1 Şubat 2013 Cuma

Balkan Harbi herkes için bitti / SEDAT GÜLMEZ



22 Ekim 2012 / SEDAT GÜLMEZ
Süleyman Şah Üniversitesi Balkan Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Fatih İyiyol, dünde kalmayıp geleceği inşa etmekten bahsediyor. “Acıları unutmayalım ama diyalog kapısını da kapamayalım.”

Boşnakça, Hırvatça ve Sırpça biliyor. Uzun süre Saraybos-na’da yaşamış. Bilimsel çalışmalar yapmış. Balkan Savaşı’na sadece tarihî perspektiften bakmıyor. Farklı pencerelerden bakma gereğine inanıyor. Süleyman Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Balkan Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Fatih İyiyol, değişen dünya gerçeklerine uygun hareket edilmesinden yana. “1912- 1913’te yaşanan acılar asla unutulmaz. Ama savaşın etkisi bugüne değin gelse de değişen uluslararası konjonktürü iyi okumalı. Balkan milletleriyle ilişkimizi geçmiş acılar üzerine kuramayız, kurmamalıyız. Bunun bize de onlara da faydası yok. Aradaki farklılıklar zenginlik kabul edilip yola birlikte devam edilebilir. Kaldı ki buna Balkan milletlerinin de ihtiyacı var.”
-Balkan Harbi’ni bizim için tek kelime ile özetlesek...
Travma… Rumeli elden çıkıyor. Üstelik Osmanlı, kendisinden yeni kopmuş olan devletçiklere yeniliyor. Hem de hiç kimsenin, saldıranların bile beklemediği kadar kısa sürede. O ruh hali ancak Çanakkale Zaferi ile o da bir nebze, aşılabiliyor. Sonra bu psikoloji, geride kalan Müslüman toplumlarda büyük bir sahipsizlik hissi oluşturuyor…
-Travma sebebiyle mi uzun yıllar konuşulmadı?
1911’den 1918’e millet büyük acılar yaşıyor. Osmanlı yeni kurulan devletlere yeniliyor. Türkiye de yıpratıcı bir savaşın sonunda kuruluyor. Artık toplum mağlubiyetleri değil; zaferleri konuşmak istiyor. Anlaşılabilir bir talep bu…
-Osmanlı çok mu hazırlıksız yakalanıyor?
Savaş birden çıkmıyor, tabii. O artık son nokta. Fransız İhtilali’nin tetiklediği milliyetçiliğin, Panslavizm politikalarının etkisi, gizli antlaşmalar… Bir de son devir kimi Osmanlı idarecilerinin yanlış yönetiminin doğurduğu tepkiler… Akıl tutulması gibi olaylar var savaş öncesi. Selanik Limanı’ndan geçişine izin verilen Sırp topları, terhis edilen taburlar… Osmanlı’nın yıkılma emaresini görünce de saldırıyorlar.
-Milliyetçilik toplumların bütününü mü yoksa bir kısmını mı etkiliyor?
Bilhassa gençler etkileniyor. Yapmayın diyen yok mu? Var ama sesleri cılız. Kaldı ki milliyetçilik medenilik ile eşanlamlı. Osmanlı düşmanlığı ile yetişiyor nesiller. Bu sebeple Balkan Harbi bizim için felaketken onlar nazarında bağımsızlık savaşı.
-Hiç mi sevmemişler Osmanlı’yı?
Aksine çok benimsenmiş. Mesela Sırp milliyetçiliğinin fikir babalarından dilbilimci Vuk Karadziç diyor ki, “Belgrad’da erkekler sarık takar, kadınlar çarşaf giyerdi.” 1820’lerde söylüyor bunu. Etki bu düzeyde. Konjonktür zamanla değişiyor. Yükselen değer; ulus devlet. Osmanlı’nın iyiliği ya da kötülüğünden ziyade geçer akçe bu.
-Ulus devletler kurulmuş ama kavga bitmemiş…
Kesinlikle. Bugün Makedonya ile Yunanistan sorunlu.  Kosova ile Sırbistan arasında Mitroviçe gerginliği var. Romanya, Kosova’yı tanımıyor. Bosna-Hersek “Problemleri dondurulmuş ülke.”  Her ülkenin ulus mantığı kaynaklı sorunları var. İç içe girmiş, birbirine çok benzeyen bir o kadar farklılaşan Balkan toplumları için ulus devlet çözüm getirmemiş.
-Osmanlı idaresinde de bu kadar kavgalılar mı?
Bir defa Pax Ottomana (Osmanlı Barışı) romantik bir yaklaşım değil. Balkan araştırmacısı Bulgar Maria Todorova, “Balkanlar Osmanlı mirasıdır.” diyor. Makedonya Dışişleri Bakanı Nikola Poposki yakın zamanda bunu dile getirdi. Özellikle klasik dönemde devlet gerçekten ittihadı sağlamış. Kavmiyetçilik yapılmıyor. Tamam, birçok farklı ırk ve inanış var ama sistem huzuru sağlıyor. Ta ki Fransız İhtilali’ne kadar…
-Biriken gerilim savaşla patladı, diyebilir miyiz?
Aynen öyle. Öncesinde Pandora’nın kutusu açılmıştı. Savaşla son hamle gerçekleşti.
-Önlemek mümkün müydü?
Tarihi normatif yaklaşımlarla ele almamalı bence. O dönemin akışı… Ama yöneticiler ya da en azından bir kısmı daha dirayetli ve basiretli olsaydı tablo farklı olabilirdi…
-Bugün nasıl bakmalıyız Balkan Savaşı’na ve Balkanlar’a?
Meselenin iki tarafı var. Bir yönü bize, diğeri Balkan milletlerine bakıyor. Bize bakan; günümüzde oluşturulmaya çalışılan Neo Ottomania (Yeni Osmanlıcılık) zarfının içi doldurulmamalı. Muhataplarımıza bakan ise; artık Türk düşmanlığı üzerinden kimlik oluşturma geride bırakılmalı.
-Acıları unutup önümüze mi bakmalıyız yani…
Acılar mutlaka unutulmaz. İnanılmaz hikâyeler var. Daha 90’larda yaşananlar var. Ancak ara çizgi çok ince. Şehitlere vefa, geçmişe duyarlılık; ama kin ve nefret yüklü bakışa yönelmeme. Aradaki sıkıntılar değil ortaklıklar nazara verilmeli. Bu iki şekilde yapılabilir. İnsana ve ortak kültürel paydaya vurgu. Bunlar, kurtuluş reçetesi. Deprem yardımlarının Türk-Yunan toplumunu yakınlaştırdığını unutmayalım.
-Türkiye değişti diyelim, Balkan milletleri aşabilecek mi Türk düşmanlığını?
Bence çoktan aşılmaya başladı. Küreselleşen dünya, yeni değerler, Türkiye’nin turizm gibi kanallarla yakından tanınması, zihinlerindeki barbar Türk tipine uymuyor. Bunu Türkiye’yi gezen Balkan toplumları söylüyor. Mesela Türk dizileri yoğun ilgi görüyor. Etkileniyor insanlar… Gidilmek istenen ülkelerin başında Türkiye geliyor…
-Algı ile gerçek farkı nereden kaynaklanıyor?
İlki resmî ideolojiden, ikincisi halktan besleniyor. Bakın onca acıya rağmen halklar arası birlikte yaşama isteği var. Bosnalı Müslümanlar, komşusu Ortodoks Sırplarla ve Katolik Hırvatlarla kalmak istiyor. Bosna iç savaşını en çok unutmak isteyen Boşnaklar. Neden? Çentikler’in bütün Sırpları temsil etmediğini biliyorlar. Etnik milliyetçilik Balkanlar’da öne çıkmamalı. Aksi, bölgenin felaketi olur. Sonra birlikte yaşamı ön plana çıkarma safdillik, safderunluk değil. Türkiye Balkanlar’a Batılılar gibi bakmamalı…
-Batılılar nasıl bakıyor ki?
Batılı için biraz doğu kokan, “Bizim dağlıların yaşadığı sorunlu yer” dedikleri bir coğrafya. Oryantalizm gibi Balkanizm var. Kadim dönemden gelen bakış hâlâ sürüyor. Balkan, Dünya Harpleri ve Bosna Savaşı algıyı tetiklemiş. Biz; farlılıkları zenginlik sayıp, ötekileştirmeden görmeliyiz. Romantik bir yaklaşım değil bu.
-Yeni Osmanlıcılık bölgede çokça dillendiriliyor?
Türkiye’nin böyle bir politikası yok. Ama böyle bir imaj çizilmeye çalışılıyor. Ortaya atılışı kasıtlı ve içinde kötü emelleri barındırıyor. Yeni Osmanlıcığı, Türkiye’nin Balkanlar’da artan etkinliğini istemeyen kesimler çıkartıyor, “Bakın gözleri hâlâ burada!” diyebilmek için.
-Kim bunlar?
Türkiye’nin sosyal ve kültürel anlamda gelişmesini istemeyen kesimler… Yurtiçinden de destekçileri var ama daha çok yurtdışından pompalanıyor. Algı büyürse, muhataplarımızda defansif yaklaşım doğar. İlerde yapılmak istenen en basit şeyler dahi engellenir. Coğrafyayla ilgili herkes buna dikkat etmeli.
-Türkiye tehlikenin farkında mı?
Farkında olanlar elbette var. Dışişleri Bakanı böyle bir politikanın olmadığını birçok defa ifade etti. Ancak algı çok önemli… Konuşmalar, tavırlar önemli… 20 çocuğun sünnet törenine sponsor iş adamı bile mikrofonu eline alınca “Buralar bizim.” anlamına gelen cümleler kuruyor. Aynısı bize olsa? Türkiye’de bir Rum böyle konuşsa… Biraz empati yapılmalı. Çok hassas davranmalı. Balkanlar’da, sembollerin, sözlerin ve hareketlerin anlamı büyüktür. En ufak yanlışlık büyük yaralar açar.
-Diyalogu acziyet görenler de var…
Tersine, Balkanlar’daki dindaş ve soydaşlara faydalı olmak için diyalog kanalı açık tutulmalı. Bulgaristan Türklerinin sıkıntısını Sofya’yla halletmeli. Sofya’nın rağmına değil. Bosna Hersek’te acıların tekrar etmemesi için, Hırvatistan ve Sırbistan’la yakın işbirliği yapılmalı. Mesela Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan arası diyalog girişimleri, onlarca da olumlu karşılandı.
-Toplumsal düzeyde neler yapılabilir?
Öğrenci değişim programlarını genişletelim. Turistik gezileri doğru değerlendirelim. Aydınları buluşturalım. Kaynaştırıcı kültürel festivaller yapalım. Eğitim faaliyetlerini destekleyelim. Devletin, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının şimdiye kadarki karşılıklı iyi niyet çabalarını, faaliyetlerini ötelere taşıyalım…

Hiç yorum yok: