6 Şubat 2013 Çarşamba

Muhteşem Yüzyıl-Serdar Kaya


Tarihteki herhangi bir dönemi ele alan hiçbir film ya da dizinin,muteber kaynaklara dayanmak suretiyle gerçeği bire bir yansıtabilmesi mümkün değildir. Herşeyden önce, hiçbir tarihi dönem hakkında herşeyi biliyor değiliz. Bildiğimizi düşündüklerimiz ise, çoğu zaman farklı şekillerde yorumlanmaya müsait. Bu da, aynı dönemi ya da olayları farklı şekillerde sunan eserleri mümkün ve doğal kılıyor. Dolayısıyla, tarihi bir dönemi ele alan herhangi bir yapımı izlemeden önce, ilgili çalışmanın bir noktadan sonra yorumlar ihtiva etmesinin kaçınılmaz olacağını baştan bilmek gerekli.
Konunun bir diğer yönü ise, sahnelenen her metnin ciddi ölçüde dramatizasyon içermek durumunda olması. Sahne sanatlarının niteliği ile ilgili olan bu durum, hakkında detaylı bilgi sahibi olunan olayları dahi belgesellere özgü bir formatta aktarmayı imkansız kılar. Gerçeklik iddiasında olan filmlerin bile gerçekleri bire bir yansıttıklarını değil, yaşanmış olaylara “dayandıklarını” (based) ya da yaşanmış olaylardan “mülhem” (inspired) olduklarını belirtmekle yetiniyor olmalarının nedeni de bu.

Bir Dizi
Bu gibi eserlerin yanı sıra, bir de tarihi gerçeklere sadık kalmak gibi bir kaygıya baştan sahip olmayan ve öncelikli amacı seyirciyi eğlendirmek olan popüler yapımlar var. Muhteşem Yüzyıl adlı dizi de böyle bir popüler yapım. Gerçi her popüler yapım, zorunlu olarak gerçeklerle gevşek bir bağa sahip olmak zorunda değil. Ancak Muhteşem Yüzyıl, (muhtelemen biraz da başına bir iş almamak için) gerçek olaylara dayanmadığını açıkça belirtiyor. Ancak buna rağmen, bazı insanlar, dizinin tarihi olayları kurgulayış şekline itiraz ediyorlar. Bu, özünde meşru bir tepki. Hatta böyle bir tepki, ilgili dönem ve şahıslar hakkında fanatik bir tutum içerisinde olan kimselere özgü olmak zorunda da değil. İnsanlar zaman zaman sadece gerçeğe duydukları saygıdan hareketle bu yönde taleplerde bulunabilirler, bulunuyorlar.

Ancak Muhteşem Yüzyıl‘a getirilen itirazlar biraz tuhaf. Şöyle ki,diziye tepki gösterenler, bir yandan dizinin içeriğinin gerçek dışı olduğunu iddia ederlerken, diğer yandan da, dizidekine oranla gerçeğe daha yakın olduğu kolay kolay söylenemeyecek bir başka kurgu öneriyorlar. Özetle, bir taraf haremde gününü gün eden bir padişah imgesi tasvir ederken, diğer taraf ise, haremin bir okul olduğunu vurguluyor ve padişahların ömürlerini at sırtında geçirdiklerini iddia ediyor.
Bu aslında bir tartışma değil, Cumhuriyet tarihi ile yaşıt olan ve hala olgunlaşamamaktan ileri gelen bir çekişme. Dolayısıyla da, bu çekişmenin (ve benzeri diğerlerinin) bir yere varacağı yok.
Sonsöz
Cumhuriyet dönemi ders kitapları, Osmanlı padişahlarını,sadece kendi zevklerini düşünen ve halkı ezmekten adeta zevk duyan insanlar olarak yansıtır. Amaç, yeni rejime meşruiyet kazandırmaktır. İslami kesimin, kendisi değil, halkı ve dini için yaşayan padişah imgesi ise, resmi tarihin bu aşırı tavrına verilmiş bir tepkidir. Rasyonellikten epey uzak olan bu tepki, resmi tarihin iddialarını alıp diğer uca taşır. Bu nedenle,Cumhuriyet’in padişahları Harem’den çıkmazken, İslami kesiminkiler İstanbul’a bile uğramazlar.

“Harem bir okuldu” argümanını, daha çok bu ikinci uç sahipleniyor. Peki, “Harem bir okuldu” derken tam olarak nasıl bir okuldan söz ediyorlar? Kasıtları, Harem’deki (Halil İnalcık‘ın sözünü ettiği) “dikiş-nakış, rakkaslık” gibi dersler mi? Olay bunlardan mı ibaret?
KİTAP NOTU
“Harem bir okuldu” ekolünün magnum opus‘u herhalde Ahmet Akgündüz‘ün Osmanlı’da Harem adlı kitabıdır. Halil Berktay, verdiği historiyografi derslerinde bu kitabı, “olabilecek en kötü tarihçilik örneklerinden” biri olarak okutuyormuş. Tarihçi Y. Hakan Erdem, 2008 yılında yayınlanan Tarih-Lenk adlı önemli kitabının farklı bölümlerinde, Akgündüz’ün bu ibretlik çalışmasını ciddi bir kritiğe tabi tutar. Okunmaya değer bir eleştiridir.

Siyasetbilimci İsmail Kara‘nın 1998 yılında yayınlanan Biraz Yakın Tarih Biraz Uzak Hurafe adlı kitabı ise, daha geniş anlamda, Türkiye’de İslami kesimin ülkenin tarihine ve kültürel birikimine nasıl bakageldiği konusunda kıymetine az rastlanır kimi makaleler ve Kara’nın kendisine özgü üslubuyla bir parça örtülü dile getirdiği gayet sağlam eleştiriler içerir.

Hiç yorum yok: