11 Ocak 2013 Cuma

Son klasik Roma imparatoru; Justinian - İlber Ortaylı


Çalışkanlığıyla ün salan imparator Justinian fırtınalı ve ilginç bir hayat yaşadı. Bu ilginç İstanbullunun şehrimize bıraktığı en büyük eser,  kendisinden sonra daha 1000 yıl geçilemeyecek büyük Ayasofya’dır
14 Kasım 565’te Dünya tarihinin unutulmaz imparatorlarından ve İstanbul’un en ünlü yöneticilerinden Justinian 82 yaşında öldü. Devrinde Roma İmparatorluğu’nu diriltmek (renovatio imperii) amacı peşinde koşmuştu. Kuzey Afrika’yı vandallardan, İspanya’nın kıyılarını ve güneyini Vizigotlardan kurtardı;  İtalya’nın, Sicilya’nın, Roma’nın ve Dalmaçya kıyılarının Doğu Roma’ya ilhakını sağladı. Bütün bu fütuhat onun adına yapılmıştır. Justinian bir general değildir. Belisarius Kuzey Afrika’yı, Liberius İspanya’yı, Belisarius ve Narses İtalya’yı imparatorluk adına fethettiler. Amcasının veliahdı olarak uzun bir süre tahta çıkamadı, 527’de tahta çıktığı vakit 45 yaşındaydı. Lakin amcası Justin’in imparatorluğu boyunca ondan yakınlık görmüş, idareye çok aktif olarak katılmış ve tecrübe edinmişti.

Justinian, Makendonyalıların iftihar ettiği büyük tarihî kişiliklerdendir. Bugünkü Üsküp yakınında Tauresium’da doğdu. Bölgede konuşulan dil önemli değil, zira Justinian, Doğu Roma başkentinde bile bu bölgelerin dili olan Yunancadan çok Latince konuşmuş ve yazmıştır. Bu anlamda da son klasik Roma imparatorudur. Zamanındaki ünlü hukukçuları görevlendirerek derlediği fermanlar ve kararları yani Codex Iustinianus’u, bir mecburiyet olarak Yunanca yayınladıklarını çünkü halkın Latince anlamadığını söylemiştir. Ama asırlardır hukukçuların temel kitabı olan bu külliyatın teorik kısmı yani Institutiones Latincedir.

Fırtınalı ve ilginç bir hayat yaşadı. Zamanın toplumsal anlayışı içerisinde bir oyuncu kız olarak toplumun en aşağı kesiminden gelen Theodora adlı gerçekten zeki ve güzel bir kadınla evlendi. Theodora onun hâkimiyetinin en önemli destekçisiydi; ünlü Nika İsyanı’nda onun tahta kalmasını sağlayacak taktikleri verdi, rakib kişilikleri ve partileri teşhis etmekte olağanüstü bir kabiliyeti vardı ve bertaraf etti. Justinian çalışkanlığıyla ün salan bir imparatordur. Diriltmek istediği Roma İmparatorluk projesi yarım kaldı ve ondan sonra Doğu Roma İspanya, İtalya ve Sicilya’daki toprakları hızla kaybedildi. Kendisinden sonra yeni bir din ve onun kurduğu devlet ve örgütlenme Roma topraklarını çok rahat ele geçirecektir

(Bu tabire Rum, Rumî olarak dikkat edelim, çünkü o zaman Bizans kullanılan bir deyim değildir.) Etrafında ünlü hukukçu Tribonianus, Kapadokyalı Yuannis ve Peter Barsymes gibi maliyeciler vardı. Takip ettiği mali sistem Romalıların eski Mısır’dan öğrendikleri vergi sistemi olmaktan çok İranlıların arazi tahrirleri ve vergilendirme sistemlerine benziyor. İmparatorlukların mantığı birdir ve birbirinden farklı hareket etmez. Justinian’ın dünyanın diğer köşeleri için ilginç bir yanı oldu.Sadece Çin’de üretilen ipeğin kozalarını kaçırtarak Suriye’yi ve muhtemelen Anadolu’nun bazı kesimlerini ipek üretimine kattı. Asya’dan gelen yollara baş düşmanı Sasanilerin koyduğu ağır engelleri önlemek için Asya’nın doğusundaki Göktürk Hakanlığı ile de temas kurdu. Kilikyalı Zamarhos’u Bumin Han’a elçi olarak yolladı. Bir anlaşma yapıldı.

Etrafında bulunan tarihçilerinden Procopius tarihteki ender bir edebî ihanet örneğidir. Gizli Tarih’inde (Bizde Orhan Duru çevirisi vardır, Bizans’ın Gizli Tarihi adıyla neşredilmiştir) İmparator Justinian ve Theodora hakkında yazdıkları resmi tarihinin tam tersi iddialarla doludur. Tarihçileri şaşırtacak bir dünya olduğu anlaşılıyor. Saltanatının ikinci dönemi imparatorluğun içindeki salgınveba, yerel toprak isyanları, Suriye ve Mısır’daki mezhep ayrılıklarının getirdiği kavgalar ve komşuİran’ın yarattığı zorluklarla geçmiştir. Justinian “Avrupa’nın barbarlaşması” diye adlandırılan bir dönemde Germanik halkların saldırısını durdurmayı denedi. Helen dili ve kültürünün devamı olan Doğu’da bunu başarabildi ama Avrupa’nın diğer kısımlarında Romalılık kendisinden hemen sonra sona erdi. Aynı şey Kuzey Afrika ve bugünkü Ortadoğu için de söylenmelidir. Bu ilginç İstanbullunun şehrimize bıraktığı en büyük eser, kendisinden sonra daha 1000 yıl geçilemeyecek büyük Ayasofya’dır.

Son padişahın ülkeyi terki...
Bundan tam 90 sene önce son padişah 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk etti. Saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırılmıştır. Şehirdeki İngiliz komutanlığından sığınma talep ederek Boğaz’da demirleyen Malaya zırhlısı ile Malta’ya hareket etti. Uzun bir zamandır basında ve siyasi çevrelerde huzursuzluk vardı. Bir iç harp endişesini yaratacak havanın mevcut olup olmadığı tartışılır. Her hâlükârda son padişahın memleketi terk etmesinde isabet vardır. Osmanlı hazinesinden bir şey almadı, mali bakımdan Avrupa’da sıkıntı içindeydi. Hicaz Kralı’nın daveti üzerine 1922 yılında orayı ziyarete gittiyse de İngilizlerin onun orada kalmasını tasvip etmediği anlaşılıyor; hilafet kurumundan İngiltere herkesten daha çok rahatsızdı.

Sultan Abdülmecid ve Gülustü Kadınefendi’nin çocuklarıdır. Padişah babasının sekizinci oğludur. Sultan Abdülhamid’le iyi geçindiği biliniyor ve ona yakın görünmüştür. Çocuk yaşta anne ve babasını kaybettiği için ikballerden Şayeste Hanım tarafından büyütülmüştür. Tahta hazırlıklı olmadığını kendisi de beyan etmiştir. Zaten mağlubiyet ve mütarekenin yaklaştığı bir zamanda tahta geçmiştir. Hatta o gün İngiliz uçaklarının şehri bombaladığını ve cülus töreninin sorunlu olacağı söylendiğinde; “Bugün artık bombalamazlar” demiş. Monarşiler arasında her zaman görünen türden bir karşılıklı saygı olmalı ki o gün şehir bombalanmamış, İstanbul uçaklardan atılan çivi ve el bombası taarruzuna uğramamış. Hükmettiği imparatorluk hatta başkent işgal altındaydı. Damat Ferit Paşa’yı ısrarla sadarete getirmesi en hatalı eylemidir; bütün yanlışlıklar ve ters davranışlar da bu döneme aittir. Sürgünde Cumhuriyet aleyhinde örgüt kurma, sözlü ve yazılı hücumda bulunma gibi eylem ve davranışlarının görünmediğini bilmek gerekir.

Hiç yorum yok: