1 Ocak 2013 Salı

Sistemin Menemen Uydurması-Derin Tezgah-Kubilay Şehit midir? Derin Darbe-Menemen Derin Devletin Provokasyunudur 3... Ahmet ANAPALI


Sistemin Menemen Uydurması-Derin Tezgah 1


Büyük Devrim Balonu Menenen...
    Cumhuriyet tarihinin devrim sayfasında çok mühim bir yere sahip olan “Menemen Vakası”Esasında neydi?. Nasıl başladı? ve bu isyan en çok kimlere yaradı?. Devrim şehidi(!)Kubilay’ın başını kesen şarapçı, ayyaş, zalim Derviş Mehmet esasında kimin adamıydı? Bu insanlık dışı vahşeti kimin emriyle yaptı.ve gerçekten derviş miydi?  Ayaklanmayı bastırmak için görevlendirilen Asteğmen Kubilay’da niçin silah yoktu?, askerlerinin tüfeklerinde niçin mermi yoktu? Olaylar patlak verdiğinde jandarma karakolundan niçin takviye yardım gitmedi? Ve niçin karakolun kapısı penceresi kilitlendi? Bu sorulara verilen cevaplar bir turnusol kâğıdı vazifesi görecek ve tarihi şahsiyetlerin iç yüzünü ortaya çıkartacak.
Bu yazı dizimiz, Menemen özelinde bir millet ve tarih sosyolojisi çalışması olacak ve soğukkanlılıkla bir tarih sorgulaması şeklinde hadiselere yaklaşacaktır. Önce bir hakikati tespit etmek gerekiyor; Resmi tarihin ve onun yeminli murakıplarının iki yalan, bir küfürle karışık yazdıkları dışında, elimizde Menemen olayını tarafsız bir biçimde aktaran kaynak yok denilecek kadar az. O dönemdeki savcı iddianameleri ve mahkeme zabıtları bile buram buram ideolojik taraftarlık kokuyor. Bu iddianamelerde seçilen kelimeler ve kullanılan ağız dahi, sanki bir hakim ve savcının ağzı değil de, bir CHP genel sekreteri ağzı.
Menemen vakasından az bir süre önce, dış ülkelerde Türkiye’deki rejim ve idare sistemindeki tek partili yönetimden dolayı, “Diktatörlük” yakıştırmalarını bertaraf etmek için  Atatürk’ün emriyle yakın arkadaşı Fethi Bey’e kurdurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası girdiği tüm belediye başkanlıkları seçimlerinde CHP’yi ezici bir üstünlükle yendi.(1) Bu durum parti teşkilatında şok etkisi yarattı. Bu sonuçlar en çok Atatürk’ü etkiledi. Çünkü bu senaryonun yazarı oydu ve sonuç tam da “kurduğu tuzağa düşmek” deyimini hatırlatıyordu.(2)  Bu yüzden Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın halk için bir umut haline gelmesinden, CHP’yi iktidardan etmesinden telâşlanmıştı. Meselâ seçimle başa geçen Serbest Fırkalı Samsun Belediye Başkanı Ahmet Bey’den istifa edip yerini CHP’li başkan adayına bırakmasını istemişti. Ahmet Bey, bu isteğe rağmen istifa etmemekte direnince, halk oyuyla geldiği belediye başkanlığından zorlaindirilecektir.(3)
Derken partinin, Atatürk’ün isteği ile başına geçen Fethi Bey, yine O’nun isteği üzerine liderliği bıraktı ve partiyi kapattı. Oyunun sonuna gelinmiştir. Oyunu başlatanlar Fethi Bey’e oyunu bitirmesini emrederler.(4) Parti kapatılınca mensup milletvekilleri sap gibi ortada kalır.Sıra en büyük cürüm sahibi olan halkı cezalandırmaya gelmiştir. Zaten Serbest Fırkanın kuruluş gerekçesi de halkın nabzını yoklamak, Kazım Karabekir’in kurduğu ve halkın müthiş iltifatı ile CHP’yi derinden sarsan ve en nihayet İzmir Suikasti bahane edilerek kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan sonra “adam olup olmadığını” kontrol etmek değil midir? Amaç gerçekleşmiş halkın halâ adam olmadığı ortaya çıkmıştır. Ancak bir bahane lazımdır. Halkı uslandırmak ve “adam etmek” için bir bahane. Bu bahane öyle bir bahane olmalıdır ki, bir taşla birkaç kuş birden vurulmalıdır. Aradığı bahaneyi iktidara verecek olan bir oyun tezgâhlanır. Oyunun sahnelendiği yer yediden yetmişe CHP’ye inat Serbest Fırka’yı destekleyen, belediye seçimlerinde Serbest Fırka adayını kazandıran ve Mustafa Kemal Paşa’nın adamlarını“yuhalayan”  Menemen’dir. Fakat bu oyunda kullanılacak bir piyona, bir figürana ihtiyaç vardır. O da bulunmuştur. Kendisini “MEHDİ” olarak ilan eden Giritli Mehmet.  İşte bu sözüm ona derviş piyon Mehmet, Manisa’nın Arpalan semtinden, çevrede “serseri” ve “esrarkeş”olarak bilinen biri. Onun esrarkeş olduğunu onu yargılayan Sıkı Yönetim Mahkemesi belgeliyor. İşte savcının mütalaasından pasajlar:
“Giritli Mehmet’in emriyle köy civarındaki çamlıkta bir kulübe inşa ediliyor. Bu kulübede tam bir hafta esrar içilmek suretiyle zikre(!) devam eden sanıklar 1930 yılının aralık ayının 23. Salı günü Menemen’e gitmek üzere yola çıkmayı kararlaştırıyorlar.”(5)
“Sanıklar Menemen kenarına geldiklerinde zeytinlikte biraz durup dinlendikten ve burada Giritli Mehmet avenesinin hepsine çifter çifter esrarlı sigara dağıtıp verdikten sonra hepsi dumanlı ve sarhoş kafalarla Menemen’e giriyorlar.” (6)
        O gün kü mahkeme raporları ile de esrarkeş bir yarı kaçık olduğu sabit olan Giritli Mehmet’in cebinde kalan bir miktar esrar, olay günü makineli tüfekle taranıp öldürüldükten sonra üzerinde bulunup Sıkıyönetim Mahkemesinde suç delilleri arasındaki yerini alacaktır. Buna rağmen sahibinin sesi Hakimiyet-i Milliye gazetesinin Giritli Mehmet’in “esrarkeş ve meczup”olmadığını söylemesi, üstelik bir de ayyaş Mehmet’e “Derviş” sıfatını uydurması yazılan senaryoda hangi kesimlere çamur atılacağını göstermesi açısından manidardır.
        Menemen olayının diğer failleri de Giritli Ayyaş Mehmet’in meşrebinden.
Sütçü Mehmet, saf, aciz, kendi halinde mahallede süt satarak geçimini temin eden biri.
Şamdan Mehmet, budama mevsiminde bağ budayarak geçimini temin eden ve geri kalan zamanlarında kahve köşesi bekleyen bir zavallı.
Nalıncı Hasan, daha 18’ine girmemiş. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir delikanlı. O da diğerleri gibi cahil ve hercai.
Küçük Hasan, henüz daha çocuk, kimsesiz ve sahipsiz. Karnını kim doyurursa onun kulu.
Mehmet Emin, çevrede ahlâksızlığıyla tanınan bir serseri.
Çırak Mustafa’nın kahvesi, Manisa’da çok meşhur bir kahvedir. Çünkü burası esrarkeşlerin ve ayyaşların kahvesi olarak bilinir. Giritli Mehmet’de bu kahvenin müdavimlerindendir. Giritli Mehmet burada sık sık kendisi gibi ayyaşlarla buluşup esrar partileri yapmaktadır.(7)
Menemen olayından bir ay evvel sakalsız ve bıyıksız olan Ayyaş Mehmet ve adamları sanki bir yerden emir almışçasına sakal ve bıyık bırakırlar. Genelkurmayın hazırlattığı bir kitaba göre, bu esrarkeşlerin durumu Manisa Zaptiyesinin de dikkatini çeker ve birgün bu esrarkeş takımı ortadan ansızın kaybolur. İşin daha ilginci ailesi bu durumu hükümete haber vermesine rağmen, hükümet hiçbir teşebbüste bulunmadığı gibi  civar ilçelerinde dikkatini çekmemiştir.
Esrarkeşler ortadan kaybolduktan sonra bir müddet dağlarda dolaşırlar. Bu sırada Giritli Ayyaş Mehmet “mehdiliğini” ilan eder. Yanlarına Ashab-ı Kehf’in köpeğinin adı olan “kıtmir” ismini verdikleri  bir de köpek alırlar. Kıtmir ayyaşın mehdiliğinin delilidir. 23 Aralık 1930 günü Giritli Mehmet’le birlikte Menemen’e isim ve özellikleri daha önce ifade edilen 5 zavallı daha gelir.
Menemen şirin ve dindar bir Batı Anadolu ilçesi. İzmir’e  30 kilometre  . İlçedeki dindarlığın kaynağı tasavvuf. Serbest Fırka oyunu biteli henüz bir ay olmamıştır. Menemenliler, Mustafa Kemal’in partisini yuhalamanın kendilerine kaça mâl olacağından henüz habersizdirler.
Esrarkeş mehdi ve ekibi sabah namazını Müftü camii’nde cemaatle birlikte kılıyorlar. Namaz biter bitmez cemaat henüz yerlerinden dahi kalkmadan Nalıncı Hasan camideki Yeşil Sancağı alıyor. Giritli Mehmet “mehdiliğini” burada ilan ediyor. ve buna delil olarak da kıtmir adını verdikleri yanındaki köpeği gösteriyor.(8)
Camiden çıkıp belediye meydanına varmadan bu şuursuz ve maşa olan kafileye beş kişi daha katılır ve meydana ulaşırlar. Camiden alınan yeşil sancak bir çukur kazılarak meydanın ortasına dikilir.
Bu garip heyetin Menemen meydanının ortasına bir sancak diktiğini öğrenen jandarma yazıcısı Ali Efendi meydana gelerek Giritli Ayyaş Mehmet’ten ne istediklerini sormuş, Giritli de; “Git kumandanına söyle o gelsin. Bana top, kurşun işlemez” cevabını vermiştir.  Ali Efendi durumu amiri yüzbaşı Fahri’ye haber verir. Yüzbaşı olay yerine gelir.
“- Ne istiyorsunuz? Buradan derhal dağılın” der. Giritli Mehmet cevaplar;
“- Ben mehdiyim! Şeriatı ilan ediyorum! Bana kimse karşı koyamaz! Çekil karşımdan!
Yüzbaşı sessiz ve uysal bir şekilde çekilir. Alaydan asker istemekle yetinir. Alay da askerliğini yapmakta olan öğretmen Kubilay’ı çok küçük bir müfreze ile gönderir. Gönderir fakat,KUBİLAY’DA SİLAH, ASKERLERİNDE MERMİ YOKTUR.. kurbanlık koyun gibi adeta ölüme sürülürler.
Birinci Bölümün Sonu.
        İkinci Bölümde; Bu ayaklanmaya niçin acemi asker Kubilay’ın emrinde bir manga acemi asker gönderilir? Ve genel kurmay kaynaklarında niçin Kubilay’ın ismi Koplay olarak geçmektedir. Koplay ne demektir?...
        ahmetanapal@gmail.com
Kaynaklar; 
1-     Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s. 514.
2-     Mustafa İslamoğlu, İslami Hareketler ve Kıyamlar Tarihi, s.723
3-     Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, 7/ 5-6.
4-     Adalet Ağaoğlu, Serbest Fırka  Hatıraları, s. 90-91.
5-     Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s. 59-71.
6-     Kemal Üstün, a.g.e., s. 65
7-     Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genelkurmay Yayınları, s.362-363, Yeni Asır Gazetesi, 24 Aralık 1930 sayısı.
8-     Askeri Savcının Mütalaasından, Kemal Üstün, s.65

Kubilay Şehit midir? Derin Darbe 2...

Menemen 1930 ve Devrim Şehidi (!) KOPLAY


Belli mihrakların provokasyon hareketini yerine getirmek için Menemen’e gelen ayyaş ve esrarkeş Mehmet, şehir meydanına diktirdiği sancağın etrafına mehdilik iddiası ile insanları çağırırken bu sıra dışı hadiseyi öğrenen jandarma yazıcısı Ali Efendi meydana gelerek Giritli Ayyaş Mehmet’ten ne istediklerini sormuş, Giritli de; “Git kumandanına söyle o gelsin. Bana top, kurşun işlemez” cevabını vermiştir. Ali Efendi durumu amiri yüzbaşı Fahri’ye haber verir. Yüzbaşı olay yerine gelir.
“- Ne istiyorsunuz? Buradan derhal dağılın” der. Giritli Mehmet cevaplar;
“- Ben mehdiyim! Şeriatı ilan ediyorum! Bana kimse karşı koyamaz! Çekil karşımdan!Yüzbaşı sessiz ve uysal bir şekilde çekilir. Alaydan asker istemekle yetinir. Alay da askerliğini yapmakta olan öğretmen Kubilay’ı çok küçük bir müfreze ile gönderir. Gönderir fakat,KUBİLAY’DA SİLAH, ASKERLERİNDE MERMİ YOKTUR.. kurbanlık koyun gibi adeta ölüme sürülürler.

Hadiseye askeri savcının notlarından devam edelim:
“… İhtiyat zabit vekili Kubilay Bey, süngü takmış askerlerini belediye meydanındaki kahve önünde bıraktıktan sonra, kendisi öne atılarak asilere dağılmalarını söylüyor ve mehdilik taslayan Giritli Mehmet’i kolundan tutarak çekiyor. Buna Giritli Mehmet silah atmak suretiyle karşılık veriyor ve zabit vekili Kubilay Bey’i ağır bir surette yaralıyor.”

“… Yaralı Kubilay Bey’in oraya düştüğünü her nasılsa haber alan mehdi Giritli Mehmet, askerlerin kaçmasından ve halkın el çırpmasından ve bu suretle kendisine gösterilen yardımdan cüret alarak ortalığa bir dehşet havası salmak için bir anda cinai bir rol yapmak istiyor. Sanıklardan Ali oğlu Hasan’ın torbası içindeki bıçağı aldıktan sonra Şamdan Mehmet’le birlikte yaralı Kubilay Bey’in yanına gidiyor. Bıçağı ile bu vazife kurbanı Türk delikanlısını bir koyun boğazlar gibi boynundan keserek başını alıyor.”(1)
Esrarkeş mehdi, zavallı yedek subayın bağ bıçkısıyla başını kesmekle kalmıyor, tam da delilere has bir canilikle avucuna doldurduğu kanı içiyor.

Zavallı asteğmenin kesik başının tepesine geçirildiği bayrak yakındaki bir bakkaldan satın alınan bir iple elektrik direğine bağlanıyor. Mahkemenin adaletine bakınız ki, bu ipin kendisinden alındığı ve bunun dışında hadise ile uzaktan yakından hiçbir alâkası olmayan Yahudi esnaf Hayim oğlu Josef’te idam ediliyor. Bu gayri Müslim vatandaşın ateşli bir Serbest Cumhuriyet Fırkası taraftarı olduğunu, o seçimde tüm yurtta Serbest Fırka’yı destekleyen gayri Müslim azınlığa gözdağı vermek için asıldığını, olayın üzerinden 60 sene geçtikten sonra ancak öğrenebilecektik.
Bu esnada alaydan gelen askeri müfrezeler Menemen’in etrafını sarıyorlar. Menemen’in etrafını sarıyorlar. Olaylara müdahil olan iki de mahalle bekçisi var. Biri çıkan çatışmada başından vuruluyor. Sanki bütün Menemen halkı isyan etmiş gibi şehrin etrafını saran tepelere, toplar, makineli tüfekler yerleştiriliyor. Yani şehir kuşatma altına alınıyor. Dört bir taraftan şehir meydanına ateş başlıyor. Adeta Menemen işgal edilmektedir. Saatlerce ağır ve hafif silahlarla şehir kalbura çevriliyor.

Giritli ayyaş Mehmet, Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet oracıkta makineli tüfeklerle delik deşik oluyorlar. Alnından yaralanan asi Mehmet Emin yaralı yakalanıyor. Kafası son çektikleri esrardan dolayı halâ dumanlı olan asi, yarı baygın bir halde ipe sapa gelmeyen laflar ediyor:
“…Beni ateşe atsanız da İbrahim Peygamber gibi yanmam ulan. Ölen arkadaşlarım dirilecek, hayatımızı Kıtmir kurtaracak!”(2)

İşte meşhur “Menemen Olayı” mahkeme zabıtlarına göre budur.
Olay bu kadardır ama sonuçları bu kadar değildir. Olayların hemen arkasından korkunç bir zulüm fırtınası başlar. İstanbul’dan Sarıkamış’a, Van’dan Kayseri’ye kadar bütün bir yurtta terör estirilir. Olayla uzak yakın hiçbir alâkası olmayan insanlar tutuklanarak Menemen’e getirilir. Olayın mağdurlarının başında ünlü Nakşi şeyhi Esad Efendi gelmektedir.

Olaydan bir hafta sonra 1 Ocak 1931 tarihinde TBMM’de Başbakan İnönü resmi açıklamayı yapar. Açıklamanın içinde geçen “din”, “laiklik”, “Şeriat” kelimelerinden Ankara’dakilerin kimi hedef almak istedikleri anlaşılmıştır. Hedef yine mazlum ve mağdur Müslüman halk ve onun saygı duyduğu dini şahsiyetlerdir.

Yine bildik süreç işler: önce sahibinin sesi olan yarı resmi kalemler tasfiye edilecek kesim ve kişiler hakkında kampanya başlatırlar. İsimler yukarıdan gelmiştir. Onlar hedefi işaretleyip geri çekildikten sonra, yerlerine kolluk güçleri alır. Kolluk güçleri hedef gösterilen isimleri toplayıp mahkemeye sevk eder. Artık son işlem kalmıştır. Zurnanın son deliği olan ideolojik yargı kurumu sürece son noktayı koyar ve muhaliflerin işini bitirir.

Bu bildik süreci başlatan da her seferinde yarı resmi Hakimiyet-i Milliye gazetesidir. O yaylım ateşine başlayınca, Ankara’ya göbeğinden bağlı basın hep birden hedef gösterilen noktayı dövmeyi bir görev bilirler.

Hakimiyet-i Milliye’ye baktığımızda, Mustafa Kemal Paşa’nın ne düşündüğünü anlarız. Beklenen olmuştur. Resmi ideolojinin sesi olan bu gazete, bu tertip bahanesiyle bütün Menemen halkını hedef göstermektedir:
“… bu trajedinin hareketsiz, sabit seyircileri kimlerdir? Laik, muasır Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları… işte asıl felâket buradadır!”(3)
Siirt milletvekili Mahmut Esat Bozkurt ise provokasyonun asıl hedefini gösteriyor: sufi kesimler. Hakimiyet’i Milliye’deki yazısında diyor ki:
“… Tekkeleri kapattık fakat dervişler yaşıyor”(4)

Mahmut Esad’ın yazdıklarını, daha evvel dile getirdiğimiz malum süreç çerçevesinde anlamak gerekir. Yani yukarıdan belirlenen hedefler önce kiralık kalemşorlar tarafından dövülmektedir. Karar verilmiş, infaz için kılıf hazırlanmaktadır. Bu olay bahanesiyle infaz edileceklerin listesi, daha Menemen olayından iki ay evvel Bursa Adapalas Otelinde kurulan bir içki sofrasının başında düzenlenmiştir. Bu listede Şeyh Esat Efendi ve adamları mevcuttur.

Fakat hadisenin üzerinden tam seksen sene geçmesine rağmen halâ, Genel Kurmay Başkanlığının resmi web sitesinde Devrim Şehidi (!) Kubilay’ın adı neden “KOPLAY” olarak geçmektedir? Ve KOPLAY ne demektir? Bu hadiseden dolayı topyekün Menemen halkı neden cezalandırılmıştır? Yakın tarihlere kadar Menemen memurlar için neden sürgün bölgesi olmuştur? gibi sorular halâ cevaplanmamıştır.

3. Bölümde: Derviş Mehmet ile masum köyleri yaşlı, kadın, çocuk demeden içindekiler ile beraber yakan milli mücadele yıllarında Anadolu halkını haraca bağlayan vermeyi reddedenleri de canlı canlı yakan Çerkez Ethem’in bu sadist ordusu ile bağlantısı var mıdır?

Ayyaş Mehdi Mehmet ve adamlarının banka hesaplarına iş bitiminde kim ne kadar para yatırmayı vaat etmiştir?

İsyancılar ile konuşup şehri terk eden ve Kubilay’ı asilerle baş başa bırakan Yüzbaşı Fahri’ye bu hareketinden dolayı ceza verilmiş midir?
 
Olayın yaşandığı saatlerde henüz hiçbir askeri birlik olay yerine intikal etmeden hangi gazeteler bir sonraki gün için gazetelerinde Menemen isyanı ile ilgili nasıl başlıklar atmışlardır.?


Olaydan sonra Menemen’e gelen askeri birlik sadece 11 kişi olan isyancılar için bir savaş gibi şehri top mermileri ve makineli tüfeklerle kalbura çevrilmesi delilleri ortadan kaldırmak şeklinde anlaşılabilir mi?
 
Kaynaklar:
1- Kemal Üstün, Askeri Savcının mütalaasından, s. 68-69
2- Milliyet, 26 Aralık 1930.
3- Hakimiyet-i Milliye, 31 Aralık 1930.
4- Mustafa İslamoğlu, İslami Hareketler ve Kıyamlar Tarihi, s.730.

Menemen Derin Devletin Provokasyunudur 3...

Menemen Rejimin Provokasyonu /mu/ dur?... (3)
Esasında hakikati arayan herkesin sorması gereken sorudur bu. Özellikle baskıya dayalı kapalı rejimlerde iktidarın taraf olduğu her olayın görünen yüzünün arkasında bir de görünmeyen yüzü muhakkak vardır.
Şimdi, maddeler halinde şu ipuçlarından yola çıkarak fotoğrafa ilişkin kimi kareleri tespit edelim:
1) Olayın kahramanları savcı mütalaasından ve zamanın gazetelerinden anlaşıldığı kadarıyla esrarkeş takımındandır. Üstelik Ayyaş Giritli Mehmet, Çerkez Ethem çetesine mensuptur. Çerkez Ethem ve kendisine bağlı bu çetenin ne zalim, ne gaddar, ne psikopat bir yapı sergilediği, cocuk, yaşlı, kadın demeden kaç yüz kişiyi diri diri yaktıkları, Anadolu halkına nasıl kan kusturdukları başka bir yazının mevzuu. Ancak şu kadarı bizim için mühimdir ki; Ayyaş Mehmet bu psikopat ekibin bir ferdidir.
Hal böyle iken rejimin sesi Hakimiyet-i Milliye gazetesi imzasız başyazısında; “Mehmet, meczup ve esrarkeş değil, derviştir.” Diyerek aklı sıra bir şeyler söyleyip faturayı olayla hiç alâkası olmayan bir yöne kesmeye çalışmaktadır. Peki nedir sahibinin sesinin söylemeye çalıştığı şey? Anlaşılan o ki, iktidar olaya her zaman olduğu gibi “şeriatçı kalkışma” damgası vurarak yine tüm memlekette İslamcı muhalif avı başlatacaktır.Fakat bu esrar ve esrarkeşlik, olayı karıştırmaktadır. Çünkü esrarla İslam’ı yan yana koymanın hiçbir inandırıcılığı yoktur. O halde onların esrarkeş olmadıkları tam tersi dini özelliğe hakim derviş tipler oldukları halka empoze edilmesi gerekmektedir. Bu vazifeyi de Hakiniyet-i Milliye gazetesi yapmıştır.
Anlatıldığına göre, yaptıkları işin karşılığı olarak bu esrarkeşler adına 10.000’er lira yatırılmıştır. Olay günü ölü numarası yapıp yaralı olarak yakalanan Mehmet Emin’in şöyle dediğini olaya şahit olanlar nakletmiştir; “Hani bize para vereceklerdi? Bu ne iş?(1)
2) Menemen Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri’nin olay karşısında gösterdiği davranış normal midir? Yüzbaşı olay yerine gelip, “Ne istiyorsunuz?” diye sorar.“Benmehdiyim.! Şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse karşı koyamaz. Çekil karşımdan”cevabını alır. Birliğine döner ve olaya hiç müdahale etmez. Sadece seyreder. Dahası var. Olaydan bir hafta sonra Milliyette, “Henüz üzerinden kalkmayan şüpheler” başlığıyla yayınlanan bir yazıda bakın nelere dikkat çekiliyor:
“Hadiseyi gören jandarma komutanı elebaşıların yanına gelir. Ne istiyorsunuz? Diye sorar. Asinin “şeriat istiyorum” cevabıyla karşılaşınca makamına dönüyor. (yazının bu kısmını lütfen dikkatle okuyun) maiyetinde bulunan jandarma neferlerini odasına alarak kapıyı ve pencereyi kilitliyor. Pencereden Kubilay’ın başının kesilmesini seyrediyor. Yanındaki bir jandarma neferi dayanamayıp, pencereden olsun ateş etmek istiyor. Kumandan buna müsaade etmiyor. Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil diyor. (2)
İşin ilginci, olayın hemen ardından yazılan tüm yazılarda bu subayın cezalandırılması istendiği halde, normal şartlarda Divan-ı Harbe verilmesi gereken Yüzbaşı Fahri, gizli bir takım güçler tarafından korunuyor. Savcı iddianamesinde Kubilay’ın kesilişini pencereden seyredip, olaya müdahale etmek isteyen erlere mani olan bu yüzbaşıyı açıkça koruyor ve “Tam bir asker”, “Hükûmetin şerefine yakışacak surette” Kanunun icaplarına tevessül eden biri” olarak niteliyor. (3) tıpkı bozacının şahidi şıracı hesabı…
Bu subaya ne yapıldığını mı merak ediyorsunuz? Etmeyiniz zira hiçbir şey yapılmıyor. Görev yeri değiştiriliyor o kadar…
3) Olay 23 Aralık’ta oluyor. Bir gün sonra, 24 Aralık tarihli sahibinin sesi Yeni Asır gazetesinin konu ile ilgili haberini okuyalım:
“Manisa’dan birkaç gün evvel çıkarak dağlarda dolaşan birkaç serseri hain, melun maksatlarına ulaşmak için bu sevimli muhite gelerek inkılaba karşı bir hareket uyandırabileceklerini zannetmişler… dağlarda dolaştıktan sonra Menemen’e gelen bu altı serseri kendine mehdi süsü veren Derviş Mehmet ve beş arkadaşı nihayet bir gün sonra iğrenç düşüncelerini tatbike karar vermişler. Recep ayının 15’inde manisa’dan çıkarak ‘Çallık’ mevkiine gelmişlerdir. Burada mevcut bir çardak içinde bugüne kadar kalmışlar ve bir süre yalnızlığa çekilmişlerdir. (4)
Eeee ne var bunda bu adamlar gazeteci ve gazetelerinde doğru haber vermişler diyenler çıkar mı acaba?... Fakat ortada izaha muhtaç çok ciddi bir sıkıntı mevcuttur. Bu bilgiler askeri savcının ancak 2.5 ayda hazırlayabildiği iddianamesinden daha ayrıntılı ve işin garibi hepsi de doğru. Daha iyi ya, gariplik neresinde bunun? diyeceksiniz. Şurasında:
a) bu satırlar olayın hemen ertesi günü bir İstanbul gazetesinde çıkıyor. Bu gazete C.H.P’nin sesi durumunda. Menemen’deki olay öğleye doğru üç Mehmet’in öldürülmesiyle sonuçlanıyor. O tarihte İzmir ile Menemen arasında telefon hattı yok. O günün şartlarında Yeni Asır muhabirini kim haberdar etti? Ne zaman İzmir’den Menemen’e gitti? Bu bilgileri ne zaman toplayıp ‘ki o gün Menemen’de sokağa çıkma yasağı var’ ne zaman İzmir’e dönüp ne zaman İstanbul’a baskıya ulaştırdı? En mühim husus şudur ki; o zamanın tekniği ile gazeteler dizgiye en az bir gün evvelden giriyorlar. Bu da bir şey değil dahası var…
b) Ya gazetenin savcının aylar sonra derleyebildiği bilgilere aynı günde ulaşmasına ne demeli? Olayın başından sonuna ayrıntısını bilen ve olayın fiili sorumlusu sadece altı kişidir. Üçü olay yerinde delik deşik olarak can vermiş iki kişi kaçmayı başarmış ancak aylar sonra yakalanabilmişlerdir. Geriye sadece bir kişi kalıyor. O da başından ağır yaralı ve halâ son çektiği esrarın etkisiyle; “ateşe atsanız yanmam”, “hayatlarımızı köpek kurtaracak” gibi ipe sapa gelmez şeyle söylüyor. Bunları söyleyen idrak yoksunu birinden bu kadar sağlıklı ve detaylı bilgiyi almak mümkün değil.
Daha Menemen savcısının dahi bilmediği bu kadar ayrıntılı bilgi, yüzlerce kilometre uzaktan nasıl, hangi araçlarla kimlerden alınıp da aynı gün baskıya verilmiş olan gazeteye nasıl yetişir? Bunun makul olan tek cevabı vardır. O da, bu bilgileri olayı tezgâhlayan kaynağın vermiş olması
Tertibi hazırlayanlardan M. Esat Bozkurt’un olayların ardından yazdığı makaledeki “Tekkeleri kapadık fakat ne yazık ki dervişler halâ yaşıyor” ve “Bu cinayette birinci derecede suçlu ve sorumlu olanlar Mehmet ve arkadaşları değildir. Asıl sebep ve sorumluları daha iyi aramak, bulmak lazımdır.” Sözlerinin altında neyin yattığı şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi?
3) Bir de Genel Kurmay’ın verdiği bilgiler var. Bunlar, okuyanların zihninde birçok soru işareti uyandırıyor. Şimdi bunlara göz atalım: “Suçlular bir süre Manisa’da bir esrarkeş kahvesinde sık sık toplanarak burayı adeta bir tekke haline getirmişlerdir. Son günlerde sakal, bıyık bırakarak büsbütün dikkat çeker bir hal aldıkları halde, bu durum ilçe zabıtasınca bilinmesine rağmen, ortadan birden bire kayboldukları zaman ailelerinin hükümete malumat vermiş olmalarına rağmen, hükümet hiçbir teşebbüste bulunmadığı gibi, civar ilçelerin de dikkatini çekmemiştir.”(5)
Genelkurmay Başkanlığı’nın sunduğu bilgiler, gerçekten de ilginç bilgilerdir. Öyle anlaşılıyor ki, hükümet bu serserilerden haberdardır. Üstelik aileleri durumu yetkili makamlara bildirmiştir. Kolluk güçleri daha başta hadisenin farkındadır. Lakin, sanki hiç haberdar değilmiş gibi davranmışlardır. Neden?
4) Genelkurmay kaynaklarında adından “KOPLAY” olarak bahsedilen asteğmen Kubilay, ellerinde iki silah bulunan bu kişilerin üzerine neden silahsız gönderilmiştir? Askerlerin ellerinde neden içi boş tüfekler vardır? (6) bu bilgiyi veren kişi militan düzeyde bir “Kemalist” söyleme sahip ve olaylara bizzat şahit olmuş Kemal Üstün’ün verdiği bu önemli bilgi, “Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil” diyerek yanındaki askerleri odaya kilitleyip pencereden ateş etmelerini engelleyen Yüzbaşı Fahri’nin gizemli hareketleriyle birleştiğinde ne anlama gelmektedir?
Ne anlama geldiği gayet açık; Kubilay’a ağıt yakanlar, onu ölüme yollayanların bizzat kendileridir.
5) Kubilay öldürülüp başı kesildikten çok sonra, tamamı onbir kişiyi bulan bir avuç adam sadece iki basit silaha sahip oldukları halde meydanı kuşatan tabur seviyesindeki askeri birlikçe kıskıvrak yakalanmak yerine makineli tüfek ateşi ile kevgire çevrilmişler ve mermilerle paramparça edilmişlerdir. Bunun adı “delilleri yok etmek” değil de nedir? Bu kişiler neden canlı yakalanmadılar da paramparça edildiler?...
6) Olayda Menemen halkının hiçbir dahli yoktur. Fakat, olayın hemen ardından Cumhurbaşkanına atfen yayınlanan demeç doğrudan Menemen halkını suçlamaktadır. Buna göre olayın Menemen halkı topyekûn suçludur.(7) Fakat, Ankara merkezli birkaç gazete Menemen halkının bu hadisede parmağı olmadığı üzerine yayınlar yapsa da bu muhalif yayınların sesi bir anda kısılacaktır. Artık ortalarda tek bir ses vardır; ÇANKAYA’NIN GÜR SESİ…
Olayın hemen akabinde Ankara’da “Ebedi Şef”, “Milli Şef”, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Meclis Başkanı Kazım Özalp ve bu toplantıda konuşulanları bize hatıralarında anlatan Fahrettin Altay’ın katıldığı bir Menemen gündemli güvenlik zirvesi toplanır.
İşbu toplantıda konuşulanlardan bazılarını, Fahrettin Altay Paşa’nın dilinden aktaralım:
İsmet Paşa; Şeyh ve Halifelerle ne vakit görüşülmüştür? Teşkilatı ele alalım.
Gazi Hazretleri: Politikanın kaynağı umumidir. Esas tetkikat bu olacaktır. Ceza edilmeyen kesif yerler örfen dağıtılmalıdır. Mahkûm olanlar birer ikişer cezalandırılmalıdır. Cezaların hepsi sonraya bırakılmamalıdır. En az kabahati hadiseye seyirci kalmış Menemen halkı işlemiştir. Onlar da Menemen’i bir an evvel terk etmelidir. Tüm menemen halkı suçludur. Son Posta, Yarın gibi gazeteler gibi hükümet aleyhine yayın yapan ne kadar unsur varsa hepsi cezalandırılmalı Yazı İşleri Müdürleri Divan-ı Harbe verilmelidir.  
İsmet Paşa: Fransız neşriyatı ‘Gazi ve İsmet Paşalar Serbest Fırkayı kapatmak için bunu tertip ettiler. Şeklinde yayın yapıyorlar.  
Gazi Haretleri:Kısa zamanda bu işi bitirmeli. Her şey çıkmazsa da(?) zararı yok ayrı bir safha olur. Bunlara müsamaha etmek doğru değildir. Kumandanlar bilmelidir ki bu tarikatlar yok edilecektir. Ve bu tarikatların siyasi bağlantıları aranacaktır. Hiçbir yerde kutup ve kutbu’l aktab bırakılmamalıdır.
Ve bu toplantıyı aktaran Fahrettin Altay toplantıyı şöyle özetliyor:
“Menemen ve malum köyler ahalisinin tümüyle yerlerinden sürülmesini Gazi Paşa çok şiddetle ileri sürüyordu” (8)
Ve bu hadisede varılan sonuç her hadisede varılan sonuçla aynı şekilde İnkılap Tarihi arşivlerindeki kayıtlara düşmüştür:
“MENEMEN HADİSESİ PLANLI, İRTİCAİ VE TÜM YURDU KAPSAYAN NİTELİKTE BİR YOBAZ KALKIŞMADIR… (9)
Sevgi ve muhabbetle…
Kaynaklar:
1- Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, s. 144-145
2- Milliyet Gazetesi, 30 Aralık 1930.
3- Mahkeme Zabıtlarından, s. 67-68.
4- Yeni Asır Gazetesi, 24 Aralık 1930.
5- Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar,
s.362,363.
6- Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s. 26
7- Cumhuriyet Gazetesi, 25 Aralık 1930.
8- Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, s. 434-437
9- Cumhuriyet Gazetesi, 28 Aralık 1930


Hiç yorum yok: