23 Ekim 2012 Salı

OSMANLI’NIN BALKANLARDAN ÇEKiLMESi: SAVASLAR, iSYANLAR VE GÖÇLER HATiCE BAYRAKTAR

OSMANLI’NIN BALKANLARDAN ÇEKİLMESİ: SAVASLAR, İSYANLAR VE GÖÇLER
HATİCE BAYRAKTAR*

XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin en düskün yüzyılıdır. Devletler düzeyinde Osmanlı Devleti çok geride kalmıstır. Siyasal anlamda da bazen tek basına kalmıstır. Bazen de büyük devletler çıkarları doğrultusunda Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıslardır. Osmanlı Devleti artık yarı bağımlı durumda Avrupa emperyalizminin sözünden çıkamaz hale getirilmistir. Fakat bu yüzyılda gerçeklestirilen ıslahatlar Osmanlı Devleti’ni bir nevi rahatlatmıs ve XX. yüzyıl için zemin olusturmustur.

Siyasi sıkıntıların yanında sosyal kargasalar da meydana gelmistir. Fransız ihtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik akımından Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan uluslar etkilenerek, bağımsızlık için baskaldırmıslardır. İmparatorluk artık içinde topladığı ulusların birer birer bağımsızlıklarıyla sonuçlanan isyan hareketlerini bastıramaz duruma gelmis, toplum düzeni ve uyum geri dönülmez biçimde sarsılmıstır. Her ulus çoğunlukta bulunduğu bölgeyi yurt edinerek, Türk unsurunu o bölgelerden arındırma amacına yönelmistir. Bu da Balkan topraklarından binlerce insanın Anadolu’ya gelisine, kalanların ise katledilmesine sebep olmustur. Büyük devletlerin kontrolünde kurulan devletler artık Osmanlı Devleti’ne karsı çok sert tavır almıslardır. Hâlbuki Osmanlı Devleti himayesinde asırlardır yasayan bu uluslara her hak tanınmıs ve kolayca yasamaları için birçok uygulama gerçeklestirilmistir. Bununla yetinmeyen uluslar düsman gördükleri Osmanlı Devleti’ni yıpratmak için her türlü zulmü Türk halkına yasatmıslardır. Eğer Osmanlı İmparatorluğu yerlestiği bölgelerde Türk kültürünü, dinini ve dilini dayatmıs olsaydı bu gün özellikle Balkan devletlerinde bilinen milliyetlerin hemen hemen hiçbiri varlığını koruyamazlardı. Ancak Osmanlı XIX. yüzyıl ve sonrasında bu milletlerin kendi halkına ve kültürüne yapacakları zulümleri yapmamıs, “Osmanlı Barısı” adıyla tanınan ve hosgörüye dayanan politikalar uygulamıstır.


Göç hareketleri yakın tarihimize değin devam eden bir süreç olarak karsımıza çıkmaktadır. Zor kosullarda gerçeklestirilen bu göçlerde ölenlerin sayısı yabancı basında ve İstanbul’da çıkarılan gazetelerde sürekli yer almıstır. Binlerce insanın ölümüne sebebiyet veren bu göç dalgası, göçün olusumuna zemin hazırlayan büyük devletleri hiç tedirgin etmemistir. Yüksek medeniyet seviyesinde olduğunu iddia eden Avrupa, göç yolarında ölenleri hiç sesini çıkarmadan izleyebilmistir. Rusya ve Balkan Devletleri ise, bu siddeti doruğuna çıkartarak resmen Türk-Müslüman ahaliyi katletmistir.

I. BALKAN GÖÇLERi

A) XIX. Yüzyıl’da Balkanların Genel Durumu:

Büyük çoğunluğu Slav olmak üzere; Sırp, Hırvat, Sloven, Bulgar, Makedon, Arnavut, Türk, ayrıca; Germen, Yahudi, Çingene azınlıklardan olusan Balkan halkları, uzun yıllar Osmanlı Devlet yönetimi altında yasamıslardır. 17.yüzyıl sonunda Türklerin Avrupa’ya doğru ilerlemeleri durmustur. 1699 Karlofça Antlasması ile birlikte Osmanlı Devleti Balkanlarda toprak yitirmeye baslamıstır. Balkan topraklarının kaybedilisine değinmeden önce Osmanlı Devleti’nin Balkan Yarımadası’na geçisi ve uyguladığı politikalara değinmek yararlı olacaktır.


Osmanlı Devleti’nin XIV. yüzyıl’ın ortalarından itibaren, Balkanlarda fetih hareketlerine baslamasıyla birlikte, bu bölgede, sistematik bir iskân siyaseti uyguladığı görülmektedir. Bu iskân siyasetinin temel amacı, Rumeli’yi bir Türk yurdu haline getirmek ve buralarda devlet nüfusunu tesis etmektir. Osmanlı idaresinin Balkanlara yerlesmesi gerçek bir sosyal inkılâp meydana getirmis, Ortodoks Hıristiyanlar, Katoliklik ile esit gördükleri feodalizmden Osmanlı Devlet idaresi sayesinde kurtulabilmislerdir. Osmanlı idaresi, tüm Balkan Yarımadasına siyasi ve ticari bir bütünlük kazandırmıs, ayrıca bölgeye “Pax Ottomanica (Osmanlı Barısı) olarak bilinen 200 yıllık bir barıs getirmistir.1 Bu sartlarla birlikte Balkanlar XV. ve XVIII. yüzyıllar arası ekonomik olarak çok gelismis, zirai üretim artmıs, yeni köy ve kasabalar kurulmustur. Bunların en önemlisi de XV. ve XVI. yüzyıllarda Balkanlara yerlesen Türk göçmenlerle zirai üretimde görülen gelismelerdir. Günümüzde Bulgaristan olarak bilinen bölgeye, Trakya ve Makedonya’ya iskân edilen Anadolu menseli Türk göçmenler, ziraatta kullanılmayan topraklara ve ormanlık alanlara yerlesmislerdir. Yerlestikleri bölgeleri tarıma elverisli hale getirmisler, ticarete canlılık kazandırarak Balkanlar’a yeni bir medeniyet getirmislerdir. Mevcut tahrir defterleri Türk göçmenlerinin yeni köyler kurduklarını, bu köylere Anadolu’da oturdukları eski yerlerinin adlarını veya kendilerine önderlik eden dede, baba, seyh gibi atalarının ad veya unvanlarını verdiklerini açık olarak göstermektedir. Buna karsılık eski Hıristiyan köylerinin az sayıda olduğu ve buralarda yasayan halkın Türklerin yönetiminden önce vuku bulan iç savaslar sebebiyle nasıl perisan durumda bulundukları yine tahrir kayıtlarından anlasılmaktadır. Bölge ile ilgili çesitli kayıtlardan yola çıkılarak yapılan arastırmalarda bugün Bulgaristan adıyla bilinen bölgedeki Hıristiyan köylerinin bütün nüfusunun 300.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Buna karsılık, Türk unsurların nüfusunun 1550 yılında yaklasık 1.000.000’a yükseldiği görülmektedir.


Türklerin bölgeye getirmis oldukları gelisimden etkilenen Hıristiyan unsurlarda XVIII. ve XIX. yüzyıllarda artıs olmus, Türk nüfusunda ise, azalma görülmüstür. Nüfusun bu sekilde artıs ve azalısına paralel olarak savaslar, Osmanlı gücünün erimeye baslaması ve büyük devletlerin Balkan toplum yapısına etkilerini söylemek mümkündür. Esas itibarıyla XIX. yüzyıla gelindiğinde Balkanların siyasi, sosyal ve demografik bakımdan parçalanmıslık içerisinde bulunduğu gözlenmektedir. Bunun sebebi ilk olarak, Fransız ihtilali ile ortaya çıkan Nasyonalizm ve Liberalizm akımlarından Balkan milletlerinin etkilenisi, diğeri ise; Rusya’nın yayılmacılık politikası olarak sürdürdüğü “Panslavizm” akımıdır. Böylece, Rusya tüm Slavları bir arada toplayarak genis topraklarda söz sahibi olma planları içerisindedir. Fakat birçok Avrupa devletinin yanı sıra XIX. yüzyılda bu devletlerin en kuvvetlisi bulunan İngiltere’nin de Balkanlarda çıkarları bulunmaktadır ve bu çıkarlar İngiltere’yi ve Rusya’yı birer rakip haline getirmistir. Balkan topraklarındaki İngiliz-Rus mücadelesi bu iki devletin Osmanlı Devleti’ne karsı uygulamıs oldukları politikaları gözden geçirmelerini gerektirmistir. Rusya’nın boğazlara ilerleyisi ve Balkan topraklarına göz dikisi, İngiltere’yi Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü korumaya yöneltmistir. Batıda Alman konfederasyonunu kaybeden Avusturya’nın 1870’lerde izlemeye basladığı Balkan politikasıyla birlikte bölgede birçok ihtiras ve çatısmaların yasanması kaçınılmaz hale gelmistir.


İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü Rusya’ya karsı koruma politikası 1878’e kadar sürmüstür.2 Artık her iki devlet de Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü zedeleyici politikalar güdeceklerdir. Bu çerçeve içerisinde değerlendirilecek olunursa, Osmanlı Devleti’nin XIX.yüzyılda gücünü kaybedisi ve emperyalist devletlerin ortaya çıkısıyla, Balkan topraklarının parçalanısı ve paylasımı hız kazanmıstır. Ayrıca Balkan halklarının da büyük devletler tarafından tahriki, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün bozulusunda en etkili faktörlerden biridir.

B) XIX. Yüzyıl’da Balkanlar’da Nüfus:

Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyıl baslarından itibaren gerilemeye baslamasıyla birlikte Balkanlardaki nüfusu da sarsılmaya baslamıstır. Fransız ihtilalinin etkileri ve Avrupalı devletlerin dısında özellikle Rusya’nın Balkan coğrafyasına yönelik politikaları sonucu Balkanlar siyasi, sosyal ve demografik bir parçalanmıslığa sürüklenmistir. Bağımsızlık mücadelelerinin baslamasıyla Türkler düne kadar kendi vatanları olan topraklarda azınlık durumuna düsürülmüslerdir.

Balkanların çesitli bölgelerinde gerek Hıristiyanlarla yan yana yasayan gerekse onlardan ayrı olarak yerlesim yerleri kuran Türkler, 489 yıl sonra vahim neticeler doğuran “93 Harbi” sırasında (1877-1878) içinde ve sonrasında Anadolu’ya doğru önü alınamaz bir göçe baslamıslardır.3 Artık Balkanlarda ve Osmanlı İmparatorluğu’nun her tarafında bir cinayetler silsilesi ve cinneti basgöstermis4, Sırp’ı, Ulah’ı, Pomak’ı, Arap’ı, Makedon’u, Arnavut’u… velhasıl Osmanlı İmparatorluğu içinde ne kadar gayr-i Türk unsur varsa hepsi, Türk’ü imha etmek için ayaklandırılmıslardır.5 Osmanlı Devleti’nin Rumeli ve Anadolu’daki toplam nüfusu 1911 Gotha yıllığına göre,23.806.000, yüzölçümü ise, 3.027.700 kilometrekaredir. Buna karsılık savasan dört Balkan Devletinin toplam nüfusu, 10.167.719, yüzölçümü ise, 158.456 kilometrekare kadardır.6 William M. Sloane,Balkan nüfusunun, 36 milyon olduğunu ve bunun 6 milyonunu Türklerin olusturduğunu, Bulgarların 4, Romenlerin 7, Sırpların 3, Yunanlıların 2,5, Karadağlıların ise, çeyrek milyon nüfusa sahip olduğunu yazmaktadır.


Avrupa Türkiye’sinin nüfus dağılımı ise söyledir: Edirne vilayetinde; toplam nüfus 1.006.500’dir (Müslüman-Türk 250.000, Ortodoks-Türk 3.000, Bulgar 370.000, Müslüman-Bulgar 115.000, Ortodoks-Arnavut 3.500, Ortodoks-Rum 220.000, Ermeni 30.000, Müslüman-Çingene 15.000). Selanik vilayetinde; toplam nüfus 1.165.390’dır. (Müslüman-Türk 333.440, Bulgar 446.050, Müslüman-Bulgar 98.590, Rum 168.500, Ortodoks-Ulah 24.970, Yahudi 55.320, Müslüman-çingene 22.200, karısık 16.320). Manastır vilayetinde; toplam nüfus 846.495’dir. (Müslüman-Türk 11.550, Bulgar 330.800, Müslüman-Bulgar 23.900, Rum 61.930, Ortodoks-Ulah 64.945, Müslüman-Arnavut 218.650, karısık 34.700). Kosova vilayetinde; toplam nüfus 908.915, (Müslüman-Türk 89.350, Bulgar 251.000, Müslüman-Bulgar 13.680, Ortodoks-Sırp 112.870, Ortodoks-Rum 150, Ortodoks-Ulah 910, Müslüman-Arnavut 418.250, karısık 21.905,). Đskodra vilayetinde; toplam nüfus 322.000, (Müslüman-Türk 12.000, Müslüman-Arnavut 80.000, Sırp 30.000, Katolik-Arnavut 140.000, Ulah 10.000, Müslüman-Sırp 40.000, Yahudi 5.000, çingene 5.000). Yanya vilayetinde; toplam nüfus 648.000 (Müslüman-Türk 10.000, Müslüman-Arnavut 180.000, Katolik-Arnavut 25.000, Ortodoks-Arnavut 110.000, Bulgar 20.000, Rum 110.000, Ulah 180.000, çingene 7.000, Yahudi 6.000). Burada verilen rakamlar Balkan Harbi Tarihi’ni yazmıs olan Aram Andonyan tarafından verilmistir.7 Bu sayımlar her eserde farklılık gösterdiği için çok doğru bir nüfus sayımına ulasmak zordur. Bunun olusumunda Balkanların birçok farklı ulusu bir arada barındırması tesirlidir. Balkan savası öncesi yapılan Bulgar resmi istatistiklerinde; Türkçe konusanlar 569.728, Tatarca konusanlar 16.290, Kıptiler 51.770, toplamda ise, 637.788 olarak gösterilmektedir.8


Balkanlarda Türk nüfusunun azalması gerektiği konusunda birlesen Balkan devletlerinin istatistiksel olarak da Türk nüfusunu azalttığı su götürmez bir gerçektir. Bu durumda yapılan nüfus sayımlarına güvenmenin doğruluğu tartısılmalıdır. Her Balkan devleti kendi egemenliğini kuracağı alanını kendi milletiyle olusturmak istemistir. Söz konusu Balkanların çok karısık bir etnik yelpazeye sahip olduğu ortadadır. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda, özellikle Balkan Savası ve 93 Harbi sonucu Osmanlı Devleti’ne Balkanlardan yüz binlerce kisi göçe zorlanmıstır. Öyle ki yurtlarından koparılan kisilerden pek çoğu daha göç yollarında ölmüstür, gelenler ise yeni bölgelere alısma konusunda çok zahmet çekmislerdir. Türk ırkına ve bu ırkın Balkanlardaki varlığına karsı uygulanan sürgün ve zorlamalar Balkanlarda Rusya eliyle olusturulan yeni devletlerin nüfus açısından çoğunluğunu sağlamak amacı gütmüs ve bu haliyle Balkanlar adeta milletler yaratılan laboratuar haline gelmistir.

Balkanlarda hemen her yandan, Romanya, Karadağ, Sırbistan, Teselya’dan akın akın göçmen kafileleri gelmeye baslamıstır. Osmanlı Devleti özellikle 1876–1879 yıllarında büyük bir göç dalgasıyla karsı karsıya kalmıstır. Bir taraftan toprakları daralırken bir taraftan da bu küçülen topraklara göçmenlerini yerlestirmistir. Bu durum Osmanlı Devleti’ni mali krize sürüklemis ve sosyal boyutları büyük olan bir karmasaya itmistir.

C) XIX. Yüzyıl’da Balkanlar’da Bağımsızlık Hareketleri:

1)Hersek İsyanı:

1877-1878 Osmanlı-Rus harbi sonrası imzalanan Ayastefanos (Yesilköy) Anlasmasıyla Paris Barıs Konferansı’nda kabul edilen “Osmanlı toprak bütünlüğünün korunması” ilkesi ortadan kaldırılmıstır. Bu durum Balkan Hıristiyanlarının Osmanlı Devleti’nden ayrılma çabalarına destek vermis, Rusya’nın Panslavizm hareketini kuvvetlendirmis ve büyük devletlerin bu toplumlara bağımsızlık adına her türlü yardımda bulunmalarını sağlamıstır. Ayastefanos (Yesilköy) anlasmasının maddelerini gözden geçirmek için toplanan Berlin Kongresinde, Osmanlı Devleti’nden ayrılan Balkan uluslarının bağımsızlıkları tescil edilmistir. Ayrıca bu kongrede İngiltere’nin Kıbrıs’a, Avusturya-Macaristan’ın da Bosna-Hersek’e yerlesmeleri kabul edilmistir.

Hersek isyanı görünürde, Nevesin kazası Hıristiyanlarından bazılarının vergi vermemek için harekete geçmeleriyle 24 Temmuz 1875 tarihinde baslamıstır.9 ilk baslarda Babıâli, Avrupa Devletlerinin iç islerine karısmalarını istemediğinden ayaklanmaları kuvvet yoluyla değil, nasihatçilerin aracılığıyla bastırmak istemis, fakat bu Osmanlı Devleti’nin güçsüz olduğu izlenimini verdiğinden ayaklanmalar daha da hız kazanmıstır. Bunun üzerine Babıâli, isyancılara kuvvet göndermek durumunda kalmıstır. Ancak ayaklanma; Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan’da da heyecanla karsılanmıstır.10 Özellikle Sırbistan ve Karadağ’dan Hersek’e gönüllülerle birlikte yardım ulastırılmıstır. Bu durum, isyanın bastırılmasını zorlastırdığı gibi Balkan topraklarını tehdit eden ayaklanmanın yayılmasıyla neticelenmistir. Bunalımın kritik bir noktaya gelmesi, basta Avusturya ve Rusya olmak üzere, Avrupa büyük devletlerini çıkarları doğrultusunda Balkan sorunuyla ilgilenmeye yöneltmistir.11 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bütün dikkatini Doğu’ya çevirmis, Sırbistan ve Karadağ üzerinde hak iddia etmeyi ve Bosna-Hersek’i sınırlarına katmayı planlamıstır. Avusturya’nın güttüğü bu politika Alman çıkarlarına uygun olduğundan Bismarch tarafından da desteklenmistir. Fakat bu, Avusturya’nın bölgede yayılmacı politika gütmekte olan Rusya ile karsı karsıya gelmesi demek olacağından Balkanlar çıkar çatısmalarına dönüsen bir bölge haline gelmistir. 1872’de kurulmus olan “Üç İmparatorlar Ligi” isyanlar sırasında devam etmektedir. Buna göre de Avusturya Rusya ve Almanya “Doğu sorununda” birlikte hareket edeceklerdi.12 Hersek üzerinde bu üç devlet Osmanlı Devleti’nden birtakım ayrıcalıklar isteyecektir. Ancak, Osmanlı hükümeti Avusturya, Rusya ve Almanya’nın Hersek’i bahane ederek iç islerine karısacaklarını anlayınca 2 Ekim 1875’te Bosna-Hersek’e yeni ayrıcalıklar vermistir. Fakat yine de ayaklanmayı bastıramamıstır. Kont Andrasi ayaklanmanın durmaması üzerine Berlin de bir nota hazırlamıstır ve büyük devletlerce de onayı alınan Andrasi notası 31 Ocak 1876’da Babıâli’ye sunulmustur. Nota’da; Hıristiyan halka din ve mezhep özgürlüğü tanınması, iltizam usulünün kaldırılması, vergilerin doğrudan burada kullanılması, çiftçilerin topraklarına sahip olabilmesi için önlemlerin alınması ve bu ıslahatların yapılması için Müslüman-Hıristiyan temsilcilerin katılacağı bir komisyon kurulması istenmektedir. Zaten Osmanlı Devleti ilk üç maddeyi uygulamaya koymus ve diğerlerini de kabul ettiğini bildirmistir. Yine de isyancılar Rusya, Karadağ ve Sırp kıskırtmalarıyla bunları kabul etmeyerek daha fazla hak istediler. Nota hiçbir ise yaramamıs, bundan sonra Balkan sorununda Avusturya’nın yerine inisiyatifi Rusya eline almıstır.13


Berlin’de Rusya’nın önderliğinde Almanya ve Avusturya’nın katıldığı bir memorandum hazırlanmıstır. Bu memorandum, Paris Anlasmasında imzası bulunan diğer devletlere de gönderilmistir. Ancak, İngiltere kendinden habersiz Rusya önderliğinde hazırlanan karaları kabul etmediğini bildirmistir. Bu durum Rusya’nın Osmanlı Devleti’nde ilerlemesi olacağı için İngiltere’nin isine gelmediği anlamını tasımaktadır. Böylece Hersek isyanıyla baslamıs bulunan Balkan bunalımı, büyük devletleri de karsı karsıya getiren bir sorun niteliğine dönüsmüs olacak ve yerel bir isyan hareketi uluslararası bir niteliğe bürünecektir.14 Berlin anlasmasının 25. maddesi Avusturya’nın Bosna-Hersek’e yerlesme kosullarını ortaya koymaktadır. Bosna ve Hersek eyaletleri Avusturya tarafından asker bulundurulmak suretiyle yönetilecek, fakat hukuki açıdan Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacaktır. Yani görünüste Osmanlı eyaleti olarak kalacaklardır. Bu bakımdan Bosna ve Hersek’in pamuk ipliği gibi bir bağ ile II. Mesrutiyet’in duyurulmasına kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmıs olduğu görülmektedir.15 Avusturya’nın Bosna-Hersek’e yerlesimi emperyalizm olarak nitelendirilir. Halkın çoğunluğu Slav ırkından olmakla birlikte Sırpça yaygın bir dil olarak kullanılmaktadır. Dini açıdan ise Ortodoks, Müslüman ve Katolik gruplar bu coğrafyada bir arada yasamaktadırlar. Avusturya yönetiminde yapılan nüfus sayımına göre, halkın 673.000’i Ortodoks, 548.000’i Müslüman, 334.000’i Katolik’dir.16


1907’de Viyana’da Bakanlar Kurulu, Bosna ve Hersek’in durumunu gözden geçirerek uygun bir fırsattan Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna katılmasını ilke olarak kabul etmistir. Beklenen fırsat, Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Mesrutiyet’in duyurulmasıyla umulduğundan daha çabuk ortaya çıkmıstır.17 .Ekim 1908’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna-Hersek’i topraklarına kattığını ilan etmistir. Osmanlı Hükümeti askeri açıdan çok güçsüz bir durumda bulunduğundan ve Rusya ile Sırplar bunu kabul etmediklerini bildirseler de (kendi çıkarları açısından) siyasi tablo doğrultusunda Almanya’nın da desteğini alan Avusturya geri adım atmamakta kararlı görünmektedir. Bosna-Hersek’in Avusturya topraklarına katılması karsısında Osmanlı Hükümeti düskünlük gösterirken,Osmanlı halkı İmparatorluk tarihinde örneği görülmemis bir direnme göstermistir. Avusturya’dan İmparatorluğa giren mallara karsı memleket ölçüsünde bir boykot kampanyası açılmıstır.18 Basının da etkisiyle boykot memlekette büyük yankı uyandırmıs, fakat Almanya’nın aracılığıyla uzlasma sağlanmıstır. Bosna-Hersek artık Avusturya toprağı olarak kabul edilmek zorunda kalınmıstır zira Osmanlı Devleti’nin bu toprak parçasını geri almak için elinde yeterince gücü bulunmamaktadır.

2) Sırp İsyanı:

Osmanlı Devleti, Sırbistan’ı XIX. yüzyılın baslarına değin bir eyalet olarak yönetmistir. Sırplara din ve mezhep özgürlüğü tanımıs, içtimai ve medeni islerini kendi geleneklerine göre çözme hakkı verilmistir. Bölgede XVIII. yüzyıla kadar önemli bir ayaklanma görülmemistir. Bu yüzyılda ise, Rusya ve Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında çıkan savaslarda Sırbistan’ın zaman zaman savas alanı olmus ve bu devletlerin propaganda yaparak ulusçuluk fikriyle Sırpları ayaklandırmaları bölgede isyanların çıkmasına sebep olmustur.

Yakınçağ baslarında Osmanlı Devleti içte ve dısta büyük sorunlar yasamıstır. Bu yüzden Sırbistan’da meydana gelen olayları gereği gibi takip edememistir. Zaten bu dönemde Rumeli de âyânlar ve eskıyaların sözü geçer olmus dolayısıyla bu Sırbistan da bu durumdan etkilenmistir. Türk ve İslâm olan bu âyânlarla eskıyanın devlete karsı baskaldırmaları, durumlarından memnun olmayan Sırplara örnek olusturmus ve kendilerinin yapacağı hareketler için cesaret kazandırmıstır.19 Sonuçta, yerli yeniçerilerin ve âyânların artan baskıları ile ağır vergiler Sırpların devlete karsı baskaldırmalarına yol açmıstır.20. 4 Subat 1804’te Sırplar yeniçerilere karsı silahlı olarak harekete geçerek Sırp isyanı baslatmıslardır. Bu isyandan kısa bir süre sonra baslayan Osmanlı-Rus harbi (1806–1812) sırasında Ruslar, Sırplara askeri destek vermislerdir.21 Ancak Avusturya’nın, Rus desteğindeki bir Sırp devletine karsı çıkması ve Napolyon’un 1812’deki Moskova seferi dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu ayaklanmayı kontrol altına almıstır.22 İsyan Kara Yorgi adında bir önderle sekillenmistir. 1813 yılında  bastırılan isyan, 1815 yazında Milos Obrenoviç’in Bas Knez seçilmesiyle tekrar baslamıstır. Napolyon ortadan kalktığı için Rusya da bu isyana rahatça destek verebilmistir. Osmanlı İmparatorluğu Sırbistan’a Milos Obrenoviç’in knezliğinde özerk bir prenslik statüsü vermek mecburiyetinde kalmıs ve 1830’da verilen bir hatt-ı hümayun ile Obrenoviç’in soyu tarafından idare edilecek özerk bir Sırbistan resmen tanınmıstır.23 Sırbistan’ın örnek olduğu bu isyana Karadağ da katılmıstır. Osmanlı Devleti’nden Bosna-Hersek’in kendilerine verilmesini istemislerdir. Ancak bunu Osmanlı hükümeti kabul etmemistir. Kara Yorgi’nin knezliğinde ve daha sonra Milos Obrenoviç’in knezliğindeki Sırbistan bu iki önderin çatısmasına da sahne olmustur. Milos Obrenoviç, Kara Yorgi’yi öldürmesiyle Sırbistan da kendi hâkimiyetini güçlendirmistir. Bu iki Knez de müslüman halka acımasızca davranmıstır. Kara Yorgi Belgrat’ı isgal etmis ve buradaki halkın büyük bir bölümünü acımasızca öldürmüstür (1807).24

Sırplar, baslattıkları ayaklanma hareketlerinde basarılı olamamaları üzerine, bu kez yine Rusların yardım ve destekleriyle uluslararası politik ortamdan faydalanarak bağımsızlıklarının elde etmeye çaba göstermislerdir.25 Bu amaçla onlar, Viyana kongresine (1815) bir heyet göndermek suretiyle Avrupa devletlerinden “Sırbistan’ın bağımsızlığa kavusması yolunda müdahalelerde bulunmalarını” istemislerdir.26 Rusya Napolyon tehlikesinin bitmesiyle birlikte Sırbistan’a tam anlamıyla müdahale etmeye baslamıstır. Avusturya ise topraklarının yanında güçlü bir Sırbistan kurulmasından yana değildir.

Paris anlasmasıyla Sırbistan, Rusya yerine Avrupalı devletler tarafından himayeye alınmıstır ancak buradaki Rus nüfuzu devam etmistir.27 Sırbistan Berlin anlasması ile güneyde Nis’e, doğuda Pirot’a kadar olan topraklarıyla bağımsızlığını tam olarak kazanmıs bir statüye kavusturulmustur.28 Bununla birlikte Türklerin Sırbistan’ı terk etmeleri mallarını ve mülklerini tasfiye etmeleri istenmistir. Akkerman mukavelesi ve Edirne anlasmasıyla Osmanlı Devleti Sırbistan’da Belgrat, Semendire, Fethi İslâm ve Böğürdelen kalelerinde asker bulundurmak hakkını muhafaza etmistir.29

3) Karadağ İsyanı:

Osmanlı Devleti, Karadağ vilayetini, toprağının verimsiz ve gelirinin düsük olusu sebebiyle maktu bir vergi karsılığında iç idaresinde serbest bırakmıstır. Dini bakımdan Karadağ Ortodoks mezhebine mensuptur. Bu bakımdan Ruslar Karadağlıları kolayca etkileyebilmislerdir. Onlara siyasal desteğin yanında para yardımında da bulunmuslardır.

XIX. yüzyılın ilk yarısında yapılan Osmanlı-Rus harpleri ve aynı devirde çıkan Sırp isyanları Karadağlıları Osmanlı İmparatorluğuna karsı harekete geçmeye ve her türlü yönden güçlükler çıkarmaya sevk etmistir. Ruslar ve Sırplar Babıâli ile savaslarında basarı kazandıkça, Karadağ egemen bir prenslikmis gibi hareket etmistir.30

Karadağ istiklalinin diplomatik usuller dairesinde tanınmasını hudutlarının Hersek ve Arnavutluk taraflarında genisletilmesini, Karadağ ve Osmanlı arasındaki hududun Karadağ ile Avusturya arasındaki hudut gibi tespit edilmesini, Antivari sehrinin Karadağ’a bırakılmasını istemistir. Fakat Osmanlı hükümeti bu isteklerini reddetmis, Karadağ’a Babıâli’nin hâkimiyetini tanımak sartıyla, Hersek topraklarından bir kısmını, vergisini vermek kosuluyla bırakmayı teklif etmistir. Bu teklif Karadağ tarafından reddedilmistir. 4 Mart 1858’de Osmanlı Karadağ harbi bu suretle baslamıstır. Büyük Devletlerin müdahalesiyle savas son bulmustur. İstanbul’da Ali Pasa’nın baskanlığında toplanan konferans (Aralık 1858); Karadağ ile Hersek arasında kesin bir hudut tespitini, Zupa, Grakova ve Evdina’nın Karadağ’a bırakılmasını kararlastırarak, diğer hususlarda harpten önceki duruma dönülmesini kabul kararlarını almıstır.

4) Bulgar İsyanı:

Osmanlı Devleti’nden ayrılma düsüncesi Bulgarlar arasında XIX. yüzyılın ilk yarısında baslamıstır. Yüzyılın ortalarında ise ulusçuluk ve Slavcılık gibi akımlar neticesinde bölgede büyük bir kaynasma yasanmıstır. Rusya’nın tesvikiyle Bulgar kilisesi Rum etkisinden kurtularak bağımsız hale getirilmek istenmistir. 1860’da Babıâli’ye Fener patrikliğini tanımayacaklarını bildirmislerdir. Ancak, Osmanlı Devleti bağımsız Bulgar kilisesinin kurulmasını 11 Mart 1870’de kabul etmistir. Bulgar kiliselerinin bağımsızlıkları bu sekilde sağlandıktan sonra, bu defa siyasi bağımsızlık için çalısmaya baslamıslardır.31

II. Mesrutiyet’in ilanına yakın Bulgaristan, Osmanlı Devletine bağlı yarı bağımsız bir prenslik statüsünde bulunmakta idi. Bulgarlar, Yesilköy (Ayastefanos) Anlasmasında saptanmıs ve Berlin anlasmasıyla gerçeklestirilmekten alıkonulmus olan büyük Bulgaristan ülküsüne bağlı kalmıslardır. Bu amaca ulasmak için Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğünden ve yabancıların yapacakları yardımlardan faydalanmayı düsünmüslerdir.32 Prens Ferninand 5 Ekim 1908’de Avusturya’nın Bosna Hersek’i topraklarına katmasından bir gün önce Tırnava’da Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan ederek Çar unvanını almıstır.33 Bu prensliğin kurulması ile birlikte dünya siyasi literatürüne “Bulgarya Türkleri” kavramı da kesin olarak girmis ve bu tarihten sonra da Türk Bulgar iliskilerinin en önemli sorunu haline gelmistir. Berlin antlasmasıyla ortaya çıkan bu deyimle birlikte, azınlık durumunda olan bir millet için bir devlet yaratılmaya çalısılırken bir taraftan da çoğunluk olan bir millet yerinden yurdundan edilmis, adeta soykırıma tabi tutulmustur. İlker Alp, Rus yazarı Teplow’un incelemelerini kaynak göstererek Bulgar ve Müslüman nüfusun dağılımını su sekilde
belirlemistir.34

Sancak Müslüman-                             Türk Nüfusu                        Bulgar Nüfusu

Rusçuk                                                354.324                                   201.205
Vidin                                                   131.600                                   263.000
Tırnova                                               112.000                                   188.000
Tulça                                                   188.930                                    40.000
Varna                                                   74.100                                     36.000
Sofya                                                  189.000                                   297.500
Đslimiye                                              186.400                                   100.500
Filibe                                                   564.000                                  382.000
TOPLAM                                             1.800.954                              1.509.595

Bu rakamlar 93 Harbi öncesine aittir. 93 harbi ile birlikte birçok Türk, Bulgar çeteleri ve Rus Kazakları tarafından katledilmis bir kısmı da sonraki göçe tabi tutulmustur. 93 harbi, Balkan Türklüğü açısından halkın nitelendirdiği gibi “Büyük Bozgun” olmustur.


Berlin antlasmasının 5. ve 12. maddelerinde Türklere birçok azınlık hakkı tanınmıstır. Hayatları, mülkiyet hakları, yasam özgürlüğü, dini inançları güvence altına alınmıstır. Fakat bu haklar sadece kâğıt üzerinde kalmıstır. 19 Nisan 1909’da iki ülke İstanbul’da toplanarak bir protokol imzalamıslardır ve Osmanlı Devleti Bulgaristan’ı resmen tanımıstır. İstanbul Protokolü ile Bulgaristan, Osmanlı Devleti’nden tam manası ile kopmus ve Türk Bulgar iliskileri farklı bir boyuta tasınmıstır. Bulgaristan’ın bağımsızlığının tanınması ile Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarındaki son muhtar eyaleti de elden çıkmıs bulunmaktadır.35

5) Arnavutluk İsyanı:

II. Mesrutiyet devrinden önce de görülen isyanlar, II. Mesrutiyet döneminde (1909–1912) hız kazanmıstır. Ulusal amaçlı olan bu isyanlar devlet yapısında sarsıntılar meydana getirmistir. Osmanlı Rus savasından sonra Arnavutlar arasında gelisen ulusal bilinç, Balkan devletlerine karsı kendilerini korumaya yöneltmistir. 10 Haziran 1878’de Prizren’de Arnavut birliği kurulmustur. Mesrutiyetin duyurulması ile Balkan savası arasında geçen dört yıl gibi kısa süre içinde Arnavutluk’ta dört ayaklanma meydana gelmistir.36 Bu isyanların gerisinde, İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda Arnavutları isyana tesvik edisi yatmaktadır.

Arnavutluk halkı, devlete muti, vefakâr ve cefakâr bir sadakatle çalısmıstır. Lakin hürriyetin ve arkasından mesrutiyetin ilanı ile birlikte salibin asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu’na karsı takip ettiği Haçlı siyasetinin tabii bir neticesi olarak isyan eden ve Balkanların her yerinde birden Türk unsuruna karsı hasımâne ve caniyane tesebbüslere girisen komitacılar, İtalya’nın tahrik ve desteği ile Hıristiyan Arnavutlar ile birlikte müsterek bir harekete girismislerdir.37 Arnavut isyancıların Sait Pasa hükümetinin çekilip yerine Kamil Pasa Hükümetinin gelmesi, yeni mebus seçimlerine gidilmesi, askerlik hizmetini Arnavutluk’ta yapılabilmesi, silah tasımalarına müsaade edilmesi, hükümet memurlarının Arnavut olması veya Arnavutça’yı iyi bilmesi gibi birtakım istekleri olmustur. Ayrıca yalnız Arnavutluk’u ilgilendiren ekonomi kültür ve toplum konularında bazı reformlar istemislerdir.38 Osmanlı hükümeti çıkan isyanları can ve mal pahasına bastırabilmektedir ancak bu iki tarafı da yıpratmıs görünmektedir. Sait Pasa kabinesinin çekilmesi ile ttihat ve Terakki de iktidardan düsmüstür (17 Temmuz). Bu suretle dördüncü Arnavut ayaklanması bir hükümet darbesi tesirinde olmustur. Bu dört asamalı Arnavut ayaklanmalarının olumsuz sonuçları Makedonya olaylarında ve Balkan savasında görülmüstür.39

6) Makedonya Sorunu:

Balkan savasının nedenlerinden en önemlisi sayılabilecek olan Makedonya sorununun doğum tarihi 1878, doğum yeri de Berlin kongresi’dir. Makedonya isyanları ilk 1909 yılında baslamıs ve Avrupa büyük devletlerinin ise karısmalarıyla bir reform asamasına girmistir. Makedonya sorunu Osmanlı İmparatorluğunda hangi hükümet sistemi kabul edilirse edilsin, ne gibi bir reform yürütülürse yürütülsün, çözümlenmesi mümkün olmayan bir sorun haline gelmistir. Sorunu etkileyen elemanlar Makedonya’nın etnik yapısı, Osmanlı Devleti’nin yürütmek istediği reform karakteri, Balkan devletlerinin Makedonya ile ilgisi ve iliskileri büyük devletlerin tasarılarıdır.40

Etnik ve sosyal olarak Makedonya oldukça karısık bir durumdadır. Kosova, Selanik ve Manastır vilayetleri Makedonya’yı olusturan üç büyük vilayettir ve buralarda yasayanlar arasında belirli bir ekseriyeti olusturan hâkim zümre yoktur. Halk Türk, Sırp, Bulgar, Arnavut, Yahudi, Rum, Ulah gibi birçok ırktan meydana gelmistir. Topraklar salma vergi sistemine dâhil tutulmaktadır. Büyük  toprak parçaları Türk ve Arnavutların elinde bulunmaktadır. Birçok ırktan meydana gelen Makedonya halkı geçimini bu topraklardan sağlamakla birlikte hayvancılık ve ticaret de ön plandadır.

Makedonya’da reform yapılması kararlastırıldığında, halk, güvenliğin sağlanmasını ve ekonomik sıkıntıların giderilmesini istemistir. Buna karsılık Osmanlı hükümeti ise, anayasa ilkeleri çerçevesinde bir tasarı ile Makedonya’da bir millet meydana getirmeyi amaçlamıstır. Bu millet de “Osmanlı Milleti” olacak ve Türkçe resmi dil olarak kullanılacaktır. Tasarı Makedonya’da büyük tepkiye yol açmıstır. Bulgarlara, Sırplara ve büyük devletlerin çıkarlarına ters düstüğü için uygulama gerçeklestirilemeden rafa kaldırılmıstır.

Makedonya yeni kurulmus olan Balkan devletlerinin çıkarlarına uygun bir bölge durumunda bir coğrafya konumuna sahip olmasıyla tüm Balkan devletlerinin gözü bu toprak parçasına kilitlenmistir. Buradaki düzenin bozulması için Bulgar ve Sırp çeteleri her türlü yola basvurmuslardır. Makedonya adeta eskıya çetelerinin barındığı bir alan haline gelmistir.

7) Yunan İsyanı:

Rumlar bu dönemde Osmanlı İmparatorluğunun her yanına yayılmıs durumdadırlar. En çok Mora, Teselya ve Ege adalarında yasamakla birlikte Ortaçağ’dan beri ulus niteliğinden yoksun bulunmaktadırlar. Aralarındaki bağ din ve dil bağlarıdır. Rum’ların Fatih Sultan Mehmet döneminden beri özel bir durumları vardır. Rum Patrikhanesine verilen ayrıcalıklar neticesi Rumlar, bütün Ortodoks (Bulgar, Sırp, Arnavut) kiliselerinin yüksek mevkilerine gelmislerdir. Böylece Rumlar Balkanlarda diğer Hıristiyan toplumlarına göre önceliği olan bir durumdadırlar.41 Toprak üzerinde mülkiyet hakkına, dil ve din özgürlüğüne sahiptirler. Rum tüccar ve gemiciler denizciliği gelistirerek adeta Akdeniz ticaretini ele geçirmislerdir. 1779 yılında, Rum tüccarları gemilerine Rus bayrağı çekme ve Rus konsoloslarının koruyuculuğundan faydalanma ayrıcalığını da sağlamıslardır.42 Bu gemiler görünüste kendilerini Kuzey Afrika korsanlarına karsı korumak için Osmanlı Hükümet’inin izniyle silahlandırılmıstır.43 Bu ayrıcalıklı konumlarından da anlasılacağı üzere Rumlar Osmanlı İmparatorluğu içinde belkide durumları en iyi olan etnik gruptur. Yüzyıllarca Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı olarak her türlü imkândan yararlanmıslardır. Ancak Devletin XIX. yüzyılda zayıflamaya baslamasıyla Rumlar, yabancı devletlerin de yardımı ile isyan hareketine baslamıslardır.

Hiç kuskusuz Yunan-Türk uyusmazlığının en dikkat çekici öğesi Osmanlı Devleti’nin islerine Rusya ya da Avusturya’nın dısında, büyük devletlerin doğrudan müdahalesidir.44 .1768–1774 Osmanlı Rus savası sırasında Ege denizine gelen Rus donanması, Rumları ayaklandırmak için faaliyette bulunmus ve bazı ufak çaplı ayaklanmalara sebep olmustur. 1787–1792 yıllarında Osmanlılar ile Avusturya ve Rusya arasında meydana gelen savasta, bu iki devlet Grek Projesi adı altında Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Bizans’ı yeniden kurmayı planladılarsa da, bunu gerçeklestirememislerdir. Rusya devamlı Rumları Osmanlı İmparatorluğuna karsı kıskırtmıstır.1815 yılının Kasım ayında Yunan denizinde, İngiltere’nin idaresinde kurulan Yedi Ada Cumhuriyeti, Mora Rumlarına bağımsız bir devlet olmak için örnek olmustur.45 Egemen Yunanistan’ın kurulusunda, mutaassıplar Hıristiyanlığın İslâmlığa galebesini, liberaller milliyet ve hürriyet fikirlerinin mutlakıyet düsüncesine üstünlüğünü, aydınlar antik Yunan düsüncesinin sadıkları Rönesans’ı alkıslamıslardır.46

Avrupalı devletler küçük bir Yunanistan için büyük ümitler beslemekteydiler. 1830’da küçük bir devlet olan Yunanistan 750,000 nüfusa sahipti ve toprağı Mora yarımadasını kapsamakta idi. Türkler Mora’yı terk ettiklerinde Yunanistan’da köylülerden, gemicilerden, tacirlerden ve komitecilerden olusan bir millet kalmıstır. Yunanistan’ın yeni devletini gelistirmesi için yapması gereken isler baslıca; nüfusu arttırmak, topraklardan faydalanmak, asayisi sağlamak, haydut çetelerini ortadan kaldırmak, maliyeyi düzene sokmak, devlet düzenini sağlamaktır.

Fransa ve İngiltere çıkarlarının gerektirdiği üzere Akdeniz’de yoğun faaliyet ve mücadelelere girismislerdir. Rusya da Akdeniz’ inme ülküsündedir. Bu yüzden hepsi Akdeniz’de kurulan Yunanistan Devleti’ni kendi çıkarlarına göre sekillendirme arzusunda olmuslardır. Ruslar, Yunan istiklalini Osmanlı Devleti’ne karsı giristikleri 1828–1829 harbinin sonucu olarak gördüklerinden Yunanistan üzerinde vassallık hakkını kendilerinde bulmaktadırlar.

Osmanlı Devleti, on yıl süren, isyan, savas ve yabancı müdahaleleri ihtiva eden bir buhrandan sonra Edirne Antlasması ve Londra Konferansı kararları gereğince müstakil Yunanistan Devleti’nin kurulusunu kabul etmistir.47 Bununla beraber Yunanistan’ın bağımsızlığı büyük devletlerce güvence altına alınmıstır. Sırbistan’ın, Buğdan’ın ve Eflâk’ın özerkliği de tanınmıs; Besarabya, Rusların eline geçmis ve Ruslar ticari yararların yanı sıra, ticaret gemileri için boğazlardan geçme serbestliğini elde etmislerdir.48 Yunanlılar ise, büyük ülkü “Megola İdea” nın pesine tekrar düsmüsler, Epiros, Teselya, Girit ve Sisam’ı ve hatta İstanbul’u bile Yunanistan’a katarak eski Bizans İmparatorluğunu diriltmek ve yahut Büyük Yunanistan’ı kurmaktan bahsetmeye baslamıslardır.49

C) 19.Yüzyıl’da Göçleri Etkileyen Savaslar:

1) 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi:

XIX. yüzyıla gelindiğinde Rusya Osmanlı Devleti için bir tehdit, Balkan halkları içinde bir umut kaynağı görünümünde kendi çıkarları pesinden kosmustur. Artık Osmanlı Devleti’nin çöküsü belirginlesmis, yüzyılın emperyalist devletleri Rusya ve İngiltere arasında Osmanlı topraklarını paylasma kavgası öne çıkmaya baslamıstır.

Rusya Balkanlardaki milletleri silahlandırarak isyana tesvik etmekle ve Slavları kıskırtarak Panslavizm akımını yaymakla amacını gerçeklestirmeye çalısmıstır. Panslavizm akımı XIX. yüzyılın baslarında ortaya çıkmıs olup, tüm Slavları bir çatı altında birlestirme amacını gütmüstür. Fransız Đhtilalinin sonucu olan milliyetçilik düsüncesinden kaynağını alan bu akım, baslangıçta felsefi ve edebi bir karakter tasımakta iken sonradan siyasi bir karakter haline gelmistir.50 Hem Balkanlarda genisleyen, hem de Rusya’nın içinde filizlenen Panslavizm, Osmanlı’da büyük kayıplara yol açacak Rusya’yı da emellerine kavusturacak olan 93 harbiyle vuku bulacaktır. Görüldüğü gibi Rusya’nın yayılmasını esas alan Panslavizm akımı her seyden önce Osmanlı İmparatorluğunu, ikinci derecede de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu, yani Balkanları hedef almıstır.51

Rusya, Balkanlardaki emellerini gerçeklestirmek üzere kurduğu Slav Yardım Komitesi’nin aracılığıyla Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Slav ve Ortodoks topluluklara her türlü yardımı yapmaya ve ilk adım olarak da bu topluluklara özerklik verilmesini istemeye baslamıstır.52 Osmanlı Devleti’ni yalnız ve savunmasız bırakmaya çalısan Rusya, tehlikeyi Osmanlı’nın Balkanlardaki topraklarında günden güne arttırmıstır ve böylece, 1870’lere gelindiğinde, Panslavizm hareketlerini, yani esas olarak Doğu Avrupa halkları üzerindeki geleneksel politikasını gerçeklestirmek üzere yeni bir araç olarak sistemlestirerek kullanmayı esas almıstır.53

Balkan halklarını kıskırtarak onları adeta isyana zorlayan Rusya Osmanlı Devleti’ni kilitlemeye ve hareketsiz kılmaya çalısmıstır. İçte yasanan sorunlarla dahi uğrasamayacak kadar yorgun olan Osmanlı Devleti, bir tarafta Balkanlardan, bir tarafta ise Kuzeyden ve Doğudan gelecek olan Rusya’nın tehdidi altında kalmıstır. Kırım Harbi’nin yenilgisini unutamayan Rusya, bu tip manevralarla gerçeklesecek olan savasa her türlü hazırlıklarını yapmıstır.

Bas gösteren Balkan isyanı önlenmek istendiyse de, durum farklı bir karakter tasımaktadır. Rusların körükleyerek alevlendirdiği zincirleme isyanların genel ve büyük bir savasa yol açacağı ihtimal dâhiline girince, dönemin büyük devletleri (İngiltere ve Fransa) ise karısmak gereğini duymuslardır.54 İngiltere ve Fransa Rusya’nın savastan karlı çıkmasına göz yummayacaklar ve emperyalizmin gerçekleseceği topraklara Rusya gibi güçlü bir devletin girmesini önlemek isteyeceklerdir. Kaldı ki Osmanlı Devleti hareketsiz ve güçsüz konumu ile onların bu politikalarını gerçeklestirmelerine herhangi bir engel teskil etmemistir. Meselenin savassız ve Rusya’ya bırakılmaksızın halledilmesi için İstanbul’da Tersane Konferansı adı altında bir uluslar arası konferans toplanmıssa da Rusya bu konferansın aktif bir üyesi olmus ve çıkarlarını korumak için Avrupa
devletlerine karsı diplomatik mücadele vermistir.

Konferansa, İngiltere’nin önderliğinde Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya, İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu katılmıstır. Fakat Osmanlı İmparatorluğunun bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne aykırı fikirler sebebiyle anlasmaya varılamamıstır. Konferansa katılan devletler, İstanbul’da bir çözüm bulunamaması üzerine Londra’da tekrar toplanarak 31 Mart 1877’de Londra Protokolünü imzalamıslardır.55 Bu protokole göre, Babıâli’ye Balkanlarda ıslahat yapılması, Hersek sancağına bağlı ve Hıristiyan toplumunun oturduğu iki kazanın Karadağ’a verilmesi, Tuna boylarındaki Türk-Rus birliklerinin barıs zamanındaki seviyeye indirilmesi kararlarına varılmıstır. İstanbul Konferansına göre daha hafif olan bu teklifleri Rusya kabul etmistir ancak Osmanlı Devleti kayıpları gerekçesi ile anlasmaya yine yanasmamıstır. Bu kabulsüzlük doğrultusunda ise Rusya, Avrupa hukukunu koruma ve Osmanlı İmparatorluğundaki Hıristiyanları savunma gerekçesiyle 24 Nisan 1877’de savası baslatmıstır. Osmanlı Devleti İngiltere’nin kendi toprak bütünlükleri noktasındaki politikalarına güvenerek Rusya ile savasa girmekten kaçınmamıstır.

1877–78 Osmanlı Rus harbi Balkanlar ve Doğu Anadolu’da olmak üzere iki cephede cereyan etmistir.56 Tuna ve Kafkas cephelerinde 31 Ocak 1878 Edirne mütarekesine kadar dokuz ay yedi gün devam etmistir. Plevne müdafaası ise, 19 Temmuz 1877’den 10 Aralık 1877 tarihine kadar dört ay yirmi üç gün sürmüstür.57

Balkanlarda Gazi Osman Pasa, Anadolu’da da Ahmet Muhtar Pasa komutasındaki ordular basarılar gösterseler de savas yenilgi ile sonuçlanmıstır. Ordudaki komutanların çekismeleri, savasın İstanbul’dan yönetilmeye çalısılması, taktiksel hatalar, Rus ordusunun Yesilköy önlerine gelmesi sonucunu doğurmustur.

Kızanlık’ta baslayan ateskes görüsmeleri, Edirne’nin Ruslar tarafından alınması üzerine Edirne’de devam etmis ve 31 Ocak 1878 tarihinde imzalanan Edirne Mütarekesi ile savas sona ermistir.58 Barıs görüsmeleri Yesilköy (Ayastafanos) de devam etmistir. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlasması yirmi dokuz maddeden olusmakla birlikte bu antlasmaya göre Osmanlı Devleti; Karadağ, Sırbistan ve Romanya’nın bağımsızlığını ve topraklarını genisletmesini kabul edecektir. Bulgaristan, Tuna’dan Ege Denizine, Karadeniz’den Arnavutluğa kadar olan alanı kapsayacak ve Osmanlı Devleti’ne bağlı bir prenslik olacaktır. Rusya ve Avusturya’nın kontrolünde, Bosna-Hersek’te, Rumeli’de Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ve Doğu Anadolu’da Ermenilerin bulunduğu yerlerde ıslahatlar yapılacaktır. Osmanlılar, savas tazminatı olarak 1.410 milyon ruble ödeyecekler ancak bu tazminatın büyük bir kısmına karsılık Rumeli’deki bir kısım topraklar ile Batum, Kars, Ardahan ve Doğu Beyazid, Ruslara bırakılacaktır. 300 milyon ruble ise para olarak ödenecektir.59 Osmanlı Devleti, 1868’de Girit’e verdiği özerklik kosullarını dikkatle uygulayacaktır. Bu kosulları tasıyan Ayastafanos Antlasması Rusya’nın Slavcılık politikasının bir  zaferi olarak algılanmıs ayrıca Balkanlara yerlesebilme olanağı da sağlamıstır. Rusya’nın 93 Harbi ile kazandığı saygınlık mevcut siyasi dengeyi ortadan kaldırmıstır. Bu yüzden Ayastefanos Antlasması sessiz duran büyük devletlerde memnuniyetsizlik uyandırmıstır.

Uzun süredir Avrupa’yı mesgul eden “Doğu Sorunu” nu Rusya’nın tek basına çözmeye kalkması, 1856 Paris Antlasmasıyla kurulan dengeyi tamamen bozmustur. İngiltere ve Avusturya  dısında Balkan devletleri de aldıkları toprakları ve sınır düzenlemelerinden hosnut değillerdir. Rusya’nın Ege Denizine ve Basra Körfezine doğru uzanması İngiltere için olumlu sayılacak bir gelisme değildir. Bu İngiltere’nin Doğu ticareti ve sömürgelerindeki üstünlüğü için tehlikeler olusturmaktadır. Avusturya’nın hedef ve çıkarları ile Rusya’nın hedef ve çıkarları Osmanlı toprakları üzerinde çatısmaktadır. Ayastefanos Antlasmasının getirdiği yeni sınır düzenlemeleriyle Rusya, Slavcılık politikası üzerinde etkili olabilecek konuma geldiğinden Avusturya’nın bu topraklar üzerinde yaymaya çalıstığı Pancermenizm’in önüne geçebilecektir. Bu gibi faktörlerle anlasmanın sonuçlarından endise duyan büyük devletler Doğu Sorunu’nu yeniden gözden geçirmek ve Ayastefanos’un ilgili maddelerinde düzenlemeler yapmak için 13 Haziran 1878 tarihinde Berlin Kongresi’ni düzenlemisler, karsısındaki birlesik güçlerle bas edemeyeceğini anlayan savas yorgunu Rusya da bu öneriyi kabul etmek zorunda kalmıstır. Osmanlı Devleti ise bu antlasmaya büyük ümitler bağlamıstır. Osmanlı’ya göre Avrupalı Devletlerin çatısan çıkarları, kaybedilenlerin geri alınmasına olanak sağlayabilecektir.


İngiltere Akdeniz’de ve Hindistan yolu üzerindeki çıkarlarını koruyabilmek için Kıbrıs’a çok büyük önem vermistir ki Kıbrıs’ın konumu sömürge yollarının güvenliği açısından hayati önem arz etmektedir. Bunun için kongre öncesi görüsmeler yapılmıs ve Osmanlı Devleti haklarının korunması karsılığında geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini İngiltere’ye devretmistir. 13 Haziran ile 13 Temmuz arasında gerçeklestirilen Berlin Kongresinde, Osmanlı Devleti ile, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya ve Avusturya devletleri bir araya gelmislerdir. Kongre bir bakıma “1856 Paris Antlasması ve 1871 Londra sözlesmesi ile kurulmus olan, ancak Ayastefanos Antlasması ile bozulmus olan Avrupa dengesini yeniden düzenlemek ve Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu barıs ortamını yeniden sağlamak” gibi bir amaca hizmet etmistir. Osmanlı Devleti’nin uğradığı kayıpların giderilmesi için hiçbir devlet çıkarlarından taviz vermek niyetinde olmamıstır. Kongre süresince her büyük devlet kendi çıkarlarını elde etmeye çalısmıstır. Osmanlı Devleti kendi üzerindeki pazarlıkların tartısıldığı bir kongrede yalnız kalmıstır. Tartısmalı bir ay sonunda 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlasmasının içerdiği maddeler bir nevi büyük devletlerin çıkarları adına hafifletilmistir. (Bulgaristan üçe ayrılmıs; birinci bölgede Osmanlı egemenliği altında özerk bir Bulgar prensliği, ikinci bölgede Balkanların güneyinde, Doğu Rumeli Vilayeti adında doğrudan Osmanlı Devleti’ne bağlı büyük devletlerce kabul edilmis Hıristiyan bir vali yönetiminde bir eyalet olusturulmus, üçüncü bölgede ise Makedonya ıslahat yapılması sartıyla Osmanlı Devletine bırakılmıstır.) Osmanlı Devleti’nin 1868’de Girit’e uyguladığı özerklik genisletilerek, büyük devletlere bu konuda bilgi verilmistir. Yunanistan’a bir miktar toprak bırakılmıs, Bosna-Hersek Avusturya’ya katılmıstır. Karadağ’ın sınırları yeniden çizilerek, bu bölgeye bağımsızlık verilmistir. Sırbistan da bağımsızlık elde etmis ve sınırları Nis’e (dâhil) kadar uzatılmıstır. Romanya bağımsızlık elde eden bir diğer ülke konumunda tutulmus ve Baserabya Ruslara verilmistir. Dobruca ise Ruslardan geri alınmıstır. Tuna nehri savas gemilerine kapalı, ticaret gemilerine açık bir vaziyete getirilmistir. Doğuda Ardahan, Batum ve Kars sehirleri ise Rusya’ya verilmistir. Eleskirt ve Beyazıt Osmanlı’ya geri bırakılmıstır. Ermenilerin bulunduğu Doğu illerinde ıslahatlar yapılması kararlastırılmıstır ki ıslahatların önce özerkliğe, daha sonra da bağımsızlığa dönüstürüleceği klasik emperyalizm taktiği olarak rahatlıkla anlasılabilmektedir.

Bozulan denge Berlin Kongresiyle toparlanıp yeni bir güçler dengesini kurulmustur. Bosna-Hersek ve Kıbrıs’ta egemenliği sözde kalan Osmanlı Devleti, birçok toprağında ıslahat yapacağını vaat ederek sürekli bir Avrupa denetimine maruz kalmıstır.

Balkan ülkeleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki iliskilerin belirsizliği ve anlasma esaslarının karmasıklığı yüzünden Osmanlı ordusu kısmi seferberlikten bir süre daha çıkamamıstır. Büyük devletler bu antlasma ile Osmanlı Devleti’nin durumunu sağlama aldıklarını söylemislerdir. Ancak üzerinde 5,5 milyon insanın yasadığı 12 bin kilometrelik arazinin terk edilmek zorunda kalındığına dikkat edilirse, bunun çok doğru olmadığı görülecektir.60

93 Harbi Sonrası Göçler:

Tuna’yı kolayca asmaları ve ilk muvaffakiyetleri Rusları sımartmıstır. Ruslar bu ileri hareketlerinde, Bulgarlar ile birlikte müslüman ahaliye karsı pek insafsızca davranarak, korkunç katliamlar yapmıslardır.61 Müslümanların katliam derecesinde öldürülerek, sürülmeleriyle neticelenen 1877–78 Osmanlı-Rus savası sonunda Balkanların büyük bir kısmı, (Makedonya ve Trakya hariç) Osmanlı idaresinden çıkmıstır. Bu savasta İngiliz konsolosluğu raporları ölülerin sayısını 300.000-400.000 arası, göçe zorlanan müslümanların sayısını da yaklasık 1.000.000 olarak göstermektedir.62 Balkanlardaki Türk nüfusunun önemli bir bölümü asırlardır yasadığı toprakları terk ederek Anadolu’ya yerlesmek zorunda kalmıstır. Ruslar planlı olarak Tuna bölgesindeki Türk ahaliyi, bu bölgelerden göç ettirmek için baskı ve katliamlar yapmıslardır. Bunun sonucu olarak da Tulca, Rusçuk, Tırnava, Eski Cuma, Filibe, Kızanlık, Eski Zağra, Yeni Zağra, Lofca gibi yerlerde bulunan Türkler yasadıkları yerleri terk ederek Edirne, İstanbul, Çanakkale, İzmir gibi sehir ve bölgelere yerlesmek zorunda kalmıslar, Rusların Bulgar çetelerini silahlandırarak Türklerin üzerine salmaları sonucunda yapılan katliamlar yüzünden Burgos, Ahyolu, Yanbolu ve İslimiye gibi bölgelerin ahalisi de göç ettirilmistir. Bu göç dalgası vatanlarını terk eden insanların perisan bir sekilde yolculuk etmelerine ve devletin ekonomik açıdan daha da sıkısmasına sebep olmustur. Muhacirler, Anadolu’da yerlestikleri yerlerde büyük sıkıntılar çekmisler, ayrıca o bölgelerin eski ahalileri ile de aralarında çesitli ihtilaflar meydana gelmistir. İstanbul’a gelen asırı göç, buradaki sehir yozlasmasının da baslangıcını hazırlayan unsur olmustur.63

İmparatorluğun müslim ve gayrimüslim nüfus kaybı 5,5 milyon insan civarındadır. Bu nüfus kaybının yarıya yakınını Türkler olusturmustur. 93 Harbi’nin yarattığı bir yıllık çalkantının askeri ve siyasi neticelerinin doğurduğu vehamet bir tarafa, yüz binlerce Türkün evini barkını, çiftini çubuğunu bırakarak rüzgârın önünde savrulan yapraklar gibi İstanbul’a ve Anadolu’ya akın etmesi iki taraf içinde büyük acılara sebep olmustur. 93 Harbi öncesinde, 1876 yılında Bulgaristan’daki toplam nüfusun 1.120.00 Türk, 1.130.00’i ise Bulgarlardan olusmakta idi üstelik islenebilen toprakların % 70’i Türklerin elinde bulunuyordu. Bu rakamlar yasanılan sosyal felaketlerin gerçek boyutlarını gözler önüne sermeye yetecek istatistikî ifadelerdir.64

Türkler, en kuvvetli devirlerinde bile, hâkimiyetleri altına geçen Hıristiyanları hiçbir vakit, kitle halinde ne öldürmüstür ne de göç etmeye zorlamıslardır. Eğer Türkler Bulgarlar ve diğer Balkan milletleri gibi hareket etseydiler, bugün bir Bulgar, bir Yunan, bir Sırp, hatta Romanya devlet milletinin mevcut olmaması lazımdı.65

1877–78 savası sonucu ortaya çıkan Rumeli’den Türk göçlerinin Balkan devletleri ekonomik tarihleri bakımından da büyük önemi vardır. Nitekim göçler milletlerin büyük isgücü, üretim ve nüfus kaybına sebep olmustur.66

2) I.Balkan Savası:

Trablusgarp savasıyla uğrasan Osmanlı Devleti’ni bir de Balkan milletlerinin olusturduğu birlikler yıkmaya baslayacaktır. Rusya’nın önderliğinde kurulan bu birlikler, Sırp, Bulgar ittifakı seklinde bütünlesmistir ve daha sonra Yunanistan’ın Girit’e yoğunlasması onu bu birliğe sürüklemistir. Rusya, Sırp-Bulgar ittifakına önem vermistir zira Sırp-Bulgar ittifakına nazaran, Bulgar-Yunan ittifakının çerçevesi daha sınırlı olmustur.67 Slav ırkını birlestirme amacında olan Rusya, Sırp ve Bulgar ittifakına bu sebeple önem vermistir. Yunanistan ise İngiltere ve Fransa’nın kontrolünde bir devlettir. Bu sekilde bir ittifakın olusumunu sekillendiren ise Osmanlı Devleti’nden elde edilecek toprak parçalarıdır.

13 Mart 1912’de, İtalya-Türk bunalımı tam kıvrımındayken, Sırbistan’la Bulgaristan bir antlasma imzalamıslardır.68 Bu antlasma, Makedonya’nın özerkliğini -uygulanamaz olduğunun anlasılması halinde de- Osmanlılara karsı bir zafer olasılığına dayanmak üzere, oranın paylasılmasını öngörmektedir. Sırplar Makedonya’nın paylasılması konusunda ısrar etseler de Bulgaristan’ın hayali Makedonya’ya bir bütün olarak sahip olmaktır. Bu sebeple özerk olmasını istemistir ve nihai amacı Büyük Bulgarya’yı kurmaktır.

29 Mayıs 1912’de ilk antlasmayı bir Yunan-Bulgar bağlasıklığı izlemistir. Söz konusu bağlasıklığa göre her iki ülke, Makedonya sorununu bir kenara bırakarak, Osmanlı Devleti saldırısı halinde, birbirlerine karsılıklı yardımlasmayı öngörmüslerdir.69 .4 maddeden olusan “Savunma İttifakı” antlasmasının ardından 5 Ekim 1912’de de bir “Askeri Konvansiyon” imzalanmıstır. Bu anlasmalara göre, Bulgaristan en az 300.000, Yunanistan da en az, 120.000 kisilik bir kuvvetle savasa katılmasına ve iki taraf kuvvetlerinin toplam 500,000 olmasına çalısılacaktır. Diğer taraftan Yunan donanması, Ege denize egemen olmaya ve Anadolu ile Rumeli arasındaki bağlantı ve ulasımı kesmeye çalısacaktır.70

Görüldüğü gibi, Bulgar-Yunan antlasmaları, toprak kazançlarının ne sekilde paylasılacağı hakkında herhangi bir durum öngörmemistir.71 Bu durum ileride yeni bir antlasmaya yol açacaktır. Karadağ da Yenipazar, Songağı ve İskodra’nın kendisine verileceği vaadiyle 1912 Ağustosu’nda birliğe katılınca, Osmanlı İmparatorluğuna karsı birlesen devletlerin sayısı dörde yükselmistir.72 Balkan Ligi’nin sah devleti Bulgaristan’dır. Lig onun etrafında kurulmustur. Rusya yüzyıllardan beri hayalini kurduğu Slav birliğini bu lig vasıtasıyla kurmus görünmektedir. Fakat birlik sağlam temellere dayanmayan, tamamen çıkarların ve zorunlulukların bir araya getirdiği gevsek iliskiler toplamından olusmaktadır. Nasıl ki bu birlik çıkarlar doğrultusunda birlestiyse yine çıkarları doğrultusunda 6 ay sonra birbirlerine düsman kesileceklerdir.

Osmanlı Devleti’ne karsı baslatılacak suni Slav birliğinin savası tüm hazırlıkların tamamlanması ardından baslayacaktır. Ancak tek sorun savasın nasıl baslayacağıdır. Beklenen fırsat kendisini Karadağ sınırlardaki karısıklık ile gösterecek ve belirtilen lig bu karısıklıkları öne sürerek Osmanlı Devleti’ne savas açacaktır. Bulgar ve Yunan komitacılar Makedonya’daki faaliyetlerini arttırmıslardır. Yunanistan, sınırlarına asker yılmıstır ve hemen ardından çetelerin faaliyetleri 1912 Ağustos ve Eylül aylarında müslüman halka yönelmeye baslamıstır.73

Sırbistan ile Bulgaristan Osmanlı hükümetine verdikleri bir nota ile Rumeli’ye özerklik tanınmasını ve Balkanlardaki Osmanlı eyaletlerinin milliyetlere göre yeniden düzenlenmesini istemislerdir.74 İstanbul hükümeti kabul edilmesine olanak bulunmayan bu notayı reddetmis ve 17 Ekim 1912’de bağlasık Balkan devletlerine karsı savas açmıstır.75 

I. Balkan Savası Doğu Rumeli (Doğu Trakya, Batı Trakya) ve Batı Rumeli (Makedonya, Arnavutluk) olmak üzere iki harekât alanında gerçeklesmistir. Doğuda Bulgarlara karsı savasan Abdullah Pasa komutasındaki ordu, Batı’da Makedonya’da Sırplara karsı savasan Ali Rıza Pasa komutasındaki ordu bulunmaktadır. Osmanlı Devleti güç dengesinin alehine olduğu bir anda savasa girmistir. Müttefiklerin asker sayısı 510.000 iken Osmanlı Devleti’nin Trakya, Makedonya ve Arnavutluktaki tüm kuvvetlerinin sayısı 250.000 dir. Diğer yandan asker ve subay eksikliği nedeniyle ordu sağlıksız bir yapıdadır ve araç-gereçleri yetersizdir.

Osmanlı Devleti için savas baslangıcından itibaren kötü ilerlemistir. Ekim’in sonlarında Doğu Trakya’yı ele geçirip Edirne’yi kusatan Bulgarlar, Kasım’ın ilk günlerinden baslayarak, Çatalca siperlerine ulasmıslardır zira bu nokta Osmanlı savunmasının İstanbul’dan önceki son hattıdır.76 Daha 1912 yazında, yani savas baslamadan önce, Rusya da dâhil bütün devletlerin tahmini, Balkanlılar Osmanlı Devletine savas açtığı takdirde, hepsinin hezimete uğrayacağı seklindedir. Onun içindir ki  savasın çıkmasını önlemeye çalısmıslardır.77 Doğu cephesinin yenilmesi ve Bulgarların İstanbul’a yaklasması büyük devletleri telasa düsürmüstür. Batı cephesinde de durum yenilgiyle sonuçlanmıstır. Yunanlılar Selanik’i ele geçirerek, Bozcaada, Tasoz, Limni ve Samotraki adalarını da zapt etmislerdir. Selanik’te Bulgarların da gözü vardır fakat Yunanlılar Bulgarlardan önce harekete geçmistir. Bu adaların, Yunanlıların eline geçmesiyle Makedonya (Rumeli) ile İstanbul ve Anadolu’nun bağlantısı kesilmistir dolayısıyla Makedonya’daki kuvvetlerin de baskomutanlık karargâhı ile de bağlantısı kesilmis bulunmaktadır. Çünkü Bulgar kuvvetlerinin Çatalca’ya kadar gelmesiyle, Makedonya’daki kuvvetlerle kara bağlantısı da kesilmis olmaktadır.78

Sırpların saldırısına uğrayan Arnavutluk 28 Kasım 1912’de bağımsızlığını ilan etmistir. Böylece, Yanya Yunanlıların, İskodra Karadağ’ın, Edirne de Bulgarların eline geçmistir. Osmanlı Devleti’nin her iki cephede de yenilmesi, Avrupa devletlerinin savasa müdahale etmesini gerektirmistir. Rusya Bulgaristan’ın İstanbul’u ele geçirmesinden, Yunanistan’ın da Çanakkale Boğazına hâkim olmasından korkmaktadır. Balkan milletleri Rusya’nın Osmanlı’dan koparmak istediği payları alacak duruma gelmislerdir. Fakat Almanya ve Avusturya’da durum farklıdır. Onlar Bulgarlara bu konuda destek vermislerdir. Bunun sebebi de Rusya ve Bulgaristan’ın birbirine ters düsmesiyle Avusturya’nın Bulgaristan’ı yanına çekme düsüncesidir. Savasın büyük devletler alehinde gelismelere sahne olması sonucu “Londra Barısı” imzalanmıstır. Osmanlı Devleti tüm çabalarına rağmen eski baskent Edirne’yi kurtaramamıs, Avrupa sınırı Trakya’da Midye-Enez çizgisi olmustur. Edirne’nin yanında, Kırklareli ve Lüleburgaz da Osmanlı Devleti’nden kopmustur. Girit Adası Yunanistan’a bırakılmıstır. Arnavutluk ve Ege Adalarının geleceği de büyük devletlerin kontrolüne terkedilmistir. Kaybedilen yerlerde yasayan Türklerin göç etmek zorunda kalmaları toplumsal sıkıntıları daha da arttırmıstır.79

4)Babıâli Baskını:

Balkanlarda yenilginin artması halkın idareye karsı öfke duymasına yol açmıs, bunun üzerine İttihat ve Terakki 1912’de hükümetten ayrılmıstır. Yerine Gazi Ahmet Muhtar Pasa kabinesi geçmistir fakat Balkan savasının patlak vermesiyle yerini Kamil Pasa kabinesine bırakmıstır. Ancak Kamil Pasa kabinesinin, orduya önem vermemesi orduda düzensizliğe ve basarısızlığa yol açmıstır. Bu durumda İttihat ve Terakki’nin eline önemli bir koz geçmistir. Onlar hükümetteyken orduda disiplin sağlamıstır. Edirne’nin elden çıkacak olusu, halk tarafından tepkiyle karsılanmıstır. Londra’da toplanan barıs konferansında Osmanlı Devleti’nin Edirne’yi Bulgaristan’a bırakması konusunda ısrarcı davranılmıstır. Sadrazam Kamil Pasa bir danısma meclisi toplayarak bunun kabulü konusunda bir karar almıstır.

İttihatçı darbenin asıl hedefi, Kâmil pasa hükümetinin Balkan koalisyonunun baskılarına boyun eğmesini önlemektir.80 .23 Ocak 1913 günü Enver Bey ve Talat Bey önderliğinde bir grup ittihatçı Babıâli’yi basmıslar ve çıkan çatısmada Kâmil Pasa ve Nazım Pasanın yaverleriyle, harbiye nazırı Nazır Pasa ölmüslerdir. Bu olay tarihimizde Bâb-ı Âli olarak adlandırılmaktadır ve sonucunda İttihatçılar, birinci dünya savasının sonuna değin sürecek olan iktidarlarını elde etmislerdir.81

5) II. Balkan Savası

II. Balkan savası, birincisinden çok daha kısa olacaktır. Sadece 159 gün kadar sürecek ve girisiminin tehlikelerini hiç de iyi hesaplayamamıs olan Bulgaristan’ın yenilgisiyle sonuçlanacaktır.82 Osmanlı Devleti’nden alınan toprak parçaları Balkan devletlerince istenildiği gibi paylasılamamıstır. Bu da ittifakın düsmanlığa dönüseceğini göstermektedir. En büyük toprak parçası Bulgaristan’a kalmıstır ve savastan en karlı çıkan devlet yine Bulgaristan olmustur. Makedonya  bölgesi Balkan devletleri arasında baslı basına bir sorun haline gelmistir. Ayrıca Arnavutluk bölgesi içinde bir paylasım söz konusudur. Arnavutluk sorununu büyük devletler bağımsız bir Arnavutluğun kurulmasıyla çözmüslerdir. Bu Avusturya için sevinç verici bir olay iken, Sırplar için üzüntü vericidir. Çünkü Sırpların amacı Arnavutluktan Adriyatik’e açılmaktır. Avusturya ise bunu tehlike olarak gördüğünden Sırpları bu konuda engellemistir. İtalya’nın da gözü Arnavutlukta olmakla birlikte Yunanistan’ın burayı ele geçirmesinden korkmaktadır. Bu da Avusturya ve İtalya’yı birbirine yakınlastırmıs, aralarında Arnavutluk konusunda bir anlasma yapılmasını sağlamıstır. Makedonya sorunu yüzünden Bulgaristan ile Sırbistan’ın arası açılmıstır. Hatta eski günlerini aratacak bir düsmanlığa dönüsmüstür. Bu gerginlik Sırp ve Yunan yakınlasmasına sebebiyet vermistir. Aralarında 1 Haziran 1913’te ittifak antlasması imzalayarak Bulgaristan’a karsı bir savunma gerekirse birlikte hareket edeceklerine ve toprakların paylasımına dair bir antlasma yapmıslardır. Makedonya’yı paylasıp Bulgaristan’a küçük bir pay bıraktıkları bu antlasmada bir de Arnavutluk nüfuz bölgelerine ayrılmıstır. Böylece, Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan çekilmesiyle bıraktığı bosluk, Balkan devletlerinin hem ihtirasları için hem de birbirleriyle çatısmaları için bereketli bir zemin teskil etmistir.83

Sırp Yunan ittifakına Osmanlı Devleti de çekilmek istenmistir fakat Babıâli buna yaklasmamıstır. Aynı sekilde Romanya’yı da yanlarına çekerek Bulgaristan’ı yalnız bırakmak istemislerdir. Tüm bu gelismeler takibini savas seyrine bırakmıstır. Yunanistan ve Sırbistan Bulgaristan ile sıkı bir savasa tutusmustur. Bulgaristan’ın ardı ardına aldığı yenilgileri gören Romanya’da savasa katılmıs ve Bulgarların elinden Dobruca’yı alarak Bulgaristan içlerine doğru ilerlemistir.

Yunanistan Kavala’yı ele geçirmistir. Bu Bulgaristan için stratejik bir noktadır. Çanakkale Boğazı ile Selanik ortasında bulunduğundan ve doğal bir limana sahip olması bakımından Bulgarların Ege’ye açılmalarını sağlayacaktır.

Avusturya, savası Bulgaristan’ın kazanmasını ümit emektedir fakat Bulgaristan’ın ağır yenilgiler alması ve toprak kaybedisi karsısında Büyük Sırbistan’ın kurulması korkusuna kapılmıstır. Yunanistan, Avusturya’nın gözü olan Selanik’i zaten eline geçirmistir, bir de Kavala’nın alınısı, Avusturya’yı müdahale etme noktasına getirmistir. Fakat müttefiki olan Almanya ve İtalya Avusturya’yı bu noktada engellemislerdir. Büyük devletler bu durum karsısında anlasmazlıklara düsmüslerdir. Rusya ve Avusturya Kavala’nın Bulgaristan’a verilmesi gerektiğini düsünmüslerdir ancak Almanya, İngiltere, İtalya ve Fransa Yunanistan’a verilmesi kanaatindedirler. Osmanlı Devleti de savastan faydalanarak, imparatorluk için tarihi önem tasıyan eski baskent Edirne’yi ele geçirmistir. Lakin Edirne’nin geri alınması, Londra barısının tek taraflı bozulması anlamını tasımaktadır.84 İngiltere ve Fransa buna derhal tepki göstermekle birlikte bir sey yapamamıslardır. Rusya ise Bulgaristan’ın boğazlardan uzak durmasını istediğinden tepkisiz kalmıstır. Bulgaristan’ın artık yapacak bir seyi kalmayınca 31 Temmuz 1913’te mütarekeyi imzalamıs ve 10 ağustos 1913’te de Bükres barısı yapılmıstır. Böylece, Romanya, Yunanistan ve Sırbistan’ın kazanmıs oldukları topraklar ile sınırlar belirlenmistir.

Osmanlı Devleti’yle Bulgarlar arasında 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlasması imzalanmıstır. Buna göre, Edirne, Dimetoka ve Kırklareli Osmanlı Devleti’nde kalacak, sınır ise Meriç ırmağı boyunca saptanacaktır. Antlasmada, Balkanlarda kalan müslümanların hakları konusu da görüsülmüstür. Adalar sorunundan dolayı Yunanistan ile antlasma gecikse de 14 Kasım 1913’te Atina’da imzalanmıstır. Aralarında sınır olmadığından azınlık hakları tespit edilmemistir. Adalar konusu ise büyük devletlerce 14 Subat 1914’te kararlastırılmıstır. Gökçeada ve Bozcaada Osmanlı Devleti’ne verilecek, diğer adalar ise Yunanistan’a bırakılacaktır. Ayrıca Yunanistan adalardan bir tehlike olmayacağı konusunda teminat verecektir. Osmanlı Devleti’ne karsı adalarda bulunan müslüman halkın da azınlık haklarından faydalanacağı dikkate alınmıstır. 13 Mart 1914’te Sırbistan ile Osmanlı Devleti arasındaki antlasma İstanbul’da yapılmıstır. Sınır olmadığından Makedonya Türkleri için hukuki haklar tespit edilmistir.Osmanlı Devleti Balkan savaslarıyla birlikte Avrupa’daki topraklarının % 83’ünü kaybetmistir. Ayrıca Balkanlardaki bu kaynasma Sırp-Avusturya gerginliğini arttırarak I. Dünya Savasına zemin hazırlamıstır.

D)Balkan Savası Sonrası Göçler:

Balkanlarda savasın patlak vermesi ve Balkan topraklarının kaybedilisi müslüman halkın hezimetine yol açmıstır. Savas sonunda Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlasmasınca Balkan müslümanlarının durumu hakkında bazı kararlar alınmıstır. Bu karara göre müslümanlardan isteyenlerin Bulgaristan’da kalarak her türlü din ve mezhep hürriyetlerinden faydalanacaklarına dair çesitli garantiler verilmistir. Müftüler ve bas müftü, müslüman halkın “ahval-i sahsiye” yani, evlenme, bosanma, vasiyet ve miras, velayet ve vesayet, nafaka gibi sorunlarda karar yetkisini kullanacaklardır.85 Ayrıca, din görevlilerinin maasları Bulgar hükümeti tarafından, Bulgar memurlarına ödenen maaslar ile esit olarak ödenecektir.

Bulgar hükümeti, masrafları kendisine ait olmak üzere Türkler için ilk ve ortaokullar açacak ve bu okullarda Bulgarca da mecburi dil olarak öğretilecektir. Türklerin mülkiyet hakkına saygı gösterilecek ve zorunluluk olmadıkça Türklere ait tasınmaz mallar kamulastırılmayacaktır.86 Eğer kamulastırma olursa da değeri kabilinde hesaplanarak hemen ödenecektir. Ancak yapılan bu antlasmalar kâğıt üzerinde kalmıstır. Uygulama da esasa alınmamıs, müslüman halk eziyet ve zulüm görerek göçe zorlanmıstır. Savas sırasında ise, Türklerin mal ve paralarını yağma ettikten sonra planlı ve sistemli bir katliam hareketine girisilmistir. Salib ordusu için bir insanın müslüman ve Türk olusu katli bir sebep telakki edilmistir. Bulgarlar, Trakya ile Makedonya’nın bir kısmını isgal ettikleri zaman, Bulgar ordusu arasında harbi takip eden Avrupalı gazetecilerden bir kısmı bu vahset ve zulüm karsısında isyan etmisler ve gazetelerine bu insanlık dısı canavarlıkları su satırlarla bildirmislerdir; “Trakya ve Makedonya’da bizzat gördüğümüz korkunç vahset, ilk çağlar vahsetini fersah fersah asmıstır. Hangi köye veya kasabaya uğruyor, hangi yere bakıyorsak vücutları parça parça edilmis ve birbirinden ayrılmıs insan cesetleri ile karsılasıyoruz. Geçtiğimiz her yerde atese verilmis ve tamamen yanmıs köyler ve kasabalar görmekteyiz”.87

Balkanlarda salibin islettiği hunharca cinayetler bilhassa Alman, Avusturya-Macaristan ve İtalyan basınında çok tafsilatlı olarak ve tenkidi mahiyette yer almıstır.88

Milano’da intisar eden Sekola Gazetesinin Rumeli’ye gönderdiği hususi muhabiri Lüsyen Magrini gazetesine gönderdiği mektupta; “Sirozda 800 Müslüman katledilmis, buraya yakın bir köyde Bulgar Makedonya komitası reislerinden Danço kaptan mevcut bir-iki camiyi müslüman kadın ve çocukları ile doldurulduktan sonra imha etmistir. Cuma-i bala, Petriç ve Menlik kazalarının müslüman olan bütün nüfusu katledilmis, bunlar gibi çok kaza, nahiye ve köylerde hiçbir müslüman bırakılmamıstır. Geçtiğim bütün yolar katledilmis müslüman cesetleriyle doludur”.89 Seklinde durumu özetlemistir.

Edirne’nin isgali ile bu serhat sehrimizde, Osmanlı İmparatorluğunun bu sanlı baskentinde Bulgarların isledikleri cinayetler, ırza geçmeler, kitle halinde katliamlar ve sehir halkını civarı ile birlikte aç bırakmak suretiyle binlerin ölümüne sebep olanların bu iğrenç hareketleri, her halde ne salibe, ne de medeni Avrupa’ya seref verecek bir tarih hakikati değildir.

Romanya’nın en büyük gazetelerinden birisi olan Universul’un birinci sayfasında Pese Pençet adında Kırklareli muharebelerine katılmıs olan bir Bulgar askerinin katliam hakkında söyledikleri ise esirlere muamele ile ilgili önemli örnekler içermektedir; “Sırp ve Bulgar askerleri, esir edilmis Türk askerlerine çok zalimane bir muamele tatbik etmektedirler. Mensup olduğum kıtaya, Sofya’ya  götürülmek üzere teslim edilmis olan 1.500 Türk esiri, kumandanımız tarafından verilen bir emirle tamamen öldürülmüs ve böylece vazife yerine getirilmistir”.90 Savas boyunca ve savastan sonra da devam eden bu iskence ve zulümler sürekli ölüm ve göçlere sahne olmustur.

Umumi harpten önce, Yunanistan’ın idaresine giren Trakya, Makedonya ve Epir’den Osmanlı ülkesine 200,000’den fazla Türk göçmeni gelmistir. Makedonya’dan Türklerin kovulması ve zulüm görmesi, Osmanlı ülkesinde tepkilerle karsılanmıstır.91

XIX. Yüzyıl’da Anadolu’ya Yönelik Balkan Göçleri: Balkan Hıristiyanları, Sırpların Osmanlı Devlet yönetimine karsı baskaldırdıkları 1803’ten, Bulgarların, Sırpların ve Yunanların çabalarını birlestirmeleriyle Türklerin küçük bir köprübası dısında tüm Avrupa’dan sürüldükleri 1912–1913 yıllarına uzanan bir dizi ayaklanma ve diplomatik bunalım sonucu, Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını koparmıslardır. Kasaba halklarına olduğu kadar, köylüleri de çeken, içlerinde birbirine karsı düsmanlık duyguları tasıyan ve birbiriyle çatısan ulusçuluk akımları, XIX. yüzyıl boyunca Balkanları, siyasal kavgaların verildiği bir horoz dövüsü çukuruna döndürmüstür.92

Osmanlı Devleti’nden kopan Balkan topraklarında, sürekli olarak göç hareketleri yasanmıstır. Bölgeden Türklerin çıkarılması için birçok zulüm ve baskı yapılmıstır. Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, Makedonya’dan kafileler halinde göç dalgası baslamıstır. Yunanistan’a terk edilen Türklerin göç hareketi kısın bastırmasıyla bir nebze olsun yavaslamıstır. Larissa’da yayınlanan “Olimpus Feneri” adlı gazete Türklerin mallarını satmaya devam ettikleri fakat göçün bilhassa deniz yolu ile olduğundan, fena havalar yüzünden durduğunu; muhacirlerin daha çok İzmir’e, Selanik’e gittiklerini yazmıs ve bu haber İstanbul gazetelerinde de çıkmıstır.(11 Ocak 1883) Havaların düzelmesiyle Teselya Türklerinin hicreti yeniden baslamıs, İzmir gazetesi “İmpertial De Smyrne” Teselya’dan 100 kadar muhacir daha geldiğini ve bunların Akhisar’a gittiklerini bildirmistir.(10 Mayıs 1883).93

Teselya’dan Türklerinin göçü, Selanik, İzmir, İstanbul yönünde yılın sonuna kadar devam etmistir. Perisan halde süren bu göçler için hiçbir büyük devlet müdahale etmemistir. Berlin Kongresi kararları gereği Türklerin hezimete uğratılmayacağı sözü verilse de bu sadece kâğıt üzerinde kalmıstır. Saraybosna’dan Türkler, ellerinde ne varsa satarak kaçmıslardır. Genisleyen göç Selanik istikametine doğru akmıstır. Sırbistan’dan 150.000 Türk kaçmıstır. 14 Ekim’de İstanbul basınında çıkan bir “Selanik Mektubu”nda sehre Sırbistan’dan kafileler halinde göçmen geldiği, bunların Makedonya ya yerlesmek istediklerini bildirmektedir.94

Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1877–78 Osmanlı-Rus savasından bugüne kadar bazen sık bazen seyrek aralıklarla ama devamlı olmak üzere göçler olmustur. İkili antlasmaların doğrultusunda yapılan fakat ihtiyari mahiyette olan bu göçler çoğunlukla Bulgar hükümetlerinin inisiyatifi altında uygulana gelmistir. 95 Bulgar çeteleri ve komitacılarının Türklere karsı iskence ettiği ve böylece Balkan topraklarında kendi milliyetlerini olusturdukları görülmektedir. Türkleri bu topraklarda azınlık durumunda bırakarak Babıâli’nin söz hakkına sahip olamaması için katletmekten hiç çekinmemislerdir. Bunca zulüm ve baskıya dayanamayan Türk halkı kendi memleketlerinden göçmek zorunda bırakılmıstır.

14 Mayıs 1883’te İstanbul gazetelerinde çıkan bir haberde, Varna’ya her gün Türk göçmenlerinin yığıldığı, bunların Razgrad ve Osmanpazar’dan geldiği yazılmaktadır. Gelis sebeplerinde, Bulgar idaresinin kötü davranısları ve bu davranıslarının değismemesi halinde de birçok göçün olacağı teyit edilmistir.

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da kaybetmis olduğu topraklarda kalan müslüman halkın Anadolu’ya doğru göç hareketleri, 1883 yılı boyunca devam etmistir. Bu göç Teselya’dan, Doğu Rumeli’den ve Bosna-Hersek’ten olmaktadır. Yılsonuna kadar Teselya hemen hemen bosalmıstır. Volo bölgesinde yılsonunda ancak 100 kadar Türk ailesinin kalacağı tahmin edilmistir. Göç edenlerin ellerinde bulunan mallarını yok pahasına sattığı görülmektedir.

Gelibolu’dan La Turquie gazetesine gönderilen bir mektupta; “senenin basından bugüne kadar sehrimizden 5.000 Türk göçmen ailesi geçti. Bunlar doğu Rumeli ile Bulgaristan içerilerinden hayvanları ve alabildikleri zirai aletleri ile geliyorlar ve Karesi vilayetinde yerlesmeye gidiyorlar (1Eylül 1883)”96 seklinde belirtilmektedir.

Aynı gazete 2 ay sonunda göç hareketinin hızla arttığını yazmıstır. Göçmenlerin Varna ve Köstence’den vapurla her gün 100’er kisilik kafileler halinde İstanbul’a akın ettikleri, Kızanlıktan 43 ailenin 45 günde İstanbul’a gelebildiğini de kaydetmistir. 550 Türk ailesinin de göç hazırlığındaolduğu bildirilmektedir.

Bir ay zarfında (13 Ekim–13 Kasım 1883) İstanbul’a 8.666 göçmen (1.689 aile) gelmistir. Bunlar Teselya, Doğu Rumeli, Bulgaristan, Dobruca ve Kafkasya’dan göç etmistir. (7 Aralık 1883)Kasım ayında İzmir’e Doğu Rumeli, Bulgaristan, Teselya’dan 308 aile göçmen gelmis, bunların 100 kadarı Anadolu içlerine gönderilmistir. (16 Aralık 1883)97

1884 yılı içerisinde Teselya, Doğu Rumeli, Bulgaristan ve Bosna’dan Anadolu’ya göç devam etmistir. İstanbul gazeteleri Haziranın ilk haftası Teselya’dan 600 ailenin daha iki buharlı gemi ile İzmir’e göç ettiğini bildirmistir.98 Özellikle Doğu Rumeli’den göç artarak devam etmistir. Zağra veÇırpan’dan birçok aile gelip Kastamonu’ya yerlestirilmistir.

1886 yılında nüfus bakımından artık Doğu Rumeli Osmanlı vilayeti değildir. Bulgaristan’a terk edilmistir, bu yüzden orada Türkler barınamamaktadır. Bu yılın subatından Ağustos ayına değin süren göçler Osmanlı hükümetini tedbir almaya zorlamıstır. 100 kurus ve daha yukarı maası olanlardan (memur) bir defaya mahsus olmak üzere % 2’lik maas kesilecek ve bu paralar göçmenlerin yerlestirilmesi isinde kullanılacaktır. Göçmenlere bağıslar toplamak üzere bütün vilayetlerde komisyonlar teskil edilecektir. 99

13 Mart 1884’ten 28 Subat 1885’e kadar olan devre içinde Bulgaristan, Doğu Rumeli, Romanya ve Teselya’dan 13.718 göçmen gelmistir. Hüdavendigar vilayetinin resmi gazetesi, göçlerin basladığı tarihten 1890 yılı ekim sonuna kadar bu vilayete 35.095 aile (151.044) geldiğini ve bunların iskân edildiğini bildirmistir. Bursa (Hüdavendigar) valisi bu yılsonunda yaptığı açıklamada da 1891’de bu vilayete 15.000 göçmenin geldiğini kaydetmistir.100

Girit’i topraklarına katan Yunanistan buradan Türkleri uzaklastırmak ve tamamen Yunan ile doldurmak arzusundadır. Girit’ten yalnız İzmir’e 30.000’e yakın Türk göç etmistir. Fransa’nın İzmir konsolosu 23 Haziran 1897 tarihli bir telgrafında Girit adasından gelen muhacirlerin sayısını 27.000 olarak göstermistir ve bunların çok müskül bir vaziyette olduğunu bildirmistir. 6.000 kadar Giritli Türk’ün siddetli itirazlarına rağmen, Antalya taraflarına sevk edildikleri de bildirilmistir.101 Tehcir Yunanistan tarafından baslatılmakla birlikte, Osmanlı Devleti Makedonya’dan sürülen 240.000 Türk’e karsılık, Yunanistan’ın Doğu Trakya ve Batı Anadolu’dan önemli oranda Rum nüfusunu çıkartmıstır.102 Makedonya’dan atılan Türklerin, Anadolu’da ve Trakya’da yasayan Rumların yerini almalarına dayanamayan Yunan Hükümeti bunu durdurmak için bir antlasma yapma niyetine girmistir ve akabinde yapılan 1 Temmuz 1914’te Mübadele Antlasması, I. Dünya savasının baslamasıyla uygulamaya konulamamıstır. Antlasma öncesinde 240.000 Türk’ün Doğu Trakya ve Batı  Anadolu’ya sığındıkları, Batı Anadolu’dan 80.000 Rum ile Doğu Trakya’dan 250.000 Rum’un Yunanistan’a kaçtığı görülmektedir.

Balkan savasları esnasında olduğu gibi, savastan sonra da Dimetoka, Ortaköy, Ferecik, Sofulu ve Cisr-i Mustafapasa’nın bütün, Gümülcin’e ve İskeçe’nin ise bir kısım ahalisi Osmanlı topraklarına sığınmak (göç etmek) zorunda kalmıslardır. Yaklasık 200.000 kisiyi bulan bu müslüman ahalinin yerine dönmesi için yapılan bütün tesebbüsler neticesiz kalmıs, Bulgar hükümeti göç eden Türklerin yerine Makedonya Bulgar mültecilerini yerlestirmislerdir.103

Göçmenlerin büyük gruplar halinde gelmeleri Anadolu ve İstanbul’da büyük karısıklara sebebiyet vermistir. Hükümet bunun için bazı tedbirler almıstır. Göçmenlerin geçici yerlesme yerlerinden Anadolu’nun iç kesimlerine gönderilerek, iskân edilmeleri için devlet büyük çaba sarf etmistir.104 Ayrıca geldiği bölgenin iklimine uygun ve çalıstığı sahaya yönelik bölgelere gönderilmislerdir. 93 harbi sonrasında olusan karısıklıklar göç edenlerin mağdur olusunun tekrarlanmaması için tedbirler alınmıstır.

Osmanlı hükümeti göçmenlerin iskânında, Türk nüfusunun azaldığı bölgeleri ön planda tutmustur.105 Makedonya Türklerini hükümet, Trakya ve Batı Anadolu kıyılarında, Ege adaları karsısındaki bölgelere, Rumların arasına yerlestirmek istemistir. Bunda maksat, Trakya ve Anadolu’yu ilerisi için fitne ve fesattan korumaktır.

1950–51 tehciri ile Bulgaristan, bünyesinde eritemediği Türk azınlığını basından atmak istemis, göçe zorlamıstır. 10 ağustos 1950 günü Bulgar hükümeti Türkiye’ye sert bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden bir kısmının 3 ay içinde Türkiye’ye alınmasını istemistir.106 .22 Mart 1968 tarihinde Türkiye ile Bulgaristan arasında Göç Antlasması imzalanmıstır. Ancak bu antlasmanın esaslarına uyulmamıs, Bulgaristan Türkleri çok sıkıntılar çekmislerdir. 1950–51 yılındaki göçte Türkiye’ye gelen göçmenler “iskânlı göçmen” olarak kabul edilmislerdir.107 Son göç antlasması parçalanmıs aileleri birlestirme gayesine yöneliktir. Fakat ne yazık ki “sınırlı göç” mahiyeti tasımaktadır. Bu sebeple 1969–78 yılları arasında Türkiye’ye 130.000 Bulgaristan Türkü göç etmis ama yeni yeni birçok ailenin de tekrar parçalanması kaçınılmaz olmustur.108 Yunanistan tarafına da bakılacak olursa Türklerin durumu aynı sekilde gelismistir. Özellikle göçmen değistirme ve patrik sorunları yüzünden, Türk-Yunan iliskileri zaman zaman tehlikeli durumlar almıstır. 1926 yılında imzalanan Türk-Yunan antlasmasına ve karsılıklı elçi göndermelerine rağmen 1930 yılına kadar geçen süre içerisinde Türkiye ve Yunanistan arasındaki iliskiler dostça olmaktan uzak kalmıstır.109

SONUÇ:

Osmanlı Devleti XIX. yüzyıl itibariyle içinde barındırdığı yabancı unsurların bağımsızlıklarını tanımak zorunda kalmıstır. Devlet bünyesinde her türlü olanaktan faydalanabilen ve kendi dinlerini özgürce yasayan bu azınlıklar büyük devletlerce kıskırtılmıs ve Osmanlı Devlet topraklarında kendi milli yelerini olusturabilmeleri sağlanmıstır. Bunun olusumu için büyük devletlerce Osmanlı Devleti’ne siyasi baskı uygulanmıstır. Tek basına kalan Osmanlı Devleti ise, büyük devletlerin uyguladığı politikalara ıslahatlar yaparak direnmeye çalıssa da bu yeterli olmamıstır. Her devlet ulusları, kendi çıkarları doğrultusunda sekillendirmistir. Rusya’nın amacı tüm Slavları bir arada toplayarak onların hamiliğini üstlenmek, Avrupalı devletlerin ise, parçalanmıs küçük devletlerin olusumunu büyük bir İmparatorluğun çöküsü için kullanmak olmustur. Bir yandan olusacak bu küçük devletler Avrupalı devletlerce kolayca yönetilebilecek ve onların siyasi çıkarlarına  alet olabilecektir. Artık Osmanlı Devleti topraklarını koruyamaz hale gelmistir. Her bölgede isyan ve bağımsızlık hareketleri baslamıstır. Özellikle Balkan topraklarında cereyan eden bu bağımsızlık hareketleri bir bir devletlerin kurulmasıyla neticelenmistir. Yunan, Bulgar, Sırp, Arnavut her biri Osmanlı Devleti topraklarında bağımsızlıklarını ilan ederek devlet kurmuslardır. Devlet olusturabilecekleri bölgelerde, kendi uluslarının varlığını çoğaltmak adına Türkleri öldürmüslerdir. Uğradıkları zulüm ve baskı neticesi Rumeli’deki evlerinden barklarından olan halk, Anadolu’ya göçmek zorunda bırakılmıstır. 450 yıllık vatanlarından ayrılan Türkler oradaki mallarını da yok pahasına satmıslardır.

Anadolu’ya yapılan göçler sayesinde köyler zirai anlamda toprakların islenmesi ile ekonomik olarak devlete canlılık getirmistir. Balkan topraklarından Türklerin ayrılmaları da oraların ekonomisini düsürmüstür. Bunun olusumunda Türklerin o topraklarda % 70 civarında tarımı elinde tutmaları ve islenebilirliğini sürdürmeleri yatmaktadır.

Balkan göçleri bir taraftan devlete katkı sağlarken diğer taraftan da –özellikle ekonomik bağlamda- bir çöküntü meydana getirmistir. Ülkede yerlesim konusunda bir kargasa yasanmıs, asırı göç nüfusun artısını sağladığından yerlesim bölgeleri kalabalıklasmıstır. Toplu göçler sonucu gelen insanlara ev, is bulmak da devleti zor durumda bırakmıstır. Gelenler genelde Ege bölgesine yerlestirilmislerdir. Bunda amaç, Rumlarla yapılan mübadele esnasında bu bölgelerin bos kalmaması ve bir bakıma Anadolu’yu ileri için fitne ve fesattan koruma düsüncesi olmustur. Balkanlara yüzyıllarca egemen olan Osmanlı Devleti artık bu topraklarda egemen değil, azınlık durumuna düsürülmüstür. Rus Kazakları’na, Bulgar çetelerinin ve Yunan komitacılarının uğraslarıyla Balkanlar Türk unsurundan arındırılmak istenmistir. Böylece bu topraklarda hak iddia edebilmisler ve kendi devletlerini kurabilmislerdir.

Dipnotlar 

*Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Lisans III. Sınıf Öğrencisi. Haticebayraktar1984@hotmail.com
1 Mustafa Rahmi-Besir Ağa Moralı, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. V, İstanbul, 1992, s. 29.
2 Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara 1984, s.43.
3 Turhan Sahin, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Ankara 1988, s.138.
4 Raif Karadağ, Muhtesem İmparatorluğu Yıkanlar, İstanbul 2004, s. 34.
5 Karadağ, a.g.e., s.34.
6 Bayram Kodaman, Sark Meselesi Isığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul, 1983, s.163,164.
7 Aram Andonyan, Balkan Harbi Tarihi, İstanbul 1975, s.86-87.
8 Bilal Simsir, “Bulgaristan Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, s.1071.
9 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, İstanbul 1995, s.321.
10 Uçarol, a.g.e., s.321.
11 Uçarol, a.g.e., s.322.
12 Uçarol, a.g.e., s.322.
13 Uçarol, a.g.e., s.323.
14 Uçarol, a.g.e., s.324.
15 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi,(II. Mesrutiyet ve I.Dünya Savası,1908–1918) Ankara 1999, s.213 214.
16 Karal, a.g.e., s.214.
17 Karal, a.g.e., s.218.
18 Karal, a.g.e., s.222.
19 Uçarol, a.g.e., s.130.
20 Uçarol, a.g.e., s.131.
21 Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu I, İstanbul 2002, s.175.
22 Afyoncu, a.g.e., s.175.
23 Afyoncu, a.g.e., s.176.
24 Yasar Yücel-Ali Sevim, Türkiye Tarihi IV, Osmanlı Dönemi (1730–1839), Ankara 1997, s.177.
25 Yücel-Sevim, a.g.e., s.178.
26 Yücel- Sevim, a.g.e., s. 178.
27 Afyoncu, a.g.e., s. 176.
28 Afyoncu, a.g.e., s.177.
29 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi VI. C. (Islahat Fermanı Devri 1856–1861), Ankara 1988, s.69.
30 Karal, a.g.e., s. 71.
31 Uçarol, a.g.e., s. 324.
32 Enver Ziya Karal, Dünya Tarihi, Osmanlı Tarihi IX. C., (II. Mesrutiyet ve I. Dünya Savası), (1908–1918),
Ankara 1999, s. 225.
33 Karal, a.g.e., s. 228.
34 İlker Alp, Belge ve Fotoğraflarla Bulgar Mezalimi (1877–1989), Ankara 1990, s. 241.
35 Karal, a.g.e., s. 231.
36 Karal, a.g.e., s.245.
37 Karadağ a.g.e, s. 33.
38 Yusuf Hikmet Bayur, Türk Đnkılâbı Tarihi, C.III, Ankara 1967, s. 520.
39 Karal, a.g.e., s.248.
40 Karal, a.g.e., s.249.
41 Bilal N.Simsir, Ege Sorunu-Belgeler, C. I, (1912–1913) Ankara 1976, s. 31-32.
42 Uçarol, a.g.e., s.136.
43 Simsir, a.g.e., s.18.
44 Robert Montran, Doğu Sorununun Baslangıçları,(1774–1839), Çev: Server Tanilli, Đstanbul 1995, s.41
45 Afyoncu, a.g.e., s.184.
46 Karal, a.g.e., s.76.
47 Karal, ag.e., s.81.
48 Montran, a.g.e., s.40.
49 Karal, a.g.e., s.82.
50 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Ankara 1948, s.343.
51 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih (1789–1994) İstanbul 1995, s.321.
52 Uçarol, a.g.e., s.321.
53 Kurat, a.g.e., s.343-344.
54 Turhan Sahin, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Ankara 1988, s.37.
55 Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, C. I, İstanbul 2002, s.138.
56 Afyoncu, a.g.e., s.138.
57 Ali Fuad (Erden), 1293–1294 Osmanlı Rus Seferi, İstanbul 1326, s. 50-51.
58 Afyoncu, a.g.e., s.143.
59 Afyoncu, a.g.e., s.144.
60 Afyoncu; a.g.e., s.144.
61 Mahmut Kirazlı-Ali Hüsrevoğlu, 93 Harbinde Plevne Müdafaası ve Gazi Pasa, İstanbul 1980, s.77.
62 Rahmi-Moralı, a.g.e., s.30.
63 Afyoncu, a.g.e., s.146.
64 Sahin. a.g.e., s. 17.
65 Tevkif Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, C. I, Ankara 1987, s.21.
66 Bilal Simsir, Rumeli’den Türk Göçleri I, Ankara 1968, s.10.
67 Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789–1914), Ankara 1997, s.660.
68 Paul Dumont ve François Georgean, Bir İmparatorluğun Ölümü (1908–1923), Çev: Server Tanilli, İstanbul 1995, s.255.
69 Dumont-Georgean, a.g.e., s.255.
70 Armaoğlu, a.g.e., s.660.
71 Armaoğlu, a.g.e., s.661.
72 Serafettin Turan, Türk Devrim Tarihi I (İmparatorluğun Çöküsünden Ulus Direnisine), Ankara 1991, s.30.
73 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.661.
74 Turan, a.g.e., s.30.
75 Turan, a.g.e., s.30.
76 Dumont-Georgean, a.g.e., s.257.
77 Armaoğlu, a.g.e., s.667.
78 Armaoğlu, a.g.e., s.669.
79 Turan, a.g.e., s.31.
80 Dumont-Georgean, a.g.e., s.259.
81 Dumont-Georgean, a.g.e., s.258.
82 Dumont-Georgean, a.g.e., s.262.
83 Armaoğlu, a.g.e., s.683.
84 Armaoğlu, a.g.e., s.687.
85 Armaoğlu, a.g.e., s.689.
86 Armaoğlu, a.g.e., s.690.
87 Karadağ, a.g.e., s. 38–39.
88 Karadağ, a.g.e., s. 41.
89 Karadağ, a.g.e., s. 42.
90 Karadağ, a.g.e., s. 43.
91 Bıyıklıoğlu, a.g.e., s.92.
92 William H. McNeill, Dünya Tarihi, Çev: A. Senel, Ankara 1989, s.395.
93 Ömer Sami Cosar, Atatürk Ansiklopedisi (1881–23 Temmuz), 1908, C. I, s.42.
94 Cosar, a.g.e., s.42.
95 İbrahim Kamil, (İkili ve Çok Taraflı Siyasi Antlasmalar, İnsan Haklarına İliskin Belgeler ve Bulgar Anayasasına Göre) Bulgaristan’daki Türklerin Hakları, Ankara 1989, s.29.
96 Cosar, a.g.e., s.54.
97 Cosar, a.g.e., s.55.
98 Cosar, a.g.e., s.63.
99 Cosar, a.g.e., s.80.
100 Cosar, a.g.e., s.153.
101 Cosar, a.g.e., s.256.
102 Bıyıklıoğlu, a.g.e., s.92.
103 Bıyıklıoğlu, a.g.e., s.93.
104 Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912–1913), Ankara 1994, s.107.
105 Halaçoğlu, a.g.e., s.115.
106 Kamil, a.g.e., s.30.
107 Kamil, a.g.e., s.39.
108 Kamil, a.g.e., s.40.
109 Sevim Ünal, Atatürk’ün Balkanlar’daki Barısçıl Politikası, Ankara 1989, s.1985

KAYNAKÇA

AFYONCU, Erhan, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu I, II, III, İstanbul, 2002.
ANDONYAN, Aram, Balkan Harbi Tarihi, İstanbul, 1975.
ALP, İlker, Belge ve Fotoğraflarla Bulgar Mezalimi (1877–1989), Ankara, 1990.
ARİF, Mehmet, Basımıza Gelenler, Haz. Nihat Yazar, İstanbul.
ARMAĞOLU, Fahri, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789–1914), Ankara, 1997.
ARMAOĞLU, Fahri, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara, 1984.
BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi II-III-IV, Ankara, 1952.
Belgelerle M. Kemal Atatürk Ve Türk-Bulgar İliskileri (1913–1938), T.C. Basbakanlık Devlet Arsivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2002.
BIYIKLIOĞLU, Tevfik, Trakya’da Milli Mücadele I, Ankara, 1987.
COSAR, Ömer Sami, Atatürk Ansiklopedisi (1881–23 Temmuz), 1908.
DUMONT, Paul, Georgean, François, Bir İmparatorluğun Ölümü (1908–1923), çev. Server Tanilli, İstanbul, 1995.
KAMİL, İbrahim, (İkili Ve Çok Taraflı Siyasi Antlasmalar, İnsan Haklarına İliskin Belgeler Ve Bulgar Anayasasına Göre) Bulgaristan’daki Türklerin Hakları, Ankara, 1989.
Karadağ, Raif, Muhtesem İmparatorluğu Yıkanlar, İstanbul, 2004.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi IV Islahat Fermanı Devri (1856–1861), Ankara, 1988.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi (II. Mesrutiyet Ve I. Dünya Savası, 1908–1918), Ankara, 1999.
KİRAZLI, Mahmut, HÜSREVOĞLU, Ali, 93 Harbinde Plevne Müdafaası Ve Gazi Osman Pasa, Ankara, 1980.
KODAMAN, Bayram, Sark Meselesi Isığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası,İstanbul, 1983.
MC NEİLL, H. William, Dünya Tarihi, Çev. A. Senel, Ankara, 1989.
MONTRAN, Robert, Doğu Sorunun Baslangıçları (1774–1839), Çev. Server Sanilli, İstanbul, 1995.
RAHMİ, Mustafa, MORALI, Besir Ağa, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Balaban) V,İstanbul, 1992.
SAHİN, Turhan, Öncesiyle Ve Sonrasıyla 93 Harbi, Ankara, 1988.
SiMSiR, Bilal, “Bulgaristan Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976.
SiMSiR, N. Bilal, Ege Sorunu-Belgeler (1912–1913) I, Ankara, 1976.
SiMSiR, Bilal, Rumeli’den Türk Göçleri I, Ankara, 1968.
TURAN, Serafettin, Türk Devrimi Tarihi (İmparatorluğun Çöküsünden Ulus Direnisine) I, Ankara,1991.
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih (1789–1994), İstanbul, 1995.
ÜÇOK, Coskun, Siyasal Tarih, Ankara, 1980.
ÜNAL, Sevim, “Atatürk’ün Balkanlardaki Barısçıl Politikası”, Türk Tarih Kongresi ( Kongreye Sunulan Bildiriler), Ankara, 1989.
YÜCEL, Yasar, SEVİM, Ali, Türkiye Tarihi I, Osmanlı Dönemi (1730–1839),








Hiç yorum yok: