19 Şubat 2012 Pazar

Ekonomik kriz-Mahir Kaynak

Günümüzde en çok konuşulan ve tedirginlik yaratan konulardan biri de ekonomik kriz. Bu durum beklenmedik bir olay değil. Yıllar önceden başlayan bu süreçte, bazılarına göre, ortaya çıkan olumsuzluklar düzeltilmek isteniyor. Başka bir ihtimal de bu şartları kullanarak dünyaya verilmek istenen yeni şekle ulaşılmak istenmesidir.
1993’te üniversiteden ayrıldım. Bu tarihe kadar derslerde ABD’nin borçlanmasını şu basit örnekle anlatırdım: Çin ABD’ye bin dolarlık mal satsa halk bunları satın alır ve bin dolar Çin’in alacağı olur. Paranın yatırıldığı finans kurumu bin dolarlık hazine bonosu alırsa dış ticaret açığı bütçe açığını kapatır. İşi şakaya vurur ve denizlerde gördüğünüz ABD filolarını Çin finanse ediyor derdim.
Bu durum tüm dünyaya yayıldı ve birçok ülke gayri safi milli hasılasını aşan miktarlarda borçlandı. Bu borçların hepsine finans kurumları aracılık ediyor ve bunlar her devletin kontrol edebileceğinden daha büyük miktarları yönlendiriyorlardı. Buna küresel sermaye deniyordu ve bu sermaye gurubunun siyasal projeleri vardı. Üretimi gerçekleştiren yerli sermaye küresel sermayenin egemenliğine karşı idi. Dünyadaki çatışmanın yerli sermaye ile küresel sermaye arasında olduğunu ve bu çatışmada küresel sermayenin yenileceği söyledim ama birçok kişi bunu bir hayal saydı. 
***
ABD iki aşamalı bir plan yaptı. Devlet önce bütçe açığını kapatacak ve kendisinin sebep olduğu dış ticaret açığını kapatacak daha sonra halkın borçlanması sonucu oluşan cari açığı engelleyecekti. Bugüne kadar biriken dış borçların ödenmesi yerine, ödeme halkın refahında büyük azalma yaratacağı için, finans oyunlarıyla sıfırlanması sağlanacaktı. 
Avrupa’da birçok ülke aynı durumdaydı ve ödemeleri mümkün olmayan miktarda borçlanmışlardı. Ancak ABD’nin ekonomik yapısıyla bu ülkelerin arasında büyük fark vardı. ABD tarım ürünleri de ihraç eden bir ülkeydi yani herhangi olumsuz bir süreçte halkı aç kalmazdı. Petrol ve hammadde ihtiyacının önemli bölümünü kendisi karşılıyor, geri kalanını da politik olarak egemen olduğu yerlerden sağlıyordu. 
Avrupa’nın borçlu ülkelerinde ekonomik yapı ABD’den farklıydı. Onlar gıda ve enerji ithal ediyordu ve bundan mahrum kalırlarsa bir savaşın yaratacağından daha büyük bir sıkıntıya düşmeleri kaçınılmazdı. Onlar da iki aşamalı bir planı uygulamaya koydular. İlk aşamada bütçelerini denkleştirecek, halkın daha fazla borçlanmasını engelleyecek, borçların geri ödenmesi söz konusu olmayacaktı. Ancak borçlanmanın durması bile halkın refahını olumsuz etkiliyor, memurlar düşük maaş alıyor, emekli aylıkları azalıyordu. Emekli fonları, finans kurumlarında değerlendirildiği için, borçların ödenmemesi bunları tehlikeye atıyor ve ileride devletin bu fonlarda kaybedilenleri telafi etmesi gerekiyordu. 
Geçmişte borçlanan ülkelerin vereceği tek şey kalmıştı. Halkının ayaklanıp ülkenin kaosa sürüklenmesini engellemek için siyasi tavizler vereceklerdi. Şimdi dünya bu şartlara bağlı olarak  şekilleniyor. Dışa en az bağımlı ülkeler olan ABD ve Rusya yeniden birer güç odağı olacak, diğer ülkeler onların aracılığı ile gıda ve enerji sağlayacak. Zaten Rusya dünyanın en büyük doğalgaz rezervine sahip ülke ve Avrupa ona ve çevresine bağımlı durumda. Çözülmesi gereken sorun İkinci büyük doğalgaz rezervine sahip İran’ı da bu yapıya bağlamak. Yani İran’ın nükleer çalışmalarından kimse korkmuyor ama onun yerini belirlemek için bu bir araç olarak kullanılıyor. ABD petrol bölgelerini kontrol edecek ve böylece dünyada yeni güç odaklarının oluşması engellenecek. Olaylara bir de bu açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok: