10 Ekim 2012 Çarşamba

Tarih diyor ki; “Vahdettin asla hain değildir.“ -canmehmet.com


Tarih diyor ki; “Vahdettin asla hain değildir.“ (1)

Tarih bir bilim midir? “Elbette.” Peki, bir konu üzerinde (tez ve antitez) tartışma yapılamıyorsa, orada tarih ilminin varlığından söz edebilir miyiz? “Hayır!”
Tez ve Antitez nedir? Basit anlamı ile tez; sizin bir konudaki, görüşünüz, iddianızdır. Antitez; Sizin görüşünüze, iddianıza karşı ileri sürülenlerdir.
Ülkemizde ne hikmetse; “Atatürk, Cumhuriyet, Laiklik” ne zaman gündeme gelse, birilerimizin tüyleri diken diken olmakta ve “Sizi gidi Atatürk, cumhuriyet düşmanları, yobazlar…” Nakaratı otomatik olarak çalmaya başlamaktadır.
Hiçbir bilinçli, aklı başında ve vatansever bir insan, ülkesini bu kadar yokluğun ve sıkıntının içerisinde büyük bir özveri ile kurtaran sadece başkomutan Atatürk değil, onun tüm silah arkadaşlarının anısına, hatırasına kötü bir söz söyleyebilir mi? Asla.
Peki, bazılarımızın tüylerinin diken diken olmasının altında ne yatmaktadır? Anlattırmıyor, konuşturmuyorlar ki, anlatılsın, anlaşılsın.
Önce kimi insanlarımızın ortak özellikleri ciddi anlamda (tarihi) bilgi yoksunu olmalarıdır. Gerçek anlamda ilgili dönemi tüm detayları ile bilmemektedirler.
Tarih ilmi gerçeğinde geçmiş insanlara değil, gelecek insanlara hitap ettiği için ilimdir.
Tarih; olanlardan ibret ve (hatalardan) ders alma sanatıdır.
Atatürk’te hepimiz gibi bir insandır. Elbette döneminde yapılanların hepsi iyi ve olumlu tanımına girmeyecektir.
Atatürk’ün en büyük özelliği onun bir askeri deha olmasıdır.
Ancak askerlik ayrı bir olay, siyaset, eğitim, sanayi ve ticaret konuları ve buralarda çok başarılı olmak ayrı bir olaydır.
Ülke olarak şapkamızı masanın üzerine koyacak, eksiklerimizi, neyi daha iyi yapabilirizin hesabını, planını yapacağız. Olayın özeti budur. Kim ve neden bu konularda konuşmaktan ve tartışmaktan kaçınmaktadır.
* * *
Olaylar kaynakları belirtilmek suretiyle ve mümkün olduğu ölçüde sadeleştirilerek anlatılacaktır.
Duygusal, yanlı, taraflı olarak değil. Tarafların ve olaya birinci dereceden şahit olanların ağzından, olabildiğince Atatürk’ün kendi anlattıklarından.
* * *
Osmanlı, biraz zorlama (gerçeğinde imparatorluğu kurtarabilir miyiz ümidiyle) ile Birinci Dünya savaşına, Almanya’nın kazanacağı düşünerek, Almanya’nın yanında girer.
Ancak savaşta Almanya yenik düşünce, doğal olarak Osmanlı’da yenilmiş sayılır. Ve ülke; (galiplerce) İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Amerika! Tarafından, bazılarınca hemen, bazılarınca daha sonra işgal edilir. Artık ülke fiili olarak işgal ve tehdit altındadır.
Araştıranlar hatırlayacaktır; işgallerle birlikte ve Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından çok önceleri; Trakya ve Anadolu’da (Wilson prensipleri, yeni dünya düzeni, ileride detaylı açıklanacaktır.) Wilson prensipleri doğrultusunda bir hak sahibi olabilmek ve gelecekte, (Osmanlı parçalanırsa) kurulacak yeni devletlerde bir avantaj elde edebilmek adına birçok şehrimizde (müdafaa-i Hukuk) cemiyetler (1) kurulmuştu ve işgalleri protestolara başlamışlardı.
Diğer ifadesi ile tüm vatandaşlar diken üzerinde ‘Ne yapabiliriz?’in derdine düşmüşlerdi.
(1)Atatürk.yargıtay.gov.tr
24 Ağustos 1919, Erzurum Valiliğine Sayın Vali,
Doğu Anadolu’da bulunup özdeş amaç ve erekle şimdiye değin kurulmuş olan bütün ulusal dernekler Erzurum’da yaptıkları –sizce bilinen- kongre kararıyla “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ortak adı altında bir araya gelip birleşmişlerdir.
Derneğimizin merkezi şimdi Erzurum’dur. Yönetim kurulu demek olan “Temsilciler Kurulu” üyelerinin adları ve kimlikleri aşağıya yazılmış ve basılı tüzüğünden iki nüsha ilişik olarak sunulmuştur. Dernekler Yasası uyarınca belgesinin tarafımıza verilmesi için bu bildiri yüksek katınıza sunulur. Derin saygılarımızla.
Mustafa Kemal
Mustafa Kemal Paşa : Eski 3. Ordu Müfettişi, Askerlikten çekilmiş.
Rauf Bey : Eski Bahriye Nâzırı
İzzet Bey : Eski Trabzon Mebusu
Servet Bey : Eski Trabzon Mebusu
Şeyh Fevzi Efendi : Erzincan’da Nakşî Şeyhi
Bekir Sami Bey : Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi : Eski Bitlis Mebusu
Hacı Musa Bey : Mutki Aşiret Başkanı
(Söylev, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, C. III, Basıma Hazırlayan: Ord. Prof. Dr. H. Veldet Velidedeoğlu, İstanbul 1994, 4. Bası, s. 30, belge no: 41)

Tarih diyor ki; “Vahdettin Hain Değildir.“ (2)

Türk Dil Kurumuna göre vatan haini; “Vatanın yüksek çıkarlarını hiçe sayarak onun aleyhinde iş gören kimse.” Hain; Hıyanet eden (kimse). Olarak tanımlanmaktadır. Yazılarda hiçbir şekilde yorum olmayacaktır. Öncelikli tarafların kendi ifadeleri, yoksa birinci dereceden (görevli-yetkili) yakınının ifadesi, yoksa her iki tarafa yakın olanların farklı görüşleri. Bakalım, Atatürk ve Vahdettin’in kendi ifadeleri ile birbirlerini nasıl tanımlamaktadırlar.
* * *
A) Kaynak; Söylev ve demeçler IV, sahife, 307;
“Padişahımız! Kalbimiz hiss-i sadakat ve ubudiyetle dolu, tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. İçtimaının ilk bu sözü Halife ve Padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine bundan ibret olacağını süddei seniyelerine en büyük tazim ve huşu ile arzeder” (28.4.1920, BMM adına padişaha gönderilen telgraf, ) Kaynak; Yanlış Cumhuriyet, sahife, 67 (Bir sonraki yazıda, bunun tam karşıtı olan ifadeyi de vereceğiz.)
* * *
B) Kaynak kitap; Murat Bardakçı “Şahbaba” Sahife, 369
Yer; Villa Manolya, San Remo İtalya.
Tarih; 1925
Anlatan; Hümeyra Hanımsultan (Sultan Vahidedin’in torunu)
“Biz daha memleketten çıkmadan önce, Refet Paşa İstanbul’a gelmişti. Her tarafta bayram yapılıyordu.
Bu günlerde ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ diye bir marş söyleniyordu. Bende dayımla beraber (Şehzade Ertuğrul Efendi) Bu marşı ezberlemiştim.
Dışarı gitmemize kadar hep söylerdik. Birgün Villa Manolya’da Şahbabamın (Sultan Vahideddin) penceresinin altında dayımla oynarken yine bu marşı söylüyorduk. Kalfalardan biri geldi, ‘Aman cicim, Şahbabanızı kızdırmak mı istiyorsunuz? Sakın böyle ‘yaşa’ demeyin. Hiç ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ Olur mu? ‘Kahrolsun diye söyleyin. Yoksa şahbabanız kızar’ dedi.
Çocukluk işte… İnandık, öyle söylemeye başladık. Birden Şahbabamın üst kattaki dairesinin penceresi açıldı. Dışarıya sarkarak ‘Çabuk buraya gelin’ diye bağırdı. Çok kızgındı. Onu ilk defa böyle görüyordum.
Bizi her zaman yanına çağırıp konuşan, şeker falan veren şahbabamızın yerinde sanki bir başkası vardı. Dayımla beraber korka korka yukarı çıktık.
Şahbabamın ciğerlerinden biri yoktu. Ama üst üste sigara içer, birini söndürmeden birini yakardı. Kehribar bir ağızlığı vardı…
Odasına girdiğimizde rengi kıpkırmızıydı. Hiç kimseye yüksek sesle söz söylemeyen Şahbabamı ilk defa böyle hiddetli görüyordum. İzmariti su dolu kaba attı. “Cızzz’ diye çıkan sesi aradan 60 sene geçmesine rağmen hala unutamam.
Bize ‘Bu marşın sözlerini kim değiştirdi? Diye sordu. Dayımla titreye titreye olanları anlattık. ‘Cahil Kalfa’ dedi. Elleriyle göstererek “Bana bakın! Bir daha böyle bir şey söylediğinizi işitirsem ağzınızı tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım.
“Mustafa Kemal Türk askeridir. Türk paşasıdır. Benim paşamdır. Hiçbir Türk askerine hakaret edilmesine izin vermem”
Devam edecek…

Tarihçiler diyor ki; “Vahdettin hain değildir.“ (3)

Reşat Ekrem Koçu tarafından yazılan ve Doğan kitap tarafından yayınlanan “Osmanlı Padişahları” İsimli eserin, 584. sahifesindeki 4. paragraf şu şekilde başlamaktadır; “Sultan VI. Mehmed Vahideddin hakkında “vatan haini” derler…
Değerli Tarihçi ve öğretmenimiz, Emekliliğine kadar Kuleli Askeri lisesinde öğretmenlik yapmıştır. İzninizle önce yazar ve tarihçimiz hakkında kısa bir bilgi verelim.
Yazar, 1905 Yılında İstanbul’da doğdu. 1921’de Bursa Lisesinden, 1931’de İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu. İstanbul’da yayınlanan Tarih, Malumat, Cerid-i Havadis gazetelerinde çalışmış ve
1925 Yılında da ‘Cumhuriyet’ gazetesinin memleket haberleri servisinin başına getirilmiştir.
Emekliliğine kadar Kuleli Askeri Lisesi, Pertevniyal ve Vefa liselerinde Tarih öğretmenliği yapan yazar, 6 Temmuz 1975 Yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Koçu’nun Türk Tarih yazınındaki yeri çok önemlidir. “Tarihi sevdiren adam” olarak anılan hocası Ahmed Refik Altınay’ın yolundan gitmiş ve o yolu genişletmiştir.
* * *
C) KAYNAK; Reşat Ekrem Koçu, “Osmanlı Padişahları” Yıl 2003, 6. Baskı sahife. 584, 4. Paragraf
“Sultan VI. Mehmet Vahideddin için “vatan haini” derler, ben küçük bir ilave yapacağım,
“Vatanına ihanetle idama mahkum olup yaşının çok ilerlemiş olması, Fransa’ya eski hizmetlerinin hatırlanması ve Fransa’yı sevdiğinden şüphe edilmemesi dolayısıyla ölüm cezası müebbet kalebentliğe çevrilen Mareşal Petain gibi” diyeceğim.
Mazileri çok temiz olan ve memleketleri felaket girdabına düştükten sonra iş başına geçen, ağır mesuliyetler yüklenen, yenik milletini daha fazla çiğnetmemek için nefret edilen galip düşmanlara dostane el uzatmak durumunda kalan o kara bahtlı insanlar milletlerin tarihlerinde sigorta lambalarına benzerler, kendilerinin yanması büyük tesislerin kurtulmasını temin eder.
Sultan VI. Mehmet Vahideddin’in tuttuğu yol, başta Topkapı Sarayı hazinesi ile müzelerimizdeki ve milli kütüphanelerimizdeki kıymetlerine paha biçilmez, en küçük bir parçası yerine konulamaz hazinelerimizin kahhar düşmanlar tarafından yağmasını önledi.
………
17 Kasım sabahı, İstanbul’daki İngiliz İşgal kuvvetleri Komutanlığı tarafından THR Ajansı vasıtasıyla cihan basınına şu resmi tebliğ verildi;
“Zatı şahanenin vaziyeti hazıra dolayısıyla Hürriyet ve hayatının tehlikede olmasından korkarak bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiltere’nin himayesini ve İstanbul’dan derhal müfarekat istediği resmen bildiriliyor. Zatı şahanenin arzusu bu sabah yerine getirilmiştir.”
* * *
Denildi ya, yorum yapmayacağız.
Sadece muteber (tarafsız) kaynaklardan ve tarafların ağzından, sadece belgeleri açıklamaya devam edeceğiz.
Bir büyük merak konusu da “Atatürk’ü Samsun’a Vahideddin mi gönderdi?” Gelecek yazımızda belgeler yayınlandığında, okuyan herkes kendi kanaatlerini oluşturacaklardır.

19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkıyor (4)

Dört küçük kardeşiz. Birlikte oynadığımız bir oyun esnasında kardeşlerimizden ikisi anlaşmazlıkları nedeniyle tartışırlar, tartışma büyür ve olay akşam heyecanla babaya anlatılmaya başlanır…
Her milletin olduğu gibi bizimde bir karakter özelliğimiz vardır. Bakınız,  bu özelliğimiz günlük yaşamımıza nasıl yansımaktadır?
Olaya şahit olan bir kardeş olarak yaşananları yüksek sesle düşünüyoruz;
a) “Olayın oluş şekli önemli değil! Bana yakın olan kardeşim haklıdır. ”
b) “Hayır! Bana oyuncağını vermeyen haksızdır.”
c) “Tartışmayı başlatan,  haksızdır.”
d) “Hayır! Doğrusu kardeşler arasında kavga olmamalı. İkisi de bizim kanımızdan, canımızdandır. Taraf tutmamız doğru değildir. Olayı kendi ağızlarından dinlemek ve varsa bir gördüğümüz, duyduğumuz bir şey, bire bir anlatmaktır. Yaşanmayan ve şahit olunmayan bir olay varsa onun hakkında da bir yorum  yapılmamalıdır.
-“Neden yorum yapılmamalıdır?”
Yorum yaptığımız an, konuya  biz de konuya taraf oluruz, siz de. İnsan duygusal varlıktır. Gönlü bir düştü mü, Mecnun gibi olur, gözü hiçbir şeyi görmez. Eğriyi, doğruyu birbirine karıştırır. Sonra, kara, kuru, çilli Leyla, aşığının gözünde olur dünya güzeli.
Tarihe taraf, taraftar olunmaz. Olunursa eğer, bu kez ortada bir tarih ilmi olmaz.
Herkesin kendi anlayışına, zevkine göre bir ilim, tarih olabilir mi?
* * *
Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’da…
-”Atatürk’ü Samsun’a kim, neden ve hangi görevle gönderdi ?”
Güvenir ve inanırlığın korunabilmesi için yukarıda da anlatıldığı gibi yorum yapılmayacak. Önce tarafların konu ile ilgili görüşleri, sonra, olaya birinci dereceden şahit olanların anlatımı ve belgelere yer verilecek.
Konuya ilgi duyanlar, katkı sağlamak ve atalarımıza vefa borcumuzu ödemek adına, öncelikle ve sırası ile ilgili Devletlerin arşivlerinde ki belgeleri, Tarihçi ve olayın içerisinde ki Ordu ve Devlet görevlilerinin anı ve ifadelerinin içeriklerini ve her ne olursa, belgeleri lütfen iletsinler.
Savaş ve işgal yılları, o dönemin tüm insanlarına sadece acı ve ıstırap vermiştir. Bunu anlayabilmek için o dönem, özellikle içerisinde yaşayanların kaleminden tekrar tekrar okunmalıdır.
Gençlerimizin, atalarına saygı duyabilmeleri, onları daha iyi anlayabilmeleri ve hem de ülkelerine duydukları, sevgilerinin derecesini yükseltmeleri, onları çok iyi anlamalarına bağlıdır.
Eğer, gençlerimize atalarını, ülkelerini ve değerlerini sevdiremezsek; onlar bugün olduğu gibi geleceklerini ülkelerinde değil, yabancı ülkelerde aramaya kaldıkları yerden devam edeceklerdir.
Yurt dışında iş yapan birisi olarak âcizane ifade etmem gerekirse; Biliyorum ki, Dünya’da bir yılda aynı anda dört mevsim yaşanan nerede ise başka ülke bulunmamaktadır.
Dünyanın en güzel çiçekleri ve insanları bizim ülkemizde yaşamakta ve yetişmektedir.
Duyar gibi oluyorum;
-“Anlatıyorsun da, peki, ya günümüzde yaşananlar ne oluyor? Haklısınız.
Ancak;
-Domateslerimizi nasıl tatsız,
-Güllerimizi nasıl kokusuz,
-İnsanımızı nasıl duyarsız yaptığımızı anlatabilmem için son birkaç yüz yılı birlikte anlatmam gerekecek.
Zaten konumuz da bu değil.
Özetle bir şeyin doğası, genetiği ile oynarsanız sonuç doğal olarak aslından farklı olacaktır.
Ancak, zararın neresinden dönülürse kardır.
* * *
19 Mayıs 1919…
Devletin herhangi bir bölümünde görevli üst düzey memur, görevli olarak çalışanlar bilirler.
Siz, bulunduğunuz şehirden, başka bir şehre, özellikle de bir (özel) gemi ile ve yanınızda yaklaşık 30 görevliyle değil sıradan bir görev izniyle, çok özel bir izin olmadan adımınızı atamazsınız.
Bir de ülkeniz işgal, gözetim altında iken.
Bunun ne anlama geldiğini tüm resmi görevlilerimiz bilirler.
* * *
19 Mayıs 1919
Mustafa Kemal Osmanlı ordusunun bir subayıdır. Açıklanacak belgelerde çok net olarak görüleceği şekilde görevli olarak (bir ekiple birlikte) Sultan vahdettin tarafından (İstanbul) İngiliz komiserliğin de onayı ile Anadolu’ya gönderilmiştir.
* * *
19 Mayıs 1919
Bugüne kadar yapılan tartışmalarda ki ana konusu şudur;
“Evet, Mustafa kemal paşa Anadolu’ya Sultan Vahdettin tarafından gönderilmiştir. Ancak Halkta işgale karşı duyulan nefret ve (uyanmaya) başlayan direniş hareketlerini örgütlemek için değil, bastırmak içindir.”
Tartışma bu anlayış üzerinedir.
Bakalım bu konuda tüm taraflar ve belgeler ne demektedir?
Devam edecek…

19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Paşa Samsun’a nasıl çıktı (5)

Aşağıda bugüne kadar çok tartışılan olayın ayrıntılarını, sırası ile vizeyi veren İngiliz subayından başlayacak, Mustafa Kemal Paşa ve Sultan Vahdettin ile devam edecek, dönemin sadrazamı ve yetkilileri ile noktalayacağız. Özetle; Olayı, sadece birinci dereceden yaşayanların ağzından ve kendi ifadeleriyle verecek, yorumu, kararı okuyanlara bırakacağız. İşte taraflar, işte anılar, işte tarih ve işte 19 Mayıs 1919 Samsun.
D) KAYNAK; Mustafa Kemal Paşaya Samsuna gidişi için vize veren görevli İngiliz istihbarat subayı Yüzbaşı John Godolphin Bennett. Eserin adı; “ Witness” sahife, 14 Kaynağın yayınlandığı kitap; Murat Bardakçı, “Şahbaba” S. 130 paragraf, 7
“…. Günün birinde fark etmeden kaderin vasıtası oldum.
15 Mayıs’ta Yunan kuvvetleri İzmir’e çıkmış ve beklenmedik bir direnişle karşılaşmıştık. Sultan, başında Gelibolu kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu bir heyetin Türk ordusunun ihtilafın dışında kalmasını sağlamak maksadıyla gönderilmesi konusunda Müttefikler’in yüksek Komiserleri’yle anlaşmaya varıldı. 22. Doğum gününde garip bir rastlantı olarak bir Türk subayı odama geldi ve Mustafa Kemal Paşa’yla maiyetindekiler için vize istedi.
Listeyi okuyunca Türk ordusunun en faal 35 generaliyle albayının isimlerinin yazılı olduğunu gördüm.
Vizeleri vermek istemedim. Binbaşı Van M., her zaman olduğu gibi özel işleri için dışarıdaydı. Listeyi karargâha götürüp talimat istemeyi kararlaştırdım. Görevli Subaya “Bu liste bende barışçıdan ziyade savaşçı bir heyet intibaı uyandırıyor” dedim. İngiliz yüksek komisyonuna danışacağını söyleyip beklememi istediler. Yaklaşık bir saat sonra çağırdılar ve gidip vizeleri verme talimatı aldım.
Bana “Mustafa Kemal Paşa, Sultan’ın güvenine tam olarak sahiptir” dendi.
E) KAYNAK; Gazeteci Nezih Uzel . Eylül 1972 tarihinde Yüzbaşı Bennett’le yapılan mülakat.Alıntı yapılan eser; “ Şahbaba” Belgeler bölümü, 26. Belge
İstihbarat subayı Yüzbaşı bennett, bu vize bahsi açıldığı zaman şunları anlatmıştır;
“….Mustafa Kemal’in vize müracaatı sırasında irtibat zabitiydim. Bir müfettişlik heyeti yapmıştı. Ve Mayıs’ın onunda yahut onikisinde bizden ruhsatname istediler. Ruhsatname yani permission.
O zaman bir Türk zabitinin Boğazdan geçebilmesi için vize alması lazımdı. Vize talebi geldiği zaman Mustafa Kemal’i tanıyordum. Sultan’a yakınlığını da biliyordum.
Padişahın emin bir adamı olduğunu anlamıştık. Vahdettin ona çok güveniyordu. Gitmeden önce padişahla görüşmüştü. Yalnız teşkil ettiği heyet çok kalabalıktı. Büyük zabitler, miralay, mirliva falan.
Erkanı-ı harbin (Genelkurmayın) en mühim isimleri gidiyordu. Bunun bir müfettişlik için çok olduğunu hissettim ve benim mes’uliyetimin üzerinde olduğunu gördüm. Zaten bana “Üç-dört kişi gidecek, vize vereceksiniz” gibi bir emir gelmişti.
Levazım ve mülazım olmayan yüksek rütbeli 35 kişinin ismini görünce dosyayı aldım, bizim Şişli’deki kumandanlığa gittim. Onlara “Üç-dört kişi yerine 35 kişi gitmek istiyor. Vizeyi vereyim mi?” diye sordum.
İngiliz başkomiserliğine, Rumbolt’a telefon ettiler. O zaman sefir yoktu tabii. “Mustafa kemal gitsin, ne lazımsa yapsın. Padişah onlara itimat ediyor. Vizeyi verin” dediler.
Ofisime döndüm, vizeleri imza edip teslim ettim. Bizimkilerin anlamadığı bir şey vardı. Ben, vize isteyenlerin heyecanlı olduklarını fark etmiştim zira onları tanımaya başlamıştım. En ileri gelen en zeki zabitler seçilmişti. Sadece bir müfettişlik için çok fazlaydı. Ama mesuliyet bana ait olmadığı için rahattım.
O sırada hiç kimse milliyetçilerin bir ordu kurabileceklerine inanmıyordu. İzmir de daha işgal edilmemişti.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının da pek acelesi yoktu. Harbiye Nezareti’ndeki hazırlıklar tamam değildi. Ama Yunanlıların İzmir’i işgal ettiği haberi gelince hemen gitmeye karar verdiler. Bunun için biz 35 kişiye vize verdiğimiz halde, 19’u gitti, çünkü hepsi hazır değildi.
…. İsmet Paşa da isteseydi giderdi. Gitmemesi için hiçbir mani yoktu. Vizesi tamamdı ama biraz geç kaldı. Birkaç hafta sonra gitti zannedersem.
* * *
F) KAYNAK; Mustafa Kemal Paşa (anıları)
Alıntı yapılan eser; Murat Bardakçı, “Şahbaba” Sahife, 133. Paragraf, 4 (Belge 30 girişi)
“… Yıldız Sarayının ufak bir salonunda Vahideddin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu; birbirine muvazi (paralel) hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar, sanki Yıldız sarayına doğrulmuş! Manzarayı görmek için, oturduğumuz yerden başlarımızı sağa-sola çevirmek kafi idi.
Vahideddin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı;
-Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti:) Tarihe geçmiştir.
O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum;
-Bunları unutun, dedi. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!
Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahideddin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahideddin ki ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim:
-Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.
Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahdlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim.
Nasıl hemen hüküm veririm? Vahideddin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz (dayanağımız) İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim onların şikayet ettiği meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem memleket ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri te’dip edersem (cezalandırırsam) Vahideddin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.
-Merak buyurmayın efendimiz, dedim. Nokta-i nazar-ı şahanenizi (görüşünüzü, düşüncenizi) anladım.
İrade-i seniyeniz (emriniz) olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım. “Muvaffak ol!” Hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım.
Naci Paşa padişahın yaveri fakat benim hocam, derhal benimle buluştu. Elinde ufak mahfaza içinde bir şey tutuyordu.
-Zat-ı şahanenin ufak bir hatırası, dedi. Kapağının üzerinde Vahideddin’in inisyalleri işlenmiş bir saatti.
-Peki teşekkür ederim dedim. Yaverim aldı.
Sonra Yıldız sarayından çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek ister gibi ihtiyatla ayaklarımızın patırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık.
…….
“Mustafa Kemal Paşa Yıllar sonra, 1932 Ağustos’unda Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi Sherill’e bir sohbet sırasında bu görüşmeyi hikaye ederken Vahideddin’le bir araya geldiği zaman odanın şeklini kağıda dökecektir….”
(Daha geniş açıklamalar için bahse konu kitabın 30 numaralı belge girişine bakılabilir.)
Devam edecek…

19 Mayıs 1919′un hikayesini Sultan Vahideddin anlatıyor; (Son)

Üzerinde çok tartışılan; “Sultan Vahideddin haindir- değildir” Ve Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişi ile ilgili ayrıntıları, sadece taraflarının anlattıkları ile vereceğimizi ifade etmiş, Vizeyi veren İngiliz subay ile Mustafa Kemal Paşa’nın anılarını aktarmıştık. Bu son bölümle; Sultan Vahdettin’i (başyaveri ve kızı Sabiha sultanın) anlattıkları ile noktalayacağız. Yorum ve karar okuyanındır.
G) KAYNAK; Sultan Vahideddin, ( Nakleden; başyaver Avni Paşa); sahife 136
Alıntı yapılan kitap; (Murat bardakçı, “Şahbaba”)
“Ertesi gün 16 Mayıs’tı, günlerden cumaydı…
Hüzün her zerreye sinmişti. İzmir’in bir gün önce işgal edilmesinin hüznü…
Namazını bu elem havasını teneffüs ederek tamamladı Vahideddin.
Sonra camiin hükümdarlara ayrılan yerine, mahfil-i humayına geçti. Vedaya gelen bir yolcuya “uğurlar olsun” diyecekti.
Odada dört kişidiyler. Zat-ı Şahane, yani Vahideddin; Sadrazam Ferid Paşa, başyaver Avni Paşa ve Mirliva-Tuğgeneral-Mustafa Kemal Paşa.
Ortadaki ayakları altın varaklı mermer masanın üzerinde bir Kur’an-ı Kerim duruyordu.
Yazısı tezhibinden, tezhibi cildinden nefis elyazması bir Kur’an.
Sadrazam dışında herkes askeri üniformalarını giymişti… Zat-ı Şahane de… Bej bir üniforma vardı üzerinde… Masaya doğru birkaç adım attı Vahidedin…
Sadrazamla Avni Paşa da hükümdarı takip edip bir adım gerisinde durdular…
Herkes ayaktaydı…
Mustafa Kemal Paşa asker adımları ile ilerledi, masanın öteki tarafına, padişahın karşısına geçti. Askeri tavrına ruhani bir hava verip, sağ elini Kur’an’ın üzerine koydu ve öbür elindeki küçük kâğıdı okumaya başladı;
……..
Sonra mırıltı halinde “Cenab-ı Allah muvaffak etsin” sözleri işitildi.
* * *
Vahideddin bu yemin merasimini seneler sonra San Remo’da kendisi ile birlikte sürgünde olan başyaveri Avni Paşa’ya hatırlatacak ve Paşa hatıralarına şöyle yazacaktı: (Kaynak kitap; Şahbaba, s. 135)
“…Zat-ı şahane elbise askeriyeleri labis olduğu halde ayakta bulunuyorlar.
Önlerinde masanın üzerinde dahi Kelam-ı Kadim duruyordu.
Sadrazam Paşa, Yaver Paşa, padişahın iki tarafında ve bir adım gerisinde idiler.
Mustafa Kemal Paşa’nın tavr-ı askeriyesine dini bir eda dahi vererek ilerledi ve sağ elini Kelam-ı Kadim üzerine koyarak şu yemini eyledi;
“Heyet-i vükelaca tanzim olunup irade-i seniyye-i hazret-i padişahiye iktiran eden 21 maddelik talimat-ı mahsusada musarrah salahiyet-i vasia mucibince Anadolu vilayat-ı şahaneleri bi’l-umum memurin-i mülkiye ve askeriyesi üzerinde icrasına memur bulunduğum teftişat ve tahkikatı rızay-i ali-i cenab-ı hilafetpenahi daire-i necat-ı bahiresinde medar-ı fahr ve mübahat-ı memlukanem olan sadakat-ı kamile ile bezl-i makderet eyleyeceğime vallahi billahi”
* * *
Bahriye nazırı Avni Paşa vapurun hazırlanmasını işini günler öncesinden halletmişti. Biraz sonra demir alındı, Karadeniz’e açılmalarından hemen önce bir devriye hücumbotuyla gelip
Bandırma’nın (geminin adı) güvertesine çıkan İngiliz denizcileri vizeleri kontrol ettiler ve “please proceed sir!” yani “Lütfen devam ediniz efendim” dediler. (Şahbaba, sahife, 137)
* * *
H) KAYNAK; Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan; (Nakleden eski başbakanlardan Suad Hayri Ürgüplü) sahife 143
“Babamın padişah olmadan evvel ve veliahd iken en çok tanıdığı ve takdir ettiği Mustafa Kemal Paşa idi. Yaveri idi ve onunla Almanya seyahati de yapmıştı.
Mustafa Kemal Paşa’da ona çok bağlı ve hürmetkârdı. Memleketin en feci durumunda başa geçen babam mücadelenin ancak Anadolu’da devam edebileceğine inanmış ve Mustafa Kemal Paşa’yı bu işi tek başarabilecek insan saydığından Anadolu’ya kaçmaya teşvik etmiştir…
Bunu size söylediği gibi, bu kararlaştırılınca yanından çıkıp yaverler odasına giren başyaver Naci Paşa (Naci eldeniz) diğer yaverlere bunu gizlice tebşir etmiş (müjdelemiş) ve “hele şükür efendimiz Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya geçmeye ikna etmişler!” demiştir.
Rahmetli Yümni Paşa’da bunu gayet iyi bilirdi.
Aralarında konuşup mutabık kaldıkları hususlar vardı;
-Evvela birbirini tanımıyor ve mutabık kalmamışlar, Ayrı ayrı iş göreceklermiş gibi hareket edilecek;
-İş yani hangi yönden selamete götürülürse sonra birleşecekler. Yegane gaye vatanın selameti kurtulması ve istiklali olacaktı.
-“Biz her şey olabiliriz. Cahil, tecrübesiz, hatalı bir siyasete kapılmış olabilir ve zararlar da verebiliriz amma Osmanoğulları olarak nasıl vatan haini olabiliriz?
Bizi en iyi tanıyan Mustafa Kemal Paşa bunu nasıl söyler!” der….
Ben kızı olarak ve ölümüne kadar başucunda olan en sevdiği bir insan olarak şunu bütün şerefimle temin ederek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün şan şeref dolu varlığını ortaya koyarak söylemek isterim ki;
Babam asla hain değildir. En koyu, sağlam bir vatanseverdi.
Öyle yaşamış, öyle ölmüştür.”
İşte tüm taraflar ve anlatılanlar.
Her zaman olduğu gibi karar sizlerin.

Hiç yorum yok: