8 Haziran 2013 Cumartesi

Profesyonel komploculuk- Odaya hapsolmak-Doğu Ergil

Profesyonel komploculuk

Komplo teorisi ise olayların görünen yüzü ardında adı konamayan güçlerle ilişkilendirilen başka emellerin olduğu inancına dayanır. Kamuoyundan saklandığı iddia edilen gerçek bilgiler yerine insanların dikkatini başka yönlere çeken alternatif açıklamalardır komplo teorileri.

Eğer bir toplumda artan oranda insan gerçek bilgiler yerine komplo teorilerine inanır hale gelmişse, orada siyasal bir zafiyet vardır, yani siyasetin sorun çözme kabiliyetini yitirdiğine ilişkin görüş yaygınlık kazanmıştır. Ahlaki çöküntü ile daha da derinleşen sistemin yetersizliği algısı, tüm kötülüklerin ve çözümsüzlüklerin o toplumdan daha güçlü aktörlerin marifeti olduğu inancını pekiştirir. O toplum veya önemli bir kesimi, gerçeklikle ilintisini yitirir ve paranoya ile marazi fanteziler arasına sıkışır.


Anlattıklarım size hiç de yabancı gelmiyordur. Sürekli, "bölünüyoruz, parçalanıyoruz, cumhuriyetin kazanımları elden gidiyor, şeriat geliyor" (eskiden komünizm gelirdi ama bir türlü gelemedi) vs. kaygıları içimizi daraltırken bir de "dış güçlerin" önlenemez müdahalesiyle istiklalimizi ve bütünlüğümüzü kaybetme korkusuyla yaşıyoruz.

Bütün üniversite yıllarımı ve akademik hayatımın çoğunu IMF (Uluslararası Para Fonu) gibi"küresel finans kapitalin emperyalist sömürü aracı" olan bir örgütten şikâyet ederek geçirdik. Hiç kimse demedi ki, IMF kendiliğinden gelmez. Bir ulusal hükümet (hem de milliyetçiliğinden sual edilemeyecek cinsten) ekonomiyi karaya oturtur. Ödemeler, yatırımlar durur. Maaş bile ödenemez, ithalat-ihracat yapılamaz. O zaman çarkı döndürmek için borç almak gereği ortaya çıkar.

Uluslararası piyasadan borç almak, başka ulusların alın teriyle biriktirdiği değeri (sermayeyi), fiyatını ödeyerek (faiz) geçici süre kullanmak demektir. Ama ya hükümet aldığı borcu ödeyemezse? İşte IMF burada devreye girer. Kendisine borç alırken kefil olması için rica eden ulusal hükümete, aldığı borcu ödeyebilmesi için ulusal ekonomiyi düzenlemek gerektiğini bildirir. Tabii, ulusal hükümetin bunu kabul etmesi gerekmez. Ama o kadar çaresizdir ki, krize soktuğu ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için dış desteğe ihtiyacı vardır. IMF'nin ulusal ekonomiyi, alınan borcu ödemek üzere düzenlemesini kabul eder. Üstelik bu onayın ulusal meclisten geçirilmesini ister. IMF bu karar olmadan bir borç anlaşmasına yanaşmaz çünkü bir hükümet gider öteki gelir. Borcu üstlenmeyebilir.

Mekanizma böyle işlemesine rağmen beceriksizlikleri nedeniyle IMF'ye muhtaç olan, onu ulusal ekonomiyi düzenlemek üzere çağıran bütün hükümetler halka yalan söylemişler ve IMF'yi emperyalizmin baş aktörü olarak göstererek onunla mücadele ediyormuş numarası yapmışlardır. Böylece asıl meseleyi gizlemeye çalışmışlardır: Kendi zafiyetlerini.

Bugün IMF yok. Türkiye, kendi ekonomisini kendi iradesiyle idare ediyor. Ekonomik potansiyeli sürekli gelişiyor. Geliştikçe Türkiye güçleniyor ve gücünü uluslararası düzeyde gösteriyor. Ama komplocuların yaydığı paranoya devam ediyor. Sanki Türkiye bir sömürge, Türk(iyeli)ler bir kukla, ipler dış güçlerin elinde ve biz onların ülkemiz için tasarladıkları hain planın kurbanı olarak olan biteni çaresizlikle izliyoruz. Baştaki hükümet de dış güçlerin içerideki işbirlikçisi. Bu kadar fantezi akla zarar. Ruhları kararttığı kadar, aklı da felç ediyor.

Tamam, baştaki hükümetten hoşlanmayabilirsiniz. Onun iktidarına yasal ve ahlaki olarak ne mümkünse yaparak son vermeye çalışabilirsiniz. Ama aklınızı esir alan komplo teorilerine inanırsanız kendinizi acizleştirir, ülkenize de kötülük yaparsanız. Gerçekten dünya düşmanlarla dolu ise seçilmiş meşru ulusal hükümetinizle işbirliği yaparak sorunlarınızı çözmek daha akılcı değil mi? Yaşam bir savaş alanı ise bu savaşı "dış güçlere" karşı vermek yerine içeride bir "iç-savaş"a dönüştürmek akıl kârı mı? Nerede sizin "ulusal birlik" ve dayanışma çağrılarınızda dile getirdiğiniz ortak irade?

Komplo teorisi, kendine güvensizliğin ve gerçekleri anlama zafiyetinin bir yansımasıdır. Hayatı bir savaş hali olarak görmek, yaşamı ve yönetimi olağanlaştıracak bir görüşü, iç barışı sağlayacak bir toplumsal ahlak anlayışı olmamasının ifadesidir. "Türk önde, Türk ileri" olacaksa, bu kadar korku ve endişe ona yakışmaz!

Oda'ya hapsolmak

O kadar çok tabu vardır ki bunları resmen veya kamu düzeyinde (psikolojik olarak) aşmak hayli zordur. Zorluğun en büyük payı, uygulanan yöntemden veya araştırmanın yürütülmesinden kaynaklanmaz. Kılı kırk yararak ulaşılan bulguların kamuyla paylaşılması işin en zor yanıdır. Toplum, ne olduğuna, hangi koşullarda yaşadığına ilişkin öylesine gerçek dışı şeylere inandırılmıştır ki, ezberiyle çelişen özelliklerini sergilediğinizde tepki gösterir. Bu tepki resmi çevrelerin yasakçılığından daha derine inen bir engeldir. Bir benzetme ile; kendisini farklı sanan kişinin ilk kez yüzünü aynada gördüğü zaman duyduğu tepkiye benzer. Karşılaştığı sureti beğenmeyince aynayı kırmaya ve onu tutanı hırpalamaya kalkması çok olasıdır. Bu durumu bizzat yaşamışımdır.
Hele bir de topluma kendisini yanlış tanıtan, aldatan, amiyane tabirle "gaza getiren" çevrelerin ideologları ve kalemşorları devreye girince tam bir kişilik suikastına uğrarsınız. Bulgularınızı ve belgelerinizi çürütemeyecekleri için (çünkü aynı yöntemle aynı evrende benzer bir araştırmanın bulgularıyla karşınıza çıkmak zorundadırlar) sizi karalayıp, inandırıcılığınızı yok etmeye çalışırlar. Onların dilinde bu günlük işlem "psikolojik harp"tir. Çünkü onların asli görevi, varlık nedeni, kendilerinden başka kimseye yararı olmayan düzeni korumak ve sürdürmektir.
Bunun için toplumu hep iç ve dış düşmanların tehdidi altında ve bir savaş konumunda yaşadığına inandırmak gerekir. Bu nedenle ya düşman sahibi olmak ya da türetmek gerekir. Son zamanlarda yürütülen soruşturmalarda nasıl bu ülkenin asli düşmanı olarak bellediğimiz bir silahlı örgütü bizzat onunla savaşmakla yükümlü olanların içindeki bir grubun koruduğu, sıkıştırıldığı zaman operasyonları durdurduğu, kanlı baskınlarına eldeki bilgiye rağmen göz yumduğu, hatta bilgi toplayan insansız hava araçlarını düşürmeye kalktığı ortaya çıktı. Daha bunların hesabı topluma verilmemiştir.
Bir başka ekip de -bunlar hep ülkeyi korumakla görevli kurumların elemanlarıdır ne acı ki- doğrudan darbe yaparak iktidarı ele geçiremeyecekleri durumlarda, darbe ortamı yaratarak, yani siyasi ve mali kriz yaratarak, milleti "kurtarıcı" aramaya zorlamak hesapları yapmıştır. Sorun hep halkın tercihleriyle belirlenmiş bir hükümeti kabul edememe, yani demokrasiyi içine sindirememe meselesidir.
Tamam, ülkenin gelişme düzeyini azımsıyorsunuz; halkı, cahil ve akıllı seçimler yapacak olgunlukta görmüyorsunuz; fazla dindar, muhafazakâr ve taşralı buluyorsunuz. Bunu anlayabilirim ama neden şu soruyu kendinize sormuyorsunuz? "Cumhuriyetin kuruluşundan beri biz veya bizim zihniyetimizdeki insanlar iktidarda. Ne zaman iktidarı elden kaçırıyor gibi olsak siyaset dışı zor kullanarak hep karar merkezlerinin (yargının, akdeminin ve bürokrasinin) kontrolünü elimizde tuttuk. Ama bu ülke halkının hak ve talep ettiği refah, özgürlük, şeffaflık, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü sağlayacak yönetimi kuramadık. Şimdi bizim hata, ihmal ve zafiyetimizin bedelini neden halktan istiyor ve onun kendi tercihleri doğrultusunda bir yönetim tarzı geliştirme çabasını engelliyoruz?"
İşte darbeler yapan, darbe ortamları hazırlayan, asker ve sivil görevliler, onlar gibi düşünen orta ve üst sınıf kesitlerin medyadaki, meslek örgütlerindeki, üniversitedeki veya çalışmak zorunda olmadan evlerinde oturan ruh ve akıl ortakları bu soruya dürüstçe yanıt verseler, o zaman nasıl korkularının akıllarını esir aldıkları, nasıl asılsız veya giderilebilir endişelerle halkı yılgınlığa sürükledikleri ve bu yılgınlık üzerinden bir siyasal rant devşirdikleri ortaya çıkar.
Devam eden soruşturmalar bu uğursuz mekanizmayı umarım ortaya çıkartır. Ama sonuç kadar usul de önemlidir. Usul eksikliklerinin veya bozukluklarının, elde edilecek sonucu etkilemesine ve bu ülkenin siyasetinin ve hukuk sisteminin kıymeti kendinden menkul güçlerin vesayetinden kurtulmasını geciktirmek veya engellemek tehlikesini hiçbir zaman gözardı etmemeliyiz. Algılar, gerçekler kadar önemlidir.

Hiç yorum yok: