2 Ocak 2013 Çarşamba

Toplum Mühendisliği Teknik Üniversitesi -Siz onlara bakmayın çocuklar! -Umur Talu

Toplum Mühendisliği Teknik Üniversitesi

Paşalar, Maşalar, Kasalar, Kaşarlar Fakültesi; yıllar boyu, nasıl yaşayacağını, ne düşüneceğini, düşünmeyeceğini, kimliğinin ne olduğunu, kişiliğinin ne kadar olabileceğini belirledi.
Bazen klonlama yaptı, bazen kadavra üzerinde çalıştılar.
Ekonominin iliği emilirken; çalışanın, itirazı olanın, farklı düşünen, farklı ifade eden, farklı yaşamak isteyen veya giyinen veyahut zaten farklı olanın da canı çıkarıldı.
Önce devrimcileri asan, vuran, süren, işkenceden geçiren bir tarih ile mirasına da “Devrim Tarihi” adı verildi.
***
O fakültenin mağduru olarak meslek lisesinden katsayıyla yükselen Yeni-Muhafazakâr Akademi ise, Demokrasiye Giriş üzerinde çalıştıktan sonra, Çıkış dersinin daha kolay olduğuna hükmetti.
Ötekilerin, öncekilerin “Toplumsal Genetik Mühendisliği” tezlerine itiraz, sonuçta “İçtimai Estetik Mühendisliği” tezleriyle, tam karşı istikametten, neredeyse özünde aynı müfredata çıktı.
Yine itirazı olanı,  farklı düşünen, farklı ifade eden, farklı yaşamak isteyen veya giyinen veyahut zaten farklı olanı biçimlendirme, terbiye etme, adam etme; nesiller yetiştirme misyonerliği temel oldu.

***

Mektepte sözde öncelikler değişti; ama buyurma, dayatma, boyun eğdirme gibi temel dersler hiç değişmedi.
Çünkü ana damarı ezber, tabu, fobi, falaka olan bir sistem.
Birbirine karşıt olanı da aynı rahlede eğitmiş.
Hocaların lafı değişse bile sopası değişmiyor.
Tefekkür ve tezekkürden ziyade tevatür ve tekerrüre; tevekkülden bile daha çok tahakküme; teemmülden ziyade teamüle, vicdandan ziyade cüzdana, akıldan ziyade peşime takıla dayalı talim ve terbiye sistemi.
Kazan kimin elinde kalırsa, unu o kavuruyor, yumurtayı o çırpıyor, kaşığı ağzına dayıyor!
***
Şimdi, Muhalefet Sanatları Fakültesi de siyasi imalatlarda yenilgiye doymadığı için olmalı, yine siyaset, sosyoloji mühendisliği ve sağdan soldan toplama parça montajıyla bir uydu peşinde.
En kadim şaka ise; kimi merkez sağcı kimi merkez solcu geçinenlerin, iktidara teslim olmuşken Karaman’dan koyun sipariş eden bir kısım medyanın aynı haltları bir kez daha yemeye soyunması.
Halk hareketini, büyük patronlar…
Sözde sol muhalefeti, kadim merkez sağcılar…
Dürüstlük vaadini, rantçı, spekülasyoncular…
İşçi örgütlerini, işyerine sendika sokmayanlar…
Tek parti tahakkümüne isyanı; tek parti, tek darbe, tek tip düşünce, tek tip ekonomi, tek önder tahakkümüne sarılmış olanlar ateşliyor.
Milliyetçilik ya da ulusalcılığı; kasaları, masaları dışarıdan beslenenler…
Muhafazakâr dayatmalara itirazı; muhafazakâr dayatmalarda merkezi rol üstlenmiş olanlar…
Demokrasi mücadelesini; etnik, sınıfsal, dinsel nefret ve şiddete en yatkın olanlar…
İnsan haklarını; bu ülkede cinayetlere, işkencelere, darbelere alkış tutmuş olanlar…
Etik ilkeleri; en çok tetikçi kullanmışlar…
İnsan onurunu ise, onu en çok ezmiş, ezdirmiş olanlar örgütlüyor.
***
Arkalarında kullanılmış siyasetçi, bürokrat, gazeteci mezarlığı…
Önlerinde arkalarında, düzenler sürsün diye toprağa düşürülmüş, dağdan yuvarlanmış on binlerce genç, binlerce kayıp…
İşadamı, medya patronu, paşa, ağa, bey… Kendilerinden gına getirmiş bir tarihe ve halka yine lider imal ediyorlar.
İktidar karşısında kuklaya dönmüş kuklacılar, sözde muhalefet diye, yeni bir kuklanın ipini germekteler!
Yine aynı organizasyon, yine aynı saloncular, aynı baloncular, yine aynı film, yine aynı fragmanlar.
TOMTÜ’de proje bitmez!

Marş marş…
Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü güzel uçmuş:
“Bazı öğretim üyeleri Başbakan’ı kampüste istemiyormuş. Samimiysen, o Başbakan’ın, bakanların verdiği maaşı da alma.”
Rektörüm hava ve para işinden belki anlıyor ama maaşın ne olduğunun farkında değil.
Örtülü ödenekten yahut evden, elden ayrıca eklemiyorsa, öğretim üyesi maaşını Başbakan, bakanlar cepten mi veriyor?
Vakıfsa patronu, ama oraya para yatıran öğrenci ve ailesi; kastettiği gibi kamu ise, adı üstünde, kamu, halk veriyor. Başbakan ve bakanlarınkini de.
Başbakan’ı patron sanan bir rektör belki dedektör de olur!

Siz onlara bakmayın çocuklar!

 Ne yapacağız?..
Daha iyi bir yıl dileyeceğiz.
Neye göre?
Bugüne mi, düne mi, doğduğumuz yıllara veya acı çektiğimiz günlere göre mi?
Kendimize göre mi yoksa herkes dahil mi?
Öfke duyduğumuz, başını ezmek filan istediğimiz için de mi?
İnsanlık yılları devirip devredip duruyor; o ilk gün nedense bir yenilenme hissi.
Oysa dünya, çevre, ülke, kurallar, yaşımız… hepsi eskiyor.
Elbet hayatınızda yeni insanlar oluyor, ama kaybettikleriniz de yıllara diziliyor.
Dünya, ülkem, devletim, milletim için filan dediğinde dahi…
Kimler umurunda, ne kadarı yani?
En iyi ihtimalde, karşı takım kazansın ister misin; işyerinde senin değil ötekinin ikbal görmesini; ne bileyim, piyasada rakip önüne geçsin; bizimki değil komşu çocuğu işe, üniversiteye kapağı atsın. Ötekinin hayatı, haysiyeti?
Kimliği, kişiliği, inancı, ideali, hayali farklı olan da iyilik bulursa, ne olacak…
Belasını bulursa yeni yıl daha iyi mi sayılacak?
Böyle toptan iyilik temennilerine her yeni yıl da toptan gülüyordur.
En azından, statü, imtiyaz, ayrımcılık, sınıf farkı, ötekinden nefret filan nedir, biliyordur.
Biz yetişkinsek, onlar şerbetli.

***

Ne bileyim…
Sanki belli bir yaşa kadar, istediklerini, hayal ettiklerini yaparak, hiç değilse peşinde koşarak, mücadelesini vererek bir nevi mutlu oluyorsun veya öyle sanıyorsun, öyle olabileceğini zannediyorsun.
Belli bir yaştan sonra ise, az yorgun, biraz bıkkın; bakiye vaktin, teorik olarak bile yaşadığından daha az…
Belki de mutluluk artık, “Yapmak istemediklerini yapmamak…” gibi daha negatif bir şey.
Tabii tersi de mümkün. Gençken de böyle düşünmek veya istediklerinin peşinde koşabilmeyi tam da ömrün son turlarına bırakmak.
Artık ne kadar mümkünse.

***

Felsefelerin, inançların, kutsal kitapların bir temel kuralı akla geliyor:
Olumlu olarak “Başkasına da kendine yapılmasını istediğini yap” denen, daha müdahaleci biçimde,“Kendine yapılmasını istediğini başkasına da yap” diye ifade edilen kural.
İlk hali, “İlle bir şey yapacaksan bari öyle olsun” iken; ikinci hali, berikinin isteyip istemediğini, bizim iyi ve doğru bulduğumuzdan haz edip etmediğini pek dert etmeyen ebeveyn, veli, vasi, ana-baba, öğretmen, hoca, amir, devlet durumu.
Şefkat belki var da, esası otorite.
Belli ki bu sıkıntı vermiş, epey filozof ile kutsal metin, şöyle ilke bilmiş:
Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına da yapma.”
Daha iyi. İhtimal azaltıyor. Başkası için karar vermiyor gibisin.
Ama sana iyilik yapılmasından hoşlanmıyor da olabilirsin; yapma o zaman! Hoşlanıyorsan da yapma!

***

Bu negatif ilkeyi hesapta kabul eden tüm felsefi, ideolojik, dini pozisyonlar ve devlet halleri yine kendini alamamış; kendine yapılmasını istediğini başkasına zorla yapmak, yaptırmak için de, kendine yapılmasını istemediğini başkasına dayatmak üzere de seferber olmuş.
İnsan da aynen.
Karısını öldüren, evladını çukura gömen, tecavüzü kudret sanan, başkalarının iliğini emen, işkenceci, pusucu, infazcı, insanları dere yatağına yığan, katliamcı ve bilulum zorba, zalim filan da, sorsan kim bilir ne kadar inançlı!

***

Kendimizi biliyoruz da, konduramıyoruz herhalde.
Ordu içi mevzularda adalet, hakkaniyet, insan hakları zaviyesinden, ikiyüzlülükler üzerine epey yazıyorum ya…
Dikkatimi çekti:
Emekli bir Binbaşı Meclis Komisyonu’na yazmış; eşi başörtülü diye 28 Şubat’ta ne kadar aşağılandığını. Elhak doğrudur:
Eşim sosyal faaliyete orduevine çağrıldı. Başını açması istendi. İçeri alındığında subay eşleriyle değil uzman erbaş eşleriyle oturtulup aşağılandı.”
Kesin yapmışlardır; çünkü uzman erbaş eşini, orduevine de nasıl almışlarsa, aşağı sayıyorlar zaten.
Ötekiler başörtülüyü de, astı da aşağılıyor da, mağdur Binbaşı astı nasıl görüyor?
Aşağı görülmeye, eşi dışında, ötelenmiş öteki kadınlar, itilmiş, ezilmiş öteki askerler için de itirazı var mı?
Orduevi meselesini de bazen yazıyorum ya; kendi de hor görülmekten yakınan bir emekli astsubay site kurmuş, diyor ki “Ağzındaki baklayı çıkarsın… Uzman çavuşları astsubay orduevine mi sokmak istiyor?”
Ben ne diyeyim…
Size de iyilikler dileyeyim!

***

Bakın, çocukların eylemde olmasından en çok yakınanlardan Başbakan bile, İsrail askeri önüne dikilen Filistinli küçük kız Tamimi ile görüşüp fotoğraf çektirmiş.
Demek ki bazen çocuklar bir şey anlatmak istiyor! Doğru bir şey de olabilir.
Hepinize, özellikle çocuklara en azından daha umutlu yıllar…

Hiç yorum yok: