2 Temmuz 2013 Salı

İhtişam ve sefalet-Akif Emre

İhtişam ve sefalet

Son iki yüzyıl içinde Paris kadar gündelik hayatımızdan siyaset düşüncesine, sanattan teknolojiye kadar yaşantımızı etkileyen bir batı başkenti yoktur herhalde. Londra, Berlin zaman zaman öne çıksa da batılılaşmanın pusulasının hep Paris'i gösterdiği tartışılmaz bir gerçek.

Osmanlı aydınının, bürokratının Paris'ten ne kadar etkilendiği bugünden bakınca anlaşılması daha kolay. Hele, emperyal gücün zirvesindeki bir Fransa'nın baştan sonuna kadar yıkılıp yeniden inşa edildiği, dev apartman bloklarına dayalı şaşaalı görüntüsü bugün bile ilk bakışta etkileyiciliğini sürdürür. Geniş caddeler, meydanlar, keskin düz çizgilerle birbirine bağlanan şehir planı. İlk bakışta güç ve zenginlik olarak yansıyan, dönemin modern şehircilik anlayışını bugüne taşırken bir sürekliliği yansıtır. Bu anlamda geleneğe karşı kendi geleneğini oluşturmuş bir şehir.

Paris'in ışıltısından gözü kamaşan tipik Osmanlı aydının halet-i ruhiyesini en iyi Ziya Paşa dizeleri anlatır: 'Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm.'

Batı ile girdiği entelektüel ilişkinin hayranlık derecesini 'kavanozu camından yalama' halinden başka bir ifade edemezdi o dönem için.

Oysa Tanzimat'la gelen Batılılaşma serüveninin mimarlarında Mustafa Reşit Paşa bile daha mütereddit, daha seçmecidir. Bize özgü bir mimari geliştirmek için önerilerde bulunan Paşa'nın konut mimarisinden Paris'ten çok Londra'yı önermesindeki kaygı batılılaşma öncülerinin bile kaygıları açısından hayli ilginçtir. Paşa yazdığı mektupta; Fransız apartman sisteminin bizim gelenek ve değerlerimize aykırı olduğunu belirtir. Üst üste ailelerin aynı binada kalması, pek çok temel ihtiyaçlarını karşılamak için ortak mekanların kullanılıyor olmasını dini açıdan sakıncalı bulur. Buna karşı daha müstakil, haremlik-selamlık ilişkilerine imkan veren İngiliz mimarisinin bünyemize daha uygun olduğunu söyleyecektir. Ne var ki pusula her alanda Batıyı göstermeye başlayınca pratik ihtiyaçlarla başlayan yönelim zamanla zihinsel dönüşüme yol açacaktır.


Paris şehir mimarisi tek bir siyasal merkezi irade/otorite tarafından çizilip yeniden inşa edilirken devletin gücü ve bunu yeni toplum modeli oluşturma projesini gerçekleştirme adına gelecek nesillerin tercihlerini bile bağlayacak şekilde hayata geçirilmesinin arkasında yatan fikirden çoğu kez habersizdir, Fransız devriminden ders alan Napolyon'un muhtemel bir halk ayaklanmasını bastırmak için neden büyük meydanlara dayalı bir şehir öngördüğünden de habersizdir çoğu aydınlarımız.

Ziya Paşa'nın 'mülk-i islamda viraneler gördüm' diye yakındığı dönemde Fransız aydını ve siyasetçisi Lamartine, Doğuya Seyahat'inde Osmanlı şehri Filibe'yi gördüğünde Paris'te bulamadığı şeyi yakalar; bu şehir fakir ve ihtişamdan uzak ama Paris'te olmayan iki şey vardır: temizlik ve güzellik…

Paris bende hep Balzac'ın romanına verdiği ismi çağrıştırır: İhtişam ve sefalet. Sanki bu halin taşa dönüşmüş halidir biraz da. Louvre Sarayı'nı görmek bile bizdeki saltanat denilen ihtişamın ne kadar mütevazı kaldığını anlamaya yeter. Böylesi bir sarayın yapılabilmesi için elde edilen gücün maliyeti hakkında düşünmeden hayranlık duydu batı dışı aydınlar. Böylesine bir ihtişamın bir elde toplandığı siyasal ve ekonomik güç karşısında o derece büyük devrimin patlaması kaçınılmazdı. O dönem Fransız köylüsünün ödemek zorunda kaldığı vergi, sosyal tabakalaşmanın kimlerin sefaleti karşısında hangi azınlığın ihtişam içinde yaşamasının maliyetidir? Bu büyük sefahat ve ihtişamın sosyal maliyeti sefalettir.

Fransız Devrimi'nden sonra halka açılan saray, bugünden bakılınca Fransız halkıyla ilişkilendirilemeyecek bir manzara sergileyecektir. Sarayı hayran hayran gezen Fransızlar, muhteşem yapının salonlarını adeta bir tür piknik yerine çevirecektir. Aristokrat zevk ve estetikten nasibini almayan geniş halk kesimlerinin 'adam edilmeleri' zaman alacaktır. Bunun için de şehir planlamasından, yasal kodlara kadar müdahil jakoben bir devlet ortaya çıkacaktır.

Bizdeki modernleşmenin katı ve kesin çizgilerle kurduğu şehirlerin kaba ve şiddet içeren yüzü ile halkın adam edilmesine yönelik jakoben özentilerin kaynağı hiç de imrenilecek gibi değil. Oysa batının, Paris'in temsil ettiği sanat, bilim, düşüncedeki birikimiyle daha derine nüfuz edilerek temas edilmesi, adeta künhüne vakıf olmadan kopya edilerek geçiştirilemeyecek derece önemli ve önemsenmesi gerektiği açıktı.

Hiç yorum yok: