22 Ocak 2013 Salı

Osmanlı elçisinin Paris'te yaşadığı ramazan-Avni Özgürel

Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi, 15. Louis'nin tahta çıkışı nedeniyle Paris'e gönderilmişti. Sadrazam Damat İbrahim Paşa'dan aldığı talimat, Fransa'nın bayındırlık ve eğitimde yaptığı yenilikleri tespit ve Osmanlı'ya uygun olanları rapor etmekti


















Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi nin (sağda) 15. Louis ile görüşmesi çok  ilginç geçti. Osmanlı heyetinin Paris e girişini izlemeye ise binlerce Parisli gelmişti




Osmanlı, 18. yüzyıl sonuna kadar Batı dünyasıyla imparatorluğa tabi krallar, prensler, hudut bölgelerindeki kale kumandanları ve valiler üzerinden ilişki kurageldi. Bazı Avrupa ülkelerinde sürekli elçilikler kurulmasına karar verilmesi 1792’de. Yusuf Agah Efendi Londra’ya, Seyit Ali Efendi Paris’e, Afif Efendi Avusturya’ya, Giritli Ali Efendi Prusya’ya gönderildiler. Öncesi geçici süreyle ve belirli maksatla gönderilen elçiler dönemidir. Ve bu dönemde devletler/hükümdarlar arasında denklik kavramına yabancı olan Osmanlı elçilerinin sebep olduğu skandallar hiç de az değildir. Örneğin 4 Ağustos 1666’da Fransa’ya ayak basan ve Fransa kralı tarafından özel bir merasimle karşılanan Süleyman Ağa’nın Fransızları küçümseyen tavırları, XIV. Louis’den kendisini karşılamak üzere ayağa kalkmasını istemesi, kralın şatafatlı halinin Osmanlı padişahının ancak atına layık göreceği seviyede olduğunu söylemesi vs. Bunların Moliere’in Le Bourgeois Gentilhomme benzeri Türk aleyhtarı sahnelere kaynak oluşturduğu da bilinir. Tersi örnekler de var elbette. Süleyman Ağa’dan bir yıl önce 1665’te 4. Mehmed’in Alman İmparatoru I. Leopold’e gönderdiği Kara Mehmet Ağa ve refakatindeki 150 kişilik elçilik heyetinin ne denli olumlu etki yaptığı biliniyor. Mehmet Ağa’ya eşlik eden Evliya Çelebi paşanın Viyana’dan etkilendiğini, bölge insanının fiziki güzelliğinin de şehrin sihirli havasından kaynaklandığını yazıyor. Bu dönemde başarılı-başarısız hemen bütün Osmanlı elçilerinin dikkatini çeken ve neredeyse tamamının raporlarında yer verdiği husus kadın konusudur. Ve hemen hepsinin, kıyafetlerinden toplum içinde gördükleri itibara kadar kadınlarla ilgili Osmanlı coğrafyasında görmedikleri tabloları olumlulayarak kaleme almaktan geri kalmadığı söylenebilir.. 

Yirmisekiz Çelebi
Aradan yarım asır geçtikten sonra Paris’e ayak basan Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi ise ‘Lale Devri’ diye isimlendirdiğimiz dönemin diplomatıydı. Asıl adı Mehmed Faiz olan 28’inci Yeniçeri ortasında yetiştiği için bu lakapla anılan Çelebi 1720 yılında sadrazam Damad İbrahim Paşa tarafından elçi olarak Paris’e gönderildi. 11 ay Fransa başkentinde kaldıktan sonra İstanbul’a dönen ve sonraki yıllarda Patrona Halil isyanına karıştığı iddiasıyla Kıbrıs’a sürülüp orada ölen Mehmed Efendi’nin yazdığı rapor, o gün- bugün dönemin en çok ilgi gören kaynakları arasında.

Veba salgını sebebiyle uygulanan karantina tecridinden sonra Fransa topraklarına ayak basabilen Mehmed Efendi’nin Paris’e girişi hayli debdebeli olmuştu. Başkent halkı dışında Osmanlı elçisini görmek için üşenmeyip Paris dışından akın eden binlerce insanın meraklı bakışları arasında Versailles Sarayı’na indi ve hemen ertesi gün aynı insan koridorundan geçip Tuileries Sarayı’nda kral 15. Louis’nin huzuruna çıktı. Lakabı ‘Sevilen Louis’ manasında Louis le Bien-AimÈ olan 15. Louis henüz 10 yaşındaydı ve ülkeyi saltanat naibi olarak yeğeni Orleans Dükü 2. Philippe yönetiyordu. Mehmed Efendi’yi krala takdim ettikten sonra Dük Philippe’in ‘Kralımız pek marifetlidir’ diyerek ondan konuğa nasıl yürüdüğünü göstermesini istediği, Louis’yi salon boyunca kırıtarak yürümesini izleyen Mehmed Efendi’nin ‘Maaşallah’ dediği ve bilahare yine Philippe’nin işaretiyle kralın Mehmed Efendi’nin dizine oturup hayli uzun olan saçlarının ne denli yumuşak olduğunun müşahade edilmesini sağladığı uzun uzun anlatılır.

Paris’te ramazan

Bildiğinden çok farklı bir dünyaya gidip gördüğü her şey karşısında hayrete düşen ve bunları hoş bir üslupla anlatan Mehmed Efendi’yi şaşırtan şeylerden biri de Paris halkının Müslümanların nasıl ibadet ettiklerine ilişkin merakıydı. 

“Bu esnada Ramazan-ı Şerif geldi, oruç tuttuk ve giceleri cemaate Teravih namazı kıldırdık. Bu esnada Merşal gelüp ayan ve ekabirden selam getürüp, rica ve niyaz ideriz ki, hanımlarımız gelüp iftar eyledüğünüzü ve yemek yedüğünüzü seyretmek isterler. Eğer ki izniniz olursa cümlemizi sevindirirsiniz ve belki Kralımız dahi hazzeder, dediler. Çaresiz kalup: Elimizden ne gelür, hoş geldiler, safa geldiler, dedik, gitti. Anı gördüm ki akşama yarım saat kaldıkda bir iki yüz avret, altın ve ziynet içinde ve elmaslara batmış halde gelüp, karşu be karşu sandalyelere oturdular. Güya konağımız kadınlar evine dönüp doldu, taştı. Sonra etrafımızda olanlardan dahi iznimizi haber alanlar bir taraftan gelmede. Birkaç bin kadın içinde kaldık. Sanki düğün evine döndü. Hele her ne hal ise bu azabı çeküp iftar ettük ve yemek yedük. Bunlar, teravih kıldığımızı ertesi günü haber almışlar. Yine iftara yarım saat kalınca bir iki bin avret kızlar çıkageldiler. Her biri şekerleme ve çörekler getirdiler. İftar ve taam eyledik. Bunlar gitmezler, saat üçe varınca otururlar. Meğer bunlar namazı beklerler imiş. Çare yok, abdest alup namazı kıldık. Tekrar izin istediler. Her gece gelüp iftar ve taam ile namazımızı temaşa etmek için yalvarır oldular, izin verdük. Cemaatle oturup gece Teravihi tamam eda idüp ilahiler ve tesbihlerle bütün kadınlar bizi seyretti ve hayran oldular.”

Medmed Efendi’nin sempatik tavırları ve hoşgörülü kişiliğiyle uyandırdığı ilgi Paris’te özellikle kadınlar arasında Türk modasına ilham verdi. Giyim mağazaları, terziler kaftan, türban taleplerine yetiştiremez oldular. Osmanlı heyetindeki erkeklerin uzun sakalı simaları sadece meraklı bakışları çekmiyor cinsel  içerikli düşleri süslüyordu. 

Ancak Mehmed Efendi ve oğlu Said Efendi Paris’ten döndükten sonra saray hanımlarına ve kendi ailelerine hediye olarak getirdikleri değişik doku, renk ve desende kumaşlarla İstanbul’da Paris modasının, o zamanki tabirle Frenk modasının doğmasına sebep oldular... 

Mehmed Efendi ilgi odağı olarak Paris’i keşfederken yanında oğlu Said Efendi de vardı. 
İleride İsveç ve Fransa’da büyükelçilik yaptıktan sonra sadaret mührünü eline alacak olan Said Efendi protokol zorunlukları dışında babasına kıyasla daha geniş bir hareket serbestisine sahipti ve fırsattan yararlanarak kendisini Fransızca öğrenmeye verdi. Paris’te çakılıp kalmadı çevre şehirlere de kısa süreli geziler yaptı, imalathaneleri, fabrikaları gezdi, Sète şehrindeki şeker fabrikasında nasıl üretim yapıldığını gördü. Daha ötesi Paris’te bir gece ikametgahtan çıkıp tek başına Opera’ya gitti. Said Efendi’nin Conti Prensi tarafından Clichy’de onuruna tertip edilen ve sabaha kadar süren çok sayıda Parisli kadının iştirak ettiği bir partiye katıldığı da biliniyor. 

Bütün bu gözlemlerin Said Efendi’nin İstanbul’a döndükten sonra arkadaşı İbrahim Müteferrika’yı teşvikle Türkiye’de ilk matbaanın kurulmasına öncülük etmesinde rol oynadığını söylemeye gerek yok herhalde. 

Hiç yorum yok: