6 Şubat 2013 Çarşamba

Kubilay, kasten kurban edildi-Yasakçıların Serbest Fırka denemesi-Serbest Fırka’nın jokeri: Ali Fethi-M.Latif Salihoğlu

Kubilay, kasten kurban edildi

Resmî tarihin kayıtlarına göre, 1930 yılı Aralık ayı sonlarında Menemen'de yaşanan "Kubilay cinayeti" irticaî bir hadisedir; hatta, yapılan inkılâplara karşı başlatılan bir isyan hareketidir.
Yine aynı kaynaklara göre, dinî tarikata mensup bazı müritler, Derviş Mehmet isimli şahsın öncülüğünde başka yerlerden toplanarak Menemen'e gelmişler, dinî gösterilerde bulunmuşlar ve onların bu yasa dışı eylemlerine mani olmaya çalışan öğretmen asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı hunharca öldürmüşler, ardından da kafasını kesmişler.
Evet, bundan 76 yıl evvel Menemen'de yaşanan bu elim hadisenin "vahşet boyutu" doğrudur. Bunu, zaten hiç kimse inkâr etmiyor.
Ancak, bu vahşetin din adına ve dindarlar tarafından sergilenmiş olduğu iddiası külliyen yanlıştır; yalandır, hatta iftiradır.

Dolayısıyla, o tarihte Menemen'de işlenen cinayet ve sergilenen vahşet tablosu ne derece büyük ve dehşet vericiyse, bu hadisenin dine ve dindarlara mal edilmesi de o nisbette büyük, hatta ondan daha büyük bir cinayettir.
Cinayetin büyüklüğü şuradan geliyor: Kanlı Menemen hadisesini üç çeyrek asırdır dindarların üstüne ısrarla yıkmaya çalışanların ileri gelenleri de biliyor ki, o hadisenin arka planında bir kumpas ve bir tertip senaryosu var.
Biliyorlar ki, o vahşiyâne cinayeti hakikî dindarlar ve ihlâslı Müslümanlar işlemedi.
Biliyorlar ki, Kubilay cinayeti, karanlık odakların kullandığı Derviş Mehmet ve etrafındaki bir grup esrarkeş tarafından işlendi.
Evet, bütün bunları en az bizim kadar kesinkes biliyorlar ve o korkunç iftirayı da dindarların üstüne bilerek atıyorlar.
İşte, bizim "daha büyük cinayet" dediğimiz acı gerçek budur.

İkisi de Giritli Meczup bir esrarkeş olarak bilinen Derviş Mehmet, aynı zamanda Giritlidir.
Ne gariptir ki, onun katletmiş olduğu asteğmen Kubilay da aslen Giritlidir; Giritli Hüseyin Beyin oğludur.
Bu noktada, "Acaba, bu iki aile arasında geçmişe dayanan bir husumet, bir dâvâ konusu var mıydı?" sorusu da akla geliyor.
İhtimaldir ki, senaristler bu noktayı da hesaba katmışlardır.
Ancak, senaryodaki ana temanın, dindarları zan ve töhmet altında bırakmak olduğunda şüphe yok..
Kaldı ki, hemen o tarihte kurulan sıkıyönetim mahkemesince Türkiye'nin muhtelif bölgelerinden toplanarak getirtilen, ancak hadiseyle ve canilerle tamamen ilgisiz onlarca mazlûmun idam edilmesi de, bu kahredici töhmetin açık bir ifadesi olsa gerektir.
Evet, samimi dindarlar, o ağır ceza bilânçosuyla hem zan altında bırakılmış oldular, hem de olanca şiddetiyle bir "gözdağı" vak'asına mâruz bırakıldılar.
Ne biçim komplo? Seksen küsur yıldır dindarların aleyhinde kahredici bir malzeme olarak kullanılan Kubilay hadisesinin bir tertip ve bir komplo eseri olduğunun iki önemli dayanak noktası var.
Birincisi: İslâm dini, dahilde kuvvet kullanmayı, din kardeşinin kanını dökmeyi kat'î sûrette reddediyor, men'ediyor. Bu dine mensup aklı başında bir şahıs, kalkıp da böylesi bir cinayeti işlemez, işleyemez.
İkincisi: Dindar kesim, 1924'ten itibaren öylesine ezilmiş, örselenmiş ve sindirilmiş ki, faraza bir grubun kendi başına o tarihlerde Menemen'de üstelik hiçbir engelle karşılaşmadan böylesi bir kanlı isyan hareketini planlayıp organize etmesine imkân ve ihtimal yoktur. Demek ki, işin için de "bir başka iş" var.
Evet, bu iki nokta, aslında meselenin can damarını teşkil ediyor.
Dolayısıyla, bu iki noktadan hareketle, hadisenin üzerindeki karartma perdesi aralanabilir ve arka plandaki maskeli çehreler kolaylıkla gün yüzüne çıkartılabilir.
Hiç şüphe edilmesin ki, "hakiki vukuatı kaydeden tarih", günün birinde Menemen hadisesi için de "hakikate en doğru şahit"lik vazifesini yerine getirecektir.
3 Şubat: Menemen'de 28 idam Menemen'de 23 Aralık'ta (1930) yaşanan mürettep "Kubilay Hadisesi" üzerine, Meclis ve ordu tarafından olağanüstü tedbirler alındı.
Önce, bölgede sıkıyönetim ilân edildi. Ardından, Menemen'de özel yetkili bir askerî mahkeme kuruldu.
Sıkıyönetim komutanlığına F. Altay Paşa, Divân–ı Harp Mahkemesinin başkanlığına ise meşhûr Mustafa Muğlalı Paşa getirildi.
Esrarkeş Derviş Mehmet ve birkaç adamı dışında, ağırlıklı olarak İzmir ve Manisa çevresinden toplanarak Menemen'e getirtilen zanlılar hakkında yapılan sorgulamanın ardından, mahkeme safhasına geçildi.
İlk mahkeme, 15 Ocak'ta yapıldı. Mahkeme, bir–iki hafta zarfında neticelendirildi ve elliden fazla maznun cezaya çarptırıldı.
Maznunlardan 28'i hakkında idam cezası verilmişti. Cezaların infazı için, Meclis'in onayı gerekiyordu.
İşlemler hızlandırıldı. Mahkemenin kararı, derhal Meclis'e intikal ettirildi. Meclis Adalet Komisyonu, görüşüp kabul ettiği mahkeme kararını 2 Şubat günü Meclis Genel Kuruluna götürdü. Meclis, aynı günü bu kararı tasdik etti. Sıra, cezanın infazına gelmişti.
Nihaî karar, bir gün dahi bekletilmeden, hemen infazlara geçildi. Çoğunluğu mâsum olan 28 vatandaş, 3 Şubat (1931) günü idam edildi. (Cumhuriyet gazetesi, 04.03.1931)
İdam edilenlerin arasında Hayimoğlu Jozef isimli bir Yahudi de vardı. Bunun yegâne suçunun, çok kısa bir süre önce kapatılan muhalif parti Serbest Fırkanın üyesi olduğu hakkında bilgiler var.
Baba yerine evlâdını idamİdam edilenler arasında en ziyade dikkat çeken isim ise, Mehmet Ali Efendidir.
Şovmen Mehmet Ali Erbil'in dedesi olan bu şahıs, Erbilli Şeyh Esat Efendinin oğludur.
Esasında, Esat Efendi de idamlıklar listesine dahil edilmişti. Fakat, yaşı 65'i geçkin olduğu için, ona 24 yıl ağır hapis cezası verilerek, yerine oğlunun idam edilmesi cihetine gidildi.
* * *
Resmî tarih anlayışıyla, Menemen Hadisesinin iç yüzünü aydınlatmak mümkün görünmüyor.
Elli–altmış maznun hakkında on gün bile araştırma yapmadan, çoğu hakkında idama varan kararlar vermek, hukuken de, vicdanen de anlaşılır gibi değil.
Doğru tarihin koordinatları ise, bu hadisenin önceden tasarlanmış bir tertip, bir kumpas olduğunu haber veriyor. Dindarları sindirmek için, derin katmanlarda tasarlanarak uygulamaya sokulan dehşetli bir kumpas...

Yasakçıların Serbest Fırka denemesi
Yeni rejimin her yönüyle Avrupalıları taklit etme heveskârlığı, bilhassa 1925'ten itibaren müthiş sür'at kazanarak devam etti.
Bu dönemde, taklitçiliğin yanı sıra görülmemiş baskılar ve yanıltıcı denemeler de hiç eksik olmadı.
Yanıltıcı denemeler, akılları hayrette bırakacak bir ustalıkla yapılıyordu.
İşte, o denemelerden biri de "demokrasi oyunu" oynanarak sergilendi.
Milyonları yüzde yüz aldatmaya yönelik olarak sergilenen demokrasi oyunu, beş yıl arayla olmak üzere iki defa sahneye konuldu: 1925 ve 1930 yıllarında.
Aşağıda kısmen görüleceği gibi, bu denemelerin her defasında yasakçıların asıl dikkat ettikleri husus şudur: Acaba, bize muhalif kimsecikler kaldı mı? Varsa şayet, onlara şöyle bir alan açalım ve ortaya çıkmalarını bekleyelim. Ardından da, birtakım bahaneler üreterek topunu birden kıyalım, biçelim, bitirelim onları.
Şimdi, yasakçılar tarafından gayet ustalıkla kurulan ve mazlumlardan kiminin siyasî hayatını karartan, kimininse dünya hayatını sonlandıran tuzaklı "demokrasi denemeleri"nin seyrine şöyle bir nazar gezdirelim.
Serbest Fırka ile kurulan tuzak
Serbest Fırka 1930'un Ağustos ayında kuruldu. Aynı yılın Kasım ayı ortalarında da kendi kendini feshetti. Toplam dört aylık bir ömrü oldu.
Bu partinin kapatılma gerekçesi olarak da, o günün şartlarında şu hususlar ileri sürüldü: "Ekonomide liberal görüşü benimseyen bu partinin içine, kısa zamanda gerici, mürteci ve gayr–i memnun kimseler sızmıştır."
Esasında, adı Serbest Fırka olan bu siyasî hareketin bir yasak çemberinde faaliyet yaptığı daha ilk günden belliydi.
Bu vahametin farkında olan Yahya Kemal gibi meşhurlar kendilerini uzak tutmaya çalışırken, birçok siyasetçi de gafil davranarak partiye katıldı ve dolayısıyla hedef tahtasına girmiş oldu.
Serbest Fırka mensuplarına yönelik asıl kıyım harekâtı ise, aynı yılın Aralık ayında patlak veren Menemen Hadisesinden sonra başladı. Bu muammalı hadisenin siyasî faturası Serbest Fırkada aktif görev yapan safi kalpli kimselere kesildi. Siyasî hevesleri kursaklarına hapsedildi.
Tarih, beş yıl arayla yeniden tekerrür ediyordu. Şeyh Said hadisesinin faturası 1925'te Terakkiperver C. Fırkası mensuplarına kesildiği gibi, 1930'daki Menemen Hadisesinin siyasî faturası da bir kısım Serbest Fırkacılara kesildi.
Parti başkanı Fethi Okyar'ın ise, bu hadisede bir figüran, bir danışıklı dövüşçü mahiyetinde kullanıldığı ihtimali kuvvet kazanıyor.
İki yönlü mesaj
Serbest C. Fırkasının, kurulduktan çok kısa bir süre sonra, gerek halk ve gerekse aydın kesimden büyük ilgi görmeye başladığı anlaşıldı.
Bu beklenmedik durumu fark eden Mustafa Kemal, Cumhuriyet gazetesine özel beyanat vererek şunları söyledi: "...Milletin umumî temayülü benim şu veya bu zaruret karşısında başvekil (başbakan) olmamı icab ettirirse, bu vazifeyi tevazu ve minnetle ifaya hazırım."
Bu beyanatın iki yönlü mesajı vardı.
Birincisi: Başbakan İsmet Paşayı sıkıştırmak, hızını frenlemek ve kendi başına buyruk kesilmesini önlemek.
İkincisi: Kurucusu olduğu CHP'ye, dolayısıyla kendisine karşı olan kimseleri belirlemek.
Nitekim, netice aynen öyle oldu. İsmet Paşanın hızı kesildi. Muhalif olarak görülen kişi veya kadrolar kısa sürede siyaseten devre dışı edildi. Bu da gösteriyor ki, Serbest Fırka denemesi, güdümlü/muvazaalı bir muhalefet hareketiydi.
Yıllar sonra hatıraları yayınlanan dönemin tanıkları da aynı ortak kanaati paylaştılar ki, Serbest Cumhuriyet Fırkasının lider kadrosu, kelimenin tam anlamıyla bir "güdümlü muhalefet" mantığı ve hesabıyla hareket ediyordu.
Kasıtlı, tuzaklı demokrasi denemeleri
Bu konuda dikkat çeken daha başka noktalar da var.
Meselâ: Demokrasi denemesinin ikincisi olarak kabul edilen Serbest Cumhuriyet Fırkası, tam da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluş (17 Kasım 1924) yıldönümü olan 17 Kasım (1930) günü kapatıldı.
Böylelikle, demokrasi denilen beşeriyet erdemi, elde bir oyuncak haline çevrilmiş oldu.
TCF, iktidardaki CHF'ye rağmen kurulmuştu. Daha bir yılını bile dolduramadan kapatılan bu parti kapatılmakla kalmadı, kurucularının neredeyse tamamı idamla yargılanarak ya öldürüldü, ya da siyaseten devre dışı bırakıldı.
Serbest Fırka denemesinde ise, bir derece yeşeren demokrasi ümitlerini tamamen söndürmek ve Halk Partisinin diktadan beslenen ömrünü uzattırmak maksadıyla hareket edildi.
Gizli de olsa, muhalif kimselerin deşifre edilmesinde ve onlarla mücadele edilmesinde, SCF, tamamiyle tek parti zihniyetinin plân ve tertibi ile kurulup kapattırıldı.
Serbest Fırka’nın jokeri: Ali Fethi
Yakın tarihimizin "nev–i şahsına münhasır" en popüler siyasî figürlerinden biri de hiç şüphesiz Ali Fethi (Okyar) Beydir.
Mustafa Kemal, onu kritik dönemlerde tam bir joker olarak kullandı.
Bu joker şahsiyetin ilk önemli rolü Selanik'te hapsedilen Sultan Abdülhamid'e nezaret etmek; oynadığı son önemli rol ise, 1930'da kendisine kurdurulup üç–dört ay sonra tekrar kapattırılan Serbest Fırka'ya başkanlık etmek olmuştur.
* * *
Aslında, o asker kökenli bir bürokrat ve bir siyasetçiydi.
Ama, hiçbir zaman kendi inisiyatifiyle hareket etmedi. Siyaset sahnesinde, daima bir başkasının inisiyatifi ve yönlendirmesiyle kritik bazı roller üstlendi.
İşte, ona siyasî figür, yahut joker dememiz bu sebepten.
Bakalım, yakın geçmişteki siyasî senaryoların hangisinde rol alıp oynamış ve üstlendiği rollerde nasıl bir performans göstermiş...
Bunu öğrenmek için, şimdi bu önemli figürü biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
Kısa biyografisi
Ali Fethi Bey, 1880'de Pirlepe'de (Prilep) doğdu. Burası, Makedonya Cumhuriyetinin orta bölgesinde yer alan önemli şehir merkezlerinden biridir.
Fethi Okyar, çocukluğunda iyi bir eğitim gördü. Gençliğinde askerliğe ilgi duydu. Harbiye okuluna girdi.
1903'te Harbiye'den teğmen rütbesiyle mezun olduktan bir müddet sonra, Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Selanik'teki 3. Ordu'da görev aldı.
Yine Selanik'te iken, gizli kurulan ve illegal bir cemiyet olan İttihat ve Terakkiye katıldı.
1908'de Meşrûtiyet'in ilânıyla birlikte, binbaşı rütbesiyle Selanik Jandarma Subay Okulu komutanlığına atandı.
1909'da Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin ardından, tam 3,5 sene müddetle Selânik'teki Alâtini Köşkü'nde mahpus tutulması esnasında, burada da Muhafız Komutanlığı yaptı.
(NOT: Alâtini Köşkü, Selanik'te Yalılar semtinde, İtalyan asıllı un tüccarı Yahudi Giorgio Allâtini'ye ait dört katlı bir bina idi.)
Ali Fethi Bey, 1911'de İtalyanların Trablusgarp'ı işgali üzerine oraya gidip mücadeleye atılanlardan biri oldu.
Trablusgarp'dan döndükten sonra, Ocak 1912'de Manastır mebusluğuna seçildi. Meclis'in tıkanıp feshedilmesi üzerine, aynı sene içinde askerlik mesleğine geri döndü.
Yine aynı sene içinde ordudan ayrılarak Sofya Elçiliğine atandı. Aynı dönemde Sofya'da askerî ateşe görevinde bulunan Mustafa Kemal'le olan dostluğu daha da pekişti.
1917 yılı sonunda yapılan seçimde yine İstanbul Mebusu olarak Meclis'e girdi. Meclis'te işi yaver gitti ve 1918'de Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) oldu.
Ne var ki, aynı yıl içinde İttihatçı liderlerin ülkeyi terk etmelerinde kendi ihmali olduğu gerekçesiyle bakanlıktan istifa etmek durumunda.
1918 yılı sonlarında, M. Kemal'le birlikte Minber isimli gazeteyi çıkarttı.
İşgal döneminde, İttihatçıların önde gelen adamlarından biri olduğu gerekçesiyle, İngilizler tarafından Malta Adasına sürgün edildi.
Ancak, Osmanlı tarafında tutuklu bulunan İngilizlerle değiştirilmek (becayiş) üzere, serbest bırakıldı.
1921'de Ankara'ya geldi. Sırasıyla Dahiliye Vekilliği, İcra Vekilleri Reisliği (M. Kemal'in vekili olarak), Millet Meclisi Başkanlığı yaptı.
İkinci Meclis devresinde, M. Kemal'in cumhurbaşkanlığına getirilmesi üzerine, Fethi Okyar Meclis Başkanvekili seçildi.
2 Kasım 1924'te Başbakanlığa getirildi. 4 Mart 1925'ten sonra (Şeyh Said Hadisesi üzerine) Başbakanlıktan ayrılarak yerini İsmet Paşaya terk etti.
Aynı sene Paris Büyükelçiliğine atandı. Beş yıl sonra bu görevi bırakıp geri geldi.
1930 yılı sonlarında, M. Kemal'in bilgisi ve direktifleri dahilinde hareketle, Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurdu. Ancak, muharrik–i bizzat olmadığı için, dört ay sonra, başında bulunduğu partiyi yine kendisi kapattırmak durumunda kaldı.
1934'te Londra Büyükelçiliğine atandı. 1939–42 yılları arasında gelip milletvekili seçildi. Kısa bir süre Adalet Bakanlığı görevini yürüttü.
Daha sonra siyasetten çekildi. 7 Mayıs 1943'te İstanbul'da öldü. Mezarı Zincirlikuyu'da.
Özetle, öne çıkan hususiyetleri
* Asker ve siyaset karması şeklinde ortaya çıkan İttihatçıların üst yönetim elemanlarından biridir. Ancak, birinciliğe hiç oynamadı, hangi görev verildiyse onu yapmaya çalıştı.
* Sultan II. Abdülhamid'in Selanik'teki mahpusluk günlerinde yanında ve yakınında en uzun müddetle vazife gören Muhafız Komutanı oldu.
* Eski İttihatçılar'dan koptuktan sonra, tam bir teslimiyet içinde M. Kemal'e bağlandı. Onun inisiyatifi doğrultusunda hareket etti.
* 1930'da Serbest Fırka'nın başına geçti. Ancak, herhangi bir misyon, yahut vizyon sahibi olmayıp, doğrudan başkasının kumandası ile siyaset yaptı. Bu yüzden de başarılı olamadı. Sadece ciddî muhalefete soyunan arkadaşlarının canını yaktırdı. Tıpkı, Menemen Hadisesinin ağır faturasını dindarlara çıkarttırmaya sebebiyet verdiği gibi...
* En bâriz özelliklerinin başında, M. Kemal ile olan yakınlığı, hemfikirliği ve benzerlik gösteren muhtelif makamlardaki çalışmaları gelir. Coğrafî bölgeleri ve doğum tarihleri de birbirine çok yakın; hatta hemen hemen aynıdır.




Hiç yorum yok: