7 Ağustos 2013 Çarşamba

Abbasi Halifeleri İle Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler-Mehmet Nadir ÖZDEMİR

Abbasi Halifeleri le Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler*

Mehmet Nadir ÖZDEMİR**

ÖZET

Abbasi Devleti ikinci devrinde zayıflamış, toprak kaybetmiş ve hilâfet toprakları üzerinde bir
çok devletler kurulmuştur. Bu devletlerin en büyüğü Büyük Selçuklu Devleti’dir.

Abbasi halifesi Kaim Biemrillah, Büveyhî sultanının elinde bir kukla haline gelmişti. Hiçbir
yetkisi yoktu. Doğuda güçlenerek egemen bir güç haline gelen Tuğrul Bey’i Bağdat’a davet
etti. Bu davet üzerine 447/1055 yılında Bağdat’a giren Sultan Tuğrul, halife tarafından büyük
bir coşkuyla karşılandı. Halife ona “Doğunun ve batının hükümdarı” ünvanını verdi. Tuğrul
Bey halifenin siyasî yetkilerini ele geçirdi. Halife sadece dinî bir lider olarak kaldı. Bu durum
sonraki Selçuklu sultanları döneminde de devam etti.

Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra kardeşler arasındaki taht mücadelesinden dolayı halifeler
Selçuklulara karşı bağımsızlık mücadelesine giriştiler. Büyük Selçuklu Devleti Sultan Sencer
döneminde toparlanmaya çalıştıysa da onun ölümünden sonra devlet parçalandı.

Selçuklular Bağdat’ta Nizamiye medreseleri adı altında eğitim kurumları açarak bölgenin kültürel
hayatına da katkıda bulundular. Ayrıca bu kurumlarda Sünnî ideolojiyi yayarak o dönemde
bir tehlike olarak gördükleri Şiîliği, ilmî yoldan bertaraf etmeye çalıştılar.

Selçuklu sultanları halifelerin kızlarıyla evlenerek veya onlara kızlarını vererek akrabalık
kurmaya da önem verdiler.

Selçukluların Bağdat’a egemen olmalarından sonra Bağdat’ta ticarî ve ekonomik hayat
canlanmıştır. Bunda Ortaasya ile yapılan kervan ticaretinin önemli bir yeri vardır.

GİRİŞ

Çalışmamıza konu olan bu dönem tarihimizde pek çok yönden belirleyici
olayın yaşandığı bir zaman dilimidir.

Tarih boyunca mücadelelere sahne olan ve İslâm medeniyetinin de önemli
merkezlerinden olan Bağdat’ın kaderi bugün de değişmemiştir. Zira bazı şehirlerin
kaderi devletlerin kaderleriyle beraberdir.

Çalışmamızda halife-sultan ilişkilerinin sadece siyasî yönüne değil aynı
zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerine de kısmen temas ettik.
Abbasilerin ikinci döneminde halifelik zayıflamış, beraberinde toprak kaybetmiş
ve halifelik toprakları üzerinde ve çevresinde devletler kurulmuştur. Bu
devletler, Mâverâünnehir ve Horasan’da Samanoğulları (874/999), doğu sınırı
üzerinde Karahanlılar (932/1212),bugünkü Afganistan ile Pakistan devletlerinin
egemen oldukları bölgelerde Gazneliler(962/1083)1,Batı İran ve Irak’ta
Büveyhîler(932/1055),Mısır ve Suriye’de Fatımîler(910/1171)dir. Bu devletlerden
ikisi, Karahanlılar ve Gazneliler Türk2, diğer ikisi Samanoğulları ve
Büveyhoğulları; Fars, Fatımîler ise Arap’tır. Bunlardan Türk kökenli devletler
Bağdat-Abbasi Halifesini meşru halife olarak tanıdılar.3

Karahanlılar kendilerine “Mü’minlerin Emirinin Mevlaları” derlerdi.
Mâverâünnnehir’de, devlet kurmalarının ardından Halife Kadir adına sikke
bastırdılar.4

334/946’dan sonra Abbasi halifeleri Büveyhî emirlerince sıkı kontrol altında
tutuldular. Ancak, V/XI yüzyıl başlangıcından itibaren Büveyhî hanedanlığının
otoritesi, iç anlaşmazlıklar ve askerî ayaklanmalarla yavaş yavaş aşındı.
Aynı dönemde Gazneli Sultan Mahmud, Abbasi Halifeliğine sadakat sunan bir
çok kişi ile birlikte İran ve komşu bölgelerde geniş bir devlet kurdu.

Sultan Mahmud Halife Kadir’den menşur5 ile Horasan tacını ve
“Yeminüddevle” ve “Eminülmille” ünvanlarını aldı. Sultan Mahmud da
381/991’de Büveyhîler tarafından halifeliğe geçirildiği Samanilerce tanınmayan
Halife Kadir adına Horasan’da hutbe okuttu.6

Sultan Mahmud’un Hindistan’a düzenlediği Somnat seferinde büyük bir
başarı kazanmasıyla zaferin yankıları tüm İslâm dünyasına yayılınca Abbasi
halifesi de kendisine ve ailesine yeni şeref lakapları göndermişti.7

Gazneli Mahmud’un ardından devletin başına geçen Sultan Mesud, Halife
Kadir Billah’ın ölümü ve yerine Kaim Biemrillah’ın geçmesiyle pek telaşlandı.8

Sultan Mes’ud Selçukluları takibe başlamıştı ki o sırada ot kıtlığı baş gösterdi.
Bu sırada Abbasi halifesinden Sultan Mes’ud’a gelen mektupta halife kendisine
Türkmenlerin yüzünden alevlenen fitne ateşini söndürünceye kadar Horasan’dan
ayrılmamasını iş bittikten sonra da bu ülkeleri zorbaların elinden
kurtarmak üzere Rey ve Cibal tarafına geçmesini emrediyordu. Sultan Mes’ud
bu mektuplara verdiği cevapta kendisinin hedefinin de bu olduğunu belirtmiş
emir geldikten sonra gayretini daha da artıracağını söylemişti.9

Gazneliler döneminde halife ve sultanlar arasındaki ilişkiler dostane bir şekilde
cereyan etti, herhangi bir anlaşmazlık çıkmadı. Sultan Mes’ud,
Karahanlılara karşı babası Sultan Mahmud’un siyasetini takip ederek, halife ile
yapılan anlaşmayı 423/1031 yılında yeniledi. Bu anlaşma ile halifenin
Karahanlılar ile diplomatik ilişkiyi ancak Gazneliler aracılığıyla kurabileceği
hükme bağlandı.

I.SİYASÎ İLİŞKİLER

A.Büveyhî Egemenliğinde Abbasi Halifelerinin IV/V.Yüzyıllardaki Durumu

Abbasilerin ikinci asrı olarak nitelenen bu dönem birinci Abbasi yüzyılından
ayrılıyordu. En önemli ayrılan yönü ise ikinci Abbasi döneminde merkezî
otoritenin ortadan kalkıp İslâm coğrafyası üzerinde farklı hanedanların ortaya
çıkmasıdır. Halifenin sadece dinî otoritesi kaldı.10 Bu otorite boşluğunu önce
Büveyhîler sonra da Selçuklular doldurmuştu.

Sünnî Abbasilere mukabil Şiî olan Büveyhoğulları mezhep farkının da neden
olduğu kin, nefret ve düşmanlık ile Abbasi Halifeliğini asla meşru görmediler.
Bu nedenle ne onlara boyun eğdiler ne de saygı gösterdiler. Halifeliğe
bağlı oldukları görüntüsünü vermelerinin neden ise tamamen siyasî idi.11 Çünkü
onlar bilmekteydiler ki, halifeliğe görünüşte de olsa bağlı olmayan ve halifelerin
onayını almayan hiçbir siyasî oluşumun Ortaçağ Sünnî dünyasında başarılı
olma imkânı yoktu. Büveyhîlerin iktidarı tamamen ellerine geçirmelerine ve
halifeye her istediklerini yaptırmalarına rağmen, Şiî bir devlet kurma yoluna
gitmemelerinin altında yatan neden de bu gerçeği kavramalarıdır.12

334/945 tarihinde Halife Müstekfî (333-335/944-946) bir zafer kazanmış
olarak dönen Ahmed b.Büveyh’i huzuruna kabul ederek ve onu kendisinin
“Emiru’l Ümera”sı tayin ettiği gibi, “Muizzüddevle”13 ünvanı ile de taltif etti.
Resmî sıfatı emiru’l ümera’dan başka bir şey olmamasına rağmen
Muizzüddevle kendi adının da Cuma hutbelerinde halifenin adıyla beraber
okunmasında ısrar etti. Bununla da kalmayarak paralara onun adını da yazdı.14

Büveyhîler dönemi, İslâm dünyasında Şiîlerle Sünnîlerin birbirlerine nazire
yaptığı, kışkırtıcı eylemler sergilediği, fakat bu durumdan genellikle Şiîlerin
galip çıktığı bir dönem oldu.15

335/946 yılında talihsiz Halife Müstekfî’nin gözleri kör edilmiş ve
Muizuddevle tarafından görevden uzaklaştırıldı. Yerine Muizz yeni halife olarak
Mutî (335/364-946/947)yi getirdi. Böylece Büveyhîler, Abbasi Halifeliği
üzerinde baskı kurmaya başladılar. Devlet Halife Müttekî’nin son ve
Müstekfî’nin ilk günlerinde Abbasilerin elinden çıkarak Büveyhî sultanlarının
eline geçti. Böylece Abbasi halifelerinin elinde iktidar değil, sadece dinî nüfuz
kaldı.16

IV-X.yüzyılda Fatımîler, Abbasilerle dinî ve siyasî nüfuz konusunda çatışmaktaydı.
17Abbasi halifelerinin her türlü kuvvet ve kudretlerini kaybettikleri
devirlerde Kuzey Afrika’da ve Mısır’da bir Şiî devleti kuran ve sonra Suriye’yi
de egemenlikleri altına alan Fatımî halifeleri (298-567/910-1171) Şiîliği ve mezhep
mücadelelerini bütün kuvvetleriyle tahrik ediyorlardı.18

B.Halifelik ile İlk Temaslar ve Sultan Tuğrul Bey Dönemi

Abbasi Halifeliği ile Büyük Selçuklu Devleti arasındaki ilk ilişki Nişabur’un
işgali ile 429/1038 yılında başladı. Bu olayla aynı zamanda Selçukluların temeli
atılmış oldu.19

Abbasi halifesi Kaim Biemrillah Tuğrul Bey’e Çağrı Bey’e bu arada, Rey,
Hemedan ve diğer Cibal şehirlerine akınlar yapan Oğuz liderlerine gönderdiği
ayrı ayrı elçilerle, yağma, katil ve tahripten vazgeçerek imar faaliyetlerine girişmelerini
istedi. Tuğrul Bey bu isteklere uydu.

Görülüyor ki Selçuklular ile ilişki kurma girişimi halifeden gelmiştir. Bunun
anlamını kavrayan Tuğrul Bey, halifenin elçisine gerekli saygıyı gösterdiği
gibi, bu fırsattan yararlanarak kendisi de, bütün Selçuklu ailesi ve Gazne’li
Mes’ud’un halka karşı hükümdarlık görevlerini gereği gibi yerine getiremediği
için idareyi ele aldıklarını ve memleketi koruma konusunda halifenin kölesi
olduklarını bildirdi.20

Abbasi halifesi ile diplomatik ilişki kurmakla itibar kazanmayı isterken Halife
Kaim Biemrillah da Selçuklular ile ilişki kurup onlardan Büveyhîlere karşı
yardım etmeyi hedefliyordu. Bunun üzerine Şafiilerin büyüklerinden olan Ebu’l
Hasan el-Maverdî21 yi sultana elçi olarak gönderdi. Sultan Tuğrul Bey onu karşı-
ladı. Ona halifenin mektuplarını verdi.22 Kendisi aynı zamanda bir fakih olan
Maverdî, Halife Kaim Biemrillah zamanında başkadılık yapmıştır. Kendisi aynı
zamanda bir fakih olan Maverdî bölgeyi tanıyordu.23

Halifenin böyle bir şahsı elçi olarak göndermes (434/1043-1044) Tuğrul
Bey’e verdiği önemi gösterir. Tuğrul Bey’in yanında kalan Maverdî’nin dönüşünde
sultan hakkında verdiği olumlu rapor ile halifenin Tuğrul Bey’e olan itimadını
güçlendirdi.24

Sultan elçi ile halifeye hediyeler gönderdi. Maverdî’ye de ikramlarda bulundu.
Ertesi yıl da kendisini davet etti.25 Halife elçisi ile Tuğrul Bey’den şu isteklerde
bulundu:

1-Fethettiği ülkelerle yetinip, geri kalan memleketleri Arap emirlerine bırakması,
2-Kendisine mutlak şekilde tabi kalması ve bunu yeminlerle taahhüt etmesi,
3-Halka adil davranması,
4-Fethettiği yerlerden âdet gereğince halifeye vergiler göndermesi.
Tuğrul Bey bu isteklerden bir kısmını kabul, bir kısmını da reddetti. Örneğin
o,fethettiği ülkelerin gelirlerinin büyük ordusuna yetmeyeceğini ifade ederken,
vergi vermeyi ise kabul ettiğini bildirdi.26

1.Tuğrul Bey’in I.Bağdat Seferi:

Nihayet Tuğrul Bey, elçilerle halifeye Bağdat’a gelme niyetinde olduğunu
bildirdi.27 Bağdat’a geliş sebebini şöyle ifade etti:

1-Hz.Peygamber’in halifesinin hizmetinde bulunmak,
2-Haccetmek,
3-Hac yollarını bedevilerin akınlarından kurtarmak,
4-Suriye ve Mısır’da Fatımîlere karşı savaşmak.28

Halifenin dördüncü davetinden sonra harekete geçen Tuğrul Bey29
446/1054 yılında Bağdat’a doğru harekete geçti.30

a-Bağdat’a Varışı:

Tuğrul Bey 447/105531 yılında Bağdat’a vardı. Halife kendisine ikramlarda
bulundu. Törenle karşılandı.32

Bazı tarihçiler Tuğrul Bey’in Bağdat’ı işgal ettiğini iddia etmektedirler.33
Oysa ki kendisi halifenin dördüncü davetinden sonra 
Bağdat’a gelmiştir.

Büveyhî sultanı Melikü’r Rahim, halifenin tavsiyelerine uyarak, Sultan
Tuğrul Bey’e itaatini bildirdi ve askerlerini de Bağdat dışında çadırlara çekti.34

Büveyhî sultanı, halifenin iktidarlarını tehdit etmeye başlayan Selçuklulara yaklaşmasına
engel olmak istedi.35 Ama engel olamadı. Bağdat girişindeki karşılamadan
sonra halife, Tuğrul Bey’i sarayında kabul ederek, onu yanına oturttu ve
hil’at36 giydirdi.37 Tuğrul Bey de halifenin elini öperek saygısını gösterdi.38 Halife
kendisine çalışmalarından dolayı teşekkürlerini bildirerek dua etti39 ve ona
“Rükneddin” ünvanını verdi.40

Halife Sultan Tuğrul Bey’i karşılarken, Bağdat halkı bu durumdan hoşnut
değildi. Tuğrul Bey’in askerleri çarşıya çıkınca çatışmalar oluyordu. Halk ayaklanmıştı.
Tuğrul Bey’in askerleri buna mukavemet ettiler.Ayaklanma kısa sürede
bastırıldı.Kendisinden şüphelenilen Büveyhî Sultanı Melikü’r Rahim tutuk-
lanarak Tuğrul Bey’in huzuruna getirildi.Tuğrul Bey onun mahkeme edilinceye
kadar hapsedilmesini istedi.41

Ancak Ebu’l Fida’nın verdiği bilgiye göre Bağdat’taki Sünnîler de ayaklanmış,
halifenin sarayına dayanıp, Şiîlere saldırmak istemişlerdi. Halifenin izin
vermesi üzerine halk Besâsirî’nin sarayına saldırdı ve sarayı yıktı.42 Melikü’r
Rahim’in de hapsedilmek suretiyle etkisiz hale getirilmesiyle Büveyhî Devleti
sona ermiş oldu.43

Ardından halife Bağdat minberlerinde Tuğrul Bey “adına hutbe”44 okunmasını
emretti.45 Bununla sultanı İslâm dünyasına yaptığı hizmetlerden dolayı
ödüllendirmiş oluyordu. Böylece İslâm dünyasının önemli bir bölümünde Tuğrul
Bey’in adı ve otoritesi egemen oldu.

b-Din ve Dünya İşleri Birbirinden Ayrılmış mıdır?

İslâm tarihinde ilk defa Tuğrul Bey zamanında, halifenin yetkileri bir anlaşmayla
sultana devredilmiş, kendisi sadece İslâm ümmetinin dinî lideri olarak
kalmıştı. Buna göre biri dinî diğeri devlet işleriyle ilgilenen iki lider İslâm
dünyasını idare ediyordu. Ancak otoritede eşitlik söz konusu değildi. Halifelik
asla böyle bir ayrıma razı olmadı. Kaldı ki halifenin Müslümanlar üzerindeki
nüfuzu oldukça güçlüydü.46

Büyük Selçuklular ise halifelik merkezine Türk devletinin bir vilayeti, başkentten
sonra gelen ikinci büyük şehri gözüyle bakıyor ve daima saygı gösterdikleri
halifeye değer veriyorlardı. Hatta onu kendi tebaaları olarak görüyorlardı.
Bu anlayışın izlerini Türk Devlet Felsefesinde aramak gerekir. Zira Türkler
ulaşıp egemenlik sağladıkları her yeri vatanlarının bir parçası olarak görmüşler,
asla bu yerlerde geçici bir süre kalmayı düşünmemişlerdir.

Oluşan bu fiilî durumun laiklik olduğu şeklinde bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır.
47 Oysa ki kurumsal yapıda bir değişiklik olmadı. Dönemin şartları
gereği Selçukluların egemen güç olmalarını gerektirdiğinden bu fiilî durumu
yüzyıllar sonra ortaya çıkan bir kavram ile açıklamak gerçekçi değildir.48

c-Tuğrul Bey’in Bağdat’tan Ayrılışı:

Tuğrul Bey’in Bağdat’ta kaldığı on üç ay içerisinde Selçuklu ordusunun
halk üzerindeki baskısı ağırlaştı.49 Bunun üzerine halife durumdan hoşnut olmadığını
göstermiş, ya halka iyi davranılmasının sağlanmasını, ya da Bağdat’tan
ayrılmasını istemiştir.50

Bunun üzerine Tuğrul Bey 448/1056 yılında Bağdat’tan ayrıldı.51 Bağdat’tan
ayrılmadan önce yıkılan ve harabe durumunda olan bir çok mekânın
imar edilmesini istedi. Dicle kenarında bir şehir kurarak ordusunu buraya yerleştirdi.
(Medinetü’t Tuğrul) Ayrıca bir de saltanat sarayı yapılmasını emretti.52

Tuğrul Bey Bağdat’tan ayrılırken yerine sürekli görev yapacak bir vali(şahne)
bırakmayı da ihmal etmedi.53 Amîdülmülk Irak’ın genel valisi, Aytigin ise şahne
idi.
Büyük Selçuklu Sultanlarını Büveyhî emirlerinden ayıran noktalardan birisi
de Büveyhî emirleri mahallî hanedanlar oldukları için Bağdat’ta oturmuşlardı.
Oysa ki Selçuklular büyük bir devlet olduklarından kendi başkentlerinde oturuyorlardı.
Gerektiğinde başkenti de değiştiriyorlardı.

2-Arslan Besâsirî Olayı ve Tuğrul Bey’in II.Bağdat Seferi:

Büveyhîlerin son devrinde yaşayan bir Türk komutanı olan Arslan Besâsirî
ilk efendisinin Fars bölgesindeki Besa(Fesa)şehrinde olması sebebiyle Besâsirî
nisbesini aldı. Büveyhî emirlerinden Bahaüddevle’nin azatlısı olmakla birlikte
esas şöhretini Celalüddevle devrinde kazanmıştır. Büveyhî emiri Melikü’r Rahim
Hüsrev Firuz zamanındaki (1048-1055) karışıklıklar sırasında huzur ve sükunun
sağlanmasında önemli rol oynadı ve Bağdat askerî valiliğine tayin edildi.

Besâsirî’nin kuvvetli bir muhalifi olan Abbasi veziri Reisürrüesa İbnü’l Müslime,
Tuğrul Bey ile irtibat halindeydi. Besâsirî onu suçluyordu. Vezir ise
Besâsirî’yi Fatımî halifesi Mustansır Billah adına faaliyette bulunmakla itham
ederek onu ordudaki Türklerin ve halife Kaim Biemrillah’ın gözünden düşürmeyi
başardı. Bu sırada Halife Kaim Biemrillah’ın davetini kabul eden Tuğrul
Bey görünürde hac görevini yerine getirmek, aslında ise Suriye ve Mısır’a hakim
olan Fatımî Devletini ortadan kaldırmak gayesiyle Bağdat’a geldi.54

Besâsirî Bağdat’tan kaçınca Mısır’da halifeliğini ilân eden Mustansır el-
Alevî(el-Fatımî)55 Besâsirî’ye hil’at ve hediyeler gönderip “Ben sana yardımcıyım.
Kaim Biemrillah’tan ve Tuğrul Han’dan asla korkmayasın.”dedi.56

Tuğrul Bey Bağdat’tan ayrıldıktan sonra, kendisine isyan eden kardeşi İbrahim
Yınal ile mücadeleye girişti.57 Bu sırada Tuğrul Bey’in Bağdat’a girmesinden
sonra kaçarak Hille58’ye sonra da Rahbe’ye giden Arslan Besâsirî et-
Türkî durumu fırsat bilerek yeniden harekete geçti.59 Besâsirî güçlü, askerleri
çok olan bir komutan olduğundan halife onu durduramadı.60

Besâsirî bu arada Tuğrul Bey’in kardeşi İbrahim Yınal’a mektup yazarak
onu Tuğrul Bey’e karşı isyana teşvik ediyordu. Destek sözü de veriyordu. Ama
sözünde durmadı.61

İbn Kesir ve Celaleddin es-Suyutî’nin rivayetlerine göre ise, Besâsirî, Mısır’da
halifeliğini ilân eden Mustansır el-Alevî’ye mektup yazarak Irak’ta Şiliğin yerleşmesi
için yardım istemiş o da gereken desteği vereceğini iletmişti.62 Bu rivayet
kanaatimizce daha doğrudur. Çünkü, 449/1057 yılında halifeliğini ilân eden
Mustansır63 ülke içinde egemenliğini kurmakla meşgul olduğundan Irak ile
ilginme imkânı bulamamış, ancak Besâsirî’nin mektubuyla durumdan haberdar
olmuştu. Nitekim söz vermesine rağmen Besâsirî’ye tam olarak destek verememiştir.

Mustansır’dan destek sözü alan Besâsirî 450/1058 yılında Bağdat’ı işgal etti.
64 Mısır bayrağı taşıyordu.65 Halife Kaim Biemrillah’ı Bağdat’tan çıkardı, sarayını
yağmaladı. Halife Hadise Ane kalesine hapsedildi.66

Mansur camiinde Mustansır el-Alevî adına hutbe okutan Besâsirî, ezanda
“Hayye Alâ hayri’l amel”(Haydi en hayırlı işe) denilmesini emretti.67 Böylece Bağdat’ta
Abbasi halifesinin egemenliği bir yıldan fazla bir süre kesilmiş oldu.

Besâsirî Bağdat’ta zorbalık yaptı.68 Bütün din bilginlerini ve ülkenin ileri gelenlerini
Mustansır’a biat ettirdi. Besâsirî Bağdat’ın ileri gelenlerinden âdeta
intikam alıyordu.69

Sultan Tuğrul Bey, kardeşi İbrahim Yınal’ı yendikten sonra bölgede otoriteyi
sağladı.70 Besâsirî’nin Bağdat’ı işgal ettiği haberini aldığından Bağdat’a hareket
etti.(451/1059)71 Bağdat’a vardığında ilk iş olarak Halife Kaim Biemrillah’ı
hapisten kurtararak tahtına oturtmak oldu.72 Ardından yakalanan Besâsirî sultanın
huzuruna getirildi ve öldürüldü.(451/1058)73 Böylece Besâsirî’nin Şiîliği
yayma ve egemen bir mezhep haline getirme faaliyetleri kesin bir şekilde sona
erdi.74

Bu başarısından dolayı Tuğrul Bey’i huzuruna kabul eden Halife Kaim
Biemrillah’ın üzerinde Hz.Peygamber’in hırkası vardı. Halifenin elini öpen sultan,
halifenin yanına oturdu.75 Halife ona yaptığı çalışmalardan dolayı teşekkür
edip yakınlık gösterdi. Adaletin yayılması, zulmün ortadan kaldırılması için
çalışmalarına devam etmesini istedi. Ardından onu “Doğunun ve Batının Sultanı”(
Sultanu’l Meşrık ve’l Mağrib) ünvanıyla taltif etti, adına hutbe okuttu.76 Halife
bunlarla da kalmayarak egemenliği altındaki bütün toprakların yönetimini
Sultan Tuğrul Bey’e devrettiğini resmen açıkladı. (449/1058)77 Böylece halifenin
siyasî yetkilerini kendi rızası ile sultana devrettiği ve kendisinin sadece dinî bir
lider olarak kaldığı resmen tescil edilmiş oldu.78

Adına Mekke’de hutbe okunan Tuğrul Bey’in bu başarısı İslâm dünyasının
parçalanmışlığını ortadan kaldıramadı.79 Bununla beraber Selçuklularla İslâm
dünyasında yeni bir fütuhat ve altın devir başladı.80

C.Sultan Alparslan Dönemi

Tuğrul Bey 455/1063 yılında Rey’de vefat etti.81 Çocuğu olmadığı için yerine
kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Alparslan’ı veliaht tayin etti.82

Halife Kaim Biemrillah, Tuğrul Bey’in ölümünden sonra verdiği bir emirle
adını hutbelerden çıkarmıştı.(455/1063) Fakat yerine hiçbir hükümdarın adını
koymamıştı. Üstelik vergi toplamakla görevli Selçuklu memuruna şu haberi
göndermişti: “Sen bu memlekette ölen sultan tarafından memur edildin. Elini
idareden çekip sükun içinde oturmak istersen otur; yoksa seni bu memleketten
çıkarırım.”83

Selçuklular ile halifelik arasındaki anlaşmayı sultanın hayatıyla kayıtlı sanan
Halife Kaim Biemrillah, Arap sultanlarına haber göndererek, ortaya çıkan
durum karşısında ülkede sükun ve asayişi korumak amacıyla alınacak tedbirleri
görüşmeye çağırdı. Fakat, Selçukluların Bağdat valisi Amîd Ebu Said Kainî’nin,
halifenin bu davranışına şiddetle karşı çıkması ve kendisinin Selçuklu veziri
Amidülmülk el-Kündürî’nin hizmetinde olduğunu, ancak ondan gelecek emirlere
göre hareket edeceğini söylemesi, halifeyi ve Arap sultanlarını daha ileri gitmekten
alıkoydu, böylece Irak fiilen Selçuklu egemenliğinde kaldı.84

Bu sırada Bağdat’ta halk ayaklandı.“Ayyar”85 adı verilen anarşistler esnafa
saldırdılar, soygunlar yaptılar. Halk da buna karşı koymaya çalıştı.86 Bu kargaşayı
Sultan Alparslan kısa sürede ortadan kaldırdı. Bu kargaşa Tuğrul Bey’in
ölümünden(455/1063)Alparslan adına hutbe okunmasına kadar olan dönemde
devam etti.(456/1064)Bu süre dokuz buçuk aydır.87

Alparslan, Abbasi halifesi ile ilişkilerini bütün yönleri ile geliştirmeye büyük
özen gösterdi.88 O,halifelik ile dengeli bir ilişki kurdu.89 Sultanın Bağdat’a
hiç gitmemesi90 de bunu göstermektedir.

1.Seyyide Sultanın Bağdat’a Dönüşü:

Alparslan halifelik ile ilişkileri baştan itibaren iyi bir zemine oturtmak için
çaba sarfetti ve bu konuda bir jest yaparak Tuğrul Bey ile evlenmiş olan ve
onun ölümüyle ortada kalan Halife Kaim Biemrillah’ın kızı Seyyide Hatun’un
Bağdat’a iade edilmesini emretti.91 Çünkü Bağdat’ta yapılan düğünden sonra
halifenin rızası olmadığı halde Rey’e dönen Tuğrul Bey’den Halife Kaim
Biemrillah hoşnut değildi.92

Sultan Alparslan halifenin kızı ile birlikte Bağdat’a bir de heyet göndererek
halifelikle etkili bir ilişki kuracağı izlenimi verdi. Bunun üzerine halife hemen
sultanın beklentilerini yerini getirmeye başladı. Mektubu takip eden ilk Cuma
günü minberlerde Alparslan adına hutbe okundu.93 Kendisi “Büyük Sultan”,
“Dinin Işığı” ve “Müslümanların bereketi” sıfatlarıyla zikredildi.94

Sultan Alparslan adına okunan hutbe kesintisiz olarak devam etti. O nedenle
kaynaklarımız Bağdat minberlerinde “Sultan” ünvanıyla adına hutbe
okunan ilk sultanın Alparslan olduğunu ifade ederler.95

2.Sultan Alparslan’ın Bağdat’a Fetihnâme Göndermesi:

Büyük Selçukluların batıya doğru ilerlemelerinin önünde bir engel vardı; o
da Bizans İmparatorluğu idi. Ayrıca Bizans İmparatoru Selçukluların ilerlemesinden
kaygılanmaya başladı ve büyük bir ordu hazırlayarak onları imparatorluk
topraklarından uzaklaştırmak istedi.96 Buna karşılık Alparslan da harekete
geçerek, kuvvetleriyle bugünkü Türkiye sınırlarını geçerek Bizanslıların egemenliğindeki
“Ani” ve “Kars” bölgesine girdi.

Ardından 463/1071 yılında Alparslan ile Romanos Diogenes arasında cereyan
eden Malazgirt Meydan Muharebesi, Alparslan’ın galibiyeti ile sonuçlandı.
Bu galibiyetten sonra Selçuklulara Anadolu kapıları açıldı.

Zaferden sonra, halifeye bir fetihnâme göndererek galibiyeti müjdeleyen
sultan, beraberinde Bizans imparatorunun başındaki kavuğunu da gönderdi.
Sultan Alparslan’ın gönderdiği fetihnâmenin Bağdat’ta halifelik sarayında
okunması ve bizzat halife tarafından Selçuklu sultanına övücü bir mektup gönderilmesi,
halifeliğin de bu fethin önemini kavradığını gösterir.97 Halife Kaim
Biemrillah bu fetihten sonra sultana Ebu’l Feth ünvanını vererek onu taltif etti.98

Bu haberin ardından Bağdat süslendi ve büyük bir şenlik düzenlendi.99

Halife kendisini kutlayarak hil’at ve hediyeler gönderdi.100

3.Alparslan’ın, oğlu Melikşah’ı veliaht tayin etmesi:

Sultan Alparslan halifeye karşı izlediği dengeli siyasetin yanı sıra Bağdat
şahneliğine(valilik/garnizon komutanlığı)olağanüstü yetkilerle donattığı meşhur
komutanı Sadüddevle Güherâyin’i tayin etmekle de halifelik merkezinde
tam bir egemenlik kurdu.101 Zira halife, otoritesini kaybetmiş, Bağdat’ta bile
sözünü geçiremez ve asayişi sağlayamaz duruma gelmişti.

Sultan Alparslan, dedesi Selçuk’un mezarını ziyaret maksadıyla gittiği
Cend şehrinden dönerken uğradığı Radgan’da 458/1066 yılında düzenlediği
törende oğlu Melikşah’ı102 veliahtı ilân etti.103

Saltanatı boyunca Büyük Selçuklu Devletini güçlendirip genişleten104 ve
devleti her bakımdan iyi bir noktaya ulaştıran Sultan Alparslan, İbnü’l Esir’in
rivayetine göre Harezm’li bir emir ile yaptığı kavgada emir tarafından öldürüldü.
105 Alparslan’ın 465/1072 yılında ölümünden sonra yerine veliaht Melikşah
geçti.106

D.Sultan Melikşah Dönemi

Melikşah tahta geçtikten sora ilk iş olarak veziri Nizamülmülk’ü Bağdat’a
göndererek adına hutbe okunmasını sağladı.107

Melikşah’ın veliahtlığını kabul eden Halife Kaim Biemrillah 447/1075 yılında
vefat etti.108 Kaim Biemrillah Muktedî Billah’ı veliaht tayin etmişti. O, vefat
edince Muktedî biat aldı.109 Böylece Muktedî 467/1075 yılında halife oldu.110

Sultan Alparslan’ın ölümü üzerine Mekke’de adına okunan hutbe kesildi
ve tekrar Mısır’daki Mustansır el-Alevî adına okunmaya başlandı. Bunun üzerine
Melikşah 468/1076 yılında hac emiri görevlendirerek Mekke’ye gönderdi.
Görüşmeler sonucunda sultan ve Halife Muktedî adına hutbe okunmaya başladı.
111

1.Sultan Melikşah’ın I.Bağdat Ziyareti:

Halife Muktedî Billah ile ilişkilerini sağlam canlı tutan Melikşah, İbnü’l
Esir’in rivayetine göre 475/1082 yılında birinci Bağdat ziyaretini gerçekleştirdi.
112 Beraberinde veziri Nizamülmülk ve komutanları, beyleri ve kalabalık bir
maiyeti vardı.113 Kendisini sarayda karşılayan halifenin yanında ayakta durmayı
tercih eden Melikşah, Halife Muktedî’nin ısrarı üzerine özel tanzim edilmiş
şeref mevkiine geçti. Sultan Melikşah’a yedi hil’at giydirildi. Halifenin emriyle
“Doğunun ve batının hükümdarı” alâmeti olmak üzere iki kılıç kuşatıldı. Ardından
sultan, halifenin elini öpmek istedi, buna izin vermeyen Muktedî, halifelik
mührü olan yüzüğünü vererek, Melikşah da bunu öperek iade etti.114

Selçukluların Bağdat’a egemen oldukları zaman dilimi içinde Abbasi Halifeliğinin
en zayıf olduğu dönem Sultan Melikşah dönemidir.115 İşte böyle bir
zamanda sultan seçkin bir toplulukla Bağdat’a âdeta çıkarma yaparak, halifelik
üzerinde ağırlığını hissettireceği izlenimini vermek istiyordu.

Bu dönemde halife-sultan ilişkileri dostane gelişmedi. Çünkü Melikşah’ın
tüm İslâm dünyasını nüfuzu altına alma ideali vardı.116

2.Sultan Melikşah’ın II.Bağdat Ziyareti:

Sultan Melikşah bu düşüncelerle 484-485/1091-1092 yılında Bağdat’a ikinci
defa gitmeye karar verdi.

Melikşah’ın Bağdat’a ikinci gelişini ziyaret değil bir sefer olarak görmek
esasen daha doğru olur.İbn Kalânisî bunu doğrular mahiyette “Sultan Melikşah
Isfahan117 dan Bağdat’a,Mısır’ı ele geçirmek amacıyla yöneldi. 118 Sultan Bağdat’a
bir çok Türk beyini çağırarak onlarla yeni yapacağı fetihler hakkında görüşme
yaptı.119

Mısır’ın sultanın hedefinde olmasının nedeni Batınî propagandasının yuvası
haline gelmeye başlamasıdır. Bu durum ise Abbasi Halifeliği için bir tehditti.
120 Melikşah’ın hedefinde sadece Mısır yoktu. Ayrıca Hicaz da tam egemenliğini
sağlamak, Yemen ve Aden’in de fethedilmesini istiyordu. Nitekim kısa sürede
Selçuklu ordusu Hicaz’ı devlete bağladıktan sonra Yemen ve Aden’i de
Selçuklu egemenliğine aldı.121

Sultan Melikşah’ın bunlardan başka çok önemli bir hedefi daha vardı ki,
ömrü yetmediği ve hayatına mâl olduğu için gerçekleştiremedi. Bu hedef, saltanat
merkezini halifelik merkezine yani Bağdat’a nakletmekti. Böylece hem
siyasî ve hem de dinî otoriteyi elinde tutup tüm İslâm dünyasını kontrol altına
almayı düşünüyordu.122

Sultan Melikşah’ın yaptırdığı Şahdiz kalesine sinsice yerleşen Batınî reislerinden
Atâş burada özellikle Deylemliler ile dostluk kurarak, onları propaganda
ve telkin yoluyla kendi mezhebine bağladı. Böylece kaleye egemen olan Atâ
Isfahan yakınlarında bir propaganda ocağı kurdu.123

3.Nizamülmülk124’ün Öldürülmesi:

485/1092 yılında Batınîler tarafından öldürülen Nizamülmülk125ün öldürülmesi
hakkında bazı tarihçilerin farklı görüşleri vardır. Ravendî, onun
“Tacülmülk” adına Melikşah’a yakınlığı ile bilinen bir kişinin kışkırtması sonucunda
öldürüldüğünü nakleder. Kışkırtma gerekçesi olarak sultan hükümdarlıkta
kendisiyle vezirin ortak olduğunu söylemesi ve vezirin kendisine danışmadan
iş yapması olduğunu ifade eder.126 Tarihçi İbrahim Kafesoğlu’nun da kanaati
Nizamülmülk’ün öldürülmesi, Tacülmülk’ün kışkırtması ve Batınîlerin
suikastı sonucu gerçekleşti.127

Nizamülmülk’ün öldürülmesi, Selçuklu Devleti bünyesinde büyük bir boşluk
ve huzursuzluk meydana getirdi. Bu olaydan en çok etkilenenlerin başında
Halife Muktedî geliyordu. Çünkü Nizamülmülk halifeye de yakın bir kişiydi.
Halife, sorunları sultana değil, ona iletiyordu. Yani halifenin sultan ile ilişkilerinde
etkin bir rol oynuyordu. Vezirin öldürülmesiyle halife-sultan
münasebeteleri halife aleyhine bozuldu. 128

Nizamülmülk Batınîlerle mücadelede mesafe almıştı. Zira onun öldürüldüğü
haberini alan Hasan Sabah, “Bu şeytan öldü, mutluluğumuz başla-
dı.”demişti. Vezirin öldürülmesi devlet adamlarına ve bilginlere karşı terör eylemlerini
artırdı. Sonuç olarak devlet günden güne sürekli kan kaybederek yıkılışı
hızlandı.129

4.Sultan Melikşah’ın Ölümü:

Sultanın Halife Muktedî ile evli kızı Mehmelek Hatun geçimsizlik nedeniyle
babasına şikâyette bulundu. Sultan Bağdat’a bir heyet göndererek kızını Isfahan’a
getirtti. Mehmelek Hatun’un halifeden olma Ebu’l Fadl Cafer(480-1088)
adında bir de oğlu vardı. Onu da beraberinde getirtti.130 Bu durum sultanı kızdırarak
halife ile arasının açılmasına neden oldu. Ayrıca halife idarî işlere de
karışmak istiyor ve bunu belli ediyordu.131 Bu sebeplerle Melikşah Bağdat’a
vardıktan bir süre sonra halifenin Bağdat’ı terk etmesini istedi. Kendisine on
gün süre verdi.132 Halife bir ay süre istedi. Melikşah, sana ilave bir saat bile yok,
dedi. Sultan bunu söylerken istediğin yerde kalabilirsin mesajını da gönderdi.133
Melikşah’ın halifeyi alelacele Bağdat’tan çıkarmak istemesi herhalde halifeden
olan torunu Cafer’i halifeliğe veliaht yapma niyetinde olmasındandı.134 Oysa
ki halife, önceki eşinden olan Mustazhir Billah’ı veliaht tayin etmek istediğinden
Melikşah’ın bu teklifini reddetmişti. Halife, sultanın kararlılığı karşısında
Bağdat’tan ayrılmak zorunda kaldı ve Basra’ya gitti. Bu durum halifeye çok
zor geldi. Rivayete göre o,Basra’daki günlerinde oruç tutup, Allah’a dua ederek
sultanı şikayet ediyordu.135

Sultan Melikşah Bağdat’ta bulunduğu sırada bir gün ava gitmişti. Hastalandı
ve öldü. Öldüğünde 37 yaşındaydı.

İbnü’l Cevzî, Melikşah’ın ölümüyle ilgili üç görüş nakleder: Birincisi, av
etinden yedi, sonra hacamat yaptırdı, nefesi kesildi ve öldü. İkincisi hummaya
(ateşli hastalık) yakalandı ve öldü. Üçüncüsü zehirlendi.136 İbn Hallikan,
Melikşah’ın av etinden yedikten sonra hastalanıp, kan çıkarmaya başlayarak
öldüğünü nakleder. Ebu’l Fida ise sultanın ateşli hummadan öldüğünü 137 rivayet
eder.

Bu rivayetleri göz önüne alarak Melikşah’ın zehirlenerek öldürüldüğü sonucuna
varabiliriz. Çünkü halifeliğin Selçuklulara intikalinin söz konusu olduğu
bir dönemde138 sultanın ani ölümü139 şüpheleri artırmaktadır. Kaynaklarda
geçen sultanın ateşlenerek öldüğü rivayetleri de esasen zehirlenme olayıdır.
Zira zehirlenme olaylarında genellikle vücut ateşinin arttığı bilinen bir gerçektir.

Tarihçi İbrahim Kafesoğlu, sultanı zehirleyenin Terken Hatun olmasının kuvvetle
muhtemel olduğunu ifade etmektedir. Çünkü nüfuz sahibi ve yaratılış
itibariyle hırslı bir kadın olduğunda şüphe olmayan Terken Hatun’un halife ile
anlaşarak bunu gerçekleştirmesi kuvvetli bir ihtimaldir.140 Terken Hatun’un
amacı ise oğlu Mahmud’u sultan yapmaktı. Bunun Melikşah’ın ölümünden
sonra gerçekleşmesi şüpheleri artırmaktadır. Sultanın ölümünden sonra halife
Bağdat’a dönerek yönetimi eline aldı.141

Sultan Melikşah öldüğünde ardında Çin sınırından Şam’a ve Yemen’e kadar
uzanan bir ülke bıraktı.142 Melikşah o kadar büyük bir coğrafyaya egemendi
ki kendisinden önce ve sonra hiçbir sultana nasip olmamıştı.143 Onun ölümüyle
Büyük Selçuklu Devletinin altın devri olarak isimlendirilen birinci dönemi sona
ermiş oldu.144

E.Sultan Melikşah’tan Sonraki Dönem

Melikşah 474/1081’de Isfahan’da doğan en büyük oğlu Berkyaruk’u
Nizamülmülk’ün tavsiyesi üzerine veliaht tayin etmişti. Ancak Terken Hatun
beş yaşındaki oğlu Mahmud’u veliaht tayin ettirmek için her vasıtayı mübah
sayarak harekete geçti.145

Melikşah’tan sonra sultan olan dört oğlu; Mahmud, Berkyaruk, Muhammed
ve Sencer zamanlarında; Suriye Selçukluları 511/1117 yılına kadar şeklen
merkeze bağlı kaldı. Sultan Sencer’den (552/1157) sonra ise Selçuklu Devletleri
tamamen birbirlerinden ayrıldılar.146 On üç yıl süren taht mücadelesi sonucunda
devlet zayıfladı.147

Selçuklu sultanları iktidarlarının doruğunda oldukları zaman bile merkezî
bir devlet oluşturamadılar. Bunun yerine farklı diller konuşan, çeşitli milliyetlerden
insanların yaşadığı eyaletler üzerinde hüküm sürdüler. Selçukluların
yönetim anlayışı devletin Melikşah’tan sonra parçalanmasına neden oldu. Buna
göre, iktidar birey olarak sultanda değil, ailedeydi. Sonuçta hanedan üyeleri, bir
çeşit has olarak çeşitli eyaletleri ellerinde tutmaktaydı. Bu uygulama, Birinci
Haçlı Seferi sırasında ağır sonuçlar doğuracaktı.148

1.Mahmud Dönemi:

Melikşah’ın ölümünü gizleyen Terken Hatun, cenaze namazı bile kılınmadan
sultanı Şuniziyye’de defnettirdi. Daha sonra Isfahan’a götürülerek sultanın
Şafii ve Hanefiler için yaptırdığı medresenin haziresine defnedildi. Bunun nedeni,
Berkyaruk’un sultan olmasını engelleyip küçük yaştaki oğlu Mahmud’u
tahta çıkarmak istemesiydi.149 Terken Hatun Halife Muktedî’ye hutbede oğlunun
adını okutmasını isteyen bir haber gönderdi. Böylece Mahmud adına hutbe
okundu. Dönemin âlimleri küçük yaştaki bir kişinin adına hutbe okutmanın
caiz olmadığını beyan etmişlerdi. Ancak dikkate alınmadı. Bununla da kalınmayarak
Mahmud’a “Nasırüddünya ve’ddin” ünvanı verildi. Harem-i Şerif’te de
adına hutbe okundu.150

Bu sırada devlet işlerini Terken Hatun adına vezir Tacülmülk idare ediyordu.
Bunun yanı sıra Terken Hatun Selçuklu Devletinin tüm vali ve komutanların
oğlu küçük Mahmud’a biat ettirdi.151

Bu durum üzerine Nizamülmülk’ün adamları Berkyaruk etrafında toplandılar
ve ona sultan olarak biat ettiler. Ordu parçalandı. Kimin sultan olduğu
belli olmadığı için devlet otoritesi ortadan kalktı.152 Bunun üzerine Terken Hatun
Berkyaruk’u Isfahan’da yakalattı. Çünkü o,Melikşah’ın en büyük oğluydu.
Berkyaruk taraftarları ayaklanıp hapsedildiği yerden onu çıkardılar. Isfahan’da
adına hutbe okundu.153 Böylece Mahmud’un sözde sultanlığı iki yıl sürdü. Çünkü
annesi Terken Hatun 487/1094’de öldü. Böylece saltanat Berkyaruk’a geçti.
Aynı yıl Halife Muktedî de öldü154 yerine Mustazhir Billah halife oldu.155 Yeni
halife sultan olarak Berkyaruk’u tanıdı.156

2.Berkyaruk Dönemi:

Berkyaruk iktidara geldikten sonra dağılmaya yüz tutan Selçuklu Devleti’ni
toplamak için büyük gayret sarfetti.157 Halife Mustazhir onu bu konuda destekledi.
158 Halife kendisine hil’at giydirdi.159 Adına hutbe okundu.160

Bu sırada amcası Tutuş, Berkyaruk’a karşı harekete geçti. Berkyaruk’un
kuvvetleri zayıf olduğu için Tutuş’a yenildi. Bu haberi alan Halife Mustazhir
Bağdat’ta Tutuş adına hutbe okuttu.161

3.Kardeş Kavgası:

Berkyaruk kendisine baş kaldıran Muhammed Tapar üzerine yürüdü. Aralarında
cereyan eden ilk savaşta yenildi. Bağdat’da Muhammed adına hutbe
okundu.(493/1100)162 Berkyaruk ile kardeşi Muhammed arasında 494/1101 yılında
ikinci karşılaşma gerçekleşti.163 Her ne kadar Muhammed adına Bağdat’ta
hutbe okunmuşsa da ülkenin Azerbaycan bölgesi hariç diğer bölgelerinde egemenliği
yoktu. Ülkenin büyük bölümünü elinde tutan Berkyaruk tek sultan olarak
ülkenin tamamına egemen olmak istiyordu. İlk savaşta Muhammed’e kardeşi
Sencer de yardım etmişti. Berkyaruk’u yendikleri savaştan sonra Bağdat’a
gidip Halife Mustazhir’in elinden hil’at giydiler.164 Bu gelişme aynı zamanda bu
Sencer’in de halife tarafından tanınması anlamına geliyordu.

İkinci mücadelede Berkyaruk, Muhammed’i yendi. Ardından üçüncü karşılaşmada
da Muhammed’e galip geldi.165 Hutbe tekrar Berkyaruk adına okunmaya
başladı.166 Bu sırada üzerine yürüyen Sencer’e yenildi.167

İkinci defa Bağdat’a giden Berkyaruk168 para sıkıntısı çektiği için halifeden
yardım istedi. Halife de ona 50000 dinar verdi.169 Halifenin yaptığı bu yardım
yetmemiş olacak ki İbnü’l Esir’in rivayetine göre Berkyaruk ve ordusu halkın
malına el uzattılar, yağma yaptılar.170 Berkyaruk’u bu yanlış davranışlara iten
sebep iki kardeşinin-Muhammed ve Sencer-kendisine karşı ittifak kurmalarıydı.
171 Ardından gerçekleşen dördüncü savaşta Berkyaruk, beşincisinde ise Muhammed
galip geldi.172

Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki bu mücadele beş yıl devam etti.
Sonuçta Berkyaruk galip geldi. Muhammed onun sultanlığını kabul etti. Aralarında
barış yapıldı.(497/1104)173 Savaşın uzamasıyla gasb olayları arttı. Ülkenin
harap oldu ve valilerin halka zulümleri arttı.174 Yapılan bu anlaşmayla
Berkyaruk, Rey, Cebel, Taberistan, İran, Diyarıbekir, Cezire, Harameyni’ş
Şerifeyn’e egemen olacak; Muhammed ise Azerbaycan’a, Sencer ise Horasan
bölgesine egemen olacaktı.175 Bu barışa göre birbirlerinin topraklarına saldırmayacaklardı.
176 Bu anlaşmayla aynı zamanda Bağdat’ta artık kesin olarak
Berkyaruk adına hutbe okunmaya başladı.177

Haçlıların Kudüs’ü işgal ettikleri sırada Muhammed Tapar kardeşi
Berkyaruk ile savaşıyordu. Zaten Haçlıların Beytü’l Makdis ve civarını ele geçirmelerinin
nedenlerinden biri de o dönemde İslâm dünyasının dağınıklığı,
tedbirsizliği ve birbirlerine düşmeleriydi.178

491/1097 yılında Haçlılar Suriye’ye girdiğinde Müslüman ümmetin başı
olma iddiasıyla ortaya çıkmış iki kişi vardı. Bunlardan biri, Bağdat’taki Abbasi
halifesi Mustazhir, diğeri de Kahire’de bulunan Fatımî halifesi el-Âmir idi.179
Berkyaruk iktidarı boyunca kardeşleriyle saltanat mücadelesi yaparken aynı
zamanda memleket içinde yer altı faaliyetleri yapan Batınîlere karşı da mü-
cadele veriyordu.180 Batınîlere karşı savaşılmasına181 rağmen Batınîlerin yayılması
önlenemedi.182

498/1105 yılında Berkyaruk üçüncü ziyaretini gerçekleştirmek üzere Bağdat
yolundaydı. Yolda hastalandı. Oğlu Melikşah’ın veliaht olmasını vasiyet
etti. Aynı yıl öldü.183 Tahta oturan II.Melikşah bu sırada dört yaşındaydı.
Büyük kardeşi Berkyaruk’un ölüm haberini alan Muhammed Tapar Bağdat’a
henüz girmişti. Bu sırada II.Melikşah da Bağdat’taydı ve adına hutbe
okunmuştu.184 Muhammed Tapar durumu kabul etmedi. Bunun üzerine
II.Melikşah ve adamları özür dileyip çekildiler.185 Muhammed Bağdat’ta hutbeyi
kendi adına okuttu.186 II.Melikşah’ın saltanatı birkaç ay devam edebildi. O
dönemde uygulanan âdet üzere gözlerine mil çekildi.187 Ardından Abbasi halifesi
Mustazhir (487-512/1094-1118) Muhammed’i sultan ilân etti ve ona
“Gıyasüddin(Dinin bereketi)” ünvanını verdi.188

4.Muhammed Tapar Dönemi ve Batınîlerle Mücadelesi:

Muhammed, saltanatının ilk günlerinde Selçuklu ülkesinin bütününe egemen
olmasına189 rağmen tek başına idare edemedi.190 Ana-bir kardeşi Sencer191
Horasan bölgesine egemendi. Sencer bu bölgede otoritesini sağlamlaştırdı ve
huzuru sağladı.

Muhammed Tapar saltanatı boyunca Batınîlerle mücadele etti.192 Batınîler
Muhammed Tapar’ın bir çok valisini öldürdüler.193 Devlet içine de sızdılar. Sultan
bunları bulup cezalandırdı.194

Sultan, Batınîlerin kilit noktalardaki kalelerine saldırılar düzenledi. Bu kalelerden
biri de Şe’der kalesiydi. Bu kaleyi kuşatan Muhammed Tapar, çok sayıda
Batınî’yi öldürdü. Ele geçirilen kale harap edildi.195 Bu başarı özellikle Bağdat’ta
büyük bir sevinç meydana getirdi.196

Batınîlerin elindeki en önemli kale ise Hasan Sabbah197 ın karargâhı olan
Alamut198 kalesiydi. Sultan burayı ele geçirmek için çok mücadele etti. Fakat
Selçuklu ordusu burayı ele geçiremedi.199 511/1117 yılındaki kuşatma uzun
sürmüş, kalede mahsur kalan Batınîler yiyecek alamadıkları için neredeyse açlıktan
ölecek duruma gelmişler, ancak gizli yardım aldıkları için uzun süre dayanabilmişlerdi.
İbnü’l Esir’in rivayetine göre Selçuklular kaleyi ele geçirdiler.200

Ancak bu rivayetin doğru olmadığını Ahmed b.Mahmud’un Selçuknâme’sinden
öğreniyoruz.201 Bu konuda çağdaş tarihçiler de aynı kanaattedir. Örneğin Hüseyin
Emin, Selçuklu askerlerinin kaleyi ele geçirecekleri sırada Sultan Muhammed
Tapar’ın vefat haberinin geldiğini ve sonuç alınamadan askerlerin kuşatmayı
kaldırdıklarını ifade etmektedir.202 Kanaatimizce bu bilgi doğrudur. Çünkü
Alamut kuşatmasından sonuç alınsaydı, sonraki yıllarda Batınîlerin etkinliği
zayıflardı. Sonuç itibariyle Alamut kuşatması esnasında çok sayıda Batınî öldürülmüştür.
Çatışmalarda ölenlerle birlikte açlıktan ve hastalıktan telef olanlar
da vardı.203

511/1117 yılında Muhammed Tapar vefat etti.204 Ölüm nedenleri arasında
Batınîler tarafından öldürüldüğü görüşünün de olması ayrıca dikkat çekicidir.
205 Yerine oğlu Mahmud geçti.512/1118 yılında Mahmud adına Bağdat’ta
hutbe okundu.206 Böylece halife, sultan olarak Mahmud b.Muhammed’i tanımış
oldu.207 Ancak amcası Sencer kendini yeğeninden saltanata daha çok layık gör-
düğünden kendini sultan ilân etti. Bu yüzden Selçuklulardan iki sultan ortaya
çıktı. Aralarında savaşlar meydana geldi. Sencer galip geldi. Halife onun sultanlığını
kabul etti. Sencer kardeşinin oğluyla barış yaptı. Ona ikramda bulundu.208
Onu kendisinden sonra veliaht tayin etti. Bunu devletin emirlerine ve Abbasi
halifesine bildirdi.209

5.Sencer Dönemi:

Sencer’in tahta geçtiği sırada Bağdat’ta Halife Mustazhir (512/1118) vefat
etti210 yerine oğlu Müsterşid geçti.211

Bu dönemde Abbasi-Selçuklu ilişkileri yeni bir döneme girdi. Büyük Selçuklu
Devletinin zayıfladığını ve kendi egemen olduğu bölgelerde bile otoritesinin
ortadan kalkmaya başladığını gören Halife Müsterşid Billah, Sencer’in
Irak’ta naib bıraktığı yeğeni Mahmud ile ilişkilerini geliştirerek, hatta Sencer’e
karşı ittifak kurarak savaşma kararı almışlardı.212

Oysa Sencer, Mahmud’a çok iyi davrandı, onu kızlarından Mehmelek Hatun
ile evlendirdi.213 Mahmud’a ayrıca “Sultanu’l Muazzam”(Büyük Sultan)
ünvanını vererek kendisine bağlı kalmak şartıyla Irak’a sultan tayin etti.
Bu ittifakı öğrenen Sencer, Mahmud’a bir mektup yazarak bu ittifaktan derhal
ayrılmasını istedi o da ayrıldı.

Sultan Sencer bu ortamda halifelik ile ilişkilerini yürütmeye çalışıyordu.
Kendisine gelen halifelik elçilerine halifenin otoritesini tanıdığını ifade eden
işaretler bile veriyordu.214 Halifeye saygı ve bağlılık konusunda babalarının yolundan
yürüdüğünü dile getiren Sultan Sencer, kendisinin Halife Müsterşid’i
azlederek yerine Abbasoğullarından veya Hz.Ali soyundan başka birini halife
seçeceği yolundaki söylenti ve ithamları ise yalanlıyordu.215

Diğer taraftan Mahmud’un Irak’taki egemenliğine ilk itiraz kardeşi
Mes’ud’dan geldi. Mes’ud’u bir kısım Türkmenler ile Hille’nin Arap emiri
Dübeys b.Sadaka destekliyordu. Duruma el koyan Mahmud 514/1120 yılında
kardeşi Mes’ud’u yendi.216 Bu arada diğer kardeşi II.Tuğrul da Irak’ta egemen-
lik mücadelesi veriyordu.Ancak Mahmud’un gücüne dayanamayıp Dübeys ile
birlikte amcası Sencer’e sığındı.

a-Sultan Mahmud ile Halife Müsterşid Arasındaki Mücadele:
Selçuklu sultanlarının Bağdat’a gelmelerine karşı çıkan halife bu dönemde
egemenlik haklarını almak istediğini açıkça ortaya koydu. Sultan Mahmud’un
Bağdat’a yürüme kararına karşı çıkan halifenin böyle davranmasının başlıca üç
nedeni vardı:

1-Devlet olma yolunda aldığı, askerî, idarî, malî, tedbir ve hazırlıkları sultanın
görmesini istememesi,
2-Henüz tamamlayamadığı bu hazırlıklar için zaman kazanmak istemesi,
3-Nihayet halkı bir ordu yerine iki orduyu, halifenin ordusu ile sultanlık
ordusunu barındırmaya ve beslemeye mecbur ederek sıkıntıya maruz bırakmak.
Halife barış yoluyla Bağdat’a girmelerine engel olamazsa savaşacaktı.

526/1131 yılında Mahmud Bağdat’a gitmeye karar verdi. Çünkü Halife
Müsterşid ne pahasına olursa olsun Selçuklu egemenliğinden kurtulmak istiyordu.
217 Halifeye elçi gönderen Mahmud, silaha başvurulmamasını istedi. Halife
ise kendisinin bu yıl Bağdat’a gelmemesini aksi halde kılıca başvuracağını
bildirdi.218

Halife Müsterşid oğlu Raşid’i halefi olarak Bağdat’ta bıraktıktan sonra
Mahmud’a karşı harekete geçti. Mahmud’un ağırlıklarına saldıran halife karşısında
Mahmud geri çekildi.219 Mahmud’un geri çekilmesinin sebebi hasta olmasıydı.
220 Ardından Mahmud vefat etti. (526/1131)221

Mahmud’un ölümüyle Sencer adına okuttuğu hutbeyi kesen Halife
Müsterşid222 in bu tutumu karşısında harekete geçen Sencer’in amacı halife ile
savaşmak değildi. Bu durumda bile elçi göndererek halifeye bağlılığını bildirdi.
Amacı halifeyi kendisine karşı yapılmış ittifaktan ayırmaktı.223

Mahmud’un ölümünden sonra Sencer’in iki yeğeni Mes’ud224 ve II.Tuğrul
halife ile birlikte kendisine karşı ittifak kurdular.

Hemedan civarında gerçekleşen savaş(527/1133)da Mes’ud’un daha doğrusu
müttefiklerin zaferiyle sonuçlandı. Mes’ud, Irak Selçukluları Devletinin
başkenti olan Hemedan’ı işgal etti. II.Tuğrul, amcası Sencer’in egemenliğindeki
Rey’e sığındı. Böylece Mes’ud Irak Selçukluları Devletinin başına geçti. Böylece
Irak Selçukluları müstakil bir devlet oldu.225 Artık Sultan Sencer’in Irak’ta otoritesi
kalmadı.

b-Halife Müsterşid’in Ölümü ve Batınîler:

Halife Müsterşid Billah 528/1134 yılında ordusunun başındayken Batınîler
tarafından öldürüldü226 Bu suikast Batınîlerin saçtıkları dehşeti göstermesi bakımından
önemli bir örnektir.227

Halifenin suikast sonucu ölmesiyle Sultan Sencer’in öldürttüğü şayiası da
yayıldı. Bundan etkilenen Abbasi hanedanı Selçuklular aleyhinde propagandaya
başladılar. Hatta İbnü’l Cevzî’nin nakline göre Müsterşid’den sonraki halifeler,
Selçuklulara karşı önü alınmaz bir düşmanlık duygusuna kapıldılar.228
Halifenin Sencer tarafından öldürttüğü iddiası doğru değildir. İslâm tarihi
kaynakları bunu reddetmektedir.229 Bu görüşe Selçuklu tarihçisi M.Altay
Köymen de itiraz etmektedir.230

Müsterşid’in yerine veliaht olan oğlu Raşid Billah geçti.231Raşid, Sultan
Sencer ve Mes’ud’un isimlerini hutbeden çıkardı. Üstelik babasının intikamını
almak için ordu toplamaya başladı.232 Halifenin üzerine yürüyen Mes’ud onun
Bağdat’ı terk etmesini sağladı. Mes’ud, Sultan Sencer’in talimatıyla Muktefî’yi
halife ilân etti.(531/1136)233

Raşid, Bağdat’tan kaçtıktan sonra atabeg Nureddin Zengi’ye sığındı.234 Daha
sonra Bağdat’a bir hücum hazırlığına girişti. Bu sırada öldürüldü. Siyasî ihtirasa
sahip Raşid’in sultanlar tarafından öldürtülmesi kuvvetle muhtemeldir.

Raşid’in Batınîler tarafından öldürülmesi babasına nazaran çok daha zor kabul
edilebilir. Zira Bağdat’ta bulunan halifelerin hiçbirini Batınîler öldürmüyor,
fakat Bağdat sınırlarını aşarak başka ülkelere geçtikleri zaman iki halifeyi de
arka arkaya Batınîler öldürüyor. Bunu mantıken kabul etmeye imkân yoktur.
Bu olayla halife-sultan mücadelesinin üçüncü safhası da Selçuklular lehine sona
erdi.235

Bundan sonra Sencer dönemi nisbeten daha huzurlu geçmiştir. Yönetim istikrara
kavuşmuştur.236 Ancak Sencer zamanında iç mücadelelerden dolayı Batınîler
üzerine gidilemedi. Muhammed Tapar’ın ölümüyle tekrar güçlenen Batınîler
518/1124 yılında büyük bir katliam yaparak 700 kişiyi öldürdüler.237

Sencer bu fitne unsuruyla mücadeleye önem vererek ve veziri Kâşânî, Batınîlerin
nerede yakalanırlarsa derhal öldürülmelerini, mallarının yağma edilmesini
ve ailelerinin esir edilmesini emretti.238 Alınan bu tedbirlere rağmen Batınîlik-
İsmaililik cereyanı gelişerek, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Suriye’ye,
diğer taraftan da devletin bel kemiği olan Horasan’a yayıldı.239

521/1127 yılında vezir Kâşânî Batınîler tarafından öldürüldü.240 Sencer, vezirinin
öldürülmesine rağmen, Batınîlere karşı yeni önlemler almamış, karşı bir
harekâta geçmemiştir. Bunun sebebi olarakta kendisine suikast yapılmasından
korktuğu için olduğu söylenir.

Sencer’in en ilginç icraatlarından biri de Bozkuş isimli komutanı vasıtasıyla
Batınîlerle barış anlaşması yapmasıdır. Buna göre Batınîler yeniden kale yapmayacaklar,
silah satın almayacaklar, hiç kimseye inançlarını kabul ettirmeye
çalışmayacaklardı. Buna karşılık Batınîlerin statüsü korunmuş olacaktı.Ancak
anlaşmaya uymayan Batınîler sürekli yayıldılar.241

Diğer taraftan devam eden Haçlı akınlarına karşı ne Sultan Sencer ne de halife
karşı koyamamıştır. Nitekim 527/1133 yılında halifeye yazdığı mektupta
Sultan Sencer, İslâm dünyasının içinde bulunduğu tehlikeden söz etmekte, Kudüs’ün
domuz ve şarap ticareti yapılan bir yere dönüştürüldüğüne temas ediyordu.
242

c-Büyük Selçukluların Irak’taki Egemenliklerinin Sonu:

Sultan Sencer’in onayı ile halifelik makamına getirilen Muktefî Billah, Selçuklulara
karşı kendinden önceki iki halifeden daha fazla mücadele etti. Kendisine
karşı koyan Irak Selçukluları sultanı Mes’ud, Halife Muktedî tarafından
yenildi.(551/1156)Bu olay Selçukluların Irak’taki sonu oldu.243

Halife Muktedî, yalnız bağımsızlığını korumaya değil, aynı zamanda egemenliğini
de genişletmeye çalışıyor, Irak’ın idarî bölgelerini birbiri ardına ele
geçiriyordu.244 Sencer 536/1141 yılında Türk asıllı Karahıtaylara yenildi.245

551/1156 yılında kaçırılarak esaretten kurtarıldı. Sencer’in esaretten kurtulduğunu
duyan tabi devletlerden bazıları, Sencer’e bağlılıklarını bildirdiler. Ancak
etrafında toplanan komutanları arasındaki rekabet, ihtiyar sultanın dağılan
devleti yeniden toparlamasına imkân vermedi.246 552/1157 yılında Sultan Sencer’in
vefatıyla Büyük Selçuklu Devleti tarihe karıştı.247 Ölüm haberi Bağdat’a
ulaşınca Bağdat’ta adına okunan hutbe kesildi.248

Bundan sonra Selçukluların egemen oldukları coğrafya karışıklıklar içinde
kaldı. Selçuklu devletçikleri ortaya çıkmaya başladı. En meşhurları; Irak, Anadolu
ve Kirman Selçuklularıdır. Bu dönemde Selçuklu dünyasına atabeyler de
egemen olmaya başladı. En meşhurları, Musul, Şam ve Cezire atabeylikleridir.
249 Fakat Büyük Selçukluların yerini alan bu devletçiklerden hiç biri, tüm
Yakın ve Ortadoğu’ya esaslı bir düzen getirememiştir.250

Selçukluların Bağdat üzerindeki egemenliklerinin sultanın hayatıyla kaim
olması dikkat çekicidir. Örneğin Tuğrul Bey’in vefatından Alparslan’ın tahta
geçişine kadar olan zaman içerisinde Bağdat’ta Selçuklu egemenliği söz konusu
değildi.251

İslâm dünyasının batı bölgesi korkunç Haçlı işgalinin ızdırapları içinde yuvarlanır
ve sultanlar yakaladıkları her fırsatta bu işgalcileri durmak amacıyla
ordular techiz ve sevk ederken, Müslüman ülkelerini Haçlılardan kurtarmak
için çareler düşünmeyen halifeler, Bağdat’ta Selçuklu idaresini parçalamak için
plan hazırlıyorlardı.252

Selçukluların zayıflamasıyla Bağdat ve çevresinde fiilî egemenliklerini kuran
Abbasilerde tekrar büyük bir Arap devleti kurma fikri oluştu. Oysa buna
imkân yoktu. Onlar yalnız İslâm halifesi sıfatıyla manevî egemenliklerini Müslüman
sultanlara tanıtmak istiyorlardı.253

Açıktı ki Abbasi devleti artık ilk zamanlardaki gücüne ulaşamazdı. Çünkü
bölgedeki dengeler değişmişti. Doğuda Moğollar ve Harizmşahlar güçlenmeye
başlamıştı. Ayrıca halifeliğin güçlü bir ordusu da yoktu. Halifelik coğrafyasının
üzerinde bir çok devlet kurulmuş ve genişlemişti. Zaten halife de bunlarla mücadele
edemedi.254

II.KÜLTÜREL İLİŞKİLER

A.Abbasi Halifeliğinin X.ve XI.Yüzyıllardaki İlmî ve Kültürel Durumu:
Bilindiği üzere Abbasilerin ilk yüzyılında ilim ve kültür hayatı çok canlıydı.
Özellikle Halife Me’mun döneminde Beytü’l Hikme gibi bir kuruluş hizmete
açılmış, Yunan felsefesinden ve diğer batı ilim eserleri tercüme edilerek bunlardan
yararlanılmıştı. İlme önem verilmiş, ilim adamları desteklenmişti.

İbn Haldun bu dönemi değerlendirirken, İslâm medeniyetinin Selçuklulardan
çok önce gerilemeye başladığını söyler.255

Bu dönemde ilim ve kültürün gerilememesinin bir sebebi de Müslümanları
meşgul edecek yeni fikirlerin ortaya çıkmasıdır.256

Selçuklular döneminde yapılan ribatlar, bir memleketten diğerine giden
gezgin bilginler için durak yerleriydi. Ribatlarda kütüphaneler bile vardı. Bu
kurum Irak’ta ilmin ve kültür hareketlerinin gelişmesinde aktif rol oynadı.257

B.Nizamülmülk ve Faaliyetleri:

Nizamülmülk vezir olduktan sonra Şiî Büveyhîler döneminden kalan ve
önceki vezir Amidülmülk el-Kündürî zamanında da devam eden, Eş’arilerin
lanetlenmesi uygulamasını kaldırdı.258 Bu şekilde davranarak devletin onları
dışlamadığını gösterdiği gibi varolan mezhep kavgalarının üzerini de küllendirecek
bir davranışta bulundu.

Bununla birlikte çağdaş araştırmacılardan Hüseyin Emin, Nizamülmülk’ün
Şafii mezhebini diğer İslâm mezheplerinden daha üstün görmeye yöneldiğini
böyle yaparak mezhepler arasında büyük bir ayrılığa sebep olduğunu ve hatta
onun Şafiî mezhebini korumasının Selçukluların zayıflamasının nedenlerinden
olduğunu iddia eder.259

Nizamülmülk’ün Şafii mezhebinden olduğu bilinmektedir. Ancak onun
aşırı Şafiî taraftarlığı yapıp Müslümanlar arasında ayrılığa neden olduğunu
söylemek, hatta Selçuklu Devletinin zayıflamasına neden olduğunu iddia etmek
kanaatimizce doğru değildir. Diğer bir ifadeyle mezhep çatışmalarına
Nizamülmülk’ün bir katkısı olmamıştır.260 Mezheplere karşı ölçülü duran
Nizamülmülk Batınîlerle amansız bir şekilde mücadele etmiştir.261

Nizamiye medreselerinde Şafiî mezhebinden hocaları görevlendirmesi bölge
halkının Şafiî olması nedeniyledir. Şu halde Nizamülmülk’ün çabaları doğrultusunda
Selçuklular eğitim faaliyetleriyle yeni bir Müslüman medeniyetinin
kurulmasını sağladılar.262

C.Nizamiye Medreselerinin Kurulması ve Medreselerin Faaliyetleri

1.Nizamiye Medreselerinden Önceki Eğitim-Öğretim Faaliyetlerine Genel Bakış:

Abbasilerin ilk devrinde eğitim-öğretim kurumları için medrese kelimesi
kullanılıyordu. Bu kelimenin ilk olarak III/IX.yüzyılda kullanılmaya başlandığı
bilinmekle beraber, medreselerin resmî bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması,
IV/X.yüzyılda Karahanlılar zamanında gerçekleşmiştir. Örneğin Arslan
Gazi Tafgaç Han (v.M.1035)Merv’de bir medrese yaptırmış ve vefatında oraya
defnedilmiştir.263

Fakat tarihçi Nebrâvî, ilk medresenin IV/X.yüzyılda Nişabur’da Beyhakî
medresesi adıyla Nasr b.Sebüktekin tarafından inşa ettirilen medrese olduğunu
tesbit etmektedir.264 İlave olarak ilk Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in de
Nişabur’da 434/1046 yılında bir medrese265 yaptırdığı tesbit edilmiştir.
Görüldüğü gibi Nizamiye medreselerinden önce de medreseler kurulmuştu.
Ancak bu medreseler Nizamiye medreseleri kadar etkili olamadılar. Şayet
etkili olsalardı tarihçiler önemle üzerinde dururlardı. Söz konusu medreseler
camilerde verilen eğitimin biraz daha gelişmiş şeklidir.266

2.Kuruluş Sebebi:

İki nedeni vardır:

1-Amelî ihtiyaçlar: Fakir öğrencilerin okumalarını sağlamak bu türdendir.
Eğitim-öğretimde fırsat ve imkân eşitliğini devlet eliyle bir dereceye kadar sağlamak
yalnız o zaman için değil, bu gün için de çok ileri bir davranıştır.

2-Devlet menfaatleri ve Sünnî olmayan ideolojilere karşı savunma tedbirleri:
Devletin mülkî teşkilat kadrolarının ihtiyacı olan elemanın yetişmesini sağlamaktı.
Tabi ki devlet teşkilatında çalışacak bürokratların devletin istediği vasıflarda
olmaları şarttır. Bu nedenle medreseler devletin istediği vasıfta insanlar
yetiştiriyordu.

Nizamiye medresesinin ilk hocası Ebu İshak Şirazî, halifenin elçisi olarak
Melikşah nezdine Nişabur’a gönderildi.267 Bu esaslar üzerine Nizamülmülk’ün
çabalarıyla Selçuklu Devleti millî bir eğitim anlayışına kavuşmuş oluyordu.268

Nizamülmülk Bağdat’ın ardından Belh, Nişabur, Herat, Isfahan, Basra,
Merv ve Musul269 şehirlerinde de Nizamiye medreseleri kurdurdu. Bunlarla da
kalınmayarak medreseler köylere kadar ulaştı.270 Ancak bu medreselerin bir
çoğu Bağdat Nizamiye medresesinin ilk kademeleri seviyesindeydi.271
Nizamiye medreseleri Bağdat’ın 656/1258 yılında Hülagü yönetimindeki
Moğolların işgaline kadar devam etti.272

Bu medreselere “Nizamiye” adının verilmesi şaşırtıcıdır. Halbuki o zamana
kadar inşa edilen kurumlara sultanların adı verilirdi. Nizamülmülk bu konuda
istisna olmuştur. Sultan Alparslan’ın kendisini geniş yetkilerle donatması bunun
bir nedeni olarak sayılabilir.

22 Eylül 1067 tarihinde açılan Bağdat Nizamiye medresesi273 binaları, öğretim
kadrosu, öğrencileri ve gelir kaynakları ile bir bütün teşkil etmekteydi.

3.Medresenin Gelir Kaynakları: Vakıflar:

Medresenin giderleri kurulan vakıflardan karşılanıyor274 bununla da kalınmayarak
öğrencilere maaş ve burs veriliyor275 bu konuda uzak bölgelerden
gelen öğrencilere öncelik tanınıyordu.276

Bu medrese dünyadaki ilk üniversite olma özelliğini de taşır.277 Zaten Selçuklu
medreselerinin özgün taraflarından birisi de budur. Daimî bir gelir kaynağına
sahip olan bu medreseler, yalnız ilmî ve idarî özerkliğe değil, aynı zamanda
malî özerkliğe de sahip bulunuyordu.

Böylece medreseler eğitim tahsis edilmiş binaları, kütüphanesi, maaş kaygısından
kurtulmuş hocaları, öğrencilerin kalacakları yurtlar ve aldıkları burslar
ile kendilerini kaygısızca ilme verebiliyorlardı.278 Bu haliyle bu kurumlar
sadece zamanının değil, günümüze göre de ileri eğitim kurumları olma özelliği
taşır.279

4.Medreselerde Okutulan İlim Dalları:

İlmî özerkliğe sahip olan hocalar farklı ilim dallarında ders veriyordu. Örneğin
Ebu Nasr Abdülkerim Bağdadî es-Sulî (v.1026) Nizamiye medresesi kurulmadan
önce, Nişabur’da on yedi ilim dalında ders veriyordu. Kendisi, fıkıh,
fıkıh usulü, kelam âlimi olduğu kadar edip, şair ve gramerciydi. Ayrıca feraizde
hesap ve hatta aruz ilminde mahir bulunuyordu.280

Bağdat Nizamiye medresesinde şu dersler okutuluyordu: Kur’an, Hadis,
Şafiî Fıkıh Usulü, Eş’arî Kelamı, Arap Dili ve Edebiyatı, Edeb, Riyaziye,
Feraiz.281

Bu medreselerde söz konusu ilim dallarının yanı sıra matematik, felsefe, tarih,
ahlak, edebiyat da okutuluyordu.282 Ayrıca hitabet, mantık, hendese, tıp ve
cerrahi dallarında da dersler verildiği283 bilinmektedir. Bunlara ilave olarak astronomi
çalışmalarına da değinmek gerekir. Zira 525/1130 yılında Ebu’l Kasım el-
Asturlabî Bağdat’ta Selçuklu sarayında astronomi alanında çalışmalar yapmaktaydı.
284

5.Medresenin Şafiî ve Rafızîlerle Mücadelede Etkisi:

Selçukluları bu büyük eğitim faaliyetine sevk eden sebeplerin başında, devletin
siyaseti icabı Şiî ve diğer Rafızî anlayışlarla mücadele etme zarureti geliyordu.
285

Bu dönemde Fatımî egemenliğindeki Mısır’da pek çok şair yetişmiştir. Bol
bol hediyeler, hil’atlar, ödüller ve çiftlikler verdikleri için, şairler, Fatımî halifelerini
öven çok sayıda şiirler yazıyorlardı. Bu ödül ve bağışları elde etme arzusu,
ehl-i sünnete mensup şairler, Şiî şairleri taklit etmeye sevketmiş, bu sebeple
onlardan bir kısmı, Fatımî sarayı ile ilişki kurmuşlardı.286

Şiîlerin fikir bakımından aşırı olanları vardı ki bunlara “Rafızî” deniyordu.
Bunlar bilinen Şiî inançlarını benimsemekle birlikte sahabilerin çoğunluğunu
küfürle itham etmekle diğer Şiî gruplarından ayrılıyordu.287

Bu dönemde muhaddisler, ister Şafiî-Eş’arî ister Hanbeli-Selefî, isterse de az
da olsa Hanefî olsun, ehl-i sünnet dışına çıkmamışlar ve ehl-i bid’atla şiddetli
bir mücadele içine girmişlerdi.288

Dönemin Abbasi halifesi Mustazhir Billah, Şiî ve Batınî grupların etkileri
artınca İmam Gazalî289 den eserler yazarak onların fikirlerini çürütmesini istemişti.
Bunun üzerine Gazalî, “Kitabu Fedaih el-Batıniyye”, “el-Kısasu’l Müstekîm”,
“Kitabu Kavâsım el-Batıniyye”, “Hüccetü’l Hat”, “Muhassılü’l Hılaf”, “ed-Dercü’l
Merkum” adlı eserlerini yazdı.290

Ancak Nizamiye medreselerinin Batınî-İsmailî fikir ve propagandaları etkisiz
kılmada pek başarılı olamadığı anlaşılıyor. Zira, ders veren bazı Sünnî fakih
ve kelamcıların yaptıkları vaazlar yeni kavgalara neden olmuş ve bu kavgalar
Bağdat’ın sokaklarına taşmıştı.291

D.Sünniliğin Gelişmesi

Abbasilerin ikinci döneminin en önemli özelliği, İslâm dünyasında Sünniliğin
egemenlik elde etmesidir. Ancak bu yeni durum Şiîliğin yeniden teşkilatlanması
sonucunu doğurmuştur.292 Öte yandan bu dönemde sadece Şiîliğe karşı
değil; Mutezile mezhebine karşı da mücadele verilmiştir.293

Sünniliğin, Şiîlik ve diğer mezheplere karşı etkinliği bir günde gerçekleşmedi.
Bu fikir Büveyhîlerin egemenliği altında Şiî ve İsmailî akımlar arasında
varlığını sürdürdü.294

1.Sultan Tuğrul Bey’in veziri Amîdülmülk el-Kündürî:

Amîdülmülk el-Kündürî’nin Mutezile mezhebine mensup olduğu iddia
edilmektedir.295Bu iddiayı tarihçi Abdülkerim Özaydın doğrulamaktadır. İlave
olarak Mutezile-Şiî ifadesini de kullanmaktadır.296 Onun Mutezile mezhebinden
olduğu konusunda ise bütün kaynakların ittifakı vardır.297 Onun Şiîliği konusunda
da ittifak298 olmakla birlikte kanaatimizce Mutezile olması ağırlık kazanmaktadır.
Tuğrul Bey’in Kündürî ile çalışması esasen kendisinin mezhep
farklılığını önceleyen bir tutum içinde olmadığını gösterir.299

Tarihçi Mikail Bayram, Tuğrul Bey’in de Mutezile mezhebine mensup olduğunu
öne sürerek Eş’arilerin hutbelerde lanetlenmesini emrettiğini dile getirir.
Buna bağlı olarak Selçukluların tarih sahnesine çıktıkları bölgeler olan
Mâverâünnehir’de Maturidî mezhebi,Hârizm’de ise Mutezile mezhebinin egemen
olmasının buna neden olduğunu da ortaya koymaktadır.300

Vezir Kündürî’nin Şafiîlerle Eş’arilere düşmanlığı ve özellikle İmam Şafiî
aleyhindeki konuşmaları yüzünden Abdülkerim b.Hevazin el-Kuşeyrî ve İmamu’l
Harameyn el-Cüveynî gibi âlimler Horasan’ı terk ederek kendisine tepki göstermişlerdir.

Daha sonra onun Horasan camilerinde Rafızîlerle birlikte Eş’arilerin
de lanetlenmesini istediği, ancak daha sonra bu tavrından vazgeçtiği rivayet
edilir.301Kündürî’nin tazyikinden nasibini alan Ebu’l Kasım Kuşeyrî, Ebu’l Meâli
el-Cüveynî, Ebu İshak Şirazî gibi büyük fakihler memleketi terk etmişlerdi.302 Bu
olaylar bize Sultan Tuğrul Bey zamanında henüz Selçuklu Devletinin Sünnî bir
ideolojiye sahip olamadığı gösterir.

2.Sultan Alparslan’ın veziri Nizamülmülk:

Kılıç pahasına savunulan Sünnî anlayış ilim kurumları ile de desteklenmişti.
Kündürî’nin minberlerde Eş’arileri lanetleyen ve Şafiî mezhebinden olanları
takip etme politikasına son vererek memleketi terk etmeye mecbur kalmış Ebu’l
Kasım el-Kuşeyrî,İmamü’l Harameyn el-Cüveynî gibi fakih ve âlimlerin geri dönmelerini
sağlamakla işe başlamıştı.303 Nizamülmülk âlimlere büyük değer veriyordu.

304 Melikşah’ın isteğiyle kaleme alıp sultana sunduğu Siyasetnâme’sinde
“Padişahların memleket işleri için âlimlerle meşveret yapması” isimli bir bölüm
vardır.305

Nizamülmülk’ün gayretleri sonucunda Mutezile mezhebi kaybolmaya, ehli
sünnet ise güçlenmeye ve yayılmaya başladı.306 Alparslan döneminde devlet
yönetimine Sünnîlerin alınmasına özen gösteriliyordu.307

Selçuklu Devletinin resmî mezhebinin olması, Sünnî anlayışlar arasında
daha önce görülmemiş bir rekabetin doğmasına sebebiyet vermiştir.308 Bir mezhep
üzerinde devlet himayesinin olması kargaşaya sebebiyet vermişti. Mezhep
taassubu da Sünnî anlayışı gelişme aşamasında derinden sarsmıştı. Öyle ki Bağdat’ta
Şafiîler ile Hanbeliler arasında baş gösteren fitnenin sebebi, Şafiî, mezhebinde
namazlarda besmelenin açıktan okunması ve sabah namazında kunut
dualarının okunmasına Hanbelilerin karşı çıkmalarıdır.309

III.SOSYAL İLİŞKİLER

A.Halife-Sultan İlişkilerinde Yeni Bir Boyut:Evlilikler

463/1070 yılında Alparslan kızını Halife Muktedî ile evlendirdi Alparslan
halifeye mektup yazarak torunu ve veliahtı olup daha sonra Muktedî
Biemrillah adıyla halife olan Udetüddin’in kendi kızıyla evlendirilmesini istemiştir.
Halife de bunu kabul etti.465/1072’de Nişabur’da düzenlenen düğümle
bu evlilik gerçekleşti.310

Muhammed Tapar Bağdat’a giderek kız kardeşini Halife Mustazhir Billah
ile evlendirdi. Bu evlilik 504/1110 yılında gerçekleşti.311

Bu geleneğe Sultan Sencer de uymuş ve kızını Halife Müsterşid ile evlendirdi.
312 Tüm bu evliliklerden ne sultanlar lehine ne de halifeler açısından herhangi
bir siyasî sonuç ortaya çıkmadı. Şimdi de bu evliliklerden bazıları üzerinde
duralım.

1.Sultan Tuğrul Bey’in Yeğeni ile Halife Kaim Biemrillah’ın Evliliği:

Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in kızı Hatice Arslan Hatun ile Halife Kaim
Biemrillah arasında 448/1056 yılında nikâh yapıldı. Gelin Rey’den Bağdat’a
götürüldü.313 Selçuklu tarihi müelliflerinden Azimî bu evlilikle ilgili olarak farklı
bir bilgi vermektedir. Buna göre Halife,Tuğrul Bey’in yeğeni ile oğlu
Zahîredüddin’in nikâhını yapmış,fakat Zahîredüddin’in ölümü üzerine bu evliliği
kendi şahsına çevirtmiştir.314 Oysa ki bu rivayete diğer kaynaklarda yer almamaktadır.

Bu evlilikle ilgili bir diğer rivayet ise halife ile evlenen kız Çağrı Bey’in değil,
Sultan Tuğrul Bey’in diğer kardeşi Davud’un kızıdır.315 Bununla birlikte
İbnü’l Cevzî, İbnü’l Esir, Ebu’l Fida ve Hamid el-Isfahanî’den daha önce yaşamış
olan İbn Kalânisî, Hatice Arslan Hatun’un Çağrı Bey’in kızı olduğunu ifade etmektedir.
Ayrıca tarih araştırmacılarının açıklamaları da bunu desteklemektedir.
316

Kanaatimizce de Hatice Arslan Hatun Çağrı Bey’in kızıdır. Bu evlilikle,
Bağdat-Selçuklu egemenliği boyunca sık denebilecek zaman aralıklarında tekrarlanan
evlilikler yoluyla iki hanedan arasında akrabalık kurma geleneği başladı.
Bu evlilik teklifinin halifeden geldiği bize intikal eden bilgiler arasındadır.
317

Bu evlilikle halife-sultan ilişkileri sağlam bir zemine oturmuş görünüyordu.
Fakat bu evlilik ne halifeye ne de Hatice Arslan Hatun’a mutluluk getirmedi.
Halife eşini hor görmüş, beklediği ilgiyi göstermemiş dolayısıyla Hatice Arslan
Hatun Selçuklu sarayına dönmek durumunda kalmıştı.318

454/1062 yılında Tuğrul Bey halifenin, yeğenine karşı tutumunu öğrendi ve
Arslan Hatun’a bir mektup göndererek onun halifenin sarayından çıkmasını ve
Bağdat’taki sultan sarayına dönmesini ve Rey’e dönmek üzere yol hazırlığı
yapmasını istedi.319 Ayrıca Bağdat’taki şahneye(vali)de mektup yazmış, Arslan
Hatun’un yola çıkarılmasını istemişti. Halife karısının Bağdat’a geri dönmesini
istemişse de320 sultan tarafından kabul edilmemişti.

2.Sultan Tuğrul Bey’in Halife Kaim Biemrillah’ın Kızıyla Evlenmesi:

Tuğrul Bey’in eşi Altuncan Hatun, ölmeden önce sultana halifenin kızıyla
evlenmesini tavsiye ederek, böylece hem dünya hem de ahiret şerefine ulaşacağını
ifade etmişti.321

Siyasî nedenlerle yapılmak istenen bu evliliğin amacı Selçuklu hanedanı ile
Abbasi Halifeliğini birleştirmekti.322

Sultanın bu niyetini sezen halife, bir heyet kurarak girişimlerde bulunmak
ve Hatice Arslan Hatun’un geri getirmek üzere Rey’e gönderdi. Amacı ilişkilerin
daha da kötüye gitmesini önlemekti.323 Halife bununla da kalmayarak sultanı
bu evlilikten vazgeçirmek için büyük miktarda mehir vermesini şart koşmuştu.
324 Zira o zamana kadar hiçbir halife sultanlardan hiç birine kız vermemişti.
325

Nihayet Tuğrul Bey 454/1062 yılında Halife Kaim Biemrillah’ın kızıyla nikâhlandı.
326 Düğün nikâhtan yaklaşık bir yıl sonra gerçekleşti.

Düğün 455/1063 yılında327 Bağdat’ta yapıldı.328 Ardından Rey’e hareket
eden Sultan Tuğrul, şehre varmadan Tacarşat köyünde konaklamıştı. Zira hava
sıcaktı.Rivayete göre burada 455/1063 yılında bunun kanamasından öldü.329 Ali
el-Hüseynî(v.H.622) Tuğrul Bey’in zifafa girdikten sonra öldüğünü330 rivayet
ederse de kanaatimizce bu doğru değildir. Sonuç itibariyle bu evlilik amacına
ulaşmamış ve iki hanedan arasında akrabalık oluşmamıştır.331

Tuğrul Bey’in bu evlilik girişiminin sonuçlarından biri de kendisinden sonraki
hemen bütün sultanların halifelerle akrabalık kurmak istemesini gelenek
haline getirmesidir.332

3.Sultan Melikşah’ın Kızıyla Halife Muktedî’nin Evliliği:

480/1087 yılında Sultanın Bağdat’ı ziyareti sırasında kızı Mehmelek Hatun
ile Halife Muktedî Billah’ın evlendirdi.333 Bu evlilik merasimi muhteşem oldu.
334 İbnü’l Esir bu düğün hakkında “Benzerini Bağdat görmedi.” ifadesini kullanır.
Evliliğin üzerinden iki yıl geçtikten sonra 482/1089 yılında sultanın kızı,
babasına halifeden şikâyetçi oldu ve Bağdat’ta durmaktan sıkıldığını ifade ederek
“Halifenin bana saygısı yok.”dedi. Sultan da elçi göndererek “Kızımı göndersin”
mesajını iletti. Halife kızın gitmesine izin vererek göndermek için hazırlık
yaptı. Sultanın kızı, oğlu Cafer’i de alıp götürmek isteyince halife izin vermedi.
Mehmelek Hatun sert çıkınca halife kabul etmek zorunda kaldı.335

Nihayet sultanın kızı Isfahan’a döndü. Halife ile sultan arasındaki anlaşmazlıklar
bu olaydan sonra başladı ve sultanın ölümüne kadar devam etti. Meselenin
esas noktası da halifenin sultanın kızı Mehmelek Hatun’dan olma oğlu
Ebu’l Fadl Cafer idi. Halife Muktedî’nin önceki hanımından Mustazhir adında
bir oğlu daha vardı. Halife bu oğlunu veliaht yapmak istiyor, Sultan Melikşah
ise çok küçük yaştaki Cafer’i veliaht yapmak ve torununun hem halife hem de
sultan yetkilerine sahip olmasını istiyordu.336

B.Sultanların Bağdat’ta Yaptıkları İmar Faaliyetleri

Selçukluların imar faaliyetlerinde bulunmaları onların Bağdat’ta işgal yoluyla
egemenlik kurma amacında olmadıkları anlamına gelir. Esasen bu bir
Türk geleneğidir.

Selçukluların medeniyet tarihinde en büyük hizmetleri şüphesiz Tuğrul
Bey’den itibaren İslâm dünyasının her tarafını cami, medrese, kütüphane, tıp
okulu, hastane, imaret, zaviye ve kervansaraylar ile doldurmaları, bu kurumlar
için büyük vakıflar yapmalarıydı.337 Mescid ve medrese yapımının bütün Selçuklu
sultanlarının değişmez siyasetleri olduğu bilinmektedir.338

Tuğrul Bey Bağdat’ta çarşılar yaptırmıştı.339 Bu faaliyetlerde Şiî-Sünni tüm
Bağdat’ta yapmıştı.340

İmar faaliyetlerinde Sultan Melikşah dönemi dikkat çeker. Melikşah, ticaret
yollarında asayişi temin etmiş, köprüler yaptırmış, kanallar açtırmış, sular getirtmiş,
uzun yollarda durak yerleri, hanlar ve ribatlar inşa ettirmişti. Kurumların
bakımı için daimî kaynaklar tahsis etmiş, vakıflar yaptırmıştı.341

Melikşah’ın icraatlarından birisi de hac yollarının güvenliğidir. Yolcuların
dinlenmesi için hanlar yaptırdı.342 İlave olarak Bağdat’ta bir de cami yaptırdı.343
502/1108 yılında Muhammed Tapar Bağdat’taki Daru’l Memleke(Sultan sarayı)
tamir edilmesini emretti.344 Fakat dönemin halifesi Mustazhir Billah, Selçuklulara
bayrak açtı ve Bağdat’ta Tuğrul şehri olarak bilinen bölgeyi ve surlarını
yıktırarak yerine Selçuklulara karşı koyabilmek için yeni bir sur inşa ettirdi.

345 Muhammed Tapar’dan sonra, Selçuklu egemenliği zayıfladığından bayındırlık
faaliyetleri devam etmedi.

IV.EKONOMİK İLİŞKİLER

A.IV-V/X.XI.Yüzyıllardaki İslâm Dünyasındaki Ekonomik Durum

Bu dönem ekonomik gelişmede hem bir zirve hem de gerilemenin başlangıcıydı.
Bu yüzyıl ticaret ve sarraflıktaki gelişmenin zirveye ulaşmasına tanık
oldu.Yine bu yüzyılda Büveyhîler döneminin aksine tarım ve çeşitli sanayi dalları
gelişti.346 Ticarî hayat canlandı ve para değer kazanmaya başladı.347

Selçukluların gelişiyle Bağdat’taki ayyarlar ortadan kaldırılmış, asayiş sağlanmış,
ekonomide de kıpırdanmalar olmakla birlikte348 Selçukluların gelişiyle
Bağdat’ta ekonomik yönden ciddî gelişme olmamıştır.349 Ekonomik durum hâlâ
kötü idi. Servet adaletli dağıtılmıyordu.350

B.Ekonomik Durumla İlgili Bazı Veriler

1 koyun 14 gümüş dirhem=20 veya 22 dirhem=1 altın dinar

1 sığır 57 dirhem

1 kat elbise 10, 12, 14 ,21 dirhem

1 ipek elbise 40 dinar

1 dirhem 5 inci

1 at 11 veya 25 dirhem

Anlaşılan Tuğrul Bey zamanında Anadolu’da Hıristiyanlardan
3.000,4000,6.000 dirheme bir köy satın alınabiliyordu.351

Ev fiyatlarının normal zamanlardan çok yüksekti. Bağdat’ta kıymetleri
3.000 dinardan 30.000 dinara352 kadar olan evler vardı.353

Para kazanmanın güçlüğü belirtilirse sermaye biriktirmenin de ne kadar
zor olduğu kendiliğinden anlaşılır. Ayda 10, 12, 15 ,16 dirhem ücret alan işçi de
vardı.354

Buna karşılık divanda çalışan memurların maaşları çok yüksekti. Ayda 70
dinar ile 150 dinar arasında değişiyordu. Görülüyor ki işçi bir aylığı ile bir normal
elbise, divanda çalışan bir memur da bir aylığı ile kolaylıkla bir ipek elbise
satın alabiliyordu.

Yine görünüşe göre ticaret çok daha kârlı idi. Tuğrul Bey’e borç para veren
Hüseyin Selmasî, Bağdat’ta 10.000 dinarlık zeytin yağını, 20.000 dinara satarak
%100 kâr elde etmişti.355

Herkes ticareti bu kadar büyük sermaye ile yapamıyordu. Örneğin üç kişi
ortalama 13, 17, 20 dirhem koyarak ticaret yapıyordu ve 10 dirhem kâr elde edi-
yordu.356 Küçük ticaretin kâr haddi çok defa bundan fazla oluyordu. Üç kişi 12
dirheme satın aldıkları bir elbiseyi 19 dirheme satarak %58 kâr elde edebiliyorlardı.
357

C.Gelir Kaynakları

Bu dönemde gelir kaynaklarının başında iktalar358 geliyordu. Bunun dışında
ekonomi şu faaliyetlerle işlemekteydi:

1-Tarıma dayalı ekonomi,
2-İmâlata dayalı ekonomi,
3-Ticarete dayalı ekonomi.359

Ekonomi yönetimi Selçukluların elinde bulunmakla beraber, halife Selçuklulardan
çekindiği için hazineyi koruma altına aldı.360 Selçuklular harap olan
tarımı kısmen de olsa yoluna koydular.361 Pamuk üretimini yaygınlaştırdılar.362

Abbasilerin ikinci döneminde fetihler durduğu için ekonomi zayıflamaya
başlamıştı. Halife gelirleri artırmak için vergileri artırmış ve yeni vergiler ihdas
etmişti. Bu vergilerden biri de veraset vergisiydi. Fakat Tuğrul Bey, Bağdat’a
gelince şer’î olmayan bu vergiyi kaldırmış, ayrıca divan kurarak yapmak istedikleri
müsadereyi de durdurmuştu.363

Diğer bir gelir kaynağı da halife ve sultanın birbirlerine sundukları hediyelerdi
ki büyük bir ekonomik değere haizdiler.

Selçuklu veziri Amîdülmülk el-Kündürî, Alparslan tarafından vezirlikten
azledildiği zaman, 300 gulamından ve sayısı bilinmeyen cariyelerinden başka,
1000 dinarla 70.000 dirhem bırakmıştı.364

Verdiğimiz bu bilgiler Selçukluların Bağdat’taki egemenliklerinin sadece
siyasî olmadığını, bununla beraber ekonomik olarakta bölgeye katkı sağlamak
amacında olduklarını ortaya koymaktadır.

D.Bağdat ile Ortaasya Arasındaki Kervan Ticareti

1.Bağdat’ın Konumu:

Şüphesiz bölgenin en önemli şehri Bağdat’tı.365 Bağdat’ın ticaretteki öneminin
artmasıyla Kayravan, Kartaca gibi şehirler önemini kaybetmişti.366
Bağdat’ın Dicle nehrinin iki yakasında kurulması taşımacılıkta nehirden yararlanılmasını
sağlamıştı.367

2.Ticaret Yolları ve Kervan Ticareti:

Halifeler ve emirler ticarete özel bir önem veriyorlardı. Yolların güvenliğine
de önem veriliyordu. Bu yolların en önemlileri;

1-Bağdat’tan Çin’e, Semerkand’a ve Türkistan’a giden kara yolu,
2-Bağdat’tan Rusya’ya, Cürcan’a ve Hazar denizine ulaşan kara ve deniz
yolu.368

Bağdat’ın merkez olduğu yol sistemine göre Ortaasya’ya giden en önemli
yol, Hulvan ve İran üzerinden gidiyordu.369 Yani halifeliğin yönelişi
Ortaasya’ya doğru idi.

Ortaasya’lı tüccarlar Buhara ve İran yolunu kullanarak Bağdat’a geliyorlardı.
370

3.İhraç ve İthal Ürünleri ve Köle Ticareti:

Tekstil ihraç ürünlerinin başında geliyordu.371 İthal ürünleri ise pamuk,
ipek, ipek kürk ve kâğıttır. Bunlardan pamuk üretiminin Mezopotamya’da yapılmasına
rağmen ithal edilmesi dikkat çekicidir. Bu ürünler Mâverâünnehir
bölgesinden getiriliyordu.372 Kâğıt bu bölgeden getirilmeden önce Mısır’dan
getiriliyordu.373

Öte yandan silah yapımında ihtiyaç duyulan demir, kalay gibi madenler,
Kafkasya, Urallar ve Altay bölgesinden ithal ediliyordu. Altın, gümüş gibi değerli
madenler de ithal ediliyordu. Altın Kafkasya, Altay, Ural, Tibet ve Türkistan374
dan gümüş ise Ortaasya ve İran’dan getiriliyordu.375

Abbasilerin ilk döneminde yoğun şekilde Bağdat’a ve Irak’ın değişik bölgelerine
getirilen köleler çeşitli işlerde çalıştırılıyordu. Bu politika ikinci Abbasi
asrında da devam etti. V/XI.yüzyılda ise Türkler Bağdat’a artık köle olarak değil
egemen güç olarak gelmeye başladılar.376

Abbasi halifeleri kölelere hakir gözle bakmamışlardı. Çünkü onlardan çoğunun
annesi köle377 idi. Halife ve diğer devlet adamları Arap olmayanlardan
cariye edinmeye önem vermiş, hatta çoğu zaman cariyeleri hür Arap kadınlarından
üstün tutmuşlardı.378

Köle kaynağının kurumasında artık Abbasi Halifeliğinin doğal sınırlarına
ulaşıp gerilemeye başlaması ve doğuda Selçukluların etkin bir güç haline gelmeleri
etkili olmuştu.

SONUÇ

Selçukluların yükselişi Abbasi halifesi Kaim Biemrillah’ın dikkatini çekmiş,
elçiler göndermesiyle de ilk diplomatik ilişkiler kurulmuştur.
Halifenin, Sultan Tuğrul Bey ile ilişki kurmak istemesinin nedeni Fatımî
yayılmacılığı ve buna paralel olarak gelişen Bağdat’taki Büveyhî yönetiminin
baskıları ve Arslan Besâsirî unsurudur.

Bağdat’a davet edilen Tuğrul Bey’in 447/1055 yılında Bağdat’a girişi Abbasi
tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu yeni döneme “İkinci Türk
dönemi” denilmesi yanlış olmaz.

Tuğrul Bey’in Bağdat’a girişinin en önemli sonuçlarından biri de hiç şüphesiz,
Şiî Büveyhî yönetiminin yıkılarak Sünnî yönetiminin egemen olmasıdır. Bu
bağlamda Mısır’da kurulan Fatımî Devletinin yayılmacılığına da engel olunmuştur.

Türk egemenliğin siyasî sonuçlarına bakacak olursak en önemli sonucunun
halifeliğin siyaseten Selçukluların eline geçtiğini söyleyebiliriz. Abbasi halifeleri
ise bundan böyle dinî bir otorite olarak varlıklarını sürdürmeye başladılar.
Tuğrul Bey’in Bağdat’a girişi esas itibariyle askerî bir sefer olmakla birlikte,
beraberinde kültürel, sosyal ve ekonomik ilişkileri ve icraatları da bulundurmaktaydı.

Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün çabalarıyla önce Bağdat’ta
ardından diğer önemli merkezlerde kurulan Nizamiye medreseleri, Selçukluların
bölgeye gelişlerinin sadece askerî bir seferden ibaret olmadığını ortaya
koymaktadır. Ardından Selçuklu sultanlarının halifelerle akrabalık ilişkileri
kurmak istemeleri siyaseten de olsa siyasî amaçların dışında başka nedenlerin
de varlığına işaret etmektedir.

Selçukluların Bağdat’a gelişleriyle beraber Türkistan bölgesiyle var olan
ekonomik ilişkiler artarak devam etmiştir.

Selçukluların Bağdat’a girişiyle beraber gelişen olaylar, yapılan icraatlar İslâm
dünyasında etkileri günümüze kadar gelen önemli sonuçlar doğurmuştur.
©

dipnotlar

* Bu makale aynı isimle 01.07.1998 tarihinde Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünce
kabul edilen Yüksek Lisans tezinin özetidir.
** Dr., Başöğretmen, Konya Selçuklu İmam-Hatip Lisesi.
1 C.E.Bosworth,The Ghaznawids: Their Empire in Afganistan and Eastern Iran,Edinburg, 1963,
27-98; M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara, 1979, I, 35.
2 M.Kabir, The Buvaihid Dynasty of Baghdad, Calcutta,1964, s.1-115; M.Altay Köymen, a.g.e, I,
37.
3 M.Altay Köymen, a.g.e, I, 38.
4 V.V.Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Ankara, 1990, s.291
5 Menşur: Halife, Sultan ya da padişah tarafından verilen vezirlik, müşirlik rütbesinin fermanı.
(Örneklerle Türkçe Sözlük, MEB, İstanbul, III, 1942)
6 V.V.Barthold, a.g.e, s.290.
7 Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1990, s.290.
8 Beyhakî, Ebu’l Fadl, Tarih-i Mes’udî, nşr. Gani ve Said Nefisî, s.284, Tahran, 1319-32 (1940-53),
nşr. M.R.Waldman, Chicago, 1974, Rusça, çev.Arends, Istoria Mes’ud, 1030-1041, Taşkent,
1962, s.286.
9 Beyhakî, a.g.e, nşr. Gani, s.607,nşr.S.Nefisî, s.738; bkz. M.Altay Köymen, a.g.e, I, 321.
10 Montgomery Watt, İslâm Nedir, çev.Elif Rıza, İstanbul, 1993, s.167.
11 Mevdudî, Ebu’l A’la, Selçuklular Tarihi, çev. Ali Genceli, Ankara, 1971, s.29.
12 Erdoğan Merçil, “Büveyhîler”, DİA, İstanbul, 1992, VI, 499; ayrıca bkz. Seyfullah Kara, Büyük
Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul, 2007, s.37.
13 Philip K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980, III, 763.
14 Philip K.Hitti, a.g.e., III, 740; İsamüddin Abdurrauf el-Fakî, a.g.e., s.238; Yusuf el-Iş, Tarihu’l
Asri’l Hilâfeti’l Abbasiyye, thk.Muhammed Ebu’l Ferec el-Iş, Dımaşk, 1982, s.187; Hasan İbrahim
Hasan, İslâm Tarihi, çev. Komisyon, İstanbul, 1985, IV, 1974.
15 Hasan İbrahim Hasan, en-Nuzumu’l İslamiyye, Kahire, 1970, s.82.
16 Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul, 2007, s.39.
17 Said Abdülfettah Âşur, Tarihu’l İslâm ve Hadaratih, Kahire, 1987, s.466.
18 M.Şemseddin Günaltay, “Selçukluların Horasan’a İndikleri Zaman İslâm Dünyasının Siyasal,
Sosyal, Ekonomik ve Dinî Durumu”, Belleten, Ankara, 1943, Sayı:25, VII, 87; E.L.Daniel,
“Abbasid Dynasty”, Encyclopedia of Asian History, New York, 1988 ,I, 4.
19 Bundarî, Zubdetü’n Nusre, nşr. M.Th.Houtsma, Leiden, 1889, s.7-8;Kıvamüddin Burslan, Irak
ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul, 1943, s.4-5; bkz.M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı,
İstanbul, 1976, s.34.
20 M.Altay Köymen, a.g.e, s.35; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1992, s.18;George
Makdisî, “The Marriage of Tughril Beg”, International Journal of Middle East Studies,
Cambridge, 1970, I, 259; Yüksel Arslantaş, “Büyük Selçuklu Devleti ile Abbasi Halifeliği Arasındaki
İlk Münasebetler”, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul, 1995, s.143.
21 İbn Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Beyrut, 1990, XII, 80; İbnü’l Cevzî, Ebu’l Ferec Abdurrahman
b.Ali,el-Muntazam fi Tarihi’l Mulüki ve’l Ümem, Haydarabad, M.1940/H.1359, VIII, 116,233.
22 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, Haydarabad, tsz. VIII, 233; İbn Hallikan, Vefeyatü’l A’yan,
thk.Muhyiddin Abdülhamid, Kahire, 1948, IV, 157; İbn Kesir, a.g.e, XII, 51; Ahmed Cevdet, Kısas-
ı Enbiya, hzr.Mahir İz, İstanbul, 1973, s.116.
23 C.Brockelmann, “Maverdî”, İA, İstanbul, 1957, VII, 409.
24 İbnü’l Esir, el-Kamil fi’t Tarih, nşr.Tornberg, Beyrut, 1966, IX, 351; M.Altay Köymen, Tuğrul
Bey ve Zamanı, s.36.
25 İbn Kesir, a.g.e, XII, 51.
26 M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.36.
27 Azimî, Tarih (Selçuklular dönemiyle ilgili bölümler) çev.Ali Sevim, Ankara, 1988, s.6; İbnü’l
Esir, a.g.e, IX, 609
28 George Makdisî, a.g.e, s.82; M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.37.
29 George Makdisî, a.g.e, s.82; M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.38.
30 Azimî, a.g.e, s.13.
31 Zübdetü’t Tevarih sahibi Ali b.Nasır el-Hüseynî, söz konusu tarihi 449/1057 olarak vermekte ise
de kaynaklarımızın çoğu 447/1055 tarihi üzerinde birleşmektedir.(Ali b.Nasır el-Hüseynî,
Zübdetü’t Tevarih, thk. Muhammed Nureddin, b.y.y (basım yeri yazılmamış, tsz. s.59)
32 Şevki Dayf, Asru’d Düvelü ve’l İmârât, b.y.y (basım yeri yazılmamış), tsz. s.492; C.E.Bosworth,
a.g.e, s.122.
33 Yusuf el-Iş, Tarihu’l Asri’l Hilafeti’l Abbasiyye, thk.Muhammed Ebu’l Ferec el-Iş, Dımaşk,
1982, s.187; Ali İbrahim Hasan, Tarihu’l İslamiyyi’l Âmm, Kahire, tsz.s.459; A.Davud Cevdet,
Medinetü’r Remle, Beyrut, 1986, s.167.
34 Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1992, I, 260.
35 H.İbrahim Hasan, a.g.e, V, 21.
36 Hil’at: Halife ve hükümdarlar tarafından verilen şeref elbisesi. (Mehmet Şeker, “Hil’at”,DİA,
İstanbul, 1998, XVIII, 22)
37 İbn Kesir, a.g.e, XII, 67.
38 Hüseyin Emin, Tarihu’l Irak fi’l Asri’s Selçukî, İskenderiye, 1965, s.65.
39 Hüseyin Emin, a.g.e, s.66; İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, İstanbul, 1966, X, 366; Muhammed
Hudari Bek, Muhadaratü Tarihi’l İslamiyye, Mısır, 1970, s.421;Mevdudî, a.g.e, s.199.
40 D.Sourdel, “Kaim Biemrillah”, The Encyclopedia of Islam, Leiden, 1978, IV, 458.
41 Ebu’l Fida, İmâduddin İsmail b.Ali,el-Muhtasar fi Ahbâri’l Beşer, Kostantiniyye, tsz., II, 173;
İbn Kesir, a.g.e, XII, 66; Ahmed Cevdet, a.g.e, V, 124.
42 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 173.
43 Ahmed Ateş, “Deylem”, İA, İstanbul, 1965, III, 573; İsamüddin Abdurrauf el-Fakî, a.g.e, s.239;
M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.47; Yusuf el-Iş, a.g.e, s.19.
44 İslâm devletlerinde bir hükümdarın meşruiyet kazanması onun saltanatının halife tarafından
tasdik edilmesiyle mümkün olurdu. Bunun ilk şartı da hükümdarın kendi ülkesinde halife
adına hutbe okutmasıydı. (Mustafa Baktır, “Hutbe”, DİA, İstanbul, 1998, XVIII, 426, 427.)
45 Reşidüddin Fadlullah, Camiu’t Tevarih Zikru Tarih-i Âli Selçuk, II, cüz:5, Yay. Ahmed Ateş,
Ankara, 1999, s.21, 22.
46 André Miquel, İslâm Medeniyeti Doğuştan Günümüze, çev.Ahmet Fidan, Ankara, 1991, I, 246.
47 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular Tarihi, İstanbul, 1992, s.81.
48 D.Sourdel, “Khalifa”, The Encyclopedia of Islam, I, 942.
49 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 175.
50 M.Altay Köymen, a.g.e, s.40.
51 Ebu’l Fida, a.g.e, s.II, 175.
52 İbn Kesir, a.g.e, XII, 68.
53 Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, I, 260.
54 Erdoğan Merçil, “Besâsirî”, DİA, İstanbul, 1992, V, 528, 529.
55 bkz.Abdülkerim Özaydın, “Mustansır Billah el-Fatımî, DİA, İstanbul, 2006, XXXII, 119-121.
56 Ahmed b.Mahmud, Selçuknâme, hzr.Erdoğan Merçil, İstanbul, 1977, I, II.
57 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 84; Ahmed b.Mahmud, a.g.e, I, 41.
58 Hille: Bağdat yakınlarında meşhur bir köy.Bağdat’a kara yoluyla üç fersah mesafededir. (Yakut
el-Hamevî, Mu’cemu’l Buldan, Beyrut, tsz. II, 295.)
59 Azimî, a.g.e, s.13; Celaleddin es-Suyutî, Tarihu’l Hulefa, Hamiş: Abdurrahman Helfî, Kahire,
1887/1305, s.167, Ahmed b. Mahmud, a.g.e, I,38.
60 İbn Kalânisî, Tarihu Dımaşk, thk. Süheyl Zekar, Dımaşk, M.1983/H.1403, s.143; İbn Kesir,
a.g.e, XII, 84; İbnü’l Adîm, a.g.e, s.1.
61 İbn Kalânisî, a.g.e, s.145.
62 İbn Kesir, a.g.e, XII, 66;Celaleddin es-Suyutî, a.g.e, s.167.
63 Ebu’l Fida, a.g.e,II,176.
64 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.26; Azimî, a.g.e, s.12; İbnü’l Esir, a.g.e, IX, 641; İbn Kesir,
a.g.e, XII, 77.
65 İbn Kalânisî, a.g.e, s.146; Celaleddin es-Suyutî, a.g.e, s.167.
66 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.26; İbn Kalânisî, a.g.e, s.144; Suyutî, a.g.e, s.167.
67 İbnü’l Esir, a.g.e, IX, 641;İbnü’l Adîm, a.g.e, s.3;Ebu’l Fida, a.g.e, II, 177; Azimî, a.g.e, s.13;İbn
Kesir, a.g.e, XII, 80.
68 H.İbrahim Hasan, en-Nuzumu’l İslamiyye, s.82.
69 İbn Kesir, a.g.e, XII, 78.
70 İbn Kesir, a.g.e, XII, 81.
71 İbn Kalânisî, a.g.e, s.149;İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman s.53; İbnü’l Esir, a.g.e, IX, 646; Ebu’l
Fida, a.g.e, II, 178.
72 İbn Kesir, a.g.e, XII;82; İbn Tiktaka, Muhammed b.Ali b.Tabataba, el-Fahri, Beyrut, tsz., s.293.
73 Ahmed b.Mahmud, a.g.e, I, 44; İbn Kalânisî, a.g.e, s.147; İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.63;
İbnü’l Esir, a.g.e, IX, 649; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 179; Azimî, a.g.e, s.15.
74 Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya Kadar), Ankara, 1987,
s.8.
75 İbnü’l Esir, a.g.e, IX, 633.
76 İbnü’l Esir, a.g.e, IX, 634; İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.107; İbnü’l Cevzî, el-Muntazam,
VIII, 233; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 176.
77 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, VIII, 181-182; D.Sourdel, “Kaim Biemrillah”, The Encyclopedia of
Islam, IV, 458.
78 M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.41.
79 Said Abdülfettah Âşur, a.g.e, s.165.
80 Desmond Steward, Batılı Gözüyle İslâm Kültür ve Medeniyeti, çev. Müjdat Kayayerli, İstanbul,
1994,s.137.
81 V.Minorsky, “Rey”, İA, İstanbul, 1964, IX, 722; C.Brockelmann, a.g.e, s.142.
82 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.90;Suyutî, a.g.e, s.168,Hamid el-Isfahanî, Muhammed
b.Hamid, Tarihu Devleti Âli Selçuk, Beyrut, H.1400/M.1979, s.30;Reşidüddin Fadlullah, a.g.e,
II, cüz:5, s.27.; ayrıca bkz. İbrahim Kafesoğlu, “Alparslan”, DİA, İstanbul, 1989, II, 526-530.
83 M.Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, I, 99.
84 M.Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, I, 11.
85 Ayyar: Ortaçağ İslâm dünyasında daha çok kendi çıkarları için toplum düzenini bozan zümreler
hakkında kullanılan bir tabir. (Abdülkadir Özcan, “Ayyar”, DİA, İstanbul, 1991, IV, 296)
86 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, VIII, 234; İbnü’l Esir, a.g.e, X,27.
87 M.Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, I, 101.
88 Zekeriya Kitapçı, a.g.e, s.102.
89 Peter B.Golden, “Toghril Beg”, Dictionary of the Middle Ages, New York, 1989, XII, 67.
90 P.K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev.Salih Tuğ, İstanbul, 1980, III, 749.
91 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 35; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 184.
92 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 184.
93 Zekeriya Kitapçı, a.g.e, s.105, 106.
94 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.113; İbn Kesir, a.g.e, XII, 107.
95 İbnü’l Adim, Kemaleddin Ebu’l Kasım Ömer b.Ahmed (v.H.660/M.1261), Buğyetü’t Taleb fi
Tarihi’l Haleb (Biyografilerle Selçuklular Tarihi), çev.Ali Sevim, Ankara, 1982.
96 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Komisyon, İstanbul, 1992, VII, 122.
97 M.Altay Köymen, a.g.e, I,35, İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 368.
98 İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 368.
99 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.152.
100 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.155; Ali Sevim, “Malazgirt Muharebesi”, DİA, Ankara, 2003,
XXVII, 482.
101 M.Altay Köymen, a.g.e, I, 107.
102 Melikşah: Daha küçük yaşta iken babası ona özel ilgi ve ihtimam gösterdi ve Gürcistan seferine
çıkarken oğlunu da yanında götürdü. Melikşah, vezir Nizamülmülk ile karargâhta kalıp babasına
vekâlet etti. (456/1064). Daha sonra bizzat Melikşah’ın da katıldığı bir kuşatma sonucunda
Bizans kuvvetlerince korunan bir kale ele geçirildi. (Abdülkerim Özaydın, “Melikşah”, DİA,
Ankara, 2004, XXIX, 54.)
103 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 50; Hüseyin Emin, a.g.e, s.73; İsamüddin Abdurrauf el-Fakî, a.g.e, s.269;
Mevdudî, Selçuklular Tarihi, s.250.
104 Şinasi Altundağ, “Kaim Biemrillah”, İA, İstanbul, 1967, VI, 103.
105 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 73.
106 İbnü’l Cevzî, Mir’atü’z Zaman, s.160, Ebu’l Fida, a.g.e, II, 189; İbn Kesir, a.g.e, XII, 106.
107 İbnü’l Cevzî,Mir’atü’z Zaman, s.160; İbnü’l Esir, a.g.e, X, 76; Ebu’l Fida, a.g.e, II,189; İbn Kesir,
a.g.e, XII, 106.
108 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 191; Azimî, a.g.e, s.21.
109 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, VIII, 292; İbn Kesir, a.g.e, XII, 108.
110 Hamid el-Isfahanî, a.g.e, s.53.
111 İbn Kesir, a.g.e, XII, 111.
112 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 155.
113 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953,
s.94.
114 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 156;Ahmed Cevdet, a.g.e, V, 152; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devri
Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.95.
115 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul,1 993, s.208.
116 İbrahim Kafesoğlu, “Melikşah”, İA, VII, 671.
117 Isfahan: İran’ın dördüncü büyük şehri ve aynı adı taşıyan eyaletin merkezi.Isfahan’ın Selçuklular
zamanında asıl gelişmesi Sultan Melikşah’ın Devletin merkezini Rey’den buraya nakletmesiyle
başlar. Şehir bu dönemde büyük bir imar faaliyetine sahne oldu. Başşehir olması sebebiyle
Isfahan, Sultan Melikşah’ın ölümünün ardından ortaya çıkan taht kavgalarında önemli bir
rol oynadı…(Osman Gazi Özgüdenli, “Isfahan”, DİA, İstanbul, 2000, XXII, 497-502.); ayrıca bkz.
İlber Ortaylı, Eski Dünya Seyahatnamesi, Ankara, 2007, s.116-125.
118 İbn Kalânisî, a.g.e, s.200.
119 Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, s.59.
120 Osman Turan,. a.g.e, s.214.
121 İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 372.
122 Osman Turan, a.g.e, I, 196.
123 Ravendî. Muhammed b.Ali, Rahatü’s Südur ve Ayetü’s Sürur, çev.Ahmed Ateş, Ankara, 1957,
I, 151, 152.
124 Nizamülmülk: Büyük Selçuklu Veziri, Ortaçağ İslâm dünyasının en başarılı Devlet adamlarından.
Nizamülmülk, Çağrı Bey’in ölümünün ardından Tuğrul Bey döneminde (1040-1063) Horasan’ı
yönetti. Alparslan’ın, kardeşi Süleyman ile giriştiği taht kavgası sırasında Alparslan’ın
yanında yer aldı. İdarî ve siyasî kabiliyetleriyle onun dikkatini çekti. Alparslan tahta geçtikten
bir ay sonra Kündürî’yi azledip yerine Nizamülmülk’ü tayin etti. (455/1063) Malazgirt Muharebesi
hariç Alparslan’ın bütün seferlerine katılan Nizamülmülk, bu savaşların kazanılmasında
ve Kutalmış’ın isyanının bastırılmasında ve Kutalmış’ın isyanın bastırılmasında önemli rol
oynadı. Sultan Melikşah’ın rakiplerini bertaraf ederek tahta geçmesinde büyük hizmetleri oldu.
Sultan Melikşah zamanında devlet için ciddî bir tehlike teşkil eden Hasan Sabah ve adamlarıyla
mücadeleyi bir devlet politikası haline getirdi. (Abdülkerim Özaydın, “Nizamülmülk”,
DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 194, 195.)
125 İbn Kalânisî, a.g.e, s.200; İbnü’l Cevzî, a.g.e, IX, 66; İbnü’l Esir, a.g.e, X, 204, 313, 317;İbnü’l
Adim, a.g.e, s.59; İbn Hallikan, a.g.e, I,397; Zehebî, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed
b.Ahmed b.Osman (748/1347), Siyeru A’lami’n Nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnavud-Muhammed
el-Araksusî, Beyrut, 1983-1985, XIX, 95.
126 Ravendî, a.g.e, I, 131, 132.
127 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.205.
128 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.206, 208
129 Seyfullah Kara, a.g.e, s.141.
130 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.207.
131 Ali İbrahim Hasan, a.g.e, s.466.
132 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, IX, 74.
133 İbn Tiktaka, a.g.e, s.296; Suyutî, a.g.e, s.170; Ahmed b.Mahmud, a.g.e, I, 164.
134 İbn Hallikan, a.g.e, IV, 375.
135 İbn Hallikan, a.g.e, IV, 375; Suyutî, a.g.e, s.170.
136 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, IX, 74.
137 Ebu’l Fida, a.g.e, IV, 374: İbn Kalânisî, a.g.e, s.200.
138 Zekeriya Kitapçı, a.g.e, s.153.
139 Hüseyin Emin, a.g.e, s.78.
140 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.210.
141 İbn Hallikan, a.g.e, IV, 375.
142 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 203.
143 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.49.
144 H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 46.
145 Abdülkerim Özaydın, “Berkyaruk”, DİA, İstanbul, 1992, V, 514-516.
146 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.47.
147 Mevdudî, a.g.e, s.38.
148 P.M.Holt, Haçlılar Çağı, 11.Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, çev. Özden Arıkan, İstanbul, 1999,
s.11.
149 Abdülkerim Özaydın, “Melikşah”, DİA, XXIX, 57.
150 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 214; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 203; Suyutî, a.g.e, s.170.
151 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 213.
152 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.213.
153 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 215
154 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.52.
155 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, IX, 81; Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.170.
156 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.52; Suyutî, a.g.e, s.170.
157 Hüseyin Emin, a.g.e, s.79; İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 374.
158 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 231; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 214.
159 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 372.
160 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 229.
161 Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, s.61.
162 Abdülkerim Özaydın, “Berkyaruk”, DİA, İstanbul, 1992, V, 515.
163 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 303.
164 İbn Hallikan, a.g.e, IV, 163.
165 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 304.
166 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 293.
167 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 212.
168 İbn Kalânisî, a.g.e, s.223.
169 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 307; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 213.
170 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 307.
171 Çağatay Uluçay, İlk Müslüman-Türk Devletleri, İstanbul, 1965, s.55.
172 Hüseyin Emin, a.g.e, s.82.
173 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 369; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 216.
174 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 369.
175 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 370; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 216.
176 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 217.
177 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 227.
178 Abdullah Nasıh Ulvan, Kudüs Fatihi Selahaddin-i Eyyubî, çev.Mustafa Salih Çakmaklı, İstanbul,
1992, s.63.
179 P.M.Holt, a.g.e, s.9.
180 İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 374.
181 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, IX, 110; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 225.
182 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VII, 159.
183 İbnü’l Cevzî, a.g.e, XII, 164; Suyutî, a.g.e, s.172.
184 İbn Kesir, a.g.e, XII, 164; Suyutî, a.g.e, s.172.
185 İbn Kalânisî, a.g.e, s.239.
186 Ahmed Cevdet, a.g.e, V, 191.
187 Suyutî, a.g.e, s.284.
188 İbnü’l Esir, a.g.e, X,161-163.
189 Nevzat Kösoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, İstanbul, 1990,
s.61.
190 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 305.
191 İsamüddin Abdurrauf el-Fakî, a.g.e, s.276.
192 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.57; M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, II, 150
193 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 322.
194 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VII, 160.
195 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 222; İbn Kesir, a.g.e, XII, 166.
196 Nevzat Kösoğlu, a.g.e, s.62.
197 İran’da Nizârî-İsmâilî Devleti’nin kurucusu. bkz. Abdülkerim Özaydın,“Hasan Sabbah”, DİA,
İstanbul, 1997, XVI, 347, 348.
198 İran’da Elburz dağları üzerinde, Kazvin’in kuzeydoğusunda yer alan müstahkem bir kale.
Kale asıl şöhretini Haşşaşîn’in lideri ve İsmâilî Devletinin kurucusu Hasan Sabbah’a borçludur.
bkz. Abdülkerim Özaydın, “Alamut”, DİA, İstanbul, 1989, II, 336, 337.
199 Kazvinî, Zekeriya b.Muhammed b.Mahmud (862/1283),Âsaru’l Bilâd ve Ahbâru’l İbad, Beyrut,
b.t.y (basım tarihi yazılmamış), s.301; Ahmed Ateş, Gazali’nin Batınîlerin Belini Kıran Delilleri,
Kitâbu’l Kavâsım el-Batıniyye, AÜİF Dergisi, Ankara, 1954, III-I, II, 23-54; Hüseyin Emin, a.g.e,
s.84.
200 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 528, 529.
201 Ahmed b.Mahmud, a.g.e, II, 42.
202 Hüseyin Emin, a.g.e, s.263;Çağatay Uluçay, a.g.e, s.49.
203 Ahmed b.Mahmud, a.g.e, II, 42.
204 İbnü’l Cevzî,el-Muntazam, IX,193; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 229;Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.57.
205 Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (511/1118), Ankara,
1990, s.150.
206 İbnü’l Cevzî,el-Muntazam, IX, 196; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 229.
207 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.67.
208 İbn Kalânisî, a.g.e, s.321; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 231.
209 Abdülvehhab en-Nüveyrî, Nihayetü’l Erab fi Fünuni’l Edeb, thk.Said Âşur,b.y.y, 1985, s.15.
210 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 230.
211 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 231; Azimî, a.g.e, s.41.
212 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 459.
213 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VII, 170.
214 İbnü’l Cevzî, a.g.e, VII, 9, 10.
215 M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, II, 230.
216 İbn Kalânisî, a.g.e, s.322.
217 M.Altay Köymen, a.g.e, II,91.
218 İbnü’l Cevzî, a.g.e, IX, 255-259.
219 Azimî, a.g.e, s.51.
220 İbnü’l Cevzî, a.g.e, X,4.
221 İbnü’l Cevzî, a.g.e, X, 24.
222 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 676.
223 İbnü’l Cevzî, a.g.e, X, 26.
224 Mes’ud b. Muhammed Tapar: Sultan Muhammed Tapar’ın oğludur. Henüz üç yaşında iken Türk
Devlet geleneğine göre merkezi Musul olan el-Cezire valiliğine gönderildi ve Mevdud
b.Altuntegin kendisine atabeg tayin edildi. Emir Mevdud’un 507/1113 yılında Dımaşk’ta Bâtıniler
tarafından öldürülmesi üzerine yerine getirilen Aksungur el-Porsukî başarılı olamadığından
azledildi. Sultan Muhammed Tapar öldüğünde (511/1118) Mes’ud atabegiyle birlikte
Musul’da bulunuyordu.
Mes’ud, Sultan Mahmud 525/1131 yılında ölünce tahtı ele geçirmek için yeniden harekete geçti…
(Faruk Sümer, “Mes’ud b.Muhammed Tapar”, DİA, XXIX, 349-351.)
225 M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, II, 231, 214.
226 Aksarayî, Kerimüddin Mahmud (733/1132), Selçukî Devletleri Tarihi, çev. M.Nuri
Gençosman, Ankara, 1943.
227 Seyfullah Kara, a.g.e, s.143.
228 İbnü’l Cevzî, a.g.e, X, 52, 53.
229 İbnü’l Esir, a.g.e, XI, 27; İbnü’l Cevzî, X, 52, 53.
230 M.Altay Köymen, “Sencer”, İA, İstanbul, 1966, IX, 489.
231 İbnü’l Esir, a.g.e, XI, 28; Hamid el-Isfahanî, a.g.e, s.166.
232 İbnü’l Cevzî, a.g.e, X, 55.
233 M.Altay Köymen, “Sencer”, İA, X, 489.
234 İbnü’l Cevzî, a.g.e, X, 67.
235 M.Altay Köymen, a.g, e, II, 304, 305.
236 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, X, 26.
237 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, IX, 249.
238 Ebu’l Hasan Beyhakî, Tarih-i Beyhak, nşr. Ahmed Behmenyâr, Tahran, Şemsî, 1317, s.271-276.
239 Hândmîr, Gıyasüddin b.Hümamiddin, Düsturu’l Vüzera, nşr. Said Nefisî, Tahran, Şemsî, 1317,
s.194-199; M.Altay Köymen, “Sencer”, İA, İstanbul, 1966, X, 492.
240 M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, II, 154.
241 M.Altay Köymen, a.g, e, s.151, 153, 155.
242 Osman Turan, Selçuklulara Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s.241.
243 Ali İbrahim Hasan, Tarihu’l İslamiyyi’l Âmm, s.468.
244 K.V.Zetterstéen, “Muktefî”, İA, İstanbul, 1971, VIII, 576.
245 İbn Kesir, a.g.e, XII, 230; K.V.Zetterstéen, a.g.m, İstanbul, 1971, VIII, 576.
246 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VII, 183.
247 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.137; Hüseyin Emin, Tarihu’l Irak fi’l Asri’s Selçukî, İskenderiye, 1965,
s.120.
248 İbnü’l Esir, a.g.e, XI, 222.
249 Hüseyin Emin, a.g.e, s.87.
250 M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, II, 465, 466.
251 M.Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, I, 12.
252 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.93; H.Dursun Yıldız,“Abbasiler”,DİA, İstanbul,1988,I, 35.
253 V.Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, İzah:Fuad Köprülü, Ankara, 1984, s.171.
254 V.Barthold, a.g.e, s.40.
255 İbn Haldun, Ebu Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b.Muhammed el-Hadramî, Mukaddime,
çev.Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1991, III, 402.
256 Ahmed Emin, Zuhru’l İslâm, Mısır, 1962, II, 2.
257 Hüseyin Emin, a.g.e, s.244.
258 H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 43.
259 Hüseyin Emin, a.g.e, s.226.
260 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.226.
261 Hüseyin Emin, a.g.e, s.226.
262 André Miquel, a.g.e, I, 249.
263 Cahid Baltacı, XV/XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976, s.5.
264 Nebrâvî, Tarihu’n Nuzum ve’l Hadarati’l İslamiyye, Kahire, tsz.s.225.
265 M.Altay Köymen, “Alparslan Zamanı Kültür Müesseseleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi,
Ankara, 1975, IV, 108;İsmet Kayaoğlu, İslâm Kurumları Tarihi, Konya, 1994, II, 50.
266 S.Samadi, “Social And Economic Aspect of Life Under the Abbasid Hegemony at Baghdad,
Islamic Culture”, Sayı:4; Haydarabad, 1955, XXIX, 245.
267 Aydın Sayılı, Higher Education in Medieval Islam, A.Ü.Yıllığı, II (1947-1948), s.30-71;
A.S.Triton, Materials on Muslim Education, London, 1957, s.121; M.Altay Köymen, “Alparslan
Zamanı Kültür Müesseseleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, IV, 87.
268 Russell G.Kempiners, “Nizamülmülk”,Encyclopedia of Asian History,New York, 1988, III, 126.
269 İbn İsfendiyar, Tarih-i Taberistan, nşr.Abbas İkbal,Tahran, 1320, I, 123, 284; Abdülkerim
Özaydın, “Nizamiye Medresesi”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 188-191; Meriyzan Useyrî,el-
Hayatü’l İlmiye fi’l Irak, Mekketü’l Mükerreme, 1987, s.255.
270 Cahit Baltacı, a.g.e, s.8.
271 Hüseyin Emin, a.g.e, s.8.
272 P.K.Hitti, a.g.e, II, 632.
273 İbnü’l Cevzî. a.g.e, s.135.
274 es-Sıratu’l Müstakîm, Komisyon, el-İslâm, Bağdat, 1963, I, 97; İsmet Kayaoğlu, İslâm Kurumları
Tarihi, II, 50.
275 Ziya Hasan Faruqı, “Madrasa Nizamiye of Baghdad,Studies in Islam, New Delhi,1980, XVII, 1.
276 İsmet Kayaoğlu, a.g.e, II, 50.
277 İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 409; Ahmed Çelebi, İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi,
çev.Ali Yardım, İstanbul, 1976, s.114.
278 Erdoğan Merçil, Büyük Selçuklular Devri Kütüphaneleriyle İlgili Bir Deneme, Ankara, 1995,
s.394.
279 M.Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, III, 380.
280 Abdülgafur Farisî, Zeyl, nşr.R.N.Frye, London-The Haque, Paris, 1965, s.55, a-b;el-Müntehab,
s.105.
281 A.K.S.Lambton, International Structure of the Saljuq Empire, History of Iran, Cambridge, V,
216; Abdülkerim Özaydın, “Nizamiye Medresesi”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 188-191.
282 İsmet Kayaoğlu, a.g.e, II, 31.
283 İsa Sadık, Tarih-i Ferheng-i İran, Tahran, b.t.y, s.62.
284 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.116; Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi,
s.181.
285 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.115.
286 H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV,317.
287 Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev.E.Ruhi Fığlalı, Ankara, 1981,s.203.
288 Nuri Topaloğlu, Selçuklu Devri Muhaddisleri, Ankara, 1988, s.172, 173.
289 Gazalî: Eş’arî kelamcısı, Şafiî fakihi, mutasavvıf ve filozoflara yönelttiği eleştirilerle tanınan
İslâm düşünürü… (Mustafa Çağrıcı, “Gazalî, DİA, İstanbul, 1996, XIII, 489-505.
290 İ.Agâh Çubukçu, “Gazalî ve Felsefesi”, Belleten, Sayı:198, I, 622.
291 Abdurrahman Acar,Selçuklu Sultanı Sencer’in Din Siyaseti (Basılmamış Dr.Tezi),Ankara, 1997.
292 Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.317.
293 H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, 136, 137.
294 Louis Gadret, “Din ve Kültür”,çev. İlhan Kutluer, İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1989, IV, 112.
295 Şevki Dayf, a.g.e, s.492.
296 Abdülkerim Özaydın, “Kündürî”, DİA, Ankara, 2002, XXVI, 555.
297 Seyfullah Kara, a.g.e, s.240.
298 Abdülkerim ed-Dîb, “Cüveynî İmamü’l Harameyn”, DİA, İstanbul, 1993, VIII, 141-144; Abdülkerim
Özaydın, “Kündürî”, DİA, XXVI, 555.
299 Talât Koçyiğit, Kelâmcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar, Ankara, 1984, s.86.
300 Mikail Bayram, “Danişment Oğulları’nın Dinî ve Millî Siyaseti, Selçuk Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Konya, 2005, Sayı:18, s.133,134.
301 Abdülkerim Özaydın, “Kündürî”,DİA, XXVI, 555.
302 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.138.
303 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e,s.171.
304 Zehebî,Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b.Ahmed b.Osman (748/1347), Siyeru A’lami’n
Nubelâ,nşr.Şuayb el-Arnavud-Muhammed el-Araksusî, Beyrut, 1983-1985, XIX, 96.
305 Nizamülmülk, Hasan b.İshak et-Tusî, Siyasetnâme, çev.Nurettin Bayburtlugil, İstanbul, 1998,
s.133.
306 Talât Koçyiğit, a.g.e, s.87.
307 M.Altay Köymen, “Alparslan Zamanı Dinî Siyaseti”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Ankara,
1975, IV, 152.
308 Hişam Naşabî, “Eğitim Kurumları”, İslâm Şehri, çev.Elif Topçugil, İstanbul, 1992, s.99.
309 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 174.
310 H.Hasan İbrahim Hasan, en-Nuzumu’l İslamiyye, s.86.
311 İbn Hallikan, a.g.e, IV, 165; Ahmed b.Mahmud, a.g.e, II,42.
312 İbnü’l Cevzî, a.g.e, IX, 250.
313 İbn Kalânisî, a.g.e, s.141;İbn Kesir, a.g.e, XII, 67.
314 Azimî, a.g.e, s.13.
315 İbnü’l Cevzî,Mir’atü’z Zaman,s.2;İbnü’l Esir,a.g.e,IX,617;Ebu’l Fida,a.g.e,II,174;Hamid el-
Isfahanî,a.g.e,s.13.
316 İbnü’l Cevzî, a.g.e, VIII, 169.170; M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.40;İbrahim
Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.22; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti,
s.134; Şinasi Altundağ, “Kaim Biemrillah”, İA, VI, 102.
317 Azimî, a.g.e, s.13.
318 Zekeriya Kitapçı, Abbasi Hilâfetinde Selçuklu Hatunları ve Sultanları, s.92.
319 İbnü’l Cevzî,Mir’atü’z Zaman,s.91.
320 İbnü’l Cevzî, a.g.e, s.76.
321 İbnü’l Cevzî, a.g.e, s.75.
322 Zekeriya Kitapçı, Abbasi Hilâfetinde Selçuklu Hatunları ve Türk Sultanları, s.60; Hüseyin
Emin, a.g.e, s.70.
323 Zekeriya Kitapçı, “Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Halife Kaim’in Kızı Seyyide ile Evlenmesi
ve Bazı Tarihi Gerçekler”,Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya, 1994, Sayı:1, s.19.
324 Mevdudî, a.g.e, s.208.
325 Ahmed Cevdet, a.g.e, V, 131.
326 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 20; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 181.
327 İbnü’l Cevzî, el-Muntazam, VIII, 234; Ebu’l Fida, a.g.e, II, 192; Suyutî, a.g.e, s.168; Ahmed
b.Mahmud, a.g.e, I,45.
328 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 192.
329 Ravendî, a.g.e, I, 110.
330 Ali el-Hüseynî, a.g.e, s.15.
331 George Makdisî, “The Marriage of Tughril Beg”,International Journal of Middle East Studies,
Cambridge, 1970, I, 261.
332 Zekeriya Kitapçı, a.g.m, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:1;s.15.
333 İbnü’l Esir, a.g.e, X, 160.
334 Ahmed b.Mahmud, a.g.e, I, 157.
335 Ahmed b.Mahmud, a.g.e, I, 160; İbnü’l Esir, X, 175.
336 P.K.Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, III, 749.
337 Ravendî, a.g.e, I, 97.
338 M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.121.
339 Hamid el-Isfahanî, a.g.e, s.13.
340 M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.122.
341 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s.168.
342 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e, s.168.
343 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 201.
344 Ebu’l Fida, a.g.e, II, 293.
345 George Makdisî, “The Marriage of Tughril Beg”,International Journal Middle East, I, 262.
346 Abdülaziz ed-Durî, İslâm İktisat Tarihine Giriş, çev.Sabri Orman, İstanbul, 1991, s.119.
347 Abdülaziz ed-Durî, a.g.e, s.13.
348 Ahmet Turan Yüksel, X.Yüzyıl Sonuna Kadar Yakındoğu’da Ticaret Merkezleri ve Panayırlar
(Basılmamış Dr.Tezi), Konya, 1993, s.101.
349 Jacob Lasner, “Baghdad”, Dictionary of the Middle Ages, New York, 1989, II, 47.
350 Hüseyin Emin, a.g.e, s.40;Ahmed Emin, a.g.e, II, 7.
351 Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Yağan Paşa Vakfı, 440/1048/1049 tarihli, D.606,s.76.
352 Dinar (Hazırlayanın notu)
353 İbnü’l Cevzî, a.g.e, s.58.
354 Muhammed b.Eyyüb Taberî, Miftahu’l Muamelat, Metn-i Niyâzî Ezkarn-ı Pencum, nşr. Muhammed
Emin Riyahî, Tahran, 1349, s.111.
355 İbnü’l Cevzî, a.g.e, XVII, 188.
356 Muhammed b.Eyyüb Taberî, a.g.e, s.135.
357 Muhammed b.Eyyüb Taberî, a.g.e, s.106.
358 Hüseyin Emin, a.g.e, s.40.
359 M.Altay Köymen, “Selçukluların Kendilerine Mahsus İktisadî Siyasetleri Var mıydı? ”Millî
Kültür, Sayı:12, b.y.y, 1979, I, 66.
360 Muhammed Ahmed Abdülmevla, Ayyarun ve’ş Şuttaru’l Bigadirati fi Tarihi’l Abbasi, İskenderiye,
tsz., s.128.
361 Abdülaziz ed-Durî, a.g.e, s.121.
362 H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, 261.
363 M.Altay Köymen, “Selçukluların Kendilerine Mahsus İktisadî Siyasetleri Var mıydı? ”Millî
Kültür, Sayı:12, b.y.y, 1979, I, 67.
364 İbnü’l Cevzî, a.g.e, s.21, 228, 229, 126, 127.
365 Le Strange Guy, Buldanu’l Hilafeti’ş Şarkıyye, çev.Beşir Fransis, Beyrut, 1985, s.16.
366 İsmet Kayaoğlu, a.g.e, I, 116.
367 W.Heyd, Yakındoğu Ticaret Tarihi, çev.E.Ziya Karal, Ankara, 1975, s.31.
368 Ebu Zeyd Şelebî, Tarihu’l Hadarati’l İslamiyye ve’l Fikri’l İslamî, Kahire, tsz.s.251.
369 Ahmet Turan Yüksel, a.g.t, s.105; M.Lombard, İlk Zafer Yıllarında İslam, çev.Nezih Uzel, İstanbul,
1983, s.199; Abdülaziz ed-Durî, a.g.e, Beyrut, 1974, s.150.
370 W.Heyd, a.g.e, s.31.
371 Maurice Lombard, a.g.e, s.168.
372 Abdülaziz ed-Durî, a.g.e, s.97.
373 Cahız, Amr b.Bahr, Kitabu’t Tabassur bi’t Ticare, thk. Hasen Husni Abdilvehhab, Beyrut, 1983,
s.36.
374 Maurice Lombard, a.g.e, s.164, 165.
375 Claude Cahen, “Ekonomi, Toplum ve Müesseseleri” İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti,
çev.Ufuk Uyan, İstanbul, 1989, IV, 69.
376 Maurice Lombard, a.g.e, s.184.
377 bkz.Mehmet Nadir Özdemir, İslâm’ın İlk Döneminde Kölelik Abbasilerin İlk Yüzyılı, İstanbul,
2006.
378 H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, 391;Claude Cahen, “Ekonomi, Toplum ve Müesseseler”,
İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, IV, 65.


KAYNAKLAR
ABDULLAH NASIH ULVAN, Kudüs Fatihi Selahaddin-i Eyyubî, çev.Mustafa Salih
Çakmaklı,
İstanbul, 1992.
ABDÜLGAFUR FARİSÎ, Zeyl, nşr.R.N.Frye,London-The Haque, Paris, 1965, s.55, ab;
el-Müntehab, s.105.
ACAR, Abdurrahman, Selçuklu Sultanı Sencer’in Din Siyaseti (Basılmamış Dr.Tezi),
Ankara, 1997.
AHMED CEVDET, Kısas-ı Enbiya, hzr.Mahir İz, İstanbul, 1973.
A.DAVUD CEVDET, Medinetü’r Remle, Beyrut, 1986.
AHMED EMİN, Zuhru’l İslâm, Mısır, 1962,II.
AHMED B.MAHMUD, Selçuknâme,hzr.Erdoğan Merçil, İstanbul, 1977, I, II.
AKSARAYÎ, Kerimüddin Mahmud (733/1132), Selçukî Devletleri Tarihi, çev.M.Nuri
Gençosman, Ankara, 1943.
ALİ İBRAHİM HASAN, Tarihu’l İslamiyyi’l Âmm, Kahire, tsz.
ALTUNDAĞ, Şinasi, “Kaim Biemrillah”, İA, İstanbul, 1967, VI.
ARSLANTAŞ, Yüksel, “Büyük Selçuklu Devleti ile Abbasi Halifeliği Arasındaki İlk Münasebetler”,
Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul, 1995.
ATEŞ, Ahmet,“Deylem”, İA, İstanbul, 1965, III.
________,Gazali’nin Batınîlerin Belini Kıran Delilleri, Kitâbu’l Kavâsım el-Batıniyye,
AÜİF Dergisi, Ankara, 1954, II, III-I.
AZİMÎ, Tarih (Selçuklular dönemiyle ilgili bölümler) çev.Ali Sevim, Ankara, 1988.
BAKTIR, Mustafa, “Hutbe”, DİA, İstanbul, 1998, XVIII.
BALTACI, Cahid, XV/XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976.
BARTHOLD, V.V,Moğol İstilasına Kadar Türkistan, hzr.Hakkı Dursun Yıldız, Ankara,
1990.
_________,İslâm Medeniyeti Tarihi, izah: Fuad Köprülü, Ankara, 1984.
BAYRAM, Mikail, “Danişment Oğulları’nın Dinî ve Millî Siyaseti, Selçuk Üniversitesi,
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya, 2005, Sayı:18.
BEYHAKÎ, Ebu’l Fadl, Tarih-i Mes’udî, nşr.Gani ve Said Nefisî, s.284, Tahran, 1319-
32 (1940-53), nşr.M.R.Waldman, Chicago, 1974, Rusça, çev.Arends, Istoria
Mes’ud, 1030-1041, Taşkent, 1962.
_________,Tarih-i Beyhak, nşr.Ahmed Behmenyâr, Tahran, Şemsî, 1317.
BOSWORTH, C.E, The Ghaznawids:Their Empire in Afganistan and Eastern Iran,
Edinburg, 1963.
BROCKELMANN, C.,“Maverdî”, İA, İstanbul, 1957, VII.
BUNDARÎ, Zubdetü’n Nusre, nşr.M.Th.Houtsma, Leiden, 1889.
CAHEN, Claude, “Ekonomi, Toplum ve Müesseseleri”İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti,
çev.Ufuk Uyan, İstanbul, 1989, IV.
CAHIZ, Amr b.Bahr,Kitabu’t Tabassur bi’t Ticare,thk.Hasen Husni Abdilvehhab, Beyrut,
1983.
ÇAĞRICI, Mustafa,“Gazalî, DİA, İstanbul, 1996, XIII.
ÇELEBİ, Ahmed, İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi, çev.Ali Yardım, İstanbul, 1976.
ÇUBUKÇU İbrahim Agâh, “Gazalî ve Felsefesi”, Belleten, Sayı:198,I.
DANİEL,E.L., “Abbasid Dynasty”, Encyclopedia of Asian History, New York, 1988,I.
ED-DÎB, Abdülazim,“Cüveynî İmamü’l Harameyn”, DİA, İstanbul,1993,VIII.
DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLÂM TARİHİ, Komisyon, İstanbul, 1992, VII.
ED-DURÎ, Abdülaziz, İslâm İktisat Tarihine Giriş, çev.Sabri Orman, İstanbul, 1991.
EBU’L FİDA, İmadüddin İsmail b.Ali, el-Muhtasar fi Ahbâri’l Beşer, Kostantiniyye,
tsz., II.
EBU ZEYD ŞELEBÎ, Tarihu’l Hadarati’l İslamiyye ve’l Fikri’l İslamî, Kahire, tsz.
EL-FAKÎ, İsamüddin Abdurrauf, ed-Devletü’l Abbasiyye, Kahire, 1987.
GADRET, Louis, “Din ve Kültür”,İslâm Medeniyeti, çev.İlhan Kutluer, İstanbul, 1989,
IV.
GOLDEN, Peter B.,“Toghril Beg”,Dictionary of the Middle Ages,New York,1989,XII.
GUY, Le Strange, Buldanu’l Hilafeti’ş Şarkıyye, çev.Beşir Fransis, Beyrut, 1985.
GÜNALTAY, M.Şemseddin, “Selçukluların Horasan’a İndikleri Zaman İslâm Dünyasının
Siyasal, Sosyal, Ekonomik ve Dinî Durumu”, Belleten, Ankara, 1943, Sayı:25,
VII.
HÂNDMÎR,Gıyasüddin b.Hümamiddin,Düsturu’l Vüzera,nşr.Said Nefisî,
Tahran,Şemsî,1317.
HASAN İBRAHİM HASAN, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi,
çev.Komisyon,İstanbul, 1985, IV, 1974.
_____________,en-Nuzumu’l İslamiyye, Kahire, 1970.
HEYD W., Yakındoğu Ticaret Tarihi, çev.E.Ziya Karal, Ankara,1975.
HİTTİ, Philip K.,Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev.Salih Tuğ, İstanbul, 1980, III.
HİŞAM NAŞABÎ, “Eğitim Kurumları”, İslâm Şehri, çev.Elif Topçugil, İstanbul, 1992.
HOLT, P.M., Haçlılar Çağı, 11.Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, çev.Özden Arıkan, İstanbul,
1999.
HÜSEYİN EMİN, Tarihu’l Irak fi’l Asri’s Selçukî, İskenderiye, 1965.
EL-HÜSEYNÎ, Ali b.Nasır, Zübdetü’t Tevarih,thk.Muhammed Nureddin, b.y.y, tsz.
EL-ISFAHANÎ, Hamid Muhammed b.Hamid,Tarihu Devleti Âli Selçuk,
Beyrut,H.1400/M.1979.
EL-IŞ, Yusuf, Tarihu’l Asri’l Hilâfeti’l Abbasiyye,thk.Muhammed Ebu’l Ferec el-Iş,
Dımaşk,1982.
İBNÜ’L ADİM, Kemaleddin Ebu’l Kasım Ömer b.Ahmed, Buğyetü’t Taleb fi Tarihi’l
Haleb (Biyografilerle Selçuklular Tarihi), çev.Ali Sevim,Ankara, 1982.
İBNÜ’L CEVZÎ, Ebu’l Ferec Abdurrahman b.Ali, el-Muntazam fi Tarihi’l Müluk-i ve’l
Ümem, Haydarabad, tsz.VIII.
İBNÜ’L ESİR, İzzüddin Ali b.Ebi’l Kerem, el-Kamil fi’t Tarih, nşr. Tornberg, Beyrut,
1966, IX.
İBN HALDUN, Ebu Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b.Muhammed el-Hadramî,
Mukaddime, çev.Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1991, III.
İBN HALLİKAN, Muhammed b.Ebi Bekr b.Hallikan, Vefeyatü’l A’yan,
thk.Muhyiddin Abdülhamid, Kahire, 1948, IV.
İBN İSFENDİYAR, Tarih-i Taberistan, nşr.Abbas İkbal, Tahran, 1320, I.
İBN KALÂNİSÎ, Tarihu Dımaşk, thk.Süheyl Zekar, Dımaşk, M.1983/H.1403.
İBN KESİR, İsmail b.Ömer, el-Bidaye ve’n Nihaye, Beyrut, M.1990/H.1411, XII.
İBN TİKTAKA, Muhammed b.Ali b.Tabataba, el-Fahri, Beyrut, tsz.
İSA SADIK, Tarih-i Ferheng-i İran, Tahran, b.t.y.
KABİR,M., The Buvaihid Dynasty of Baghdad, Calcutta, 1964.
KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1992.
____________, “Selçuklular”, İA, İstanbul, 1966, X.
____________,Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953.
KARA, Seyfullah, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul,2007.
KAYAOĞLU, İsmet, İslâm Kurumları Tarihi, Konya,1994,I-II.
KAZVİNÎ, Zekeriya b.Muhammed b.Mahmud (862/1283),Âsaru’l Bilâd ve Ahbâru’l
İbad, Beyrut, b.t.y.
KEMPİNERS, RUSSELL G., “Nizamülmülk”, Encyclopedia of Asian History, New York,
1988, III.
KIVAMÜDDİN BURSLAN, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul, 1943.
KİTAPÇI, Zekeriya, Abbasi Hilâfetinde Selçuklu Hatunları ve Türk Sultanları, Konya,
1994.
_________“Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Halife Kaim’in Kızı Seyyide ile Evlenmesi
ve Bazı Tarihi Gerçekler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya, 1994, Sayı:1.
KOÇYİĞİT, Talât, Kelâmcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar, Ankara, 1984.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, İstanbul,
1990.
KÖYMEN, M.Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara, 1979, I
_________,Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, 1976.
_________, “Sencer”, İA, İstanbul, 1966, X.
_________,“Alparslan Zamanı Kültür Müesseseleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Ankara,
1975, IV.
_________, “Tuğrul Bey”,İA, İstanbul,1988,XII-II.
_________, “Selçukluların Kendilerine Mahsus İktisadî Siyasetleri Var mıydı?”Millî Kültür,
Sayı:12, b.y.y, 1979, I.
_________,Alparslan ve Zamanı, Ankara, 1983, I.
LAMBTON, A.K.S., International Structure of the Saljuq Empire,History of Iran,
Cambridge, V.
LASNER, Jacob, “Baghdad”, Dictionary of the Middle Ages, New York,1989, II.
LOMBARD,M., İlk Zafer Yıllarında İslam, çev.Nezih Uzel, İstanbul, 1983.
MAKDİSÎ, GEORGE, “The Marriage of Tughril Beg”, International Journal of Middle
East Studies, Cambridge, 1970, I.
MERÇİL, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1990.
________, “Büveyhîler”, DİA, İstanbul, 1992, VI.
________, Büyük Selçuklular Devri Kütüphaneleriyle İlgili Bir Deneme, Ankara, 1995.
________,“Besâsirî”, DİA, İstanbul, 1992, V.
MERİYZAN USEYRÎ, el-Hayatü’l İlmiye fi’l Irak, Mekketü’l Mükerreme, 1987.
MEVDUDÎ, Ebu’l A’la, Selçuklular Tarihi, çev.Ali Genceli, Ankara, 1971.
MİNORSKY,V.,“Rey”, İA, İstanbul, 1964, IX.
MİQUEL, André, İslâm ve Medeniyeti Doğuştan Günümüze, çev.Ahmet Fidan, Ankara,
1991.
MUHAMMED AHMED ABDÜLMEVLA, Ayyarun ve’ş Şuttaru’l Bigadirati fi Tarihi’l
Abbasi, İskenderiye, tsz.
MUHAMMED B.EYYÜB TABERÎ, Miftahu’l Muamelat ,Metn-i Niyâzî Ezkarn-ı
Pencum, nşr. Muhammed Emin Riyahî, Tahran, 1349.
MUHAMMED HUDARİ BEK, Muhadaratü Tarihi’l İslamiyye, Mısır, 1970.
NEBRÂVÎ, Tarihu’n Nuzum ve’l Hadarati’l İslamiyye, Kahire, tsz.
NİZAMÜLMÜLK, Hasan b.İshak et-Tusî, Siyasetnâme, çev.Nurettin Bayburtlugil, İstanbul,
1998.
EN-NÜVEYRÎ, Abdülvehhab, Nihayetü’l Erab fi Fünuni’l Edeb, thk.Said Âşur, b.y.y,
1985.
ORTAYLI, İlber, Eski Dünya Seyahatnamesi, Ankara, 2007.
ÖRNEKLERLE TÜRKÇE SÖZLÜK, MEB, İstanbul, III, 1942.
ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Mustansır Billah el-Fatımî, DİA, İstanbul, 2006, XXXII.
_________,“Melikşah”, DİA, Ankara, 2004, XXIX.
_________, “Berkyaruk”,DİA, İstanbul, 1992, V.
_________,“Hasan Sabbah”, DİA, İstanbul, 1997, XVI.
_________,“Alamut”, DİA, İstanbul, 1989, II.
_________, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi, Ankara, 1990.
_________,“Nizamülmülk”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII.
_________, “Nizamiye Medresesi”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII
_________,“Kündürî”,DİA, Ankara, 2002, XXVI.
ÖZCAN, Abdülkadir,“Ayyar”, DİA, İstanbul, 1991, IV.
ÖZDEMİR, Mehmet Nadir, İslâm’ın İlk Döneminde Kölelik Abbasilerin İlk Yüzyılı, İstanbul,
2006.
ÖZGÜDENLİ, Osman Gazi,“Isfahan”, DİA, İstanbul, 2000, XXII.
RAVENDÎ, Muhammed b.Ali, Rahatü’s Südur ve Ayetü’s Sürur, çev.Ahmed Ateş,
Ankara, 1957, I.
REŞİDÜDDİN FADLULLAH, Camiu’t Tevarih Zikru Tarih-i Âli Selçuk, II, cüz:5,
Yay.Ahmed Ateş, Ankara, 1999.
SAİD ABDÜLFETTAH ÂŞUR, Tarihu’l İslâm ve Hadaratih, Kahire, 1987.
S.SAMADİ, “Social And Economic Aspect of Life Under the Abbasid Hegemony at
Baghdad, Islamic Culture”, Sayı:4; Haydarabad, 1955, XXIX.
SAYILI, Aydın, Higher Education in Medieval Islam, A.Ü.Yıllığı, II(1947-1948).
SEVİM, Ali, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi(Başlangıçtan 1086’ya Kadar), Ankara,
1987.
_________, “Malazgirt Muharebesi” ,DİA, Ankara, 2003, XXVII.
ES-SIRATU’L MÜSTAKÎM, Komisyon, el-İslâm, Bağdat, 1963, I.
SOURDEL,D., “Kaim Biemrillah”, The Encyclopedia of Islam, Leiden, 1978, IV.
STEWARD, DESMOND, Batılı Gözüyle İslâm Kültür ve Medeniyeti, çev.Müjdat
Kayayerli, İstanbul, 1994.
SÜMER, Faruk,“Mes’ud b.Muhammed Tapar”, DİA, Ankara, 2004, XXIX.
ES-SUYUTÎ, Celaleddin, Tarihu’l Hulefa, Hamiş: Abdurrahman Helfî, Kahire,
1887/1305.
ŞEKER, Mehmet, “Hil’at”,DİA, İstanbul, 1998, XVIII.
ŞEVKİ DAYF, Asru’d Düvelü ve’l İmârât, b.y.y, tsz.
TOPALOĞLU, Nuri, Selçuklu Devri Muhaddisleri, Ankara, 1988.
TRİTON, A.S., Materials on Muslim Education, London, 1957.
TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1993.
TÜRK DÜNYASI EL KİTABI, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1992, I.
ULUÇAY, Çağatay, İlk Müslüman-Türk Devletleri, İstanbul, 1965.
WATT, Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev.E.Ruhi Fığlalı, Ankara,
1981, s.203.
___________İslâm Nedir, çev.Elif Rıza, İstanbul, 1993.
YAĞAN PAŞA VAKFI, 440/1048/1049 tarihli, D.606,s.76; VAKIFLAR GENEL MÜ-
DÜRLÜĞÜ ARŞİVİ.
YILDIZ, Hakkı Dursun,“Abbasiler” ,DİA, İstanbul, 1988, I.
YÜKSEL, Ahmet Turan,X.Yüzyıl Sonuna Kadar Yakındoğu’da Ticaret Merkezleri ve Panayırlar
(Basılmamış Dr.Tezi), Konya, 1993, s.101.
ZEHEBÎ, Şemseddin, Ebu Abdullah Muhammed b.Ahmed b.Osman, Siyeru A’lami’n
Nübelâ, nşr.Şuayb el-Arnavud-Muhammed el-Araksusî, Beyrut, 1983-1985, XIX.
ZETTERSTÉEN, K.V., “Muktefî”, İA,İstanbul, 1971, VIII.
ZİYA HASAN FARUQI, “Madrasa Nizamiye of Baghdad, Studies in Islam, New Delhi,
1980, XVII, 1.

Hiç yorum yok: