22 Şubat 2012 Çarşamba

Temellerin Duruşması Kitabından Notlar, Ahmet Kabaklı -2-



Muska gibi Nutuk!

Rıza Nur anlatıyor: “Falih Rıfkı’nın bir başmakalesi var. İbret için okunsun. Büyük Nutuk’tan bahsediyor. Makalenin sonundan şu parçayı alıyorum: ‘Eğer Gazi tarihî meçhûlât içinde kalsaydı halimiz ne olacakmış? Nutku yalnız okumayınız, bir kamus gibi masanızın üstünde daima hazır tutunuz! Bu kitap size hurafatta muskalara isnat olunan hizmeti görecektir, görünür görünmez kazalardan masun bulunduracaktır. Nutkun neşri, büyük inkılâp eserini her türlü teşevvüşlerden siyanet edecek âlî tedâbirden biri addolunabilir.” (Hayat ve Hatıratım, c.4 s.1454)
Aynı Falih Rıfkı’nın, muska diye kutsallaştırdığı Nutuk hakkında çok sonraları Çankaya adlı kitabında: “Acaba Atatürk bu Nutk’u hiç yazmasa daha mı iyi olurdu? Belki de tarihçiyi hükümlerinde daha serbest bırakmalıydı.” dediğini göreceğiz.

Kazanan idare fırkası

Hasan Rıza Soyak’ın hatıralarında anlattığı bir olay:
“Serbest Fırkacıların şikâyet ve iddiaları büsbütün boş değildi. Atatürk bunun farkındaydı. Nitekim bir gün kendisine, hemen hepsi de CHF’nın lehine olarak gelen seçim haberlerini arzettiğim sırada bana: “Hangi fırka kazanıyor?” diye sormuş; “Tabii bizim fırka Paşam” cevabını vermiştim. O gülmüş:
“Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin, buyurmuştu.”

Atatürk ve bir Belediye Başkanı

Serbest Cumhuriyet Fırkası irtica tehditinden dolayı kapatılınca, onun adayı olarak belediye başkanlığı kazanan kişiler de ya istifaya zorlanmış yahut CHF’na alınmıştır .Yalnız, Samsun Belediye Başkanı Boşnakzâde Ahmet Bey başkanlıkta ısrar etmiştir.
Bu olayı Ahmet Hamdi Başar, şöyle anlatıyor:
Gazi, Samsun’da A. Hamdi Başar, Kâzım Paşa ve SCF’li Belediye Başkanı ile sofradadır. Serbest Fırka’yı Fethi Bey’e nasıl ve niçin kurdurduğunu anlatmış ve sözü, o fırkanın kapatılış sebebine getirmiştir. Gazinin verdiği izahata göre: Sonraları, Serbest Fırkanın beklenen işlere giremeyeceği, memlekette irtica ve inkılâb dışı cereyanların bundan istifade edeceği anlaşılmış ve Serbest Fırka lağvedilmiş. Bütün bu izahatı, sofra konuşması şeklinde, arasıra esprilerle süsleyerek, araya başka bahis karıştırarak veren Gazi, sonunda Belediye Reisine döndü ve:
- Şimdi, Reis beyefendi; zatıâliniz de artık feshedilmiş olan bir fırkanın Belediye Reisi olarak vazifenizde devam etmek istemezsiniz değil mi? İstifa ediniz; yeniden intihap yapılsın; belki yine zatıâliniz seçilebilirsiniz, emrini verdi.
Emir kafi idi. Belediye Reisine “Emir buyurursunuz” demekten başka söz kalmamıştı. Fakat Reis öyle yapmadı:
Paşam; bendeniz Serbest Fırkayı tanımıyorum ve reisliğe de o fırkanın namzedi olarak seçildiğimi kabul etmiyorum. Bu intisap halkın şahsıma karşı bir itimadı şeklinde tecelli etmiştir. Mesele sırf  seçimin serbest olmasından ibarettir. Eğer bu vaziyette istifa edersem
halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette bulunmuş olurum. Eğer bendenizin bu işte kalması arzu buyurulmuyorsa, hükümetin elinde kuvvet vardır, Şûr’ayı Devlet (Danıştay) vardır, intihabı fesheder. Bendeniz de o zaman halka karşı mahçup vaziyette kalmam.
Bu beklenmedik cevap Gaziyi sinirlendirmedi. Sakin bir sesle: “Düşündüğünüz doğru. Arzu ettiğiniz gibi olsun” dedi.
Sofrada mevzu eski hatıralara, günlük meselelere doğru yayılıyor, kadehler biraz daha sık içiliyor. Bu zahiri sükûnete rağmen, yakında bir fırtına kopacağı hissediliyordu. Bunu Belediye Reisi de hissetmiş olacak ki, biraz sonra, görecek mühim işleri olduğu bahanesiyle, Gaziden müsaade istiyor; ve “buyurunuz” emrini alınca Kemâli hürmetle eğilerek sofradan kalkıp gidiyor!
Bir iki dakika nefes bile almadan korkarak sustuk. Sonra Gazinin sesi gürledi: “Vali Paşa hazretleri; belediye reisi diye seçtiğimiz bu adamın yaptıklarını gördünüz mü? Her şeyden evvel terbiyesiz. Şehirlerine misafir geliyoruz. İçki ikram ediyoruz içmiyor, sonra da bir Reisicumhur sofrasında biz kalkmadan sofradan kalkıp defolup gidiyor. Reisinizin hareketlerini beğendiniz mi?”
Kâzım Paşan’ın haşlanması ve bahsin devamı sabaha kadar sürdü. İki gün sonra, Dahiliye Vekâleti namına seyahate iştirak eden, mülkiye müfettişi Necati bey bazı sebeplerle Valiye işten el çektiriyor. Bittabi Belediye seçiminin de feshi ve yenilenmesi de kararlaştırılmış olunuyor. Bu hâdiselerden sonra yine Samsun’da gece sofrada lâtife olsun diye şunları söylüyorum:
- Bakınız Paşam, Necati beyin yaptıklarına. Misafir olarak gittiğimiz bir şehrin valisine işten el çektirmiş.
Gazi, bu mevzuda latifeye müsaade etmiyor. “Onu bizim emrimizle yaptı” diye bahsi kesiyor.

Kansız inkılab olmaz

“Kan ile yapılan inkılablar daha muhkem olur, kansız inkılab ebedileştirilemez” (M. Kemal, Bursa, 22 Ocak 1923)

Gazi’nin Serbest Fırka’yı kurdurma sebebi

Fethi Okyar, “Üç Devirde Bir Adam” adlı hatıralarında, Gazi’nin, kendisine, Serbest Fırka’yı kurdurmak için, şu gerekçeyi göstererek konuştuğunu açıklıyor:
“Bugünkü manzaramız, aşağı yukarı bir dikdatör manzarasıdır. Halbuki ben Cumhuriyeti kendi menfaatim için yapmadım. Hepimiz fâniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir. Ben ise milletine miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum.”

Mecliste kesilecek başlar

1 Kasım 1922 günü, Meclisteki müzakerelerden sonra, takrir, müşterek bir encümene havale edildi. Encümendeki bazı hocalar, Hilâfetin Saltanattan ayrılamıyacağı fikrini müdafaa etmeğe başladılar. Müzakerelerin fazla uzayacağını anlıyan Mustafa Kemâl, Encümen Reisinden söz aldı ve önündeki sıranın üstüne çıkarak, yüksek sesle şu beyanatta bulundu:
“Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez, Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk rnileü bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemahal olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, gene hakikat usulü dairesine ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Mustafa Kemâl’in bu beyanatı ve yaptığı tarihi açıklamalardı sonra, müşterek encümenin hilâfetin saltanattan ayrılması için hazırladığı kanun tasarısı büyük Millet Meclisinde kabul edildi. (Gazi’nin hayatı, Maarif Kitaphanesi s. 126. Ayrıca bak Nutuk, 1927 sh:421-422)

Gazi’nin Meclisi

Falilı Rıfkı Atay’ın Gazi Paşa ile yaptığı bir konuşma metni:
Kendisine “Medreseler, Şer’iye Mahkemeleri, Şer’iye Vekâleti vs. ne zaman kalkacak? Teşkilât-ı Esasiye’deki din maddesi kalacak mı?” diye sordum.
Paşa Meclisten geçse de geçmese de, bunların hepsinin yapılacağını söyledi.
“Madem ki bu Meclis Cumhuriyet ilân etmeye kendini salahiyetli gördü. O halde başka bir Meclisde başka bir ekseriyet bir gün meşrutiyet ilân ederse ne yaparız?” dedim.
“Olabilir. Fakat hepsini sopayla kovarız” dedi.

İrtica ihtilâli olursa siz hesap verirsiniz

Devrin gözde Kemalist yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu bey anlatıyor:
“Atatürk’ün büyüklüğü buradan da gelir. Büyük ikna kuvveti vardı. İnsan üstü yönleri vardı. Hiçbir zaman zart zurt ile hareket etmemiştir. Hiçbir şey için, ‘Ben karar verdim’ demedi. Bütün inkılâp kaklarım Meclisten çıkardı.
290 kişilik Meclis içinde 40 kişilik bir grubumuz vardı. Atatürk yapacağı inkılâbları bize anlatırdı. Biz bunların Meclis içinde propagandasını yapardık. Sonra müzâkerelerde yavaş yavaş havaya onun fikirleri hâkim olurdu. İnkılâb kanunları Meclislerden birbiri ardına geçerdi.
Atatürk geceleri Çankaya’da bambaşka bir insan olur bizimle sohbet ederdi. Birgün şaka havası içinde bize inkılâp kanunları ile ilgili olarak, ‘Ben karışmam. Günün birinde bir irtica ihtilâli olursa benden birşey sormazlar. Bu kanunları Meclisten geçiren sizlersiniz. Siz hesap verirsiniz’ demişti.” (Yankı, 17-23 Mayıs 1971)

Ata’yı taparcasına sevmek

‘Turkey Today’ isimli kitabında İngiliz kadın yaz Grace Ellison, Konya’dan Adana’ya giderken bir okul müfettişi ile konuştuklarını şöyle anlatıyor:
“Bizim peygamberimiz Gazi’dir: Arabistanlı zatla işimiz bitti. Muhammed’in dini Arabistan için gayet iyiydi, ama bize göre değil.
“Fakat sizin Hiçbir inancınız yok mu?” diye sordum. “Var” dedi, “Gazi’ye, ilme, ülkemin geleceğine ve kendime inanıyorum.”
“Ya Tanrı?” dedim. “Tanrı hakkında kim ne bilebilir ki” diye cevap verdi. “İlim vardır, iyinin ve kötünün gücü vardır; geri kalanı hakkında ise hiç kimse kesin bir şey bilemez.”
———-
Devrimlerin, Fransa’ya akseden bir yorumunu da Rıza Nûr, Havat ve Hatıratım’da nakletmektedir: “Leche de Paris gazetesinin bir muharriri İstanbul’a ve Ankara’ya gitmiş. Bir sıra başmakale yazdı. 16 Kânunuevvel (Aralık) 1928′den başlıyor. Beyazıd’da bir genç doktor, bir kız, bir oğlan, iki darülfünun talebesiyle konuşmuş; bunlar dini attıklarını söylemişler. Muharrir de: Dinsiz bir millet olur mu? Bilhassa bu fakir iptidaî Türk milleti dinsiz nasıl yaşar?” demiş. O vakit bu üç kişi, “Hayır, bir dinimiz var, Yeni din” demişler. Muharrir, “Nedir o?” demiş. “Şimdi göstereceğiz” demişler. Otomobile binmişler, Beyoğlu’na geçmişler, Taksim’den geçerken Mustafa Kemâl’in heykelini göstererek, ‘işte Allahımız’ demişler”

İskilipli Atıf Hoca’ya nasıl şapka giydirildi

Cumhuriyet döneminde şapka İnkılabı sonralarına rastlayan bir olay:
Daha önceleri şapka giyen bir gazeteciyi tekme tokat İstiklâl Mahkemesi koridorlarından yuvarlayan ünlü mahkeme Reisi Kılıç Ali, aradan çok geçmemişti ki: Bu sefer de şapka giymediği için iskilipli Atıf Hoca'yı idama mahkûm ettirdi, hoca asılırken de sehpahın yanına gelip Hoca'nın kafasına şapkayı geçirerek: "Giy domuz!" diye bir harekette bulundu." (İskilipli Atıf Hoca, Tefrika, Zaman gazetesi, Şubat 1989, H.Yılmaz, N. Yalçın, A. Varol)

Harf inkılabı ile gelen yasak

Doç. Dr. Emin Işık, 1988′de verdiği bir konferansta Tek Parti döneminde Kur’ân-ı Kerim’in bile toplatıldığını şöyle anlatıyor: “Yasaklar harfe ve dine getirilmiştir. Amme cüzünden Kur’ân-ı Kerim öğrenmek bile yasaklanmıştır. Jandarma ve polis, koruma kanunu adı altında çeşmelerin üstündeki eski yazıları bile kazımıştır. Eski yazılı hece taşları sökülmüş, Kur’ân-ı Kerim’ler toplatılmıştır. Arşivler dahi yakılmaya, ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.”

Yakın tarih notları

- Tek partili yönetimin 1940′lardan sonra edendiği politikaya göre dış Türk’lerle velev kültür ve sanat açısından ilgilenmek bile insanın başına felaketler açabilecek ağır suçlardan sayıldığını…
- Canakkale savaşında bize karşı savaşan Hindistanlı müslümanları İngilizlerin ‘Halifeyi kurtarmaya gidiyoruz’ diye kandırdıklarını…
- Ayasofya camisi müze yapıldığında minarelerinin de yıkılmak istendiğini, fakat uzmanların ‘minareler yıkılırsa Ayasofya çöker’ demeleri üzerine vazgeçildiğini…
biliyor muyuz?


Hiç yorum yok: