24 Şubat 2012 Cuma

Boraltan Köprüsü Katliamı- İsmet İnönü !


İkinci Dünya Savaşı esnasında ‘Sovyet esaretine’ dayanamayan bir grup Türk, hürriyete kanat çırparak, sınırdaki bir Türk karakoluna sığınır. Sovyetler Birliği, sığınmacıların ‘kendi vatandaşı’ olduğunu ileri sürerek, iade edilmelerini ister.
Karakolda gergin bir bekleyiş başlar.
Misafirler, ya ‘öz yurtlarına’ kabul edilecekler, yada Boraltan Köprüsü’nün öbür ucunda bekleyen ‘Rus müfrezesine’ teslim edileceklerdir.Ancak, Türk toprağını öpmeyip adeta yalayan, Türk bayrağını göz yaşları ile sulayan sığınmacılar, öz vatanlarının kendilerine sahip çıkacağından oldukça emindir.Ne yazık ki milli şef ismet İnönü den gelen emir korkunçtur:
- “Şahısları derhal ülkelerine iade edin.”
Köprünün diğer tarafında kanlı dişlerini sırıtıp göstererek bekleyen Rusları iyi tanıyan sığınmacılar, Türk askerlerine yalvarıp yakarırlar:
- “Ne olur bizleri siz öldürün onlara teslim etmeyin. Hiç değilse kendi toprağımızda, kendi bayrağımızın altında ölelim.”
Fakat askerler emri uygulamak zorundadırlar.
Boraltan Köprüsü’ne getirilen sığınmacılar, Türk askerleri tarafından beşerli, onarlı gruplar halinde karşı tarafa geçmeye zorlanır.Karşıda bekleyen Rus müfrezesi, köprüyü ilk geçen grubu, hemen oracıkta, Türk askerlerinin gözleri önünde kurşun yağmuruna tutarlar.
Olup bitenler karşısında şaşkına dönen karakol komutanı, teslimat işini derhal durdurarak, olup bitenleri Ankara’ya rapor eder:
- “Karşıya geçenleri kurşuna diziyorlar.”
Milli şeften gelen cevap şöyledir:
- “Kesin emir var. Görevinizi yapın, yoksa vatan hainliği ile yargılanacaksınız.”
Çaresizlik içinde son bir kez daha askerlerin yüzüne bakan sığınmacılar, sonunda değerli eşyalarını ve giysilerini bırakarak, Boraltan Köprüsü’nden ölüme yürümeye başlarlar.
Gözyaşlarına boğulan askerler, olanları görmemek için köprüye sırtlarını dönmüşlerdir.Sığınmacıların ölüme yürürken haykırdıkları o sözler, yürek parçalayacak niteliktedir:
- “Varsın ölen biz olalım, yaşasın Türkiye.”
* * *
Boraltan Köprüsü dramı, bir döneme damga vuran ‘utanç zincirinin’ sadece bir halkasıdır. Sovyet zulmünden kaçıp, kurtarıcı olarak zannettikleri Almanlar’a sığınan Kırım, Kazak, Özbek, Kırgız, Azerbaycan ve Ahıska kökenli onbinlerce Türk, savaşın bitiminden sonra, aynı şekilde kaçak yollarla geldikleri Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne iade edildiler.
Hepsinin akıbeti, ya ‘gulaglarda’ ölünceye kadar çalıştırılmak, yada bir ‘idam mangasının’ karşısında son nefesini vermek oldu.

İsrafil K.KUMBASAR
16/04/2009 (Yeniçağ)

Olayın vahametini bir şiirinde anlatan Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım’ın şiiri o günlerde meşru olmayan yollardan elimize ulaştırılmıştır. Elmas Yıldırımın şiiri çok uzun. Fakat ana tema aşağıdaki dörtlükte verilmiştir.
“Bir bayrakta uldızımız ayımız.
Nerden doğru bu imansız gayrılık.
Ben ne diyen bu vefasız dağlara,
Öz gardaşı dönek olan ağlara...
* * *
Boraltan bir köprü, aşar geçer arası
Yunsalar da suyuyla, çıkmaz yüzün karası
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni
Döndüm geri de sordum, paşasına erine
Beni siz vursaydınız şu Moskof'un yerine"
 
SENİ AFFETMEYECEĞİZ...
 
Şiirin başharflerini yukardan aşağıya okuduğunuzda malum kişinin ismi çıkıyor ...

İhtilal acentası...
Solun tam da ortası.
Moskof ’un oltası..
Eli, zulüm muştası.
Tek ümidi, cuntası
İnkılap, avantası
Nemrut, onun atası
Ölüm yolu, rotası
Namlı servet çantası
Ünlü küfür softası..

(Necip Fazıl Kısakürek)

Hiç yorum yok: