimle gelsinler, seçimle gitsinler.
Hepsi, bu.

Hiç yorum yok: