18 Temmuz 2013 Perşembe

Rum tehciri-Tehcire bakmak-Taha Akyol

Rum tehciri

TUNCELİ CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, Paris’te öldürülen PKK’lı kadınların ailesine taziye ziyareti yapmasını hemşerilik ilişkisiyle izah etti. Kurtuluş Savaşı’nda Rumların tehcir edildiğini söylemesini ise izah etmek çok zordur.Konu hem Lozan’la hem Lozan öncesiyle yakından ilişkilidir.Aygün, Anadolu kökenli bir Yunan olan Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı anı romanını okuyarak bu sonuca varmış. Evvela böyle karmaşık olayları tek roman, tek kitap okuyarak doğru anlamak mümkün değildir. İkincisi, o trajediyi yaşamış olan Sotiriyu bile tek taraflı olarak Türkleri ve Milli <BR>Mücadele’yi suçlamaz, buna Rum-Yunan etnik milliyetçiliğinin yol açtığını dürüstlükle anlatır.

YUNAN ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİ


Sotiriyu, Osmanlı döneminde Türklerle Rumların Ege köylerinde nasıl dostça yaşadıklarını özlemle anlatır. Fakat araya Yunan-Rum milliyetçiliği girmiştir:‘Zamanı geliyor’ derdi papazlar.Taş kesilen kral yeniden canlanacaktır!’ Ve ovalarımızla dağlarımızı Yunanistan’la birleşmiş görmek özlemi uyanırdı içimizde... Yunanistan sevgisi yüreğimizde sönmez bir ateş gibi yanardı...” Sotiriyu, kaçıp Yunan ordusuna katılmanın nasıl kutsandığını ve kutlandığını da anlatır.O sırada Yunanistan, Balkan harbinde Selanik ve Ege adalarını almış, gözünü Trakya, İstanbul ve Batı Anadolu’ya dikmiştir. İşte Yunan Başbakanı Venizelos’un Yunanistan tanımı: “İki kıtada ve beş denizde Yunanistan!”(1)Beş deniz yani Marmara, Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Adriyatik... İki kıta yani ‘Küçük Asya’nın Yunanistan’a katılması!

VENİZELOS VE BATI ANADOLU 

Yunanların 14 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkarmasından beş yıl önce, daha 1914 başında, İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey, Venizelos’un bu siyasetine destek vaat etmiştir.(2)Venizelos’un demografik dayanağı, etnik Rumlardır. 

‘Soykırım’ tezini savunan Michael Mann da “Rumların sadakati Atina’ya idi” diye yazar.(3)Değerli tarihçi Stefan Yerasimos fotoğrafın bütününü şöyle anlatır:“(Balkan harbinde) Ege adalarını topraklarına katan Yunanistan gözünü Anadolu kıyılarına, İzmir ve çevresine dikti. Yeni Yunan taleplerine karşı bir önlem olarak Türkler gerek Anadolu kıyılarında gerekse Doğu Trakya’da yaşayan Rumları sınır dışı ederek yerlerine Balkanlar’dan akın eden Müslüman göçmenleri yerleştirdiler.”(4)Fotoğrafın böyle tamamını okumadan tek taraflı değerlendirme yanlıştır ve maalesef son zamanlarda bazı yazarlar sadece Türkleri suçlamayı moda haline getirdiler. 

BİRAZ OBJEKTİF OLMAK

1914’teki Rum tehciri hem Yunanistan’ın yaptığı Müslüman tehcirine tepkidir hem yaklaşan savaş bakımından Batı Anadolu’yu da Balkanlar gibi kaybetmemek için alınmış bir savunma tedbiridir. Evet, Kurtuluş Savaşı’nda Türkler de Rumlar da facialar yaşadılar. Ama Venizelos Batı Anadolu’yu fethetmeye kalkmasaydı ve Rumlardan destek bulmasaydı bu facialar olur muydu?Bakın Sotiriyu’nun kendisi romanın sonunda ne yazıyor:

“Ah Şevket, Şevket!  Vahşi birer hayvan kesildik. Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi! Durup dururken!”

Hiç olmazsa bu kadar objektif olmak gerekmez mi? Yarın devam edeceğim.</P>

DİPNOTLARI

1) Misha Glenny, The Balkans, 1804-1999, Granta Boks, London 2000, s. 349.
2) Paschalis M. Kitromilides, Elefterios Venizelos, The Trials of Statesmanships, Edingburg University, 2008, s. 151-153.
3) Michael Mann, The Dark Side of Democracy, Cambridge, 2005, s. 136.
4) Stefan Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu, İletişim, 1994, s. 70

Tehcire bakmak

HÜSEYİN Aygün Cumhuriyet gazetesinde Utku Çakıröz’ün sorularına verdiği cevapta, Ege’deki Rum tehcirinden tek taraflı olarak bahsetmesinin “hata” olduğunu kabul ediyor.

Şöyle diyor Aygün:

“Kabul ediyorum, orada madalyonun bir de diğer yüzü var. Yani Rumların yaptıkları...”

Aygün’ün işi ideolojiye dönüştürmeyip bu açıklamayı yapmasını olumlu bulduğumu belirtmeliyim.
Metot açısından iki nokta çok önemlidir: Hiçbir karmaşık olay tek kaynaktan öğrenilemez... Olayın tarihsel sebeplerini araştırmadan da doğru değerlendirme yapılamaz.</P>

‘Tek kaynak’la olmaz

RUM tehcirini anlamak için Sotiriyu’yu okuduğumuz gibi Necati Cumalı’nın “Viran Dağlar” ve “Makedonya 1900” adlı eserlerini de muhakkak okumalıyız. Halide Edip, Yakup Kadri, Falih Rıfkı gibi yazarların anılarını ve gözlemlerini, mesela “İzmir’den Bursa’ya” adlı kitabı da mutlaka okumalıyız. CHP’li Kemal Anadol’un Doğan Kitap’tan çıkan“Büyük Ayrılık” adlı romanını da okumak lazım. Ege’de Türklerle Rumlar arasında asırlarca sürmüş sıcak ve dostane ilişkilerin nasıl etnik çatışmaya dönüştüğünü anlatır. Sotiriyu’nun kitabı Türkçeye çevrildiği gibi, Anadol’un kitabı da Yunancaya çevrilmişti. Makul Türkler ve makul Yunanlar böyle iki taraflı okuyarak çatışma dönemleri yerine dostluk çağlarını emsal alabilirler.

Tarihteki sebepler

1924’e kadar Kırım, Kafkasya ve Balkanlar’dan 3 milyon Müslüman yerlerinden sökülerek Anadolu’ya, 2 milyon Hıristiyan da Anadolu’dan dışarıya göç ettirildi. 19. yüzyılın başından itibaren Rusya ve Balkan devletleri “etnik homojenliğe” dayalı ulus devlet politikası izlediler, toprak kazanma politikaları için Osmanlı’daki Hıristiyanları kullandılar. Osmanlı Hıristiyanları da etnik milliyetçiliğe kapılmışlardı, genelde onları desteklediler.Türkler ise, toprak kaybetme sırası Edirne ve Anadolu’ya gelinceye kadar hiçbir Hıristiyan etnik grubu tehcir etmediler. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Trakya’daki Rum tehciri tartışılırken, 11 Ekim 1918 Çarşamba günü Edirne Milletvekili Mehmet Faik Bey’in söylediği şu söz, tarihi gerçeğin özetidir:“Biz tehciri kendimiz icra etmedik, komşularımızdan öğrendik!”

Son nokta Lozan

ETNİK kimliklere dayalı toprak kazanma siyasetlerinin faciaları yaşandıktan sonra, Lozan’da nüfus mübadelesine (değişim) karar verildi. Aslında görüşmeler 1914’te başlamış, savaş yüzünden kalmıştı. Hele de Anadolu’daki Yunan işgali sırasında yaşanan facialar üzerine bir arada yaşamak mümkün değildi.İsmet Paşa’nın 23 Ağustos 1923 Perşembe günü Meclis’teki uzun konuşmasından birkaç cümleyi bugünkü Türkçeyle buraya alıyorum:“Sivil ve yerleşik ahalinin öteden beri alıştıkları araziden, çevreden ve ortamdan zorunlu olarak uzaklaştırılmalarından elbette teessür duyarız. Fakat bizim rolümüz olmaksızın yaşanmış olaylar bazı unsurlarla birlikte yaşama imkânını ortadan kaldırmıştı. Durumun zorunlu kıldığı çareyi (mübadele) kabul etmek mecburiyeti hasıl oldu...”Bugün Kıbrıs’a bakın, İsmet Paşa haklı değil mi?

Tarih tekerrür etmesin

1800’lerin ilk çeyreğinden 1900’lerin ilk çeyreğine kadar yaşanmış olan kanlı “uzun yüzyıl”, artık 21. asırda tekerrür etmemelidir. Tarih, geçmişin öfkelerini günümüze taşımak için değil, öfkelere yol açan olayları günümüzde yaşamamak için ders almak üzere okunmalıdır. <BR><BR>Dilimiz öfke değil, müzakere dili olmalıdır.CHP’liler “öfke” ile davranıp Hüseyin Aygün’ü ihraca kalkarlarsa, bu çok yanlış olur. Aygün’ün de kendi doğrularını anlatmada daha özenli bir dil kullanması gerektiği açık.

Hiç yorum yok: