17 Şubat 2013 Pazar

Soykırım mı ?İşte Çerkes soykırımı-Çerkes Ethem'in yiğeni amcasını anlatıyor-Çerkes Reşid Bey’den Gazi’ye Kürt açılımı mektubu-Çerkes’in korkusu esaret zinciri-AzizÜstel


Soykırım mı ?İşte Çerkes soykırımı

Soykırım sözcüğü 1944’de ilk kez dile düştü, 1948’de de Birleşmiş Milletlerce bu, bağışlanamaz bir insanlık suçu olarak tanımlandı. Söz konusu soykırım, Yahudilerin Nazilerce topyekun imhasını kastediyordu sadece.
Peki 1859 yılında başlayan 21 Mayıs 1864 tarihinden sonra gittikçe artan, Çerkeslere yönelik kıyama ne diyeceğiz? “Çerkesler tatile çıktı... Yazlığa gitti” mi! Düpedüz soykırım diyeceğiz elbette! Bakınız, Kafkas nüfusu 1860 yılında 4 milyondu; 1897’deyse 1 milyon 660 bine inmişti bu sayı. Adige-Abaza-Ubih’lerden oluşan Kuzeybatı Kafkasyalıların yüzde 85’i topraklarından söküldü, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden kimi öldürüldü kimi de sürüldü. Adına sürgün dedilerse de bu düpedüz bir soykırımdır ve de 21 Mayıs 1864 Çerkeslerin yas günüdür. Gözyaşlarının kan olup göz pınarlarından bereketli Kafkasya topraklarına akıp, sırılsıklam ettiği tarihtir!


***
Efendim, tarihçi Venmyukov Rusların acımasızlığını şöyle anlatır: “Biz geri dönülmesine imkan vermemek için, askerimizin ayak bastığı her karış toprağı Çerkeslerden temizlemeye yemin etmiştik...”
PekiGrand Dük Michael ne buyuruyor Çerkes ileri gelenlerine? “Size bir ay süre veriyorum. Ya Kuban ötesindeki yere gidersiniz, ya da Osmanlı topraklarına. Bu süre içinde sahile inmeyen köylülerle dağlıları savaş esiri sayarım; gerekeni yaparım!” Gerekenin ne olduğunu anlamışsınızdır! Başka bir Rus tarihçi, Zaharyan, “Çerkesler bizi sevmez” diyor. “Biz onları özgür çayırlarından kovduk, avlularını yıktık, evlerini yaktık, çoğunu da öldürdük” buyuruyor.
Novoroski koyunda 17 bin dağlı toplanır. Aç, sefil, bitkin çoğu da hasta. Rus tarihinin yüz karası sayfalarından biridir bu koyda olanlar! Bu 17 bin kişiden kaç kişi sağ kalmıştır... Hiçbir kayıtta bulamazsınız! Fransız gazeteci Fonvili bunlardan Trabzon’a ulaşabilen sadece 370 Çerkes saydığını yazar. Trabzon’daki Rus Konsolosu, 1864 yılında 40 bin Çerkes’in açlık ve hastalıktan öldüğünü bildirir Moskova’ya. Özetle Trabzon’a dipçiklenerek, süngülenerek gönderilen 493 bin Çerkes’den ancak 27 bin 654 kişi karaya ayak basabilir, gene Rus Konsololuğunun raporlarına göre. Bu soykırım Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açmış, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmeleri, siyasal birlik oluşturma çabalarını yok etmiştir neredeyse.
Geri dönmek için sabırsızlıkla bekleyen Çerkesler için 1877 Osmanlı-Rus savaşı bir fırsatttı. Ak saçlı ihtiyarlardan bıyığı terlememiş bebeler, Osmanlı ordularıyla birlikte Balkan ve Doğu cephelerinde Ruslarla dövüştü kıyasıya. Ama kader işte... Tarihimizde ‘93 Harbi diye bilinen bu savaş, Osmanlı’nın yenilgisi ve Ayestefanos
Anlaşması’yla sonuçlandı. Ruslar ellerine geçirdikleri Kafkas Birliği askerlerini, yani Çerkesleri hemen oracıkta, cephede öldürdü. Rus Generali Kont Alexander Bunderiev Moskova’ya gönderdiği raporunda Çerkeslerden “böcekler” diye söz eder ve “Osmanlıların arasında bulunan böcekleri temizledik” der!
Rusya’da 1917 Şubat Devrimi Rus olmayan halklar gibi Kuzey Kafkasyalılarda da özgürlük ve bağımsızlık umutlarını güçlendirdiyse de Ekim 1917 Sovyet Devrimi bu umutları yok etti!
Öz yurtlarından zulüm ve kanla sürülen Çerkesleri Ruslar gittikleri yerlerde de rahat bırakmadı. Çerkeslerin nerelerde iskan edilebileceklerine de müdahele etti sıkça. Hele de 2 Mart 1878 Anlaşmasına bir madde koyduran Rusya, Çerkeslerin Rus sınırlarına yakın bölgelerde iskan edilmesine karşı çıkmış, böylece de 150 bin Çerkes, Rumeli’den İç Anadolu’ya gitmek zorunda kalmıştır...
Tehcir mi arıyorsunuz? Soykırımdan mı söz etmek istiyorsunuz? Yakın geçmiş, örneğin Ermeni-Rus işbirliğiyle gerçekleştirilen Azarbaycan ya da Hocalı katliamı sizi kesmiyor mu benim alafranga dostlarım? Buyrun size Çerkes Soykırımı!! Allah’tan rahmet diliyorum hepsine.


Çerkes Ethem'in yiğeni amcasını anlatıyor

Güner Kuban Hanımefendi Bodrum’dan aradı. Çerkes Ethem’le ilgili yazımı okumuş, yazdıklarımla ilgili görüşlerini açıklamak istedi. Eh ben de sütunumu Çerkes Ethem’in yeğenine kapayacak değilim herhalde!
“Türkiye tarihiyle yüzleşiyor; en büyük haksızlığa uğrayan Garp Cephesi Kumandanı Çerkes Ethem olayında gizlenen gerçekler neden açıklanmıyor?” diye sorarak başlıyor gönderdiği mektuba. Ve devam ediyor:
“Mustafa Kemal Paşa’nın, ‘adınız İstiklal Savaşı tarihine altın harflerle yazılacaktır’ cümlesiyle biten telgrafı var. Sonra ne oldu? Cephede, bir yandan Yunan ordularıyla savaşırken öte yandan Ankara’nın bastıramadığı isyanları, mecliste oturanları şaşırtacak bir sürat ve başarıyla sonlandıran amcamın, Ethem Bey’in hain olması mümkün mü!
“Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basmadan aylarca önce, kendi oluşturduğu birlikleriyle işgal kuvvetlerine karşı savaşmaya başlayan Ethem Bey hain olabilir mi?
“İsmet İnönü’nün ‘itiraf etmeliyim ki, biz iç isyanları bastırmakta ve meclisin varlığını korumaktan aciziz,’ gibi yakarışları sonucunda, cepheden istemeyerek çektiği kuvvetleriyle neredeyse Ankara’yı ele geçirmek üzere olan Yozgat isyancılarını bastıran amcam kime ihanet etmiştir? O isyan bastırılmasaydı bu gün belki de Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin olamayacağını bilenler o tarihten sonra hangi vicdan ve korkuyla Ethem Bey’i ihanetle suçlamışlardır!
“Amcam iki ateş arasında kaldığında kardeş kanı dökmemek ve ülkeyi kaçınılmaz bir iç savaştan korumak için canı ve kanıyla koruduğu vatanını terk etmek zorunda kaldı. Ethem Bey sadece Çerkes değil aynı zamanda da bir Türk kahramanıydı; bunu kimse unutmasın!
“Ethem Bey kuvvetleriyle birlikte ona yapılan saldırıya karşılık verseydi, Anadolu iç savaşlarla parçalanacak, emperyalist güçler de hedeflerine varacaktı. Vatanın parçalanmasına ve kardeş kanı dökülmesine razı olmayan Çerkes Ethem kendisi, ailesi ve Anadolu’da yaşayan bütün Çerkes’lerin mağdur edilmesi pahasına bu fedakarlıkta bulunmuş ve çok sevdiği vatanını terk etmiştir. Kafkasya göçmeni büyük babam
Ali Paşave’nin beş oğlu vardı. Amcalarımın ikisi Balkan savaşında şehit düştü. Ali Bey, mebus olan babam Reşit Bey, amcam Tevfik Bey ve aileleri, torunlarıyla birlikte sürgün edildi. Tüm Çerkesler gibi amcam da, da ikinci vatanı bildiği Anadolu’ya hasret, acılar içinde hayata gözlerini yumdu. ...Atina’da muhacir evinde maddi sıkkıntılar için de boğuşurken İngilizlerin kapıdan içeri attıklerı altın dolu keseleri babam Reşit Bey aynen iade etmiştir. Türkiye’yle Rusya arasında, Çerkes Ethem yönetiminde tampon bir devlet kurmak isteyen İngilizler’e verilen yanıtıysa çok sert olmuştur amcamın:
“Türkiye Cumhuriyeti aleyhine hiçbir hareketin içinde yer almayız!”
Amcam Ethem Bey’in itibarının iade edilmesi, çarpıtılmış tarih kitaplarının da yeniden yazılmasını istemekten israrla vaz geçmeyeceğim!
Güner Kuban”
Bende buna ekleyecek tek bir sözcük dahi yok. Sadece herkes bu dünyada 90 yıldır soluk alıp veren Güner Hanımın bu sözlerine biraz kulak versin demekle yetineceğim efendim.

Çerkes Reşid Bey’den Gazi’ye Kürt açılımı mektubu



Herkes Ethem’in yeğeni, Çerkes Reşid Bey’in kızı Güner Kubat Hanımefendi, babasının yaklaşık 80 yıl önce, “Gazi Hazretleri” diye başlayan mektubunun özetini ve de birinci sayfasının fotokopisini lütfedip göndermiş. Güner Hanımefendi, “Reşid Bey’in mektubunun aslı Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde A VII/I D 86 F I-90-91 sıra numarasıyla kayıtlı. Mektup ilk kez Şam’da yayınlanan ‘El Kabes’ gazetesinde Arapça olarak basılıyor; Dışişleri Bakanlığı Basın Müdürlüğü Türkçe’ye çevirerek Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya arz ediyor.

Mektup daha önce Mete Tunçay tarafından ‘Tarih ve Toplum Dergisinin’ Ekim 1992 sayısında yayınlanmıştır. Ancak yolladığım gazete kupürü dikkate alınmadığından metin tam olarak yansıtılmamış” dedikten sonra devam ediyor:

“Mektubun yazıldığı tarihte Türk kamuoyu biri Doğu’da, öbürü Batı’da olmak üzere, iki olaya gömülmüş durumdadır. Bunlardan biri Türk siyasetinde fırtına gibi esen Serbest Fırka’nın kuruluşu, öbürü de peş peşe çıkan beş Kürt isyanının kara bulutları. Mektup, batısında yeni bir umut ışığının yandığı, halkın CHP’den kurtulma umudunun doğduğu, doğusundaysa en büyüğü Ağrı’da gerçekleşen Kürt isyanlarının peş peşe patladığı bir ortamda yazılmıştır.

Reşid Bey, son çare olarak Atatürk’e ‘Kürt Açılımı’ tavsiyesinde bulunuyor, namını Türkiye’nin iki halkı, Türkler ve Kürtler arasında yükseltmek ve ebedileştirmek istiyorsa, gerekirse kendisini feda etmesini istiyordu.

‘Sertlikle, baskıyla Kürtleri yola getiremezsiniz’ diyor ve ekliyordu mektubunda:

Tek çare ılımlı bir yönetimi iş başına getirip her iki millete de hak ve özgürlükleri tanımaktır. İşittiklerime ve gördüklerime dayanarak şunu söyleyeyim ki, hem Kürtlerin dinlerine tutkulu bağlılıklarına, hem de kamuoyunun vicdanına aykırı olan mevcut durum, bu necip milleti tehlikelere ve savaşlara sürüklemektedir. Kanlar akmakta, canlar yok olmakta, hırs uyanmakta, intikam sevdası kalplerde kök salmaktadır. Dahası... Türk gazeteleri bu ayaklanmayı muhaliflerden yalnız birkaç kişinin üzerine yıkmaktadır.

Kürtlerin zulme gelmeyeceği şüphesizken... Kürt Beylerinin - Seyyid Abdülkadir de onlardandır- idamlarıyla sonuçlanan Şeyh Said İsyanı’nın (1925) ikinci bir isyan doğurmayacağını mı sanıyorsunuz?

Çeşitli vesilelerle ve özel olarak tarafınıza, Kürtlerin geleneklerine ve dinen kutsal bildikleri şeylere hücum etmenin, ülkemizin çöküşüne neden olabileceğini açıklamıştım. Ne var ki, hükümetin başı (İsmet Paşa) ve yoldaşlarının Türk milliyetçiliğinde ve ülkenin harap ve bitap düşmesinde ısrar, hatta inat ettikleri görülüyor.

Ey Gazi, şu an bu fırsattan yararlanmak için size büyük görev düşüyor:

1. Mert Kürt milletini harcamayın (zayi etmeyin) ve düşmanlığın devamına izin vermeyin.

2. Korkarım, tarih bizim geçmişteki beraberliğimizi tescil etmiş bulunuyor... Ülkenin bölünmesinden kaygı duyuyorum. Unutmayın ki, en büyük ve en uzun ömürlü şöhret, tarihin tescil ettiği şöhrettir... Kürtlerin dine tutkunlukları ve milli asaletleri, onları Türklerden ayırmaktan men ediyor. Ancak bir şartla; Yönetimi, halktan ılımlı ve hür bir gruba teslim etmeniz gerekir. Böyle yaparsanız himayeniz altında Türkler ve Kürtlerin özgürlüğünü temin ve ülkemizin selametini muhafaza etmiş (olur), böylece de tarihe büyük bir ad ve şöhrete nail olarak geçersiniz.

Mektup burada bitiyor. Sahiden de bitiyor mu acaba? İsmet Paşa ve yandaşlarının bugün de aynı kafada olduklarını gördükten sonra bu mektup hiç bitmez dostlarım.”

Güner Hanımefendi’ye teşekkür ediyorum bu mektubu gönderdiği ve yayınlamama izin verdiği için. Rahmetli Çerkes Reşid Bey’in ne kadar öngörülü olduğu bir yana, zamanında kolayca çözülebilecek bir sorunun nasıl bu hale geldiğini, onca şehidimizi gözyaşları içinde toprağa verdiğimiz günleri, nice ananın babanın gözyaşlarını düşündükçe insan söyleyecek söz bulamıyor. İnşallah açılım bu kez başarıyla sonuçlanır diye dua etmekten öte...

Çerkes’in korkusu esaret zinciri

Çar’ın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Michael 1864 Ağustos’unda Batı Kafkasya’daki Çerkesler’e, bir ay içinde Kafkasya terk edilmezse, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya’nın değişik yörelerine sürgüne göndereceğin ilan etmişti! İşte bu yüzden esareti en büyük şerefsizlik sayan Çerkesler, vatanlarını terk etmek zorunda kaldı. Rus şair Lemontof bu rezilliği şöyle anlatır:
“Bu insanlar yurtlarını ve babalarının mezarını neden terk eder? Düşman kuvvetlerinin zoruyla mı? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!”
Rus ordusundan ayrılıp gelen ve Osmanlı ordusunda görev alan General Musa Kunduk(ov)’un açıklamalarına bir göz atalım şimdi de: “Çeçen reisleri uzun tartışmalardan sonra göçü kabul etti. Ben de Gürcistan üzerinden kara yoluyla gideceğimizi, Rus ordusunun her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim. Rus General Loris’e gidip 50 bin dönüm arazime karşılık 45 bin altın ruble istedim. Hemen ödedi. Yoksul muhacirler için ayrıca 10 bin altın ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin verdi. Böylece 25 Mayıs 1865’te aralarında ailem ve akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aileyle birlikte göç ettik. Geride kalanların tehcir görevini Çeçen mıntıkası sorumlusu Reis Sadullah’a bırakmıştık.”
Çağdaş tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biri sayılan Çerkes sürgünü sırasında deniz gibi kan aktı. Gemiye binmek için aç bilaç kıyıda, yağmur, çamur içinde ölüm iniltileriyle bekleşenler yanaşan gemiye balık istifi biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için tekneleri tıka basa dolduruyordu. Bu yüzden fazla yol alamadan batan gemilere sıkça rastlanıyordu! Hastalık ve açlıktan kırılanların sayısı 20 bindi; hastalık belirtisi gösterenler o saat denize atılıyordu! (Aksentev 1984)
Yaklaşık üç milyon Kafkas insanını zorla yurdundan süren Rusya, bu mazlum ve kaderine terk edilmiş insanların üzerindeki baskıyı sürdürdü. Rus Hükümeti adına General Fadol Musa Kunduk’la Gazi Muhhammed’e şu öneride bulundu: “Afganistan sınırında Çerkesler’den oluşacak bir devlet kurun. Osmanlı Devletine göç eden bütün Çerkesler’in de oraya gitmesi koşuluyla, Rus Devleti bu yeni ülkenin tüm kuruluş giderlerini karşılayacaktır. Ancak bu yeni Çerkes Devleti, Rus Devletine bağlı kalacaktır.” Bu öneri anında reddedilmiştir! Neden mi? Çünkü Rusya o sıra Afganistan’ı işgal etmekte olan İngilizlerin önüne yem olarak atmak niyetindeydi Çerkesleri tabi de ondan! (Musa Kunduk Paşa’nın Anıları)
Göç sırasında Çerkesler’in karşılaştığı akıllara ziyan acımasızlıkları Musa Kunduk Paşa pek çarpıcı bir biçimde anlatır: “...İnsanların perişanlığını hayretler içinde izleyen istasyon şefi koşarak yanıma geldi, gözlerinden yaşlar akıyordu: ‘Ekselansları dünyada bu acıklı manzarayı izleyip de yüreği paramparça olamayacak kişi var mıdır? Allah’tan korkmak gerekir. Bu topraklar Çerkesler’indir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine sürüyoruz?”
Peki niye sürülmüştür Çerkesler böylesine acımasızca? Ekonomik, dini, siyasal ve kültürel nedenler başta gelir. Ruslar, Çerkesler’i boyunduruk altına almak istemiş, onları bir millet olarak görmeyi kabul etmemiş, boyun eğmeyenlerin kellelerini almış, direnenlerle ise de savaşmıştır tam iki yüz yıl boyunca. Ama iki taraf arasında güç dengesi Ruslar’dan yanadır; Çerkesler bu savaşlarda yenilmiştir. Bugün Çerkesler’in Anadolu’ya gitmelerine “göç” diyenler yanlış bir deyim kullanıyorlar. Göç değil düpedüz sürgündür, kıyamdır bunun adı. Hem de sürgünün, kıyamın en acımasız, en kanlılarından biridir tarihin gördüğü!

Hiç yorum yok: