18 Mart 2013 Pazartesi

Chavez: Seçilmiş diktatör/ MESUT ÇEVİKALP


11 Mart 2013 / MESUT ÇEVİKALP
Köyden kışlaya, hükümlülükten devlet başkanlığına uzanan sıra dışı bir hayattı onunki. Darbeyle yapamadığı devrimi demokrasiyle hayata geçiren belki de tek liderdi. İşte, Venezuela’dan çıkıp Latin Amerika’yı ‘Kızıl’a boyayan ‘diktatör’ Hugo Chavez’in hikâyesi...
4 Şubat 1992… Halk o gün ekranlara kilitlenmişti. Darbe girişimi sonrası yakalanan cunta lideri ‘ibret-i âlem’ için teşhir ediliyordu. Venezuela Devlet Başkanı Carlos Andres Perez, iktidarına kasteden darbecinin halk nazarında itibarsızlaştırılmasını istemişti.

Televizyonlara servis edilen iki dakikalık görüntüde zapt altında konuşturulan havacı yarbay, başarısızlığı kabul ediyordu: “Yoldaşlarım, ne yazık ki şu an hedeflerimize ulaşamadık… Sorumluluğu üzerime alıyorum. Şimdilik başaramadık!”
Ancak hesap tutmamıştı! O iki dakikalık görüntü darbeden daha tesirli olmuştu. Halk, kırmızı bereli Yarbay Hugo Rafael Chavez Frias’ın ateşli konuşmasından etkilenmişti. Yolsuzlukları ayyuka çıkan Devlet Başkanı Perez’in koltuğu daha bir sert sallanıyordu artık. 38 yaşındaki yarbay hapse konmuştu konmasına ama namı hızla yayılıyordu ülkede. Yolsuzluktan bıkan aydınlar, ezilen yoksullar ‘kurtarıcı’ gördükleri Chavez’in etrafında saf tutuyordu. 1998’de düşen Perez iktidarı Chavez’i özgürlüğüne kavuşturmakla kalmayıp yeni bir siyasi akım doğmasına da vesile oldu.
Darbeyle hedefine ulaşamayan Chavez siyasete girdi. Neo-liberalizme akılcı sosyalizmle karşı duran ‘Beşinci Cumhuriyet Hareketi’ni kurup 1998’deki devlet başkanlığı seçimlerine girdi. Meydanlarda Perez’in yanı sıra dünyadaki tüm ‘tiranlara’ meydan okuyan Chavez, yüzde 56 gibi büyük bir destekle çıktı Devlet Başkanlığı Sarayı’na.
İşe, planladığı köklü reformlara izin vermeyen anayasayı yenilemekle başladı. İki yıl sonra (2000) girdiği ikinci seçimde oy oranını yüzde 59’a taşımakla kalmayıp yeni anayasayı halkın onayından geçirdi. Hayal ettiği köklü dönüşüm için önünde siyasi, hukuki engel kalmamıştı… İdolü, 1800’lerin başında İspanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Güney Amerikalı devrimci lider Simon Bolivar’dı. Çocukluk yıllarından beri hayrandı ona. Bolivar’ın yarım bıraktığı ‘Latin Amerika’yı birleştirme’ projesini tamamlamak istiyordu. Komünizm ile milliyetçiliği tek potada eriterek oluşturduğu sosyalist vatanseverlik ideolojisini de ‘Bolivarcılık’ diye tanımladı.
Venezuela’ya özgü bu yeni akım ülkede hızla taban buldu, birlik havası oluştu. Chavez, Venezuela’nın ardından Küba, Brezilya, Ekvador, Şili gibi kardeş ülkeleri de sosyalist vatanseverlikle ayağa kaldırmayı denedi. Kısmen başarılı olduğu da söylenebilir. Halkın ihtiyaçlarını iyi ‘okuyan’ Chavez, 2006 ve 2012 başkanlık seçimlerinde de rakiplerini kolayca ekarte etti. Ekim 2012’deki son seçimini, kampanya döneminde konulan ‘kanser’ teşhisine rağmen kazandı. Pelvis bölgesindeki (leğen kemiği) kanserin ilerlemesi üzerine götürüldüğü Küba’da dördüncü ameliyatına girdi. 18 Şubat’ta, ‘kısmi iyileşme sağlandığı’ bilgisiyle Venezuela’ya döndü. Ancak durum hiç iç açıcı değildi. Gerçek, halktan saklanıyordu. Kanser vücuda yayılmıştı… Ateşli belagatiyle miting meydanlarını inleten karizmatik lider geceleri acıdan inliyordu. Küba dönüşü başkent Caracas’ta yatırıldığı askerî hastanedeki tedavi de fayda etmedi. 58 yaşındaki karizmatik lider 6 Mart’ta son nefesini bu hastanede verdi. Devlet Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro, ölümü aynı gün doğruladı.
‘Kızıl lider’ hastalığını ilk öğrendiğinde halkına dönüp ‘Yaşayacağız ve kazanacağız’ demişti. Belki de ilk kez mahcup düştü! Hayat mücadelesini kaybetti. Katolik lideri son yolculuğuna milyonlar, gözyaşlarıyla uğurladı. Cenaze merasiminde Arjantin Devlet Başkanı Fernandez, Uruguay Devlet Başkanı Mujika, Bolivya Devlet Başkanı Morales, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad gibi sıkı müttefikleri de yer aldı.
Okuma yazma bilmeyen bırakmadı
Bir ay kadar önce, acı sona doğru yürüdüğünü fark eden Chavez, yardımcısı Nicolas Maduro başta olmak üzere üst düzey kadrosunu toplayıp kendisinden sonra ülkedeki sistemin korunmasını, yönetim krizine mahal verilmemesini istedi. Halef olarak da otobüs şoförlüğünden yardımcılığına kadar yükselttiği sağ kolu, Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro’yu işaret etti. Chavez’in ardından Maduro, devlet başkanlığı seçiminin 30 gün içinde yapılacağını, kendisinin de aday olacağını açıkladı. Gelen ilk sinyaller, Chavez Sistemi’nin devamını isteyen halkın Maduro’yu destekleyeceği yönünde. Peki, geçen 14 yılda ‘asi’ lidere ardı ardına dört seçim, bir referandum kazandıran ‘Chavez Sistemi’nin özünde ne var?
1954’te ülkenin taşrasında (Sabaneta, Barinas) öğretmen bir babanın ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmişti. 5 kardeşi gibi o da güçlükle okuyabilmişti. 17 yaşında orduya katılmasında da maddi imkânsızlıklar rol oynamıştı. Alt katmanın arzularını, taleplerini iyi biliyor, yolsuz iktidarlara karşı diş biliyordu. 38 yaşındayken soyunduğu darbenin amacı, iktidar ve çevresinde kurulan yolsuzluk ağlarını kesmekti. Amacına darbeyle değil, demokrasiyle ulaştı.
ABD nüfuzunu kırdı
Ülkede ciddi bir kalkınma seferberliği başlattı. Ekonomideki dönüşümü yolsuzluk hortumlarını keserek gerçekleştirdi. Elitler ve zenginlerin karşı duruşuna rağmen yolsuzlukların üzerine gitti. Siyasete kadar uzanan operasyonlarla çıkar çevrelerini temizledi. Ardından petrol zengini ülkenin can damarı konumundaki petrol kuyularını kamulaştırdı. Döneminde petrol ihracatı 4 kat arttı, Venezuela dünyanın beşinci petrol ihracatçısı oldu. 1999’da 14,4 milyar dolar olan petrol ihracatı, 2011’de 60 milyar dolara ulaştı. Halkın hayat standartlarını yükseltecek projeler gerçekleştirdi. Orduyu imar ekibi gibi kullanıp yol, köprü, okul ve hastaneler inşa etti. Sağlık ve eğitim hizmetlerini ücretsize çevirdi. Küba’dan getirttiği öğretmenlerle okur-yazar oranını yüzde 40’tan yüzde 100’e yükseltti. Ayrıca tarımda kooperatifleşmeyi destekledi, 1,5 milyon kişi 100 binden fazla kooperatif kurdu. 14 yıllık iktidarı süresince taviz vermediği bu politikalar sayesinde ülkedeki yoksul oranını yüzde 50’den 32’ye çekmeyi başardı. Açtığı istihdam alanlarıyla da işsizliği yarı yarıya azalttı. Yüzde 14,5 olan işsizlik oranını yüzde 7,6’ya çekti. Kişi başı millî geliri de 2 kat artırdı. İktidarı devraldığında yüzde 30’u bulan açlık sınırındaki nüfusu yüzde 8’e indirdi.
Venezuela’nın kalkınmasıyla ‘emperyalist düşmanı’ yenemeyeceğinin farkındaydı. İçeride toparlanmaya giderken bölge ülkeleriyle siyasi ve ekonomik entegrasyonlar kurdu. Venezuela’da tutan akılcı sosyalist, anti-emperyalist sistemi önce Güney Amerika, ardından Latin Amerika ülkelerine yayma niyetindeydi. Emperyalizm ancak kurulacak bu yeni sosyalist kuşak ve hâricî destekçilerinin (Rusya, İran gibi) yardımıyla yıkılabilirdi. Bunun için bölge ülkelerinin sorunlarının çözümünde rol alıyordu. Mesela, Kolombiya hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasındaki barış sürecinin mimarlarındandı. Ayrıca ekonomik sıkıntı içindeki müttefiklerine yeri geldiğinde ucuz petrol veriyor, yeri geldiğinde para yardımında bulunuyordu. Ekvador ve Bolivya’ya mali yardımda bulundu, Arjantin’i 2001 krizinden kurtardı, Küba’ya petrol bağışladı. 2008-2012 arasında da Nikaragua’ya 2 milyar 400 milyon dolar destekte bulundu. Bölgedeki ABD nüfuzunu kırmak için Latin Amerika ve Karayipler halklarını bir araya getirmeye çabaladı.
Uluslararası ilişkilerde düşman ilan ettikleri de oldu. ABD ve İngiltere önderliğinde Afganistan ile Irak’a giren devletlere tavır aldı. BM çatısı altında bir ABD başkanına (George W. Bush’a) ‘şeytan’ diyecek kadar da gözü kara davrandı. Karşı hamleyi 2002’de gördü. ABD destekli darbe onu koltuğundan 2 gün uzaklaştırdı. Ancak kriz kısa sürdü. Çünkü darbecilere karşı duran halk Chavez’den vazgeçmedi, üçüncü günün sonunda koltuğuna döndü. Darbecilerin asker içindeki tabanı da zayıftı. Bir dönem hava kuvvetlerinde öğretmen subay olarak görev yapan Chavez’in orduda iyi bir imajı vardı. Arkasındaki askerî destekle Washington’a kafa tutuyordu zaten... Obama ile birlikte bu katı tavrını yumuşattı, ona kitap verip elini sıkacak kadar yakınlaştı. Ancak bu onun Washington’un rakipleri Rusya ve İran’la kurduğu yakın bağları etkilemedi. İran’ın nükleer programını destekledi. Rusya ile İsrail karşısında Filistin devletini destekleyerek Müslümanların sempatisini kazandı.
‘Sütten çıkmış ak kaşık’ değil
58 yaşında ölen ve ölüm nedeni kalp krizi olarak açıklanan Hugo Chavez marjinal bir liderdi. Elbette sütten ‘çıkmış ak kaşık’ değildi. Doğrularının yanında yanlışları da oldu. Emperyalizm karşıtlarının nazarında ‘kahraman’, Batı dünyasının gözünde ‘diktatör’dü. Diktatör sıfatını karşılayacak icraatlara fazlasıyla imza atmıştı.  Bu icraatları da Taraf  Yazarı Yıldıray Oğur’dan aktaralım: “Alo Venezuela adlı televizyon programında her hafta bakanlarıyla halkın karşısına geçip telefonla vatandaşını dinledi ama vatandaşın kendisinden başka kimseyi dinlemesine tahammül edemedi. Televizyona çıkıp konuşan muhaliflerini tutuklattı. Sevmediği dizileri yayından kaldırdı, muhalif kanalları devletleştirdi, pembe dizileri Amerikancı bulup komünist pembe dizi siparişi verdi. Bir televizyonda Papa Jean Paul’un suikast görüntüleri üzerine çalınan ‘Bu son olmayacak’ şarkısıyla kendisine yönelik suikast çağrısı yapıldığını iddia edip kanalı kapattırdı. Diktatörlük hikâyesinde her şey böyle tatlı tatlı geçmedi. Ülke dışına kaçamayan muhaliflerin çok büyük kısmı hapse girdi. Polisin sokaklarda özgürce kullandığı silahlarıyla ölenlerin sayısının 7 bini geçtiğini iddia ediyor insan hakları örgütleri.”

Hiç yorum yok: