15 Mayıs 2013 Çarşamba

Boston’daki bombalamanın İslam, Müslüman toprakların işgalinin terörle bağlantısı-“Yürü ya Taliban kim tutar seni!” İngilizler ve Sovyetlerden sonra sırada ABD var-Gelişmiş Batı’nın yeni türküsü; “Biz Köktendinciler’i çok severiz!”-Tarih ve gerçekler ters yüz mü edildi, “İslam-Terör” Batılıların işgal için bahanesi midir? - canmehmet.com


Boston’daki bombalamanın İslam, Müslüman toprakların işgalinin terörle bağlantısı (1/4)

Resimdeki ünlü Amerikalı Devlet adamını tanıyabildiniz mi?
Faruk 1984 yılında okuldan eve dönerken polisler tarafından zorla bir arabaya bindirilerek götürüldüğünde daha 16 yaşındadır. “Beni yakaladıklarında ana caddeden eve doğru yürüyordum. Onlara öğrenci olduğumu söyledim ve öğrenci kimliğimi gösterdim. Polisler sadece güldüler ve kimliğimi yırttılar…
Tıpkı (orta yaşlı) Sultan Muhammed gibi ortaokul öğrencisi Faruk da Host’ta bir çarpışmada mücahitlere esir düşmüştür. Küçük Faruk anlatmaya devam ediyor:

“Ben askerdeyken orta yaşlı bir adam getirdiler. Adamı hastanede yatan karısına kan almak için sokağa çıktığında yakalamışlar. Karısı üçüncü çocuğunu doğurmak üzereymiş ve kan gerekiyormuş. Adam askerlere kendisini bırakması için yalvarıyor, onlara aceleyle hastaneye geldiği için çocuklarına bakacak kimse bulamadığını, bu yüzden de iki ve üç yaşındaki çocuklarını eve kapatıp karısını hastaneye getirdiğini anlatıyordu. Askerler onu dinlemediler. Adam sekiz gün boyunca sürekli ağlayarak kendisini bırakmaları için yetkililere yalvardı ve çocuklarının kendisini beklediğini anlattı. Ancak kimse ona kulak asmadı.
Sonunda adam kaçtı. Kabil’e gittiğinde karısının hastanede öldüğünü öğrenmiş. Bunun üzerine büyük bir telaşla eve koşmuş. Eve geldiğinde de iki çocuğunun da açlıktan öldüğünü görmüş. Bir süre sonra yetkililer adamı yakalayıp tekrar bizim yanımıza getirdiler.
Ama adam bu sefer kendinde değildi, artık keçileri kaçırmıştı.” (1)
Bu yazı dizisinde;
Batılı insaf sahibi kimi yazarlar gibi, Irak’taki insanlık dışı muameleleri, katliamları, işkenceleri bütün çıplaklığı ile ortaya koyan, İngiliz independent Gazetesi’nin Pulitzer ödüllü yazan Robert Fisk;
-“İslam ve terör arasında bağlantı yok. Artık Müslüman topraklarını işgalden vazgeçin” uyarısında bulunarak, devamla;
-“İslam’la terör arasında bir bağlantı yoktur. Ama bizim Müslüman topraklarını işgal etmemizle terör arasında bir bağ vardır. “ (2)
Dediği gibi, batılı gelişmişlerin sömürü adına insanlığı nasıl aldattıkları örnekleri ile anlatılacaktır.
Taliban örneğinde olduğu gibi medyada 7/24 işlenen, gerçeğinde hayali ve içleri kof örgütlerin nerede ise tamamı dışarıdan kurularak ve kukla misali oynatılarak, yönlendirilmektedir.
Hesap, kendi çıkarlarına bir taşla beş kuş vurmaktır.
Taliban 27 Eylül 1996 tarihinde Kâbil’i ele geçirdikten birkaç saat sonra bir açıklama yaparak başkentin Molla Muhammed Rabbani başkanlığındaki altı üyeli bir konsey tarafından yönetileceğini belirtti…
Başkente tek bir grubun hâkim olmasıyla özledikleri, yıllarca hasret kaldıkları barışa nihayet kavuşacaklarını sanıyorlardı. Eski Devlet Başkanı Necibullah’ın Hindistan’a kaçmayı başaran yardımcısı Abdürrahim Hatip bu konuda şöyle diyordu:
-“Mücahit döneminde Kâbil’de her örgütün kendi kuralları ve yasaları vardı. Şimdi ise tek bir yasa, tek bir düzen olacak. Bugün Afgan halkının en tatlı hayali barış ve huzurdur.  Ülkeyi hangi örgütün yönettiği kimsenin umurunda değil. Yeter ki barış olsun.
Taliban’ın Kâbil’e hâkim olmasından sonra başkent tekrar barış ve huzura kavuştu. Ancak Afgan başkentinde esen iyimser hava yerini karamsarlığa bırakmakta gecikmedi. Taliban yönetimi iktidarının ilk günlerinden itibaren bildiriler yayınlayarak yeni kurallar ve yasaklar koymaya başladı.
Taliban’ın ilk kararları kadınlarla ilgiliydi. Buna göre, kadınların dışarıda çalışması, okula gitmesi, başı açık dolaşması yasaktı.
Taliban yönetimi kadınların özgürlüklerini tamamen ellerinden alıp onları eve kapattıktan sonra erkeklere yöneldi.
Taliban lideri Molla Muhammed Ömer Kâbil radyosundan bir bildiri yayınlayıp tüm erkeklere sakal bırakma mecburiyeti getirildiğini, tıraş bıçağı satışlarının yasaklandığını, sakal bırakmayanların veya sakalını kesenlerin en sert biçim de cezalandırılacağını açıkladı.
Molla Ömer’in sözlerine göre sakal yasası Kâbil’de yeni kurulan İslam Polisi tarafından denetlenecekti. İslam Polisi sakalsız erkekleri kırbaçlarken, sakal tıraşı yapan berberlerin de iki parmağını kesecekti.
Molla Ömer köselerin de sakal yasasına uymak zorunda olduklarını söylüyordu. Onlar da takma sakal kullanacaklardı…
Kadınları eve kapatan, erkeklerin özgürlüklerini de büyük ölçüde kısıtlayan Taliban çocukları da unutmamıştı.
Artık çocukların oyuncaklarla oynaması, uçurtma uçurması, futbol, bilye gibi oyuncaklar la oynaması yasaktı.
1 Ekimde uçurtma yasağını çiğneyen dört çocuk, önce İslam Polisi tarafından kırbaçlanmış, sonra da evlerine baskın yapılarak tüm oyuncakları toplanıp yakılmıştı…
Diğer yasaklar: içki içmek, satmak, satın almak, futbol oynamak, müzik dinlemek, televizyon seyretmek. Sağlık ve jimnastik kulüpleri ile güzellik salonlarına gitmek, çocukların oyun oynaması, uçurtma uçurması yasaktır.
Ezan okunduğu zaman bütün motorlu araçlar duracak ve içindeki erkek yolcular en yakın camiye gidecektir.
Otobüslerde kadınlar ile erkeklerin oturacakları yerler zincirle ayrılacaktır. Hırsızlık yapanın eli kesilecektir.
Üzerinde yazı olan kâğıt torbaları kullanmak yasaktır. Yazı kutsal olduğu için üzerinde yazı olan torbaları kullandıktan sonra fırlatıp atmak doğru değildir. Herkes pencerelerini karartacaktır, çünkü yoldan geçenler ya da karşı binalardakiler evdeki bir kadını görebilir.
Taliban yönetimi uygulamaya koyduğu kararlar ve yasaklarıyla Kâbil halkına hayatı çekilmez hale getirmişti. Bu uygulamalardan en çok zarar görenler kuşkusuz kadınlardı.
Taliban’ın kadınlarla ilgili 25 Ekim 1997 tarihli son kararı şöyleydi: “Kadınların artık hastanelerde tedavi görmesi yasaktır.” Bu son yasağın yürürlüğe girmesinden sonra Kâbil’deki bir hastanede komada yatmakta olan bir kadın apar topar evine gönderildi.
Taliban hareketinin lideri Molla Ömer, Kandehar’daki karargâhında yaptığı açıklamada bütün bu uygulamaları İslam adına yaptıklarını söylüyor ve kendilerinden önceki mücahit yönetimlerinin “iyi Müslüman” olmadıklarını iddia ediyordu.
Oysa Taliban’ın uygulamaya koyduğu birçok kararın İslam’da yeri yoktu.
Örneğin İslam’da kadınların çalışması, eğitim görmesi yasaklanmamıştı. Şeriatla yönetilen Suudî Arabistan’da veya Şii bağnazlığın hâkim olduğu İran’da bile kadınlar çalışabiliyor veya eğitim görebiliyordu.
Londra’daki London School of Economics’te öğretim üyesi olan Afganistan uzmanı Prof. Fred Haliday, ‘Taliban’ın uygulamalarının birçoğunun, bırakın İslam’la ilgili olmayı, insanlıkla bile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur” diyordu.
İngiliz bilim adamı İslam’ın “güzellikler ve iyilikler dini” olduğunu belirtiyordu. Öyleyse hasta kadınları ölüme terk etmenin İslam diniyle bir ilgisi olamazdı.
Taliban liderleri ise “ülkede saf İslam sistemi”ni hayata geçirdiklerini, uygulamalarından hiçbirinin şeriata ters düşmediğini iddia ediyorlardı.  (3)
Taliban
Taliban’ın ortaya çıkışı
Şu sırada Afganistan’ın büyük bir bölümüne egemen olan Taliban’ın Kâbil’de kurduğu terör rejminin uygulamalarını anlatmadan önce, bu grubun nasıl ortaya çıktığını ve arkasında hangi güçlerin olduğunu ele alacağız.
1994 sonbaharında ortaya çıkan Taliban’ın üç yıl gibi kısa sürede Afganistan’daki en büyük rakiplerini teker teker tasfiye ederek ülkenin yüzde 90’ına hâkim olması pek çok kişiyi şaşırtmıştı.
Taliban aslında mücahit grupları arasında sonu gelmek bilmeyen mücadelenin bir sonucuydu.
Mücahitler 1992 Nisanında Kâbil’de iktidara geldikten kısa bir süre sonra koltuk kavgasına başladılar. Silahlı grupların çatışma alanına dönen Kâbil üç yıl içinde yerle bir oldu.
Kâbil’de çatışmalar sürerken, Afganistan’ın diğer bölgelerinde. Özellikle de Peşturlar’ın yoğun olarak yaşadığı güney illerinde terör ve anarşi hâkim olmuştu. Her bölge yerel bir komutanın kontrolü altındaydı. Silahlı gruplar yolları keserek halkı soyuyor ve konvoyları yağmalıyorlardı.
Dünün kutsal savaşçıları artık yol kesen eşkıyaya dönüşmüştü.
Halk, üç yıl içinde Afganistan’ın güzelim başkenti Kâbil’i yerle bir eden ve ülkenin geri kalan bölgelerini de terör ve anarşi yuvası haline getiren mücahitlerden bıkmıştı. Mücahitler Sovyet istilasından kurtarmak için on yıl boyunca savaştıktan, uğrunda kan döktükleri ülkelerini cehenneme çevirmişlerdi.
Afganistan’ın ikinci büyük kenti Kandehar birçok silahlı grubun denetimi altındaydı. Bu grupların yolları keserek otobüsleri haraca kesmesi ve yük taşıyan kamyonları yağmalaması halkın büyük tepkisini çekiyordu.
Bazı silahlı gruplar daha da ileri giderek gözlerine kestirdikleri kadınları otobüslerden indirip karargâhlarına götürüyor ve âlem yapıyorlardı… (4)
 Devam edecek…
-Taliban’ın inanılmaz yükselişi…
Resim;www.anvari.org’dan alınmıştır.
(1) Esedullah OĞUZ , “HEDEF ÜLKE AFGANİSTAN”,
(2) Yaşar Yazıcıoğlu, Bitmeyen Hesap, s.106,
(3) Esedullah OĞUZ , “HEDEF ÜLKE AFGANİSTAN”,
(4) A.g.e.

“Yürü ya Taliban kim tutar seni!” İngilizler ve Sovyetlerden sonra sırada ABD var (2/4)

Resimdeki ünlü Amerikalı devlet adamını tanıyabildiniz mi?
Ruslara karşı savaşta bir gözünü ve bir bacağını kaybeden Taliban’ın lideri Muhammed Ömer, 45 yaşlarında bir din hocasıydı. Dar görüşlü bir insan olan Molla Ömer’in Dünya görüşü ve hayat felsefesi kulaktan dolma edindiği yarım yamalak dini bilgiler ile Peştun aşiret geleneklerine dayanıyordu.
Ona göre televizyon seyretmek, kadınların çalışması, çocukların oyun oynaması, uçurtma uçurması ve benzeri şeyler haramdı, İslam’a aykırıydı. Öğrencileri Kandehar’ı ele geçirdikten sonra da bu ilkel düşüncelerini uygulama fırsatı buldu.
Taliban’ın Kandehar’ı ele geçirmesinden sonra kentte suç oranı büyük ölçüde azaldı. Bunda kentin yeni yöneticilerinin bazı hırsızları ibret olsun diye halkın önünde darağacında sallandırmasının etkisi büyüktü.
Kandehar halkı Taliban yönetiminden memnundu. Çünkü artık kente tek bir grup hâkimdi, tecavüz ve yağmalama olayları da durmuştu. Taliban’ın uygulamaya koyduğu kurallar biraz sertti ama hiç olmazsa kentte artık sükunet, nizam ve huzur vardı. (1)
Taliban’la ilgili Afganistan’ın eski Ankara Büyükelçisi, Dr. A.Selam Asım’ın anlatmaktadır;
“…Türkiye’de bazıları Taliban ile mücahitleri karıştırıyor. Mücahitler 1979′da Ruslara karşı mücadele vermek, vatanını savunmak için, milletin kendi iradesiyle kuruldu. Dolayısıyla Sovyetlerin çekilmesinin ardından Mücahitler Hükümeti kuruldu. Taliban ise 1994′te Pakistan’da bazı dış ülkelerin yardımı ile kuruldu.
Bence Taliban’ın kim olduğu açık açık kamuoyuna anlatılmıyor.
Taliban aslında sadece eline verilen senaryoyu oynuyor.
Kendisine verilen görevleri yerine getiriyor.
İkinci bir husus; Taliban’a karşı ülkenin her tarafında mücadele edildiği iddiası. Taliban ile savaş var deniyor. Bu kadar büyük bir güç (ABD, NATO) Taliban’ın imhası için Afganistan’da ama Taliban bir türlü bitirilemiyor. Uçağı olmayan, teknolojisi olmayan 200-300 kilometrelik bir alanda üslenen Taliban’ın bir türlü bulunamaması ben de dahil bazı kişilerin kafalarında soru işareti bırakıyor.Beni, Taliban’ın da bu senaryonun bir parçası olarak düşündürtüyor.
Taliban, Karzai güçlerine ne kadar dayanabilir? Birkaç saat.Ancak önce ABD’nin, Taliban’ın arkasından çıkması şart…” (2)
**
Yaşananlar nedeniyle  gelinen süreci anlayabilmek için biraz gerilere, Sovyet İşgaline gidiyoruz.
“Çarlık Rusya’sı ile Britanya İmparatorluğu Asya’da birbirlerine karşı yıllardır yürüttükleri entrikalardan sonra Afganistan konusunda bir anlaşmaya vardılar. Moskova ve Londra, Afganistan’ı işgal veya ilhak etmek yerine, strateji açıdan önemli bir konumda bulunan bu ülkeyi bir tampon bölge olarak kullanmaya karar verdi.
Bu, iki tarafın çıkarlarına da uygundu. İşte bu amaçla Rusya ile İngiltere, 1907 yılında bir antlaşma imzaladı. Söz konusu antlaşmaya göre Rusya, nüfuz alanı dışında tutacağı Afganistan’la ilişkilerini İngiltere aracılığıyla yürütecekti.
Buna karşılık İngiltere de, Afganistan’ı işgal veya ilhak etmemeyi ve ülkenin içişlerine karışmamayı taahhüt ediyordu.
Ancak, Çarlık Rusya’sında iç savaşın patlak vermesinden ve 1917’de Bolşeviklerin iktidara gelmesinden sonra antlaşma bozuldu: Bolşevikler Çarlık Rusya’sının imzaladığı bütün antlaşmaları, bu arada da 1907 antlaşmasını tek yönlü olarak iptal etmişlerdi. Bolşevikler sömürge olarak ezilmiş halklara emperyalizme karşı mücadelelerinde yardım edeceklerini açıkladılar.
Bolşeviklere göre Rusya’nın en büyük rakibi ve düşmanı İngiltere’ydi. Bu nedenle İngiliz sömürgelerinde, özellikle de Hindistan’da halkı sömürgecilere karşı kışkırtarak Britanya İmparatorluğu’nu zayıflatmak istiyorlardı…
Sovyet işgali
1979 aralığının son haftasında Afganistan’ı işgal eden Sovyetler Birliği, I980’li yılların ortalarına gelindiğinde bu ülkede hüsrana uğradığını anlamıştı. Beş yıldan beri Afganistan’da bulunan 140 000 kişilik muazzam Sovyet ordusu ülkeyi tamamen kontrolü altına alamamış, bu arada 25.000’e yakın Sovyet askeri hayatını kaybetmiş, bunun iki veya üç katı kadar asker de yaralanmıştı.
ABD’nin Vietnam’da uğradığı bozgunu ellerini ovuşturarak izleyen Sovyetler, benzer bir bataklığa bu kez kendileri saplanmışlardı. İşgal tam anlamıyla başarısızlığa uğramıştı.
Fransız bilim adamı, ünlü Oryantalist Alexander Bennigson, 1980’lerin başlarında Sovyetler Birliği’ni “içten kuşatılmış bir kale”ye benzetmişti. Böyle bir kalenin düşmemesi (dağılmaması) mümkün değildi. Bennigson’un kehanetleri gerçekleşmek üzereydi…
Moskova’daki gelişmeler elbette Kabil rejimini endişelendirmişti. Kabil’deki komünistiler anne babası ölüm döşeğinde yatan küçük bir çocuğun ruh hali içindeydi. Sovyet İmparatorluğu’nun dağılmasıyla yakında yetim kalacaklardı.
Bununla birlikte Kâbil’deki Sovyet diplomatları Afgan yoldaşlarına onları yalnız bırakmayacaklarını söyleyerek moral vermeye çalışıyorlardı. Sovyetler bu yolla Moskova’nın Kabil’deki kukla yönetimi koruyamayacak kadar zayıf olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyorlardı. Ama gerçek apaçık ortadaydı ve Afgan yoldaşlar da bunun farkındaydı.
Nitekim 1991 ekiminde Moskova’dan dönen Afgan hükümet delegasyonunun bir üyesi izlenimlerini şöyle anlatıyordu:
“Moskova’daki mağazaların boş raflarını ve bir lokma ekmek için fırınların önünde oluşan uzun kuyrukları görünce şöyle düşündüm: Ruslar bu haldeyken bize ne verebilirler ki?”
BM Temsilcisi Mestiri (Birbirleri ile iktidar olmak için çarpışan Afganlı Mücahitler arasında anlaşma için)  bu sefer başarıya ulaşacağından emindi. Çünkü başta Rabbani olmak üzere tüm liderler yeni planı kabul ettiklerini açıklamışlardı.
Ancak Afganistan’da yeni bir silahlı grubun ortaya çıkması Mestiri’in planını altüst etti.
1994 yılı eylülünde ülkenin güneyindeki Kandehar kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede güneydeki birçok ili ele geçiren ‘Taliban” isimli bu grup, 1995 Martında Kâbil’in kapılarına dayanmıştı. Kendi aralarında boğuşmaktan çevresinde olup biteni göremeyen Kâbil’deki mücahitler, ancak Taliban başkentin kapılarına dayanınca yeni tehlikenin farkına varmışlardı…
Peşaver’deki Afgan mücahit örgütleri
Sünnî örgütler Pakistan’da, Şiî örgütler ise İran’da üslenmişti. Kentte Maocu Afgan örgütlerinin temsilcileri de vardı.
Ama (Pakistan) Ziya ül-Hak rejimi solculara sıcak bakmadığından bu Örgütler pek faal değildi.
İran ve Pakistan’da üslenen mücahit örgütleri dışında bir de Afganistan’da kendi sınırlı olanaklarıyla yıllardan beri savaşan ve hiçbir örgüte mensup olmayan mahallî liderler ve komutanlar vardı. Mücahit örgütleri Afganistan’da büyük güç kazanmış olan bu kişileri kendi saflarına katmak için çaba harcıyordu. Yerel liderlerden bazıları kendilerine yakın bulduktan örgütlere katılmışlardı. Ancak birçoğu bağımsız hareket etmeyi seçiyordu.
Biz şimdi 1980’li yıllarda Afgan cihadında önemli rol ojmayan bu örgüt ve kişileri birer birer incelemek istiyoruz.
Köktendinci örgütler
Peşaver’de üslenen dört köktendinci mücahit örgütü Hizbi İslamî (İslam Partisi), Cemiyeti İslamî (İslam Toplumu), Hizbi İslamî (İslam Partisi!) ve İttihadı İslamî’ydi (İslam Birliği) Bunlardan ilk ikisi Afgan direniş hareketinin en güçlü örgütleriydi.
Hizbi İslamî
Gulbeddin Hikmetyar’ın lideri olduğu Hizbi İslamî, 1980’li yıllarda en iyi silahlanmış mücahit örgütüydü… Zamanın Pakistan Devlet Başkanı Ziya ül-Hak’tan özel himaye gören Hizbi İslamî kısa sürede büyüdü ve 1980’li yılların başında gücünün doruğuna ulaştı. Örgüt Kabil’deki komünist rejime karşı ilk silahlı saldırısını Kunar ve Paktia illerinde gerçekleştirdi.
Cemiyeti İslamî
En büyük iki mücahit örgütünden biri olan Cemiyeti İslami, ülkenin kuzeyinde yaşayan Tacikleri temsil etmektedir. Afganistan’ın kuzeyinde yaşayan Özbekler ile Türkmenler de başlangıçta bu örgüte katılmışlardı. Ancak Afgan Türkleri kendi örgütlerini kurduktan sonra öteki gruplardan ayrılarak bir çatı altında birleşmeye başladılar.
Hizbi İslamî (!)
Bu örgütü Gulbeddin Hikmetyar’ın lideri olduğu ve aynı ismi taşıyan Hizbi İslamî grubuyla karıştırmamak gerekir. Mutaassıp bir din adamı olan Yunus Halis  liderliğindeki Hizbi İslamî, Kabil, Celalâbad ve Paktia illerinde faaliyet gösteriyordu.
Bunların dışında;
İttihadı İslam
Liberal mücahit örgütleri
İran’daki Şiî Hazara, mücahit örgütleri
“Afgan Sünnî mücahit örgütleri Peşaver’de karargâh kurarken. Hazara örgütleri de İran’da üslenmişti. İran hükümeti, Afganistan’daki Şiî azınlık Hazaralara özel bir ilgi duyuyordu.
1980’li yılların başında İran’da yedi Hazara örgütü bulunuyordu. Bunların hepsi ağız birliği etmişçesine İran İslam Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni’yi kendilerine örnek almışlardı. Humeyni manevî liderleri ve ilham kaynaklarıydı…”
Sosyal demokrat ve sol örgütler
Afgan Millet
Sazmanı Azadi Milleti Afganistan
Şulei Cavid
Sütemi Millî  (3)
Taliban  piyasaya sürülüyor…
Bugünkü Afganistan,
On üç yıldan beri iç savaş yaşayan, yokluk ve sefalet içinde kıvranan Afganistan, tarih boyunca çeşitli dış güçlerin istilasına uğradı.
Afganistan’ın son davetsiz konukları Ruslar’dı. Ancak Rusların “Afganistan macerası” onlara pahalıya mal oldu. Yüz kırk bin kişilik Sovyet ordusu Afganistan’da kaldığı on yıl içinde (1979-1989) 25.000 ölü verirken; Bunun iki veya üç katı kadar Sovyet askeri de yaralandı.
Soyyetler’in Afganistan’daki maddî zararı da astronomik rakamlara ulaştı. SSCB’nin Afganistan’daki on yıllık askerî ve malî harcamasının 85 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Afganlar açısından ise işgalin bilançosu çok daha korkunç boyutlardaydı. Sovyetler 1989 şubatında Afganistan’dan çekilirken, geride yakılıp yıkılmış bir ülke bırakmışlardı. On sekiz milyonluk ülke nüfusunun 5 milyonu ülkesini terk ederken, 2 milyon insan da savaşta hayatını kaybetmişti.
Bunun beşte birini çocuklar oluşturuyordu. Yine 5 milyon Afgan çeşitli şekillerde yaralanmıştı.
XIX. yüzyılın ortalarında İngiltere ile Çarlık Rusyası’nın Afganistan’da oynadıkları “Büyük Oyun” XX. Yüzyılın sonunda bir kere daha tekrarlandı.
Bu sefer sadece oyunculardan biri değişmiş, İngiltere’nin yerini çağımızın süper gücü ABD almıştı.
İngiltere ile Rusya Afganistan’daki  (işgal) yarışında yenişemeyince, bu ülkeyi tampon bir bölge olarak kullanmaya karar vermişlerdi.
Süper güçlerin XIX. Yüzyılın sonundaki dalaşından sonra, ülkenin eski haline kavuşması uzun yıllar almıştı. Bu sefer de Afganistan’ın eski huzurlu günlerine geri dönmesi pek uzun süreceğe benziyor.
Sovyet işgalinin (15 şubat 1989) sona ermesinin üzerinden on yılı aşkın bir süre geçtiği halde, Afganistan’ın hâlâ amansız bir kardeş kavgasının pençesinde kıvranması, bu tahmini destekliyor. (4)
**
Yazılanlar özetle;
-Afganistan, İngiltere ve Rusya için stratejik açıdan önemli konumda bulunan bir ülkedir.
-Aralarında uzun bir süre didişmeden sonra Afganistan’ı işgal ve ilhak etmekten vazgeçerler ve  bir tampon bölge olarak kalmasında anlaşırlar.
-Ancak bu anlaşma Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile bozulur.
-Ruslar, ilerleyen zamanda gerekli siyasi altyapıyı kurdukları tarih olan 1979’da Afganistan’ı işgal ederler,
-Ancak bu işgal onlara çok pahalıya patlar. Büyük bedeller ödedikten sonra ilhak edemeyeceklerini, yutamayacaklarını anlayınca ülkeyi terk ederler.
-Rusların Afganistan’ı işgal ettiği dönemde, Rus işgaline karşı birleşerek çarpışan yerel aşiretler ve Mücahit örgütler, Rusların Afganistan’ı terk etmesi ile aralarından iktidar olmak için kavgaya tutuşurlar.
-İktidar kavgası Afganistan’ı yaşanmaz hale getirir, BM temsilcileri de, kardeş kavgasına bir çözüm getiremeyince, böyle bir kaos ortamında ortaya adeta bir kurtarıcı olarak Taliban çıkar. (Piyasaya sürülür!)
-Ancak Afgan halkı kısa bir süre sonra, “Yağmurdan kaçalım derken tipiye tutulduk”larının farkına varırlar.
Sonuç olarak ortada;
-Yıkılmış bir ülke, savaş ortamından kaçmış ve çok kötü şartlarda yaşamaya çalışan milyonlarca yaşlı-çocuk ağırlıklı Afganlı mülteci ; iktidar için birbirlerinin gözleri oyan onlarca sayıda örgüt vardır…
Devam edecek…
-Afganistan’da, İngiltere ve Sovyetler’den sonra boyunun ölçüsünü alma sırası Amerikalıların mı?
Resim;www.anvari.org’dan alınmıştır.
(1)HEDEF ÜLKE AFGANİSTAN, Sahife, 307,  Esedullah OĞUZ
(2)Yazının tamamı için bakınız; A.IşıkAKSU (aaksu@globalyorum.com) ; http://www.yalquzaq.com/?p=16848
(3)“Hedef Ülke Afganistan” Esadullah Oğuz
(4) A.g.e.

Gelişmiş Batı’nın yeni türküsü; “Biz Köktendinciler’i çok severiz!” (3/4)

Amerikalı çok ünlü devlet adamını tanıyabildiniz mi?
İslam ülkelerinin işgal nedenleri; İpek Yolu’nu gözden kaybetmeden enerji kaynaklarını ve taşıma yollarını izlediğinizde çok açık olarak görülecektir. Ayının kırk türküsü armut, sömürgecilerin enerji üzerinedir.
Kaldığımız yerden devamla…
Yabancı ordu mezarlığı, Afganistan
Bugün Amerikan güçlerinin operasyon tehdidi altında bulunan Afganistan toprakları, tarihi boyunca sürekli işgale uğradı. Ancak hiçbir millet bu ülkeyi uzun süre elinde tutamadı.
Afganistan tarihinde son iki büyük işgal, İngiltere ve ardından Sovyetler’in gerçekleştirdikleridir. Ancak iki ülkenin Afganistan hesapları da, bölgenin dağlık yapısı içinde eriyip yok oldu.
1800’lerin başına gelindiğinde Afganistan toprakları 100 yılı aşkın bir süredir karışıklık içindeydi. 1828’de Dost Muhammed’in Afganistan yönetimine geçmesiyle birlik sağlandı.
Dost Muhammed Han           
İngilizler 1839’da Sihlerle işbirliği yaparak Afganistan’ı işgal ettiler. 1839-1842 yılları arasında süren ilk İngiliz-Afgan savaşı bölgedeki karışıklığı artırdı. İngilizlerin çekilmesine rağmen Afgan ülkesi dağılmıştı. Dost Muhammed, 1863’te Kabil’e dönerek tekrar Afgan birliğini sağladı. Dost Muhammed’in 9 Haziran 1863 tarihinde ölmesiyle Afganistan, tekrar iktidar kavgasına sahne oldu.
2′nci İngiliz Afgan savaşında Kabil
İngilizler Ruslarla isbirligi yaparak 1878’de ülkeyi ikinci kez isgal ettiler. Afgan halkı yine İngilizlerle savaş halindeydi. İngiliz işgali ve savaş 1880’de bitti ama ülke, büyük çapta harap oldu ve birlik zayıfladı.
Sovyetler Afganistan’da
Batı yanlısı Emanullah Han kadını çarşaftan çıkardı, okullarda karma eğitime geçti. Gündelik hayatı modernleştirmeye çalıştı ancak getirmek istediği yenilikler ülkedeki muhafazakâr kesimlerden tepki gördü. Bazı kabileler yenileşme hareketlerini islama aykırı olarak nitelediler ve başkaldırdılar.
Yayılan isyanlar yüzünden Emanullah Han ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine daha önce Emanullah Han’ın Fransa’ya sürgün ettiği eski ordu kumandanı Nadir Han, Afganistan’a dönerek isyanı bastırdı ve ülkede yeniden birlik sağladı. Nadir Han, 16 Ekim 1929’da Afganistan tahtına geçirildi. Nadir Han 1933 Kasım’ında öldürülünce yerine oğlu Zahir Şah geçti.
Zahir Şah, 1947’de kurulan ve kendisi için bir tehlike olarak gördüğü Pakistan’ın İngilizlerce desteklenmesi üzerine Sovyetler Birliği ile yakın ilişki kurdu. Sovyetler hızla Afganistan’da örgütlenmeye başladılar, 1954 yılında iki ülke arasında ilk kredi anlaşması imzalandı, 1956’dan itibaren her sene 100 Afgan genci Sovyetler Birliği’ne askeri ve eğitim amaçlı gönderildi.
1960’dan sonra ise Sovyet uzmanlar, askeri akademilerde görev yapmak için Kabil’e geldiler. Bu durumdan rahatsız olan Zahir Şah, Sovyet nüfuzunun daha fazla yayılmasını önlemek için Başbakan Davud Han’ı görevden aldı.
Ancak Davud Han, 1973’te Sovyetler’in desteğiyle bir darbe yaparak Zahir Şah’ı tahttan indirdi. Sovyetler yetiştirmiş oldukları adamlarını Afganistan’in önemli noktalarına getirdiler.
Sovyetlerin etkisinin artması üzerine Davud Han bazı subayları tutuklattı. Bunun üzerine ordudaki Sovyet yanlısı subaylar 1978 Nisan’ında Davud Han’a karşı bir darbe gerçeklestirerek onu öldürdüler. Ve yerine hapse attığı Nur Muhammed Teraki’yi geçirdiler.
Bu durum ülkede silahlı isyanlara yol açtı. Teraki’nin politikasına karşı çıkan Hafızullah Emin, Eylül 1979’da bir darbe gerçekleştirerek onu öldürdü. Sovyet yönetimi bu noktada devreye tamamen girdi ve 27 Aralık 1979’da Afganistan’ı işgale başladı.
Sovyet işgali üzerine Afgan halkı, direnişe başladı. Büyük bir Afgan mülteci grubu Pakistan’a göçtü. Peşaver vadisi, kısa zamanda Afganlı mülteciler ile doldu.
Daha sonra bu mülteci kamplarına iskan edilen Afgan kabileleri, çeşitli “Mücahit Grupları” oluşturdular.
Bu mücahitlere Afgan ordusundan kaçan subayların katılmasıyla Sovyet güçlerine karşı şiddetli bir direniş başladı. 100 bin kişilik Afgan ordusundan 70 bini silahlarıyla birlikte mücahitler tarafına geçtiler. Ancak savaşın sonuçları korkunç oldu. BM İnsan Hakları Komisyonu’nun 20 Kasım 1985 tarihinde yayınladığı rapora göre, Ocak-Eylül 1985 arasında Sovyet ordusu, 32.755 kişiyi öldürdü. 1979-1984 yılları arasında Sovyet ordusu 8 bini ölü olmak üzere 25 bin kayıp verdi…
Sovyetler, 120 bin kişilik ordusunu 15 Mayıs 1988 ile 15 Şubat 1989 arasında Afganistan’dan çekti…” (1)
Sovyet işgalinde Afganlı Mücahitlere Batı’dan yapılan silah yardımları
“Mücahitlere 1 milyar doların üzerinde silâh yardımı yapıldığı halde cephedekiler yine de silâh yetersizliğinden yakınıyorlardı. Bu yardımların amaca uygun kullanılmadığının bir kanıtıydı. Tıpkı Pakistanlı memurlar gibi mücahit liderleri de yolsuzluk yapmaktan geri kalmıyorlardı. Örneğin, bu liderlerin birçoğu kendilerine dağıtılan silahlann büyük bölümünü cepheye göndermek yerine Darre kasabasındaki silâh pazarında satıyorlardı.Böylece hepsi kısa sürede dolar milyoneri olmuş ve Pakistan’da krallar gibi yaşamaya başlamışti.
Aslında karışıklık ve yolsuzluklar, silâh sevkiyatım organize eden ve yöneten CIA’nın ilgili bölümlerinde başlıyordu. Yani balık baştan kokmuştu. Bazı Amerikalı gazeteciler. CIA’nın mücahitlere silâh yardımı projesi araştırıldığında, ABD tarihindeki en büyük yolsuzluğun ortaya çıkacağını iddia etmektedir.
Washington’daki bazı kaynaklar, Afgan cihadının ilk dört yılında mücahitlere silâh alınması için kongrenin ayırdığı 342 milyon dolardan sadece 100 milyon dolarlık bölümün mücahitlere ulaştığını, geri kalan bölümün ise “buhar olup uçtuğunu” söylemektedir.
Yine aynı kaynakların belirttiğine göre, Afgan mücahitleri için ayrılan ve kongrenin onayladığı resmî fonlar ile Nigaragualı gerillalar için kullanılan gizli fonlar birbirine karışmıştı.
Yani İran’a gizli silâh satışından sağlanan ve gerillalar için kullanılan paralar, İsviçre’de Afgan mücahitlerine silâh alımı için açılan resmî banka hesabına yatırılmış, böylece kongrenin onayladığı resmî fonlar ile silâh satışından sağlanan gizli paralar birbirine karışmıştı…” (2)
Bir görüşe göre, Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesindeki etkenlerin başında, ABD’nin Afganlı mücahitlere verdiği, Omuzdan ateşlenen ve hedefi şaşmadan vurabilen 100 adet Stinger füzesi vardır.
**
Afganistan’ın dış güçler tarafından nöbetleşe işgalin arkasında yatan…
Tek neden doğal kaynaklar mıdır?
Afganistan İslam âleminin en önemli, kilit ülkelerinden olmasının yanında Asya’nın ortasında stratejik önemi sahiptir.
Afganistan’ın haritadaki yeri; Çin, Hindistan, İran, Kafkaslar ve Türkiye ile birlikte değerlendirildiğinde anlamı daha iyi anlaşılacaktır.
Açık ifadesi ile, Stratejik konumu en az doğal kaynaklar kadar önemlidir.
**
Amerikalılar Afganistan’da…
11 Eylül saldırıları sonucunda ABD’nin ilk hedefi, terörizme destek verdiği iddia edilen Afganistan’daki Taliban yönetimi olmuştur. ABD, Afganistan odaklı bölgesel çıkarlarını hayata geçirmeye ve bu doğrultuda 2001 yılından beri bölgede süregelen istikrarsızlığı ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Ancak, bu bölgeye ilişkin ABD’nin aşması gereken birçok engel bulunmaktadır. Öncelikle, Taliban Afganistan’ın büyük bölümünde kontrolü elinde tutmakta ve Pakistan’daki etkisini de artırmaktadır. Ayrıca, ABD’nin Afganistan’a yerleşerek ulaşmaya çalıştığı stratejik ve ekonomik hedefleri, bölgesel rakipleri olan Rusya ve Çin ile çatışmaktadır.
Bu bağlamda, tüm bu çatışan çıkarları ve Afganistan’daki dengeleri etkileme potansiyelleri ile İran ve Pakistan’ın ön plana çıktığını belirtmek gerekmektedir…
ABD, 1979 yılında Sovyet Birliği’nin işgaline kadar Afganistan’ı gündemine almamıştı. Bu işgalden sonra, ABD, Sovyetler Birliği’nin Basra Körfezi’ne ve dolayısıyla Hint Okyanusu’na inme tehlikesiyle yüzleşmek zorunda kaldı.
Afganistan’ın stratejik öneminin farkına varan ABD, Afganistan’da “komünizme karşı mücahit hareketi” başlatan Afgan direniş gruplarına yaptığı askeri ve finansal yardımları Suudi Arabistan’ı da yanına alarak, Pakistan üzerinden gerçekletirdi.
ABD’nin 1980’lerin başında en büyük korkusu Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan sonra Pakistan’ı da hedef almasıydı. ABD’nin Afganistan’ı gündeme taşımasının önemli nedenlerinden biri de, 1979’daki İslami devrim ile bölgedeki en önemli müttefiki İran’ı kaybetmesidir.
ABD açısından bu gelişme, bölgede yeni bir müttefik! yaratılmasını zorunlu kılmaktadır.
CIA tarafından eğitilen, birçok olayda piyon olarak kullanılan Usame Bin Ladin’in 1990’ların sonunda ABD karşıtlığıyla kontrolden çıkması, dünya gündeminde dönüm noktası olan 11 Eylül saldırılarına neden olmuştur.
11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’u hedef alan saldırıların Bin Ladin’in El Kaide’si tarafından düzenlendiği ilan edildikten sonra, George W. Bush’un yeni bir haçlı seferi başlattıklarını açıklama gafletine düşmesi, medeniyetler çatışması tezine kadar uzanan bir sürecin tetikleyicisi olmuştur.
George W. Bush ile süregelen temel hegemonik hedefler kapsamında olmasa da, bu hedeflere ulaşmada kullanılan araçlar açısından değişim yaşayan ABD dış politikasında, bazı devletler doğrudan hedef gösterilmiştir.
Bush yönetimi bunu, önce İran, Irak, Kuzey Kore gibi “haydut devletler”in kitle imha silahlarına sahip olduklarını ileri sürerek, sonra da teröre destek veren ülkelerden oluşan bir “şer ekseni” yaratarak meşrulaştırmaya çalışmıştır.
İşte bu ortamda gündeme gelen 11 Eylül olayı aslında zaten değişim geçiren ABD dış politika araçlarının kullanımı için mükemmel bir ideolojik alt yapı oluşturmuştur (3)
Yazılanlar özetle;
-Afganistan, İngiltere, Rusya, Amerika ve Çin için stratejik açıdan önemli bir ülkedir.
-İngilizler ve Ruslar, aralarında uzun bir süre didişmeden sonra Afganistan’ı işgal etmekten vazgeçer, aralarında bir tampon bölge olarak kalmasında anlaşırlar. Ancak bu antlaşma Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile bozulur.
-Ruslar, ilerleyen zamanda işgal için gerekli siyasi ve fiziki altyapıyı kurdukları tarihte (1979) Afganistan’ı işgal ederler,
-Ancak bu işgal Ruslar’a çok pahalıya patlar, büyük bedeller ödedikten ülkeyi terk ederler.
-Rusların Afganistan’ı işgal ettiği dönemde, Rus işgaline karşı birleşerek çarpışan yerel aşiretler ve Mücahit örgütler, Rusların Afganistan’ı terk etmesi ile aralarından iktidar kavgasına tutuşurlar.
-İktidar kavgası Afganistan’ı yaşanmaz hale getirir, BM temsilcileri de, kardeş kavgasına bir çözüm getiremeyince, böyle bir kaos ortamında ortaya adeta bir kurtarıcı olarak Taliban çıkar. (Doğrusu piyasaya sürülür.)
-Ancak Afganlılar, yağmurdan kaçalım derken tipiye tutulmuşlardır.
-Bir işgal, bir iç savaş veya çatışmada kaybeden tarafın halk; kazananların, sömürgeci ülkeler, silah tüccarları, istihbaratçılar ve savaş ağalarının olduğu açıktır. Bu sonuç tüm hedef ülkelere ibret olmalıdır.
-İşgal edilecek ülkeler için; ileride yaptırılacak darbeler sonucu oluşturulacak kukla hükümetlerde görev alacak yöneticiler ve komutanlar yetiştirilmesi önemlidir. Bu nedenle, öğrenci, akademisyen ve askerler sömürgeci ülkelerde eğitilerek ileriye yönelik hazırlanmaktadır.
-Bir de ilginç tespit; Hedef ülkelerdeki iktidar değilişiklikleri için hazırlanan liderler ve yöneticiler her nedense çoğunlukla Paris’ten gönderilmektedir. Bu Osmanlılar (Jön Türk-İttihatçılar!), Ruslar (Lenin), İran (Humeyni) ile Afganistan (ordu komutanı Nadir Han) içinde geçerlidir. Bunlar tesadüf müdür, yoksa…

Devam edecek…
-Sam Amca’yı bakalım Afganistan’da neler beklemektedir?
Resim;www.anvari.org’dan alınmıştır.
(1) Derleyen: Kansu Şarman, NTV-MSNBC  20 Eylül
(2) Hedef Ülke Afganistan, Esedullah OĞUZ
(3) Yazının tamamı için bakınız; Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Araştırma Görevlisi H. Önal 

Tarih ve gerçekler ters yüz mü edildi, “İslam-Terör” Batılıların işgal için bahanesi midir? (4/4)

Güçlünün haklılığa, bir yasaya veya kurala ihtiyacı var mıdır?
Sam Amca Afganistan’da ne yapacaktır? İngilizler ve Rusların yaptığını; kaybederek ve yenilmiş olarak çekilecektir. Bu arada İslam ve gerçekleri ters yüz mü edildi? Bakalım ters yüz edilmiş midir?
 “İslam’la terör arasında bir bağlantı yoktur. Ama bizim Müslüman topraklarını işgal etmemizle terör arasında bir bağ ve vardır.”
Böyle ifade etmektedir gerçekleri; İngiliz independent Gazetesi’nin Pulitzer ödüllü yazan Robert Fısk
‘Öğrendiğimiz, Hiçbir Şey Öğrenmediğimizdir’
“Tarihten aldığımız tek ders, tarihten ders almadığımızdır. Beş yıllık Irak felaketinin sonunda Ortadoğu için ‘Cehennem’ diyen Churchill ile aynı noktaya geldik. Irak kana bulanmış durumda. Hâlâ ülkemiz pişman değil mi?
Bu insanlar Irak’tan İngiltere’yi, Cezayir’den Fransa’yı, Afganistan’dan Sovyetleri, Lübnan’dan Israil’i attı.
Tarihten haberi olmayan küçük insanlar bizi bu cehenneme nasıl bu kadar kolay çekti?
İlgililer, Iraklıların 1920 yılında, İngiliz güçlerine karşı nasıl direndiğini okumadı mı?
Beş yıl sonunda da bu küçük insanlar hiçbir şey öğrenmediklerini kanıtladılar.
George Bush ve Tony Blair neden dürüst olup Irak’taki işlerin kötüye gittiğini söyleyemedi, niye Iraklılar için bir dakikalığına da olsa gözyaşı dökmedi?
Iraklı sivil kayıplar için yapılan en iyimser tahminler bile Dresden’in altı katına, Hiroşima’mn iki katına eşit.
Bu işgalle Amerika’nın askeri prestiji büyük darbe aldı.
Savaş kararını alan, kana en çok susamış Amerikalı devlet adamlarının (ABD Başkanı George W. Bush, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Eski Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz) hayatlarında bir silah sesi duymamış olması ya da imkânları olmasına rağmen ülkelerini savunmak için savaşmaktan kaçması ne kadar büyük bir çelişki.
Müslümanların topraklarında, hâlihazırda Haçlı Seferleri sırasındakinden 22 kat daha fazla Batılı asker var.
Niçin oralara gittik?
Petrol için mi?
Demokrasi için mi?
Yoksa İsrail için mi?
Kitle imha silahı veya İslam korkusu mu götürdü?
Irak’ı kaybettiğimiz gibi
Afganistan’ı da kaybediyoruz.
Pakistan’ı da kaybedeceğiz.
Oralardaki askeri varlığımız, kibrimiz, tarihten ders almamakta ısrar etmemiz ve İslam terörümüz bizi uçuruma sürüklüyor.
Müslümanları rahat bırakmayı öğrenmedikçe, Ortadoğu’da yaşadığımız felaket daha da büyüyecek,
islam’la terör arasında bir bağ yoktur. Ama bizim Müslüman topraklarını işgal etmemizle terör arasında bir bağ vardır…” (1)
Avrupa Tarihi İle Yüzleşmeden Uygar Olamaz… 
“Hıristiyanlar’ın Müslümanlar’a yaptıklan zulüm ve katliamları titremeden okumak mümkün değildir. Müslümanlar’ın sekiz asırdan beri Avrupa’nın üzerinde ışık saçan parlak medeniyetlerine son verdiler.” (2)
Kendilerine, “saygın ilim insanları” veya dünyaca saygın kabul edilen köklü üniversitelerin yayınlarına bakıldığında, Medeniyet tarihinin anlatımında,Antik Yunan medeniyetinden, doğrudan Rönensas’a geçilir, sekiz asırlık İslam Medeniyetine ait dönem görmemezlikten, inkardan gelinir.
Ancak, günümüzde iletişimin kolay ve hızlı yayılması karşısında inkar edilen gerçekler kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır.
Yorumsuz!
“Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra İskoçya’da yapılan bir NATO toplantısında,
-’Şimdi ne yapacağız, NATO’yu fesih mi edeceğiz ?’ Sorusuna İngiltere’nin o günkü Başbakanı Teacher:
-”Düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz. Bizim yasayabilmemiz için mutlaka bir düşmanımızın olması lazımdır. Sovyetler Birliği dağıldı ve düşman olmaktan çıktı. Onun yerine yeni bir düşman koymamız gerekiyor. Bu yeni düşman İslam olacaktır” Cevabını vermiştir.
Dünyada meydana gelen olaylar tesadüfen oluyor değil.
İslam düşmanı emperyalist dış güçler bütün bu olayları planlayarak yapıyor. Afganistan’da devamlı Müslümanlar öldürülüyor. Irak’ta bir buçuk milyon insan öldürüldü. Namuslu ev hanımlarının ırzına geçildi. Irak fiilen üçe bölündü.
Amerika’nın ve İsrail’in ektiği düşmanlık tohumları neticesinde Irakta halk birbirini öldürmeye devam ediyor.
Ama Amerika ve İsrail hedefine ulaştı. Libya’da da aynı şeyler oldu. Kaddafi’nin linç edilmesinin ardından batılı güçler tarafından daha önce kin ve nefret tohumları ekilerek silahlandırılmış olan kabileler birbirlerini öldürmeye devam ediyorlar. Bu arada Amerikalı ve Avrupalı petrol şirketleri Libya petrollerini ele geçirdi” (3)
Diziyi sonlandırırken yazılanlar toparlanırsa;
-Afganistan, İngiltere, Rusya ve Amerika için hammadde temini vestratejik açıdan önemli bir ülkedir.
-Rusların Afganistan’ı işgali onlara çok pahalıya patlar, büyük bedeller ödedikten sonra Afganistan’ı terk ederler.
-Rusların Afganistan’ı işgal ettiği dönemde, Rus işgaline karşı birleşerek çarpışan Mücahitler Rusların Afganistan’ı terk etmesi ile aralarından iktidar kavgasına tutuşurlar.
-Mücahitlerin arasındaki iktidar kavgası Afganistan’ı yaşanmaz hale getirir. BM temsilcileri de, kardeş kavgasına bir çözüm getiremeyince, ortaya aniden ve adeta bir kurtarıcı olarak Taliban çıkar. (Doğrusu piyasaya mı sürülür?) Ancak Afganlılar, yağmurdan kaçalım derken tipiye tutulurlar!
- Rus işgalinde Afganlı Mücahitlere, ABD’nin liderliğinde, Pakistan, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri üzerinden eğitim, silah ve malzeme desteği yapılmıştır. İddiaya göre, işgalin bitmesi ile birlikte, Batının verdiği bu silahlar, “Batıya yönelmiştir”
-“Süper Devlet!” olarak  kabul gören Amerika, Kendisinin Vietnam; Rusların da Afganistan’da yaşadıklarından; Ruslara karşı Afganlıları destekleyerek belki de, Sovyetler’in yıkılmasından önemli etkenlerden olan Afganlı Mücahitlere olan bu desteğinin kendisine olumsuz olarak döneceğini hesap etmemiş midir?
-Bunun hesap edilmemesi mümkün olmadığına göre, geriye kalan seçenek, Amerikalıların Ruslarla bir pazarlıkta anlaşmasıdır. Neticede kaybeden taraflar devletler değil, onların halkları olmaktadır.
-Ve güçlünün bir haklılığa, bir yasaya veya bir kurala ihtiyacı bulunmamaktadır. Gücü olan, kendisine gerekli tüm kuralları koyabilmektedir.
Resim;www.anvari.org’dan alınmıştır.
(1)(www.independent.com.uk/news/fisk/robert-fisk-the-only-lesson-v/e-everlearnis-that-we-never-leam-797816.hfanl). İngiliz independent Gazetesi’nin Pulitzer ödüllü yazan Robert Fısk; 19 Mart 2008 tarihli, adlı makalesinden. (Alıntı kaynağı; “Bitmeyen Hesap”, Yaşar yazıcıoğlu, sahife;107
(2) Gustave Le Bon Alıntı kaynağı; Bitmeyen Hesap, Yaşar yazıcıoğşu, sahife;109
(3)Yazının tamamı için bakabilirsiniz;  http://www.saadet.org.tr/haber/oguzhan-asilturk-yeni-ve-adil-bir-dunyanin-alt-yapisi-kurulmali

Hiç yorum yok: