7 Ağustos 2013 Çarşamba

Kiloları değil kemalimizi artıralım-İskender Pala

Kiloları değil kemalimizi artıralım

Bir dalın dikeni de gülü de aynı topraktan ve sudan gıda alarak büyüyor. Aldıkları gıda birine diken özelliği kazandırırken diğerine güzel renkler, güzel kokular, kadife dokunuşlar veriyor. Denizde inci yapan istiridyeler de, kış uykusundan uyanan yılanlar da nisan yağmurlarından nasipleniyorlar. Yağmur taneleri birinde parlak inciye dönüşürken diğerinde zehir kesiliyor. Soru şu: Gül mü olmak istiyoruz, diken mi? İnci mi isteriz zehir mi?
 “Efendiler Efendisi buyuruyor: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Dikkat buyurun, “sıddık” deniliyor. Demek ki açlığa hükmedebildiğimiz ölçüde, bizzat  hazine değerindeki bir sıfatımız olacak: Sıddık!..  

    Allah’ın nimetleri çoktur, ama insan için en büyük nimetlerden biri açlıktır. Aç kalmak, az yiyerek açlığın faziletine erişmek gerçek bir nimettir. Çünkü insanın teni, bedeni, maddi varlığı yemek ile gıdalanırken ruhu, kalbi ve zihni açlık ile cilalanır. Allah, kulları için açlık sofrasında zengin nimetler hazırlamıştır. Oruç bereketinin açlık sayesinde kazanılması gibi aç kalınarak yollar kat edilebilir. O yollar ki tetik yürünür,  külfetsiz gidilir, dağların üstünden aşar, insanı zirvelere ulaştırır. Menziller kat etmek isteyen yolcu ile uykuya dalıp kervanı kaçıran miskin arasında yalnızca açlık vardır oysa. Biri midesini doldurdukça gaflet bastırır, uykuya ve masivaya dalar; diğeri az yedikçe zeyrekleşir, gönlü cilalanır. Yani sağlıklı beslenme başarısı, çok yiyenin değil aç kalanın ulaştığı sonuçtur. Sağlıklı beslenme mideyle alakalı değil, zihinle alakalıdır, gönülle alakalıdır ve ruh ile alakalıdır. Bunların beslenmesi aşla ekmekle değildir. Bilakis aşsız, ekmeksiz olmakladır.  Az yiyerek açlığa alışanlar ve hayatını açlık nimetiyle süsleyenler, artık ne yeseler kimliklerine ilim ve irfan, vicdan  ve iman olur. Sıddîk olmanın giriş kapılarıdır bunlar ve ancak aç kalmayı alışkanlık edinenler kemale erer, insan-ı kamil olur. Bir kere kemale erildi mi, artık her ne yenilse, bünyeye aşk olur, irfan olur, iman olur. Onlar açlıkta öyle büyük tokluk bulurlar ki sonunda aşla ekmekle tıkınanlardan daha çevik, daha metin olurlar. Belki yedikleri  azdan da azdır, ama çoktan da çoğa dayanıklı olurlar. Yaylada kök salmış meşeler gibi. Rüzgâr küçük bir mum alevini söndürüverir, ama tutuşmuş bir ormanda yangını çoğaltır. Açlık da buna benzer; sıhhati az yemekte olanlara gıda olur, ama çok yemek isteyenlere maddi ve manevi çeşit çeşit hastalık yapar. Büyük yangınların rüzgârla büyüdüğü gibi,  ırmakların çeşmelere gelince içme suyu olduğu gibi açlık da gönül adamları katında şeker şerbet olur, bakırları iksir ile altın keser.  Aç kalmakla anlayışlar, düşünceler, bilgelikler, kemale ermeler, makama ermeler, yakîne ermeler kazanılır.  Aç kalanlar denize at sürse toz kaldırırlar, aç kalanlar yalvarıp yakarınca gök perdelerini kaldırırlar. Yağlılar, etliler, dolmalar, pilavlar çeşit çeşit, sofra sofra… Hepsi hasta öldürür.  Az az yiyenlere gelince, onlar hastalık sahibi bile olsalar yediklerinden şifa bulur.
    Akıllı insan, kilolarını değil kemalini artıracak şekilde beslenerek “sıddık” makamına erendir.
Berceste
Hakîr bakma bana kimseden sağınma kemem
Fakîr-i pâdişeh-âsâ, gedâ-yı muhteşemem
                    Fuzûlî
Hakir bakma bana, kimseden aşağı olduğumu da zannetme. Fakirim ama padişah gibi bir fakir, dilenciyim ama muhteşem bir dilenci!..
İNSAN SIDDÎK OLURSA!...
On beşinci yüzyılın büyük bilgini ve bilge sufisi Horasanlı Molla Camî, Baharistan’ın beşinci bahçesinde bir hikâye anlatır. Üslubunca aktaralım:
    “Hz. Ebubekir Sıddık, halifeliği zamanında Medine sokaklarında sık sık dolaşır, ev ev uğrayıp halkın durumunu müşahede edermiş. Sıcak bir öğle vaktinde, şehir kaylulede iken başlamış sakin sokaklarda ilerlemeye. O da ne?  Derinden bir ağlama sesi, adeta inilti gibi. Bir kadın iç çeke çeke bir şiir okuyor:
    ‘Ey çehresi güzellikte dolunaydan parlak olan sevgili!.. Senin ay yüzünün karşısında güneş utancından karanlıklara kaçar. Sütannem dudaklarıma memesini henüz vermemişti ki ben o zaman bile senin mercan dudaklarının anısına kan yutuyordum (yani sana ezelden âşık idim)’
    Hz. Ebubekir şiirin terennümünden pek etkilenmişti. Kapıyı çaldı. Yanağında yaşlarla kadın dışarı çıktı. Halife hazretleri sordu:
    “Hür müsün, köle mi?”
    “Köleyim”
    “Bu şiiri kimin için okuyordun?”
    “Ey halife! Hz. Peygamber’in ravzası hürmetine beni kendi halime bırak!”
    “Hayır, senin kalbindeki derdi anlamadıkça şuradan bir adım atacak değilim!”
    Cariye önce utandı, sonra derin bir ah çekti ve bir isim andı. Haşimoğulları’ndan bir delikanlının adıydı bu. Hz. Ebubekir mescide döndü. Cariyenin sahibini buldurttu. Kızı satın aldı. Sonra da o delikanlı ile ailesine haber yollayıp sevenleri buluşturdu.”

Hiç yorum yok: