6 Ağustos 2013 Salı

SELÇUKLULAR VE OSMANLILAR TÜRKİYESİNDE ŞİÎLİK- Kamil Mustafa AL-SHAIBI- Çev: Mehmet ATALAN

SELÇUKLULAR VE OSMANLILAR TÜRKİYESİNDE ŞİÎLİK
Kamil Mustafa AL-SHAIBI*
Çev: Mehmet ATALAN**

1.TARİHİ ARKA PLAN

Müslüman Türkiye’nin tarihi arka planının kapsamlı bir açıklamasını
yapmak için, ilk dönem İslam’ına gitmek zorunludur. Suriye’nin fethinden
sonra, Araplar, kendi sınırlarını kuzeye doğru genişletmeyi başaramadılar.
Bizans imparatorluğu kendi topraklarını savunacak kadar güçlüydü. Yine de,
Araplar 52–54/672–6741 tarihlerinde yedi yıl boyunca Kostantinya’nın
kuzeyindeki Arward adasına yaptıkları gibi Bizans’a baskınlarını devam
ettirdiler.2 54–55/674–675 tarihleri arasındaki bir başka hücum kış boyu
sürdü3 ve bu dönemde meşhur Abdullah el-Battal hücumları da olmuştu.4
Ancak Emeviler, İran, Türkistan, Ermenistan ve Hindistan’ın bir kısmının
hâkimiyetine neden olacak olan doğu fetihlerine daha fazla ilgi
duymaktaydılar.


Abbasi yönetiminde, bu durum aynı şekilde özellikle Harun Reşid, el-
Me’mun ve el-Mu’tasım döneminde, daha sonra Musul ve Halep’teki
Seyfu’d-Devle el-Hamdani döneminde, daha da dinî bir coşkuyla devam etti.
Kendi göçebe kabilelerinin dışında bir devlet kurarak idareyi ele alan, Oğuz
unsurlarından oluşan Selçukluların5 Türk uyanışı, dördüncü yüzyılda vuku
bulmuştu.

Muhtemelen Türk komşularının ve güçlü Çin’in baskısı altında
Hıristiyanlıktan İslam’a dönen6 Selçuklular, Samanilerin ve Büveyhilerin
önüne geçilemeyen bir şekilde zayıf düştükleri İslam merkezlerine doğru7
yöneldiler. 477/1084-5’de Selçuklular Şiî rejimine son vererek Şiî
Fatımilerin karşısında Sünni Abbasi halifesinin koruyucusu oldular.
O zaman Selçuklular İslam dünyasının doğu kesiminin yöneticileri
idiler. Türkmen unsurlarla birlikte bir grup Selçuklu, eski başarısız çabayı
yeniden diriltme ve İslam’ı yayma ülküsü ile Türk yapısının tabii çevre
olarak tanımlanan Bizans imparatorluğuna karşı yürüdüler. Bu tarihte
İstanbul yakınlarına kadar çekildiklerinde, ilk zafer 440/1048’de kazanıldı,
fakat Selçuklu liderleri arasındaki anlaşmazlık kendilerinin geri çekilmesine
neden olmuştur.8

462/1069-70’de Bağdat Selçukluları arasındaki çekişme, Bizans’a
başka bir sefer düzenlenmesine yol açtı. Selçuklu ordusu, Ermenistan,
Ahlat’ta Bizansları mağlup etti.9 Bu olay aynı zamanda Türklere
Anadolu’ya gelme ve yerleşme yolunu açmıştır.10 Bağdat Selçukluları aynı
zamanda Süleyman b. Kutalmış(477/1084-5’da savaşta öldürüldü)’ın
İstanbul’a yakın olan İznik’teki kendi karargâhlarını kurduğu yer olan
Anadolu’yu fethetmeyi başardılar.11 Sonuç ise Selçuklar, Bizans
Anadolu’nun Rum bölgesinde başkenti Konya olan yeni bir devlet kurdular.
Muhammed b. Danişmend liderliğinde olan Türkmen müttefikleri,
Selçukluların yardımı olmadan fethettikleri Anadolu’da kendi devletlerini
kurdular12 ve Sivas’ı başkent yaptılar.13

Özellikle Yeni Anadolu Selçuklu Devleti, Bağdat ana devletinden
bağımsız olduğunda, bu bölgeler hakikatte Selçukluların Bizans pahasına
genişletmeyi ümit ettikleri topraklardı. Sonra Anadolu Selçukluları daha
fazla toprak elde etmek imkânsız olana kadar, ellerinden geleni yaptılar.
Savaş, yaşamlarının geçim kaynağı olduğundan, Türk askerler
birbirleriyle savaşmaya başladılar. İlk kurban, daha sonraki İran’da olana
benzer biçimde bir liderin manevi üstünlüğünü temel alan ve bu yüzden
Selçuklulara benzemeyen Danişmentliler devletiydi. Savaşa ilgi duymayıp,
kendilerini güvende hisseden Selçuklular, Hıristiyan komşularıyla birlikte
yaşayarak, sonunda da Bizans prensesleriyle ve diğer Hıristiyan kadınlarla
evlenerek kendi egemenliklerini garanti altına aldılar.14 Sonra Tatarlar
Türkiye’ye ilerleyip bu hanedanlığa son verene kadar, Selçuklu devleti lüks
krallığına devam etti.

Tatar unsurların yükselişi, Türkistan’da dolaşan Türk kabileleri
arasında büyük bir huzursuzluğa neden oldu. Yüz kızartıcı bir yenilgi
yaşayıp lidersiz kalan Harezm kabilelerine ek olarak, diğer Türk unsurlar,
Toros dağlarının eteklerine yerleştikleri ve Karaman devletini kurdukları
batıya doğru ilerlediler. Selçukluların eski başkenti olan Konya,
Karamanlıların karargâhı oldu. Danişmentliler gibi Karamanlılar Beyliği de
inkılâpçı bir Sufî’nin takipçisi olarak kurucusunun manevi üstünlüğü üzerine
kuruldu.15 Tatar fetihleri bitene kadar, Tatarlar Türkiye’ye yaklaştıklarında
Karamanlılar başkentlerini terk edip, Tatar tehlikesi geçene kadar, erişilmez
dağlara çekilmeseler bu devlet daha fazla dayanamazdı.16

Yeniden Tatarlar, diğer bir Türk unsuru olan Oğuz kabilelerinin17 Orta
Asya’daki yurtlarından batıya doğru hareket etmelerine neden odu.18 Onlar
Eskişehir yakınlarındaki Bizans-Selçuk sınır çizgisine yerleştiler.19 Tatarlar
da mağlup edilince, onların halefi olan Ertina prensi, devletini Sivas’a
taşıyarak, oraya yerleşti.20 Oğuzlar, şimdi Osmanlılar bu devleti miras
alarak, ya fetihle ya da birbirleriyle evlenmek suretiyle Türkiye’nin küçük
beyliklerine hâkim olabildiler. Timur, Beyazıt’ı mağlup ederek gelişmelerini
engelleyinceye kadar, Osmanlılar gittikçe büyüdüler. Osmanlılar
bağımsızlıklarını tekrar kazanınca, Sultan Muhammed Han II, Osmanlı
devletini 857/1453’de Bizans’ı fethederek zirveye taşıyana kadar, başarılı bir
şekilde sürdürdüler. O zamandan beri Türkiye, Mısır ve Suriye
Memluklarından miras alıp, İran Safevi hükümdarlığının önünde durabilen
birleşik bir devlet oldu.

2.SOSYAL VE RASYONEL ARKA PLAN

Türkiye’nin sosyal ve entelektüel yapısı ile ilgili olarak, şunu önemle
belirtmek gerekir ki, Bizans’a gerçekleşen Türk göçünün tarihi boyunca
tecrübe etmiş oldukları güçlüklerin canlı tuttuğu bir enerji olan Türk ırkının
potansiyel enerjisinin bir göstergesidir. Onlar sonunda yerleşik bir hayata
geçme ve uygar bir hayat sürme ihtiyacı hissettiler. Hakikatte Türkler,
İslam’ı yaymak için, memleketlerini terk edip yeni ülkelere hâkim olup
yerleşebildiklerinde, Arapların örneğini izlemekteydiler.

Araplar ve Türkler arasındaki bu benzerlikler o kadar dikkat çekicidir
ki, belki de kasıtlı olmayarak Türkler Arap fetih sitilini taklit ettiler ya da
Arap fetih sitilinden örnek aldılar, denilebilir. Araplar, İslam adına kendi
ülkelerini fethetmek için büyük çabalar sarf ederken, aynı şekilde Türkler de
Müslüman olarak Bizanslı muhalifleri karşısında aynı rolü oynadılar. Türkler
bu İslâmi savaşa manevi bir form vermek için, Sufizm üzerine kurulu bir
eğilim olan Fütüvvet düşüncesini, kendi şevklerini yönlendiren bir ideal
olarak kabul ettiler.21 Bu şekilde Türkler, ilk Müslümanlar ve halifeler gibi
gazi oldular ve Şakiku’l-Belhi ve Hatemu’l-’Asam gibi ilk dönem sufîlere
ilgi duydular.22

Gerçekten Türkmen dostlarının ihtiyaç duydukları ve Abbasi
halifesini manevi olarak korumada hoşlandıkları için, Selçuklular’ın
fütüvvetten rahatsız olmadıkları işaret edilmeye değer. Çoğu Danişmend
Şehzadesinin niçin gazi23 olarak adlandırılmaktan hoşlandığının ve soylarını
şimdi seyyid olan24 eski savaşçı Battal’la ilişkilendirmelerinin sebebi de
budur. İbn Haldun’un anlayışına göre, Danişment, sufî mürşitle aynı olan
muallim anlamına gelmektedir.25 Son Danişment Şehzadesi Zu’n-
Nun(569/1174), kabul edilmiş doktrinlere karşı çıkan biri olarak kabul edilir.
Yine o, felsefileşmiş Sufizme göndermede bulunan ancak hakikatte manevi
bir anlama sahip olan söylemi yeniden ihya etmiş isteyen biridir.26

Şuna da işaret edilmelidir ki, hicri VII./XIII. yüzyılın başlarında, tüm
İslam dünyasında büyük Sufîzmin popülaritesi ağırlık kazanmıştır.
Şihabüddin Ömer es-Sühreverdi(632/1234) siyasi çevrelerde rol oynamış
önemli bir örnektir. es-Sühreverdi en-Nasır’ın(622/1225)27 özel sefiri olarak
birkaç kez Mısır’a ve (614/1217–8) tarihinde Bağdat’a saldırmak üzere olan
Harzemşah’la görüşmek üzere bir delege olarak göndermiştir.28 Konya
Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un (616/1219–20) son günlerine doğru
Sühreverdi, aynı şekilde en-Nasır’ın Sultan’a gönderdiği fütüvvet
üniformasını takdim etmek için Konya’ya gönderilmiştir. Sühreverdi’nin
varışı o kadar önemli olmuştu ki, bütün Konya halkının sufî hırka giydiği
söylenmektedir.29

Kısa zaman sonra Tatar işgali, Türkmen kabilelerini korkmuş olan
sufîlerle birlikte, Türkiye’ye doğru iten bir kasırga gibi doğuyu vurdu.30 Bu
Sufî göçmenler arasında, Türk halkı üzerindeki tesirleri en yüksek derecede
olan Baba İshak ve Türk halkını olağanüstü düzeyde etkileyen ve Hacı
Bektaş olarak isimlendirilen Seyyid Muhammed el-Horasan vardı.
Atmosferin kargaşa ve gerilimle dolu olduğu bu zor zamanda, babası
İran’dan göç edip eski İslam merkezlerini dolaşan, önce Sivas’a sonra
Konya’ya yerleşen Celaleddin Muhammed er-Rumi(604–672/1207–1273)31
ortaya çıktı.32 Aynı şekilde İbn Arabî’nin sütoğlu ve öğrencisi olan
Sadreddin el-Konevi’de(672/1273–1274)33 bulunmaktadır; İbn Arabî
Futuhat’ını Sivas’ta yazdığı için, onunla orada karşılaşmış olabilirler.
Bununla birlikte her yer, halkın ıstırap çektiği sefalet ve ümitsizlik uyum
haline girdiği bir durumda, sufî ruhu ile doluydu. Ve bundan dolayı dini
değerlere önem veren insanlar olarak sufîler, kurtuluşun tek ümidi oldular.
Zamanla Rumi, büyük bir popülarite kazandı.34 Türk halkı duygusal
açıdan lüks Selçuklu sarayına karşı olan manevi birine, aynı zamanda da
savaşma arzusuna sahip birine muhtaçtı. Sonunda o, kişi ya da kişiler, Toros
dağlarının eteklerinden geldiler.

Henüz oralara yeni ulaşmış Türkmenler, devletlerinin içinde
bulunduğu zor durumundan dolayı, savaş ganimetlerine ve daha çok toprak
ya da kazanca muhtaçtı.

Ancak liderlik görevi boş duruyordu. İki sufî boşluğu doldurdular.
Biri Halep yakınlarından Kafarsud’dan gelen35 aktif bir Türkmen lider olan
Baba İshak; diğeri ise planlayan ve manevi rehberlik sağlayan Horasan’da
gelen bir İranlı sufî olan Baba İlyas’dır. Onlar beraber Babai sisteminin
başlangıcını oluşturan ve Bektaşi sisteminin varlık kazanmasında anahtar rol
oynayan II. Keyhüsrev’in 634–42/1236-1245’de 36 yozlaşmış hâkimiyetine
karşı 638/1240’da bir inkılâba yol açtılar. Gösterileceği gibi bu her iki
sistemde Şiîlik ile ilişkilidir.

3.TÜRKİYE’DE SUFÎ -Şİİ HAREKETLERİ
A. BABAİ HAREKETİ

Kafarsud’lu(Yakut’ta Kafarsud) Türkmen Sufî Baba İshak’ın önderlik
ettiği söylenilen bu sufî hareketiyle ilişkili olarak, çağdaş tarihçiler bazen
onun bir lider olduğu, bazen de Baba İlyas’ın bir lider olduğundan söz
ettiler. 640/1242’de Malatya’da bulunan İbn’ul-İbri, (Yani Gregorius Bar
Hebraeus 683/1284–5),37 ‘Baba’ olarak isimlendirilen, lider Baba İshak’ın
Malatya38 ve Türk-Suriye sınırlarındaki Türkmenlerin liderinin elçisi
olduğuna işaret eder. Baba İlyas’dan Babailerin bir lideri olarak bahseden bu
görüş, Karamanî(1010/1610–1611) tarafından desteklenmektedir.39 Diğer
taraftan 679/1280–1 tarihinde “Tarih”ini yazan İbn Bibi, Baba İshak’ı bir
lider olarak ve daha sonra Sultan Keyhusrev tarafından affedildiği
söylenilen40 Baba İlyas’ı da onun bir yandaşı olarak kabul etmiştir.41

Öyle görünüyor ki, kurucu Baba İlyas, planlayıcı, yaratıcı ve aktif
lider de Türkmen destekçilerini bir savaşçı olarak harekete geçirmede ve
tasarlamada onun adamlarına yardım etmekle yakın ilişkiler kuran Baba
İshak’tı. İsyan başarısız olunca, Baba İlyas gerçekten eylemle ilgili hiçbir
şey yapmadığı gerekçesiyle affedildi. Hiç kimse gerçekte onun manevi
üstünlüğü aleyhinde değildi. Bununla beraber bu sufî hareketin lideri, Fars
Sisteminin tipik bir düzenini meydana getirdi. Buna ilaveten, Köprülüzade,
Baba İlyas’ın Cengiz Han’ın zaferinden sonra Türkiye’ye göç eden ve
628/1230–142 Türkiye’de popüler olmaya başlayan bir Horasan Sufîsi olduğu
şeklinde benim düşüncemi doğrulayan bir görüş kaydeder. Bununla birlikte
bunların içindeki en tuhaf fikir Baba İlyas’ın, Baba İshak’ın önceki ismi43
olduğu şeklindeki asılsız bir düşünceydi.

Bütün bu olaylarda lider, Baba (yani Danişmentlilerinkini anımsatan
halk vaizi,44 öğretmen veya daha çok baba) veya Baba Resul45 olarak
isimlendirilir. Onun fanatik ve sadık taraftarlarının onu Baba Resûlallah
(Allah’ın elçisi) diye çağırdıkları söylenmektedir.46 Sıbt İbnu’l-
Cevzi(654/1256) babanın tabilerinin parolasının, Allah’tan başka İlah’ın
olmadığı ve Baba’nın Allah’ın velisi (Lailahe illallah baba veliyyullah),47
olduğuna işaret ettiği eklenmektedir. Köprülüzade, Baba’nın kendisini
Emiru’l-Müminin olarak isimlendirdiğini ifade etmektedir.48 Hz.
Muhammed’in peygamberliğini göz önünde bulundurularak Sadettin el-
Hamevi’nin peygamberliğini değerlendirirsek, Babai’nin peygamberliğini
İslam’dan bağımsız bir şeriat olarak takdim etmeyi kastetmemişti. Bununla
birlikte bu fikir, sufî çevrelerde iyi bilinmekteydi. Sadreddin el-Konevi’nin
arkasında namaz kılan Rumi bizzat şöyle demiştir; “Kim Allah’tan korkan
bir liderin arkasında namaz kılarsa, sanki Peygamber’in arkasında namaz
kılmış gibidir.”49 İbn Bibi’de Babai liderleri’nin Baba’nın gerçek
peygamberliğinin yanlışlığını doğrulayan dört halife50 örneğini takip
ettiklerini iddia ettiğini ifade etmiştir.

Doktrinler meselesinde, Babai liderin kendisiyle takipçilerinin güveni
ve tasdikini kazanmaya çalıştığı bir taktik olarak mucize gösterme ve sufî
arınmasını51 uygulama şeklindeki bilindik formu, kabul ettiği ifade edilir.
Taraftarlarının kişisel işlerine ilgi duymakla, hatta kendi yazılmış dualarıyla
(‘ad’iya) 52 erkeği kadınlarıyla barıştırmasında Baba, halkın gözünde ideal
bir şahsiyetti. Bütün bunlar Babailerin dışındakilerinin, ekonomik bir
mantıkla fakir Türkmen halkının ihtiyaçlarını karşılaması ve onları toplu bir
biçimde lider, aziz ve reformcu olarak Baba’ya doğru yönelten yağmalanıp
öldürüleceği şeklinde desteklenmektedir.53 Dikkat çekici bir biçimde önceki
liderlerden farklı olarak Baba, liderlerinin ölümünden sonra mücadelelerini
devam ettirecek olan ulûhiyetin bir türü olarak kendi nefislerini inkâr etmeyi
takipçilerine kabul ettirecek bir düşünce olan kendi ölümünü tartışmaya
açmıştır.54

Burada ifade edilmelidir ki Babai hareketi, bütün Türk halkı arasında
çok yaygındı. Selçuklular Türklerin hareketlerine yönelik büyük saygı ve
inançları yüzünden, Baba İshak’la mücadelelerinde büyük güçlüklerle
karşılaştılar. Öyle görünüyor ki böyle bir hareketin içinde bulunmanın gayri
ahlaki düşünülmesi bir tarafa, Selçuklu askerleri bile Baba İshak’ın
ordusunun yenilemez oluşunu düşünmüşlerdir.55 Muhtemelen bundan
dolayıdır ki hükümet ordunun öncü kuvvetlerini oluşturmak için Frenk
askerlerini kullanmıştır.56

Bununla birlikte Babailer pek çok kez muzaffer olup, birkaç şehir
işgal ettikten sonra, hareketleri ağır bir yenilgiyle sona erdi. Aynı şekilde
sonuçlar farklı biçimlerde gösterilir. İbnu’l-İbri, Baba İlyas’ın ve onun
komutanı İshak’ın hapsedildiğini ve sonra asıldığını ifade etmektedir.57 İbn
Bibi, Baba İshak’ın kesin bir savaşın başlangıcından önce, suikasta
uğradığını ve bütün taraftarlarının öldürüldüğüne işaret etmiştir.58
Köprülüzade, Baba İlyas’ın savaşta hayatta olduğunu ve Sultan Keyhüsrev
tarafından affedildiğini ileri sürdü.59

Tatarlar, halkı Türkiye’ye doğru sürdüğünde, bu hareketin Baba
İlyas’ın ana yurdu Horasan’da mevcut Şiîliğin batıni unsurları üzerine
kurulmuş olduğu vurgulanmıştır.60 Bununla beraber, daha önce de ifade
edildiği gibi, Baba İlyas’ın yaşadığı Halep ve çevresi, İsmaililerin ve gulatın
ikamet ettiği yer olarak bilinmektedir. Fakat bu özel konunun araştırmacıları,
Babai hareketini aşırı Şiîlikten,61 bu harekete Şiî bir yapıyla sufî bir görünüm
kazandıran bir tutumdan kaynaklandığı düşüncesiyle, hemen hemen
müttefiktirler. Son olarak, bu birleşim İslam dünyasında özellikle Fars’taki
bütün sufî hareketlerinde kendine yer bulmuştur. Unutulmamalıdır ki bu
hareketin ana gayesi siyasidir. Tatarlar, Türkmenleri memleketlerinden
attıklarında, Türkmenler yeni ülkelerinde kendi devletlerini kurma gayreti
içindeydi. Gayretli insanlar, kendi ideallerine göre bu arzuyu
şekillendirmede önceliği ele almaya çalıştılar. Siyasi yozlaşma, dinî ve
ekonomik huzursuzluk, insanların bu hareket için desteğini kazanmada
etkenlerdi. Bununla birlikte bu huzursuzluk, yalnızca Tatar işgaliyle
sonuçlanacak olan Babai’nin mağlubiyetinden sonra iki yıl kadar sürdü.
Baba İlyas’ın bir taraftarı olan Nura Sufî,62 velisinden aldığı Sufî
fikirleri ile Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ı (616–634/1219–1237)
cezp etmek için cesaretlendirildi ki sonuç olarak ona resmi bir görev
verilmedi fakat daha sonra bir Selçuklu Sultanı ile evlendi. Türkmenlerin
isteğiyle Nura’nın oğlu, Toros dağlarının ulaşılamaz bir bölgesinde Karaman
Devletini kurdu. Zamanı gelince bu devlet Selçuklu devletinin mirasını aldı
ve onun siyasetini kabul etti. Siyasi şartların karmaşıklığı, Timur’un
hâkimiyeti sona erdikten sonra, Osmanlı’nın ikinci kez yükselişinde,
Osmanlılara katılana kadar devleti etkiledi.63

B. BEKTAŞİ TARİKATI

Bir zamanlar Hacı Bektaş’ın efsanevi bir şahsiyet olarak kabul
edilmesine rağmen,64 araştırmacılar, onun yalnızca şimdi var olmadığını,65
aynı zamanda Babai lideri Baba İshak’ın da bir müridi olduğu sonucuna
vardılar.66 Bektaşi tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli anısına ve onun
manevi olarak kendi birliğini sembolize eden bir aslan ve ceylanı, Türk
postanesi tarafından neşredilen bir pul betimlenmiştir. Köprülüzade ve G.
Jacob’un çalışmalarını, Şiîlik ve Bektaşi doktrini arasındaki ilişkiler
noktasında bile J. K. Birge’nin67 kapsamlı çalışmasına pek fazla bir şey
eklemeyip, bundan dolayı gerekli olan yerler hariç, ayrıntılı bir inceleme
yapmaktan kaçınacağım.

Hacı Bektaş konusundaki en önemli nokta belki de onun Alevi
soyundan olmasıydı. Bu Alevi soyu onu, Mısır’da Ahmet Bedevi, ed-
Dusukî, Irak’ta er-Rıfai gibi Alevi erenlerinin yanına yerleştirdi.68 Açıkça
Hacı Bektaşi şeyhi Lokman Paranda,69 Bektaş’ın mucize gösterme gücünü,
Ali soyundan almış olduğunu iddia etmiştir.70 Kayda değer bir şekilde, Hacı
Bektaş’ın ünü, bütün Türk ırkı arasında öylesine yaygındır ki VIII./XIV.
yüzyılda Bektaş, Mısır Memluklular arasında Bektaş el-Fahri71 Bektaş el-
Mansuri72 ve diğerleri73 gibi özel isim olarak kullanıldı. Hacı Bektaş’ın
yedinci yüzyılın ortalarında öldüğü sanılır.

Bektaşi tarikatının erken dönem yapısı, “karakteristik bir başlık,
törensel yemek, gösteri ve kandil kullanımından ibaret basit bir ritüel” gibi
bazı temel farklılıklar hariç, çağdaşlarına benzemektedir.74 Hacı Bektaş’ın
ölümünden önce, “onun farklı yönlerdeki bölgelere kendi öğretisini
taşıyacak elçiler tayin edip gönderdiği söylenilmektedir.”75 Onların ilke ve
prensipleri yine de Babai usulüyle çelişmez. Buna Zeynelabidin-i eş-Şirvanî,
Bektaşi müritlerinin yalnızca beyaz elbise giydiklerini eklemektedir.76
Öğretilerinin tek kaynağı olan Hacı Bektaş’ın Makalatı, insanoğlunun
kendi fiziksel organlarını ve niteliklerini içeren, bütün dünyanın dört katlı bir
tasnifi üzerinde duran, belli belirsiz doktrinleri ile ilgilidir.77 el-Makalat,
Adem’in yaratılmasından öncede var olduğu düşünülen Muhammed’in ezeli
tabiatını işaret etmektedir.78 Bu kitap aynı zamanda müritlerin
sınıflandırmasını tartışmakta79 ve birkaç geleneğin zahitliğini
desteklemektedir.80 Çalışmanın en önemli kısmı, bu çalışmayı ilgilendirdiği
kadarıyla, ibadet edenin özelliklerini Peygamber ve dört halifeyle
ilişkilendirilmesidir.81 Bununla birlikte, yalnızca Peygamber’in şefaatiyle
ilgili bir hadisin ravisi olarak Aişe’den82 söz edilmektedir.83 Bu noktalar
güçlü bir biçimde, Şiîliğin etkisinin Bektaşi sisteminin ilk aşamalarında
etkili olmadığını gösterir. Bundan dolayı Bektaşi sisteminin temel yapısının,
herhangi bir mezhepten bütünüyle bağımsız olarak, zühd ve takva eğilimli
geleneksel sufî ideallerinden oluştuğunu söylemek mümkündür. Makalat’ta
yer alan çeşitli Hıristiyanlık etkileri,84 sistemin kabul ettiği ve daha sonra
netice verecek olan hoşgörüyü yansıtır.

Hacı Bektaş öldü, fakat onun ilkeleri en basit formuyla taraftarları
tarafından yayıldı.85 Hurufîler İran’da yargılandığında, onlar Türkiye’ye
kaçıp tekkelerindeki Bektaşilerle kaynaştılar. Bu yolla Hurufî doktrini,
Bektaşi inançlarına da etkisini sürdürdü, fakat sadece Bektaşilik daha sonra
modern zamanlara kadar kalacak olan kendine özgü karakterinin canlı
kalmasını sağlayabildi.

Osmanlılar, Selçukluları ve Karaman Beyliklerini miras alıp bütün
Türkiye’ye hâkim olduklarında, Türk toplumunun hem Müslüman hem de
Hıristiyan unsurlarını, bir yandan İslam’la Hıristiyanlık arasında, diğer
taraftan Hacı Bektaş’ın başarılı bir şekilde katıldığı sufîzm ve Sünnî İslam
arasında uzlaşının bulunduğu bir doktrini bulma telaşı içindeydiler. Bu
eğilimlere, Bektaşi kadim Babai akidesi ve daha muhtemelde Hurufî
akidesinin etkisi altında manevi ideallerin bir kaynağı olarak Şiîliği ekledi.
Bu yolla Hıristiyan teslisi, İslam’a Allah, Muhammed, Ali formunda adapte
edildi.86

Bununla birlikte, Bektaşi akidesini yenileyip ona kalıcı bir biçim
kazandıran Balım Sultan(922/1516), Bektaşi kitabında Mesih’in Alevi formu
olarak takdim edildi. Onun Hacı Bektaş’ın87 ve Meryem’in88 soyundan
geldiğini iddia eden Bektaşi Şeyh Mürsel Baba’nın oğlu olduğu
söylenilmektedir. Bektaşi tarikatına Şiî doktrini ilavesinin isnat edildiği kişi
Hacı Bektaş’dı.89 Bu yolla Bektaşi akidesi ilk olarak Hıristiyan
Yeniçerilerine hâkim oldu. Son olarak Bektaşi doktrini o kadar popüler oldu
ki Türk Hükümeti sufîliğin aktivitelerini yasakladığında, Bektaşi doktrininin
resmi tarikat olarak ilan edileceği düşünüldü.90 Kuşkusuz Bektaşi akidesi
İslam’ın Türk versiyonu ve Türk ruhunun gerçek portresi olarak görüldü.91

Yeniçeriler, -Osmanlılar tarafından orduya hizmet etmesi için getirilen
Hıristiyanlar- hem Bektaşi hem de Safevilerin usullerinin Şiîliği
benimsemede niçin birleştiğini açıklayabileceği İran Kızılbaş’ına benzediği
işaret edilmelidir. Bu aynı zamanda Safevi İsmail’in zamanında, Türkiye’de
bir Kızılbaş isyanının niçin var olduğunu açıklayabilir.92 Bu yaygın gerekçe
kesinlikle Kızılbaş ve Bektaşilerin, Bektaşi köylerinde niçin uyum içinde
yaşayabildiklerinin de nedenidir.93

Bektaşi akidesindeki Şiî unsurları inceleyen biri, Ali’nin Bektaşi
teslisi içindeki konumuna ek olarak, Peygamber’den daha yüksek bir
konuma getirildiğini görebilir. Bektaşiler dahi kendilerinin önemli
metinlerden biri olarak kabul ettiği Hutbetü’l-Beyan isimli Nusayri metnini
benimsemektedirler.94 Onlar şu mısrayla başlayan bir duaya inanmaktadır:
Mucize göstericisi Ali’yi anınız.

Siz sıkıntılarınızda onun yardımını bulacaksınız.95
Onlar, Muhammed Uhud gazvesinde yaralandığında, yaraları iyileşene
kadar, Cebrail’in bu duayı emrettiğine inanmaktadırlar.96

Bektaşiliği savunanlar Ali’nin menkabevi kişiliği, ölümünden sonra,
onun ölü bedenini gömüldüğü yere alıp getirdiğini iddia etmektedirler.97
Bununla birlikte onlar, onlar 12 imamı,98 Gadir Humm kıssasında tüm
detaylarıyla anıldığını,99 kendi inandıkları mezhebin (Fırkatü’n-Nâciye)
lideri olarak Ca’fer es-Sadık mülahaza edildiğini100 ve Muaviye ve Yezid’in
lanetlendiğini101 iddia ettiler. Kendilerinin ılımlı Şiîler olduklarını göstermek
için Bektaşiler, ilk gulat olan Beyan b. Sem’an’a saldırdılar ve onu
kınadılar.102

Gerçekte Bektaşi akidesi Şîa’ya bağlı bir grup olarak düşünülmelidir.
Genel olarak on ikinci bir esasa sahip olan yeni bir Şiî tarikat, özel olarak da
bağımsız bir tarikat meydana getirildi. Beyan b. Sem’an’ı kınayıp ve
Hutbetu’l-Beyan isimli bir Nusayri metnini kabul etmesine ek olarak,
Bektaşi Nâsireddin et-Tusi’yi de Şuayb gibi ilk dönem sahabelere ve
Kamber gibi eski Şiîlere eşit büyük bir manevi figür olarak düşünüldü.103
Dahası da onlar alışıldık olmayan 14 masum doktrine sahiptiler. Şiî geleneğe
göre 14 masum Peygamber, Fatıma ve 12 imamdır. Ancak, Bektaşilerin
buluğa ermeden önce ölen ve öldürülen imamların çocuklarından ibaret olan
diğer bir 14 masumu vardır.104 Birge, ilave 14 imamın öneminin Bektaşi
akidesine özgü hurufi doktrinlerinden birine gösteren 28 rakamını
oluşturmak olacağını düşünür.105 Hurufilerin böyle bir düşünceye sahip
olmadığı gerçeğini dikkate alırsak, öyle görünüyor ki, başka bir kaynak
aramak uygun görünüyor. Bununla birlikte bu son doktrin Bektaşiler için o
kadar önemlidir ki, “hiç kimse 14 masumu bilmeksizin, 12 imam kadar
onların isimlerini ve onların nesillerini olduğu kadar, (Bektaşi sınıfları içinde
yeri olsa da) Dede, Baba, Derviş ve hatta Muhip bile olamaz.106 Açıkça bu
sınırlama Bektaşi’nin bağımsız bir Şiî tarikat kurma niyetinin altını çizer.
Bektaşiler, Osmanlı İmparatorluğunda tekkelerini yaydıktan sonra,
sufî tarikatını gerçek Şiîliğin merkezi olan Kerbela107 ve Necef108 gibi
şehirlerde kurabileceklerdi.

Bundan dolayı biz, Bektaşi akidesinin bazı sufî fikirlerle gerçek bir Şiî
tarikatıyla karışmış olarak ortaya çıkana kadar, tedrici olarak nüfuz ettiği bir
sufî fikir olarak başladığını görebiliriz. Sonraki bölümde tartışılacağı gibi
aynı rol İran’daki Safevi devleti süresince, Şiîler tarafından oynanmıştır.

dipnotlar
* Makalenin özgün adı, Kamil Mustafa al-Shaibi, “Shi’ism in Turkey under the Seljuqs and
the Ottomans”, Sufism and Shiism, Amerika 1991, 293-305. (Kamil Mustafa al-Shaibi’nin
Sufism and Shiism, adlı kitabının “Shi’ism in Turkey under the Seljuqs and the Ottomans”
adlı başlığının çevirisini yaptık. Bu sebeple makalenin birinci paragrafı önceki başlıklarla
alakalı olduğu için çevrilmemiştir. Çev.)
** Dr., Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi.
1 Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî(279/892), Futuhu’l-Buldân, 273; Ebû Hasan Ali b.
Muhammed Abdülkerim İbnu’l-Esîr(630/1233), el-Kâmil fi’t-Târîh, III/196.
2 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, III/196.
3 Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî(310/922), Tarih, I/171; Takiyyuddîn Ahmed b.
Ali b. Abdilkadîr el-Makrizî(845/1444), es-Suluk, Kahire 1934, I/30.
4 et-Taberî, Tarih, II/1559 (yıl 113/731-2), 1716 (yıl 122/740); İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-
Târîh, V/91-92; Um el-İmâd, I/159; Celaluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekir
es-Suyutî(911/1505), Tarihu’l-Hulafa, 105-125/724-734’in hadiseleri. Zehebî onun
ölümünü 121/739 olarak tarihlendirir. Bkz., Ahmed Emîn, Duha’l-İslam, I/46, 58;
Abdülhayy Ebû’l-Fellâh İbnü’l-İmâd(1089/1678), Şezaratü’z-Zeheb, I/159; Nuru’l-Ebsar,
220; Wulat Misr, 186.
5 Paul Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, London 1938, 16; Yine bkz., İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil fi’t-Târîh, IX/162.
6 Huart, “Selçuk”, The Encylopadia of İslam. Gerçekte, bu görüş Safevilere atfedilen
Hıristiyan isminin sevgisi üzerine kurulur; Safiyyu’d-Din Erdebil’in ismi İshak’tır, onun
babasının ismi Cebrail, büyük babasının ismi Salih, onun oğlunun ismi Musa olarak
isimlendirilir.
7 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, IX/162.
8 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, IX/380-1.
9 Ebû Yezîd Abdurrahmân b. Muhammed İbn Haldûn(808/1406), Mukaddime, III/3. Bizans
İmparatorluğu savaşında esir alındı.
10 Wittek, 16.
11 Wittek, 16.
12 Wittek, 20-21.
13 İbn Haldun, Mukaddime, III/163; el-Karamanî, Ahbaru’d-Duvel, 292.
14 Bkz., Wittek, 20, 26, 28 ve İbn İbri (Bar Hebraes); Tarih Muhtasar ed-Düvel, Beyrut
1890, 447.
15 J.H. Karmer, “Karamanoğlu”, The Encylopaedia of İslam. Bkz., el-Karamanî, Ahbaru’d-
Duvel, 293.
16 J.H. Karmer, “Karamanoğlu”, The Encylopaedia of İslam. Bkz., el-Karamanî, Ahbaru’d-
Duvel, 293.
17 Wittek, 7.
18 Wittek, 7.
19 Wittek, 6.
20 İbn Haldun, Mukaddime, III/558.
21 Wittek, 38.
22 el-Kuşeyrî, Risale, 16; Nafahatü’l-Üns, 50; Şezaratü’z-Zeheb, I/340.
23 Wittek, 19, 21.
24 J.H. Moratmann, “Danişmendiyy”, The Encylopaedia of İslam; İbnu’l-İmâd, İbn Battar’ın
kabul ettiği rivayetindeki büyük tahrife işaret etti. (Bkz., İbnu’l-İmad, Şezarat, 159.)
25 İbn Haldun, Mukaddime, I/163.
26 İbn Cevzî, Mir’atu’z-Zaman, 293.
27 Onun ilk seyahati 604/1207-8’de olmuştur. (Bkz., İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
XIII/47, 51). Bkz., Mir’atu’z-Zaman, 534, 679.
28 Mir’at’uz-Zaman, 582-3; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, XIII/75.
29 İbn Bibi, Tarih, Ed., Adnan Dadik, Ankara 1956, I/230-3.
30 Wittek, 31.
31 Rumi aristokratik bir silsile verir. Onun babası, onun atalarının annesi vasıtasıyla O, Ebu
Bekir, Ali, İbrahim İbn Ekham ve Muhammed Harezmşah’ın torunları oldu. (Bkz,
el-Eflakî, Menakıbu’l-Arifin, 75).
32 Browne, Literary History of Persia, 515.
33 Nefahatu’l-Üns, 462
34 el-Eflakî, Menakıbu’l-Arifin, 151.
35 Yakût el-Hamevî(626/1228), Mu’cemu’l-Buldân, VII/214.
36 İbn Bibi, 498; el Huart, “Keyhusrev II”, The Encylopaedia of İslam.
37 İbnu’l-İbrî, 441.
38 İbn el-İbrî, 439.
39 el-Karamanî, Ahbaru’d-Duval, 293.
40 İbn Bibi, 498; Köprülüzade (M.F.), İlk Mutasavvıflar, (yani Early Sufis), İstanbul 1939,
232-5. Bkz., el Huart, “Keyhusrev II”, The Encylopaedia of İslam; R. Schudi,
“Bektashiyya”, The Encylopaedia of İslam.
41 İlk Mutasavvıflar, 233.
42 İlk Mutasavvıflar, 233.
43 Birge, The Bektashi Order of Dervishes, London 1937, 45; Naklen, Amasya Tarihi,
II/374.
44 Cahn, Baba’i.
45 el-Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, 381; İbn Bibi, 502, Vincent of Seauvais, Speculum
Historium, 30:139.
46 İbnu’l-İbrî, 439; İbn Bibi, 502; el-Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, 381.
47 Mir’atu’z-Zaman, 773.
48 İlk Mutasavvıflar, 233.
49 Nefahatü’l-Üns, 462.
50 İbn Bibi, 500.
51 İbn Bibi, 499.
52 İbn Bibi, 499.
53 İbn Bibi, 500.
54 İbn Bibi, 502.
55 İbnu’l-İbrî, 439; Speculum Historium, 30;139.
56 İbnu’l-İbri, 439; Speculum Historium, 30:139.
57 İbnu’l-İbri, 489.
58 İbn Bibi, 502.
59 İlk Mutasavvıflar, 234. Naklen Husameddin Efendi, Amasya Tarihi
60 İlk Mutasavvıflar, 234. Daha fazla detay için bkz., 231, 232-4n.
61 Örneğin bkz., Cahn’ “Baba’i”.
62 el-Karamanî, 293.
63 Bütün bu konu için bkz., el-Karamanî, 293; Wittek, 37; J.H. Kramers’in “Karamanoğlu”,
Encyclopedia of İslam.
64 Örneğin Bkz., el-Huart, “Bektaşilik”, Encyclopedia of İslam.
65 Birge, The Bektashi Order of Dervishes, 40-41, 49.
66 el-Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, 381. Bkz., Köprülü, İslam Ansiklopedisi, 461-463; Birge, 43;
C1. Cahn’s, “Baba’i” (Encyclopedia of İslam)
67 Bu, Birge, The Bektashi Order of Dervishes’dir, London 1937.
68 Menakıbu Hacı Bektaşi’de onun soyuna bakınız, 38a; Beyan-ı Silsileti Hacı Bektaş, 94b;
Riyadu’s-Siyaha, 83b.
69 Birge, 50.
70 Birge, 36. Hacı Masum Ali’nin Lokman üzerine tartışmaları için bkz., Taraiku’l-Hakaik,
II/155-6.
71 ed-Durar’ul-Kamina, 480-481. İbn Hacer, Bektaş el-Mansuri’in 100 yıl yaşadığını ifade
etti. Bana öyle geliyor ki verilen bu tarih, belki de bütün bunlar kesin bir periyoda Bektaş
olarak isimlendirildi. Yani, hicri yedinci yüzyılın elli veya altmışında. Bununla beraber
Birge, 697/1297’den önce Hacı Bektaş’ın öldüğünü düşünür. Bkz., 40-41.
72 Age.
73 Age.
74 Birge, 51.
75 Age.
76 Bustanu’s-Siyaha, Tahran 1306, 153,.
77 Makalat Hacı Bektaş, Camridge MS. Browne, 1b.
78 Age., 7a.
79 Age., 9a.
80 Age., 8a, 10a.
81 Age., 15b.
82 Age., 16b.
83 Age., 16b.
84 Age., 1a-2a.
85 Birge onların isimlerinin bir listesini verdi, Birge, 40.
86 Birge, 132
87 Birge, 59.
88 Birge, 56.
89 Birge, 40.
90 Birge, 84. Dünyanın bir bölümünün nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyanlık olarak
şekillendiğinde, burada bu konuda bahsetmek gerekir. Yakın zamanlarda Türkler, onlara
karşı çeşitli inançları uygun hale getirmeye çalışıyor oldukları için, -yeni bir dini hareketi
ortaya çıkması,- hem İslam hem de Hıristiyanlığın karışmasını istiyorlar. Ve tek dini bir
teşekkül için, onlarla beraber getirilebilir ve en azından fakihler ve papazlar tarafından
eklenenlerin bütünü ortadan kaldırılabilir. Bu hareketler arasında, Şeyh Bedreddin es-
Semavi tarafından kurulan bir hareket vardır ve hareket Anadolu’da elli bin taraftar
oluncaya kadar, İzmir’in bazı bölümlerinde onun öğrencisi, Mustafa Barkalacuh
tarafından nakledildi. Sonuçta Sultan Muhammed (816-24/1413-21)’in saltanatı boyunca,
hareket Şeyh Bedrettin ve onun öğrencisi ve onun arkadaşlarının idamıyla sona erdi. Bkz.,
Vasfi Tahir Kocatürk, 36-37.
91 Age., 16.
92 Age., 66. Bu olay gelecek bölümde tartışılmış olacak.
93 Age., 64.
94 Birge, 140-145.
95 Uyunu’l-Hidaye, f. 79a. (Acayipliklerin mazharı olan Ali’yi çağır ki sıkıntıların
(giderilmesinde) sana yardım ettiğini göresin); Birge, 138-9.
96 Birge, 135.
97 Age., 140-141.
98 Age., 145-146; ve Mesnevi Turabi, 30.
99 Birge, 140-141
100 Age., 29.
101 Faziletname, f. 4a-4b.
102 Age., f. 99b, 102b.
103 Age., f. 102b-104b, 107b.
104 Birge, 147-148.
105 Age., 147-148.
106 Age., 147, Naklen Erkanname, No. 4, 203.
107 ’Azzavi, Tarihu’l-Irak, IV/152.
108 ’Azzavi, Tarihu’l-Irak, IV/152.


Hiç yorum yok: