6 Şubat 2013 Çarşamba

Mübadele ile yaşanan büyük dramlar-M.Latif Salihoğlu

Lozan Antlaşmasına (1923) son anda eklenen bir protokol maddesiyle, Türkiye ile Yunanistan arasında "Ahalinin Mübadelesi" kararı alınmıştı. 

Buna göre, Türkiye'de ikamet etmekte olan Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'da ikamet etmekte olan Müslüman Türkler yer değiştireceklerdi. 
Bu kararın uygulanmasına 1924 yılı başlarında geçildi. Yunanistan sınırları içinde yaşayan yaklaşık 400 bin Müslüman Türkiye'ye göç ederken, Anadolu ve Trakya'da yaşayan bir milyondan fazla Rum da Yunanistan'a göç etmeye başladı. 
Bu arada, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin arasında 20–30 bin civarında bir dönme (Selanikli Sabetayist) kitlesinin bulunduğunu da hatırlatmak gerekir. Rumlar'dan geriye kalan servetin en âlâsı, en kıymetlisi, maalesef bu kesimden olan şahıslara ve ailelere verildi. 
* * *
Mübadele (değiş–tokuş) Antlaşmasına göre, yer değiştirmeyi kabul eden göçmenler, sadece taşınabilir mallarını götürebileceklerdi. Gayr–ı menkullerin ise, Milletler Cemiyetine bağlı bir komisyon tarafından, altına ayarlı olarak değeri biçilecek ve derhal ödenmesi cihetine gidilecekti. 
Bu göçler, yer değiştirmeler ve yerleştirmeler esnasında, hâliyle çok büyük sıkıntılar, dramlar ve hatta travmalar yaşandı. 
Ayrıca, uygulama safhalarında yaşanan birtakım adâletsizlikler ve bilhassa uyum sağlama problemleri, bazı ailelerin sıkıntısını had safhaya çıkardı. 
Netice itibariyle mübadele yapılmaya başlandı; karşılıklı göçler–azalarak da olsa–yıllarca devam edip gitti. 
Ne var ki, bazı sıkıntılar her iki tarafta da bir türlü aşılamadı. Hattâ, hayatı işkenceye çeviren bazı problemler yer yer tıkandı, adeta düğüm bağladı.
Bu sebeple, 10 Haziran 1930'da Türkiye ile Yunanistan arasında, yeni bir "Ahali Mübadelesi Antlaşması" yapılması cihetine gidildi. 
Buna göre, eski anlaşmaya ilâveten "mütekabiliyet" prensibi konuldu. Yani, göç etmek isteyenler gibi, iki ülkede daimî sûrette ikamet etmek isteyen Türk ve Rum kökenli vatandaşlara hem eşit muamele yapılacak, hem de birbirine denk şartlarda mübadeleler gerçekleştirilecek. 
Bütün bu antlaşmalara rağmen, ne Türkiye'deki Rumlar rahata kavuşabildi, ne de Yunanistan'daki Türkler huzur bulabildi. Son 70–80 yıllık süre içinde, iki tarafta da ciddî sıkıntılar, büyük dramlar yaşandı. Asırlık problemlerin üstesinden hâlen de gelinebilmiş değil.
 
DÜNDEN BUGÜNE
Güzellik yarışmalarının gizli yüzü
 
Türkiye'de doksan yılı aşkın bir zamandır yapılan "güzellik yarışmaları"nın birincisi 2 Eylül 1929'da neticelendi.
Jürinin kararıyla, birinciliğe eski Balıkhane Nazırı Mehmet Tevfik Beyin torunu Feriha Tevfik Hanım lâyık görüldü.
Tek parti devri hükûmetinin teşvik ve desteğiyle Cumhuriyet gazetesi tarafından organize edilen bu yarışmanın ilk duyurusu 4 Şubat'ta yapıldı.
Gazete sayfalarında yapılan duyurular dışında, ayrıca binlerce broşür basılarak ülkenin her tarafına dağıtıdı.
24 sayfalık bu broşürde "alüfte ve bar kızı değil, namuslu Türk kızı"nın arandığı bilhassa ifade ediliyordu.
* * *
Gerçi, daha evvel de benzeri mahiyette bir güzellik yarışması düzenleme işine girişilmişti. 
Ne var ki, neticesi tam bir fiyasko olmuştu.
1926'da Selanik dönmelerine ait olan İpek Film Şirketi tarafından düzenlendi. Ancak, bu işte başarılı olmadı. Şirket, Feriha Tevfik Hanımı kraliçe diye ilân ettiyse de, bunu umuma kabul ettiremedi.
1929'da tekrar yarışmaya katılarak okuyucu oylarıyla sıralamada 11. gelen bu hanım, 2 Eylül günü jüri tarafından birinci ilân edildi.
* * *
Bu hanım, "kraliçe" seçildikten sonra, gazete haberlerine göre, önce filmlerde rol alır, ardından tiyatroya geçer.
Yaşadığı dünyada sıklıkla karşılaşmış olduğu çirkeflikler günün birinde canına tak eder ve 1939'dan sonra bir daha dönmemek üzere hem sahneden, hem de kameralardan uzaklaşır.
Uzaktan bakınca pırıltılı, ışıltılı dünyadan uzak bir hayatı tercih eden Feriha Hanım, 22 Nisan 1991'de beyin kanaması sonucu ölür.
* * *
Riyakâr çevrelerin teşvik ve desteğiyle "yarışma" adı altında seçilen ilk "güzel"lerin başına nelerin geldiği, kısmen olsun magazin mevkutelerinin arşivlerinde yer alıyor. 
Ne var ki, o günden bugüne düzenlenen sayısız yarışmanın, sayısız hanım ve genç kızın hayatını kararttığına, sayısız ailenin huzurunu bozduğuna en ufak bir şüphe yok.
Fakat, bu gibi hususlarda umumiyetle hissiyat ön plânda olduğundan, yaşanan vehametlerden yine de gereken dersler çıkarılamıyor, ne yazık ki...

Hiç yorum yok: