15 Mayıs 2013 Çarşamba

Kıyamete doğru giden yol-Avni Özgürel

Washington 11 Eylül sonrası İslam dünyasında kendisine yönelik öfkenin hangi boyuta tırmandığının ve bunun 21. yüzyıl için öngördüğü uluslararası düzen açısından ne denli tehdit oluşturduğunun farkında değil.


Washington 11 Eylül sonrası İslam dünyasında kendisine yönelik öfkenin hangi boyuta tırmandığının ve bunun 21. yüzyıl için öngördüğü uluslararası düzen açısından ne denli tehdit oluşturduğunun farkında değil.


11 Eylül'ün, ABD'nin siyaset planlamacıları için bir milat oluşturduğuna ve o tarihten sonra her sorunu yok olan ikiz kulelerin hayal penceresinden değerlendirdiklerine de şüphe yok... Ancak, üzerinden üç yıl geçtikten sonra, saldırının İslam dünyası içinde de zıt yönde ama benzer bir etki yaptığı yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor... 

Bugüne kadar ortalıkta sadece Filistin, Hindistan ya da Çeçenya'da olduğu gibi yerel siyasi talepler ekseninde örgütlenmiş İslamcı gruplar vardı. Amerikalılar gerek onların fiziki hedeflerinin kendilerinin çok uzağında olduğunu bildikleri için, gerekse eylemlerinin uluslararası denge hesaplarını bozmayacağını düşündükleri için (ki bu grupların bir kısmı Amerikalıların hesaplarına dahildi) çok rahattılar. 

Pentagon bunlarla ilgili değerlendirmelerini, hemen hepsinin Washington nezdinde kabul görmek istediğini, bu nedenle hangi düzeyde olursa olsun irtibat kanalı tesis etmek ve onu açık tutmak için çabaladıklarını, nihayet finans kaynaklarını Beyaz Saray'ın müsamahasıyla kullanabildiklerinin idrakinde olduklarını bilerek yapıyordu. 

Bir figür: Bin Ladin

Daha ötesi, örneğin Filistin laboratuvarında ABD'nin gerek kendisinin ve gerekse Tel Aviv'in gözünde 'kabili hitap' sayılan örgüt yöneticilerine, onlara ayak bağı olan daha radikal hizip liderlerinin İsrail'in öncelikli hedef listesine alınmasıyla tasfiyesine varan 'jestler' yapmasını kimse yadırgamıyordu.

Afganistan'da Sovyet işgaline direnişi örgütlerken ya da soğuk savaş şartlarında İslam dinini cihadı emreden hükümleri ön plana çıkararak yorumlayan akımları desteklerken, yüreklendirdiği genç Müslümanların günün birinde başına dert açacağını herhalde aklının ucundan dahi geçirmiyordu Amerika.

Oysa Afgan savaşı sonunda zengin ve siyasi karar mekanizmasında etkili Arap ailelerinin iyi eğitim almış çocukları, hem Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği gibi bir süper gücün dahi yenilebildiğini hem de kendi ülkelerindeki yöneticilerin ne denli sefih birer ABD kuklası olduklarını gördüler. Savaşın onlara kazandırdığı bir başka şey de, modern gerilla taktiklerinin tam olarak 'Arap ruhuna uygunluğunu' keşfetmeleri oldu.

Afganistan işi bittikten sonra bu gençler için bir sonraki hedefin, dünyanın başka köşelerinde İslam'ın cihat bayrağıyla devrimci direnişleri örgütlemek ve bunlara dayanarak kendi ülkelerinde gerçek bir İslam devleti kurmak olmasında şaşılacak bir yan yok. Keza söz konusu ülkelerdeki baskıcı kukla rejimlerin tek dayanağı olan ABD'yi hedef almalarında da...

Boşluğa itilen Arap liderler

Amerika'yı vurmakla kendi liderlerini boşluğa itmenin aynı manaya geleceğini, ABD geriletilmeden onun kontrolündeki İslam ülkelerinde sadece yönetici elitin değişeceğini düşünen gençlere 11 Eylül, 'bu süper gücün de yenilebileceğini' gösterdi. Ve daha önemlisi bunun yöntemi konusunda kanaatlerini pekiştirdi. Sonuç: El Kaide'yi örnek alan yeni grupların oluşumu tetiklendi.

Burada, Washington'daki bürokratların yatıp kalkıp dua etmeleri gereken tek şey, gençlerin önündeki örneğin Usame bin Ladin gibi salt bir eylem adamı olması. Bin Ladin bugün üzerine yapışan mücahitten çok seri katili çağrıştıran imaj yerine Che Guavera benzeri devrimci portre çizmenin önemini kavramış birisi olsaydı, ABD'nin onunla baş etmesi herhalde çok daha zor olurdu.

Amerikan karşıtlığı

Ancak her şeye rağmen Bin Ladin İslam dünyasında Amerikan karşıtı eğilimleri tetiklemeyi başardı. Yeni İslamcı grupların Suud yönetimi başta olmak üzere, Arap dünyasının siyasi aktörlerinin neredeyse tamamını duygusal baskı veya şantajla kontrol etmelerini kolaylaştırdı. Başlangıçta sırf Amerika istediği için Rusya, Çin ve Doğu Avrupa'da İslami oluşumlara destek veren Arap liderler, El Kaide ve türevlerine verdikleri destekle kendi kamuoylarında itibar kazanacaklarını düşünüyor, bu kanaldan dünya siyasetinde rol üstlenmiş olmanın hazzını yaşıyorlardı.

Afganistan, Çeçenya, Orta Asya veya Kosova'daki siyasi gelişmelere müdahil oldukları hissi onları mutlu ediyordu. Bu süreçte kurulan bağlantılara aktarılan kaynakların önemli bir kısmının eylem gruplarının eline geçtiğini bilmek dahi Arap liderleri fazla rahatsız etmedi. Hatta seslerini eylemle duyuran grupların arkasında desteklerinin olmasıyla gururlandılar bile. Ama 11 Eylül Amerikalılardan çok Arap yönetimleri için şok oldu. Derinden sarsılan ABD'nin olayı didikleyeceğinden emin ve bundan dolayı tedirgindiler. Nitekim eylemi gerçekleştiren grupla bağlantıların ortaya çıkması sürpriz olmadı.

'Sus parası'na dönüşen finans

Arap liderlerin açıkça ve bilerek bu eylemi finanse ettikleri söylenemez elbette... Destekledikleri gençlerin giderek 'serseri mayın'a dönüştüğünü görüyorlardı görmesine; hatta bazılarının 'öç eylemlerine' hazırlandıklarının pekâlâ farkındaydılar ama ne onları durduracak güce sahiptiler ne de girdikleri oyundan çıkma iradesine. 

Arap liderler, örneğin Türk devlet çekirdeğine yakın bir grubun dahil olduğu darbe girişimini, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in doğrudan Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev'e ihbar ederek önlemesine benzer bir çıkışı göze alamayıp sinmeyi yeğlediler. Ve o zamana kadar sağladıkları finansın 'sus parası'na dönüşmesini içlerine sindirmek zorunda kaldılar.

Kaotik tablonun faturası

Yeni oluşan İslami gruplar, ABD'nin iktidarlarını tehdit ettiğini gören Arap liderler ve Washigton'ın hedef listesindeki devletler (hepsi İslam ülkesi değil) Irak'ın kaotik tablosunu ABD'yle hesaplaşmanın arenasına döndürme yolunda. Pentagon analistlerinin ve CIA kaynaklarına hâkim genel kanaatin aksine bu ortamın oluşmasında Saddam'ın etkisi yok denecek kadar az. Yanlıları dahi firari liderin adını ağızlarına almanın artık kendilerine prestij sağlamayacağının ve mücadelelerine haklılık kazandırmayacağının farkındalar. Kavga da Irak kavgası olmaktan çıkıyor. 

Arap liderler, Washington Irak batağına ne kadar çekilir ve ne oranda kayba uğrarsa o oranda rahat nefes alacaklarını; İslami gruplar, hem ABD bulaşmadan kendi iç kavgalarını verme şansına kavuşup; hem de prestiji sarsılan ABD'yi daha kolay bir hedef haline getireceklerini düşünüyorlar. 11 Eylül trajedisinin bir benzerinin yakın dönemde yaşanmasının mümkün olup olmadığını sanırım Irak'taki hesaplaşmanın finali belirleyecek. Sonuç, İslamcı grupların hedeflerine uygun gelişirse, Amerika'yla birlikte dünyanın tedirgin olacağı bir dizi olayın yaşanması kaçınılmaz...

Bugün ABD'nin hırpalanmasını elini oğuşturarak seyredenler de dahil herkes için 'Ya Amerika kaybederse' sorusunun cevap seçeneklerinin kıyamet senaryolarından farklı olmadığı çok açık. Ancak süper gücün aklını başına alıp siyaset üretememesi halinde; hele de 11 Eylül'ün Amerikalıların özgüvenlerini sarsıcı etkisini gördükten sonra, süper gücün bu zaafının üzerine gidileceğini söylemek kehanet sayılmamalı.

Hiç yorum yok: