2 Ocak 2013 Çarşamba

Memleketin gayretli evlatlarından -İlber Ortaylı

Ahmet Mithat bir kurumdu.  Zihni kıvraktı, kalemi süratliydi, vücutça kuvvetliydi. Altmış sekiz yıl çalıştı. Fakir bir çocuk olarak başladığı hayatı devrine göre müreffeh bir yazar olarak tamamladı

1844’te İstanbul Tophane’de doğdu. Fakir bir esnafın çocuğuydu. Bir ağabey, dört kız kardeş ve her şeye rağmen düzgün yaşayan ve çalışan bir İstanbul ailesi... İstanbul’un kenar mahallesinde fakirlik insanları yorardı fakat hayattan bezdirmezdi ve düzeni de bozmazdı. Küçük yaşta babasını kaybetti. Tanzimat döneminin kaymakamı daha doğrusu genç kaza müdürü olan ağabey Hafız Ağa’nın yanına Vidin’e gittiler. Ağabeyin işi bitip İstanbul’a gelince Mısır Çarşısı’nda dükkan çırağı oldu. Tanzimat’ın büyük sadrazamı Mehmet Emin Ali Paşa da dükkan çıraklığından Babıâli çıraklığına ve nihayet Avrupa’nın en büyük devlet adamlarının arasına kadar yükselmiştir. Fakru zaruret, olacak çocuğun ışıltı ve gayretine mani değildir. Elden tutan bulunuyordu. Derken ağabey Hafız Bey, Mithat Paşa’nın gözüne girdi. Vidin’e gitti. Genç Ahmet Efendi de yanında.     

Çocuğun okuma yazma ve lisanlar üzerindeki gayret ve yeteneği paşayı etkiledi. Tuna gazetesinde yazmaya başladı. Paşa ile birlikte İstanbul’a dönene kadar vilayet memurlarının sohbetlerinden, yüz yüze aktardıklarından, kütüphanelerinden yararlandı. Osmanlı’nın vilayet erkânı, kim ne derse desin, arada işe yaramazı çok olsa da, oralara kadar yükselmenin hakkını veren adamlardı. En azından okuma yazmaları vardı. Mithat Paşa 1869’da Bağdat Valiliği’ne tayin olduğunda, (dile kolay bugünkü Musul, Basra ve Bağdat’ı içeren koca Irak kıtası) delikanlı onun yanında gitmek için müracaat etti. Kabiliyetinden ve paşaya bağlılığından dolayı isminin yanına Midhat mahlası da eklenmişti. Tuna’da yaptığı işi yani vilayet gazeteciliğini üstlendi. “Zevra Gazetesi” onun ellerine verildi.

Anlayacağınız Takvim-i Vekayi’de çalışacaktır, matbaa-i amirin müdürü olacaktır. Kısacası vilayet gazetelerinde yetişecektir, özel gazete çıkaracaktır. Hazreti, ölümünün 100’üncü yılında pek hatırlamayacak bir memleketin gayretli evladı böylelikle işe başlayacaktır.

Sadece roman değil, fen bilgisi kitabı bile yazdı

Irak doğrusu onun için verimli oldu. Bin yılların verimi topraktan fışkırıyordu. Çöküntü kültürlerinin görünümü yanında bir dirilme vardı. Mithat Paşa’nın çalışma takımı değerli insanlardan oluşuyordu. Yakın geleceğin ünlü asarı atîka müdürü, dünya arkeoloji tarihi galerisinde yerini alacak genç Osman Hamdi de oradaydı. Ondan çok şey öğrendiği söyleniyor, belli değil. Ama en azından bugünkü muhafazakarların aksine asar-ı atîkaya, arkeolojiye ve eski çağ dünyasına hürmet etmeyi öğrendiği açık.

Ahmet Mithat tıpkı bir meddah üslubuyla Türk roman ve hikaye edebiyatına girdi. Çocuklara hitap etmeyi biliyordu. Sadece roman ve edebiyat değil fen bilgisi kitabı bile yazdı. Eğitimciydi, çocuk terbiyesi üzerine kitap kaleme aldı. Basra mutasarrıflığı yapan ağabeyi Hafız İbrahim Bey’in ölümü üzerine Bağdat’ı bıraktı, İstanbul’a döndü. İlk anda bulunduğu muhite etkisi dolayısıyla istibdada karşıydı. Rodos adasına sürgüne gönderildi. Doğrusu genç Osmanlıları bu sürgün sırasında gözden çıkardığı anlaşılıyor. Ahmet Mithat oportünist değildi, gereğinden fazla gerçekçi idi. Haktan evvel çalışma ve vazife isteyen takımdandı. Böyleleri her zaman, her yerde vardır.

V. Murat’ın tahta çıkışıyla afa uğradı. Sultan Abdülhamit tahta çıktıktan sonra onun saltanatının ve diktatör idaresinin taraftarı oldu. Amansız bir gazete patronuydu. Matbaasında çalışanlar ilk basın grevine gittiklerinde hiç oralı olmadı. Yazıları kendi yazıyordu. Kendis dizdi. Kendi başına bastı. Çıkan nüshaları denkledi ve gazete müvezzilerine bizzat verdi. Bunu bir gün, iki gün değil tam bir hafta yaptı. İlk pes edenler hamallar oldu sonra mürettip, musahhih ve pedalı çeviren... Hepsi eski ücretle geri döndüler.

Eski dilde direnen damadını dahi gazeteden kovaladı

Tercüman-ı Hakikat gazetesi doğrusu saltanatın bir hediyesidir. Ama ucuzundan geçinmedir; birkaç yüz adet baskıyla başlayan gazetenin o tarih için binin üzerine çıkması onun sayesindedir. Hüseyin Rahmi, Muallim Naci, Ahmet Rasim ve Ahmet Cevdet gibilerini bu gazetede topladı. Beykoz’da çiftlik, aşağıda bir yalı satın aldı. Bir anlamda muhafazakâr değildi, yeni Türkçe’yi, halk dilini edebiyata sokmayı hedefleyenlerdendi. Eski usul, edebiyat ve dilde direnen damadı Muallim Naci’yi dahi gazetesinden kovaladı. Yaşamı değişikti; Şaire Fitnat Hanım ile hakkında dedikodular ayyuka çıktı.

Yazdığı onlarca roman ve hikaye arasında Osmanlı hayatını izlemek mümkündür. “Üssü inkılâb” adlı üç ciltlik eserinde Abdülhamit saltanatını savunan adam, “Beşir Fuat’ta Türk düşün tarihinin ilk materyalistini inceden inceye kaleme almakta bir beis görmez”. “Menfa” adlı otobiyografisinde ise genç Osmanlıları hiç de hoş tasvir etmez.

Ahmet Mithat bir kurumdu. Devrinin adamlarının aksine hiçbir vakit memuriyette rütbe almayı hedeflemedi. Zihni kıvraktı, kalemi süratliydi, vücutça kuvvetliydi. Altmış sekiz yıl çalıştı, okudu, yazdı, yazdıklarını bastı, son nefesinde bile Daruşşafaka’da öğretmenlik yaptı. Fakir bir çocuk olarak başladığı hayatı, devrine göre müreffeh bir yazar olarak tamamladı. Daruşşafaka Lisesi’nde ebedi yoluna doğru yürüdü. Devrin zenginlerinden hatta servet sahibi sayılanlarından değildi. Bürokratik derecesi itibariyle Ahmet Mithat “Efendi” unvanlıdır. Ancak 1889’da Tercüman-ı Hakikat yayın hayatına adam akıllı oturduktan sonra kendisine “balâ” rütbesi ve ikinci dereceden Mecidiye nişanı verildi. Buna rağmen kimse Ahmet Mithat “Beyefendi” diye değil “Efendi” diye bahse devam ederdi.

Çalışkan ve yaratıcı Türklerin ilk örneğiydi. Gazetesini kendi bastığı gibi okuyucusunu da, okumasını seveni de kendisi yaratmaya gayret etti. Doğru dürüst ansiklopedisi olmayan toplumda “dur kârim” sedası uzun uzun tarih, efsane, coğrafya, fünun ve politika anlatmak için verilen bir fasıladır. 19’uncu asrın değişen Türkiye’sini anlamak istiyorsan ey kârim; bir fasıla ver ve merhumun “Felâtun Bey ve Rakım Efendi” hikayesini oku.

Hiç yorum yok: