23 Nisan 2012 / CEMAL A. KALYONCU
28 Şubat’ın en kudretli generaliydi. Postmodern darbenin ardından ABD’deki JINSA adlı bir Yahudi kuruluşu ona ‘Uluslararası Liderlik Ödülü’ vermeyi görev bilmişti. Ödülün gerekçesi de şöyleydi: “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinde ve Türkiye’nin çok hassas bir döneminde kritik adımların öncülüğünü yaparak oynadığı rolden dolayı…”
Resmî plakası kapatılmış makam aracı, İstanbul’un Çamlıca sırtlarındaki villada düzenlenen davetin en önemli misafirini işaret ediyordu. Günlerden pazardı. Saat 11.00 gibi başlayan toplantıdan ilk ayrılan, dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır olmuştu. O da sivil plakalı araçla gelmişti buraya. Onu, Emniyet Müdürü Hasan Özdemir takip etti. Saat 15.00 sıralarında ise 34 MZD 69 sivil plaka takılmış makam aracıyla 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir ayrıldı villadan. Tarih, 9 Mayıs 1999’du. Çevik Bir, henüz emekli olmamıştı. Ama içindeki, genelkurmay başkanlığı ve sonrasında cumhurbaşkanlığı ümitleri de sönmüş değildi.
Çamlıca’daki villanın, yani davetin sahibi, medyanın bir numaralı patronuydu. Toplantıdan ‘bir kısım’ medyanın haberi olmuştu; ancak karşılarında gazetecileri görenler, tek kelime dahi etmemişti. Toplantının gizli olduğu, o grubun medyasında davetle ilgili tek satır dahi haber yer almamasından anlaşılıyordu.
Fazilet Partisi Konya Milletvekili Veysel Candan da toplantının içeriğini merak etmiş olacak ki Başbakan Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için toplantıdan üç gün sonra Meclis Başkanlığı’na 7 sorudan müteşekkil bir önerge verdi. Cevap, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’dan geldi: “Soru önergesindeki konuların incelenmesi sonucunda; İstanbul Valisi Erol Çakır ile İl Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’in, iş adamı Aydın Doğan’ın yemekli, müzikli ve açık havada düzenlenen davetine katıldıkları, davette amacına uygun konuların görüşüldüğü, gizli bir konunun görüşülmesinin mümkün olmadığı ve bu davete yaklaşık 250 kişinin katıldığı…” İlave olarak “Araç plakalarıyla ilgili yasadışı bir durumun da söz konusu olmadığı anlaşılmıştır.” deniyordu.
Orada başka konuların konuşulduğu muhakkaktı. Ancak o davette, 14 Mayıs 1939’da dünyaya gelen Çevik Bir için doğum günü düzenlenmişti. Tantan’ın da belirttiği gibi çokça davetli katılmış, özellikle sonraki süreçlerde kamuoyunun isimlerini duymaya aşina olacağı gizemli iş adamları da orada yerlerini almıştı.
Çevik Bir’i bu kadar önemli kılan neydi? 1995-98 arasında Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapmıştı en fazla. Malum, bu durum, Genelkurmay’ın ikinci adamı anlamına da gelmiyordu. Ancak uygulamaları ile ve bir yerlerden aldığı güçle Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın bile önüne geçmiş, Karargâh’ı neredeyse tek başına sürükler olmuştu. Ama bu bir ekip işiydi. Ekipler iyi kurulmuştu. New York Times bile bunu fark etmişti. Karadayı’nın Bir’i diplomat gibi kullandığını belirten gazete, şunları yazıyordu daha o aylarda: “Bir, etrafında son derece sadık subaylardan oluşan etkili bir grup topladı.”
Apoletli diplomat
Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya bir yana, geçen hafta 28 Şubat sorgulamasının ikinci dalgasında Bodrum’da gözaltına alınan dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak gibi isimler diğer yana… Kimin 1 numara olduğu da önemli değildi. 28 Şubat sürecinde ekip iyi çalışıyordu. Şimdilerde sorgusunda “MGK kararlarını uyguladım.” diyen Çevik Bir’e, Özkasnak’ın daha önce vermiş olduğu bir beyanatı ile cevap verilebilirdi. Özkasnak, “28 Şubat kararlarını dönemin başbakanı birkaç gün imzalamadı. Bu süre içinde dönemin MGK Genel Sekreteri ikna için uğraştı.” diyecekti. İknanın nasıl yapıldığına dair kamuoyu da geçen zamanda epey bilgilenmişti artık.
Çevik Bir’in bu süreçte bir ayağı İsrail’de, diğer ayağı Amerika’daydı. Çekiç Güç, Refah-Yol’dan önce Türkiye’nin başını ağrıtmaya başlamıştı. İsrail’le karşılıklı anlaşmalar da ardı sıra bu süreçte gerçekleşmeye başlamıştı. Refah-Yol hükümetinin başbakanını dinleyen yoktu zaten. Bir, 28 Şubat sürecine adını veren 1997’deki o uzun MGK’dan 10 gün önce de Amerika’daydı. Devlet Bakanı Abdullah Gül de oradaydı. Ancak üst düzey bir asker olarak Çevik Bir, Türk siyasetinin aksi istikamette açıklamalar yapıyor, “İran tescilli terörist.” diyordu. Aslında bununla siyasetin alanına müdahil olduğunun da farkında idi. Onun için gazetecilere şu açıklamayı borç bilmişti: “Politikaya karışmış gibi gözükebilir söylediklerimiz fakat artık bu zamanda politikanın askerî meselelerden soyutlanamayacağı bir dönemde yaşıyoruz. Biz sürekli askerî-politik değerlendirme yapıyoruz.” Doğaldı ki Bir’in adı ‘apoletli diplomat’a da çıkmıştı bu süreçte.
İsrail ile Amerikan desteğinin bir ikramı, pardon ödülü olsa gerek, Ulusal Güvenlik İşleri Musevi Enstitüsü diye Türkçeye çevrilen JINSA adlı Yahudi lobisinin kuruluşu, apoletlerini çıkardığı anda, sıcağı sıcağına Çevik Bir’e, Ekim 1999’da daha yeni ihdas ettiği ‘Uluslararası Liderlik Ödülü’nü vermeyi görev bilmişti. Ödülü verirken JINSA’nın yaptığı açıklama, bütün bunları teyit niteliğindeydi: “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinde ve Türkiye’nin çok hassas bir döneminde kritik adımların öncülüğünü yaparak oynadığı rolden dolayı…” Başka söze hacet kalmamıştı zaten.
Bir, ödülü alırken bir konuşma yapmış, “Benim JINSA ile ilk tanışmam 1995’te Genelkurmay 2. Başkanı olduğum sırada Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı’na yapmış oldukları ziyaret çerçevesinde başlamıştır.” demişti. Bir’in İsrail ile yakın ilişkisi, 28 Şubat’ı sorgulayan savcının da dikkatinden kaçmamıştı ki “İsrail’den darbe yardımı istediniz mi?” diye bir sorunun kendisine yöneltildiği yansıdı gazetelere.
1993’te, Somali’deki BM Barış Gücü Komutanlığı görevine atanması da, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in söylediği iddia edildiğine göre, Pentagon’un, Bir’in adını doğrudan vermesiyle olmuştu. Oradaki görevi kamuoyuna kahramanlık olarak sunulsa da Bir’in tam bir başarısızlık örneği sergilediğinde herkes hemfikirdi.
Bütün bu veriler 28 Şubat’ın dışarıdan destekli olduğuna dair kanaatleri pekiştirmişti aslında. Gazeteci Cengiz Çandar’ın önceki hafta Taraf’a verdiği röportaj buna tekrar ışık tutacak türdendi: “Meğer 12 Mart 1997’de Washington’da dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın çağrısı üzerine bakanlık binasının 7. katında Türkiye ile ilgili bir toplantı yapılmış. (…) Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi toplantıdaymış. Türkiye’ye ilişkin olarak ne yapılacağı konuşulmuş. O toplantıda çıkan genel eğilim, ‘Doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli’ olmuş.” Çandar, Abramowitz’in kendisine söylediği şu sözü de tarihe not düşmüş, o açıklamasında: “Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde yazılı olmayan bir kod vardır. Erbakan bu kodu bozdu. Amerika, ne yapacağı kestirilemeyen müttefikten hoşlanmaz.”
Çevik bir hükümet kurulabilir!
Bütün bunların Çevik Bir’le alakasına gelince… Malum, onun güdümündeki süreçte 3 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar yürütülmüş, Batı Çalışma Grubu kurulmuş, Aczimendiler, Ali Kalkancı, Fadime Şahin isimleri ortaya çıkmış, brifing verilen yargı mensupları, ‘Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin’ manşetleri atabilen medya birlikte koro vazifesi görmüştü… Basında akredite fikri yine onun başının altından çıkmıştı. Şemdin Sakık’ın ifadelerine eklenerek andıçlanan gazeteciler Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın hadisesi de başlı başına bir olaydı.
O dönemde Sabah’ta yazan Güngör Mengi, 1998’de “Çevik bir’ hükümet” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e bir teklifte bulunuyordu: “… Cumhurbaşkanı yerleşik kuralları uygulamayacaksa, bu şansı liderler arasında bir tercih yaparak sakatlamamalıdır. Kirlenmiş siyasete ve başarısız liderlere karşı bir demokratik darbe yaparak kullanmalıdır. Ülke şartlarının kendisini tarihi bir sorumluluk alma mecburiyeti ile karşı karşıya getirdiğini ilan ederek, halka geleceğin lideri olacak birini önerebilir, onun başkanlığında, 15 iddialı, parlak teknisyenden oluşmuş ‘çevik bir’ hükümet kurulabilir.”
O sıcak gündemde gerçeğe en yakın yazılar yine yabancı basında çıkıyordu. Wall Street Journal’den Hugh Pope, “Medyaya telefonla askerî rehberlik artık rutin hâle geldi” notunu düştükten sonra, sermayenin temel korkusunu da tespit etmişti: “İş adamları, devlet ihalelerini İslamcı iş çevrelerine kaptırmaktan endişe ediyor. ‘Ordunun yaptığından çok memnunuz’ diyen bir banka yöneticisi, ‘Her şey basit: Biz elitiz, çok para kazanıyoruz ve bunu kaybetmek istemiyoruz.’ diyor.”
Haber, o zamanlar New York’tan yazan Aslı Aydıntaşbaş imzasıyla Türkçeye çevrilip Radikal’de yayımlanmıştı.
Bir’in yargı sistemine etkisi de hissediliyordu. Kim Bir’den şikâyette bulunmuşsa mahkeme şikâyet edenleri yargılıyordu. Pek çok örneğini bulmak mümkündü. Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Hasan Celal Güzel, Çevik Bir ve BÇG hakkında Ankara DGM Başsavcılığı’na ve Başbakanlığa suç duyurusunda bulunmuş, kendisi hapis yatmaktan kurtulamamıştı. Sonra, herkes mahkemenin garip bir kararı gibi düşünüyordu Recep Tayyip Erdoğan’ın şiir okuduğu için hapse girmesi hadisesini. Başbakan Erdoğan, “Ben cezaevine o talimatlarla girdim.” diyecekti, 28 Şubat soruşturması açıldıktan sonra.
Bir misal de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan verelim: “YÖK katsayı uygulamıyor. Ama bu süreçte imam hatip liselerini tehlike olarak gören bir zihniyet başka bir şey yapmak istiyor. Telefon açılıyor Çevik Bir tarafından. İsmini de veriyorum. YÖK Başkanı Kemal Gürüz’e... ‘Bunlar üniversiteye girmeyecekler.’ Olur mu, olmaz mı? ‘Ben emrediyorum olacak’... Yönetmelik, kanun yok. Telefonla balans ayarı yapıyorlar.”
28 Şubat’ın günah galerisi saymakla bitmeyecek türdendi… Neden olmasındı? 28 Şubat sürecinde Karargâh’ın en etkin komutanıydı Çevik Bir. Genelkurmay Başkanı olmak istiyordu. Ama yolu teamüllere göre açık değildi. Fakat o ümidini hiç yitirmemişti. 28 Şubat sürecinde, 1997’de Kıbrıs’taki bir askerî tatbikatta Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu sıyıran ve Albay Vuray Berkay’ı öldüren suikastta onun payının olabileceğini bile iddia edenler olmuştu. Bir gerçek vardı ki TSK üst kademesinde bu olaydan sonra daha farklı bir yapılanmaya gidildi.
1998’de 1. Ordu Komutanı olarak atanan Bir’in 1999 şûrası öncesi de Kara Kuvvetleri Komutanı olacağı söylentileri çıkmıştı. 17 Ağustos 1999’daki depremden sonra 1. Ordu Bölgesi’nde sıkıyönetim ilan edilmesi tartışmaları da gündeme taşındı. Eğer sıkıyönetim uygulansa Bir emekli olmayıp görevde kalacak ve Genelkurmay Başkanlığı yolu açılacaktı. Olmadı… Ve emeklilik günü geldi çattı. Askerlik görevinden ayrılırken devir/teslim töreni de düzenlenmeyen Bir için üniformayı çıkarma vakti gelmişti artık. Bir, emekli olduktan kısa süre sonra Hürriyet’e verdiği seri röportajda şunları söyleyerek imaj tazelemeye çalışıyordu: “Artık darbe yok.” Niye böyle bir çabanın içerisine girmişti? 29 Kasım 1999’da Rumelili Yönetici ve İş Adamları Derneği’nin toplantısında, Ali Şen’in de iteklemesi ile niyetini açık etmişti. Cumhurbaşkanlığına adaydı. Ama cumhurbaşkanlığı adaylık süreci apoletli günlerindeki gibi şaşaalı değildi. Adaylık süreci ile ilgili unutulmayacak bir açıklaması da şu olsa gerekti: “Arkamda halk var.” Bir’in neden aday olduğuna dair sözleri de ilginçti aslında: “Evde oturup temizlik günlerinde eşimin ‘Paşa, spora ne zaman gidiyorsun?’ diye sormasını bekleyemem.”
Temizlik günlerinde evde sorun olmaması için sponsorlar bulup konferanslar vermeye başladı. Bir ara CNR Fuarcılık’ın kurucusu Ceyda Erem’le birlikte Pegasus Güvenlik Hizmetleri ve Pegasus Güvenlik Koruma ve Savunma Sistemleri şirketlerine yüzde 1’lik hissedar da olan Bir, bu grubun Ulusal Strateji Dergisi’ne de yayın yönetmeni olarak yazdırdı adını. Konuşmalarında enerjinin önemine dikkat çeken Bir, 2009’da Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e şüpheli sıfatı ile ifade vermişti.
Sabah’ın Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge’ye “Darbenin modernini yaptık, ilkelini arıyorlar.” diyen Çevik Bir, annesi Selanikli, babası Manastırlı bir aileye mensuptu. Ailesi Balkanlar’dan 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu topraklarına gelip 1918-20 arasında da İzmir Buca’ya yerleşmişti. Çevik Bir’in 1933 doğumlu ağabeyi Çetin Bir’in 2006’da zor şartlar altında vefat ettiği yansımıştı basına. Pek varlıklı olmayan bir ailenin çocuğu olarak 14 Mayıs 1939’da Buca’da doğan Çevik’i de pek parlak günler beklemiyordu aslında. Okumak isteyip de zor şartlar içerisinde olan ailelerin çocuklarının yaptığı gibi onun da tek şansı askerî okuldu. Demokrat Parti’nin ilk yıllarında Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nde talebe idi. Ağabeyleri 27 Mayıs Darbesi’ni planlarken o henüz 19 yaşındaydı ve 1958 yılında Harp Okulu’nu istihkâm subayı olarak ikincilikle bitirmişti. Türkiye, 27 Mayıs darbesini yaşadığında ise görevine devam etti. 12 Mart muhtırasının yaklaştığı dönemde, 1970 yılında ise Kara Harp Akademisi’ni bitirdi. Her on yılda bir darbe-ayaklanma-muhtıra olması kim bilir onun askerî hayatında yer etmiş, bunun bir askerî gelenek olduğu hissini uyandırmıştı onda belki de. 1971’de de Silahlı Kuvvetler Akademisi’ndeki eğitimini tamamladı. 12 Mart döneminde Ankara Güvercinlik’te vazifeli idi. İşkence olmadan olmazdı o dönemlerde! Gazeteci Faruk Bildirici’nin yaptığı çalışmaya göre, daha sonra İnsan Hakları Vakfı Başkanlığı yapacak Yavuz Önen, Bir tarafından işkenceye uğrayanlardan biri idi.
TSK tarihinin en genç generali
Çevik Bir’i askerî görevleri boyunca talihi yalnız bırakmamıştı. 1973’te yurtdışı göreve atandı. Belçika’da NATO Avrupa Müttefik Komutanlık (SHAPE) Karargâhı’nda Harekât Dairesi proje subayı oldu. NATO kursları gördü. İngilizcesini ilerletti. 1976’da Türkiye’ye döndü. Daha 12 Eylül darbesine 4 yıl vardı! Ama Bir, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Başkanlığı’nda NATO plan subayı olarak Karargah’ta olan biteni tecrübe etme imkânı bulmuştu. Kenan Evren ondaki cevheri görmüş olacak ki onu özel kalem müdürlüğüne aldı. 12 Eylül’ün büsbütün yakınındaydı artık. Evren cumhurbaşkanı olunca Bir de aynı görevle Köşk’e çıktı.
Evren, 1981’de albaylığa terfi eden Bir’i yanından ayırmamak için başyaverlik görevinin yanında onu Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı’na atadı. Tuğgeneralliğe terfi edince 1983’te yine NATO’da görev alan Bir, 1985’e kadar SHAPE Karargâhı’nda Lojistik ve İfrastrüktür Daire Başkanlığı yaptı. Türkiye’ye döndüğünde Erzurum Aşkale’de 4. Zırhlı Tugay Komutanlığı görevini üstlendi. 1987’de tümgeneralliğe terfi alarak Ankara’ya döndü ve Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’na atandı. Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı da yapan Bir, 1991’de korgeneral oldu. 1993’e kadar Genelkurmay Harekât Başkanlığı yaptı. Özal’ın öldüğü 1993’te Somali’de görev aldı. Başarılı olamayınca 1994’te Türkiye’ye döndü. Kara Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı’nın ardından 1994’te Genelkurmay Harekât Başkanlığı’na atanmıştı artık.
İktisatçı Nilgün (Ötuğça) Hanım’la ikinci evliliğini yapan ve Uygar adında bir çocuğu bulunan, tenis oynamak, yüzmek ve yürümekten çok hoşlanan, Atatürk’ten sonra, öngörüleri nedeniyle Jimmy Carter’in ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brezinski ve barışçı yanı nedeniyle de Bill Clinton’ı idolleri arasında sayan Çevik Bir, 30 Ağustos 1995’te ise 56 yaşında TSK tarihinde en genç orgeneral oldu. Ve Genelkurmay 2. Başkanlığı’na atandı. Türkiye ile birlikte Çevik Bir için de yeni bir dönemin, ‘postmodern’ darbe sürecinin başlangıç fitili ateşlenmişti artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder