25 Temmuz 2013 Perşembe

XVI-XVII. YÜZYILLARDA ALÂİYE KALESİ-Adnan GÜRBÜZ

XVI-XVII. YÜZYILLARDA ALÂİYE KALESİ*
Adnan GÜRBÜZ**

Özet 


Selçuklu Sultanlarından Alâeddin Keykubad tarafından fethedilen ve fâtihinin
adına izâfe edilen Alâiye şehri ve kalesi, Selçuklu döneminde önemli bir askerî ve ticarî
özelliğe sahip liman kale-şehir olmuştur. Alâiye bu özelliğini Osmanlı zaptına kadar
sürdürmüştür. Ancak incelediğimiz Osmanlı döneminin XVI-XVII. yüzyıllarında bu
önemli özelliğini kaybetmiş bir kale-şehirle karşılaşmaktayız.


Giriş

Anadolu, tarihin en eski devirlerinden beri birçok medeniyete ev
sahipliği yapmış ve bu sayede birçok özel birikimi bünyesinde barındırma
şansına sahip olmuştur. Bu zengin birikimler gerek kültürel gerek mimarî
ve gerekse edebî alanlarda yüzyıllar boyunca kendisinden sonra gelenlere
damgasını vurmuş ve onları büyük ölçüde etkilemiştir.
Mimarî de, Türk inancının kültürünü yansıtan en önemli mihenk
taşlarından biri olmuştur. Bu eserlerin ortaya çıkış sebepleri ve kullanım
alanları çok farklı olmakla birlikte ortaya koydukları kültür mirası büyük
bir bütünlük oluşturmuştur.

Bugün Anadolu’nun büyük bir kısmı bu muhteşem eserlerle
doludur. İşte bu eserlerin en önemlilerinden biri de günümüze kadar
korunabilmiş Alâiye Kalesi’dir.

Anadolu Selçukluları’nın ortaya koymuş oldukları en önemli
eserlerden biri olan Alâiye kalesi, dönemin şartları gereği gerek savunma
ve gerekse ticari amaçlarla inşa edilmiş geçmişten günümüze tüm
güzelliğiyle gelebilmeyi başaran devasa bir yapı kompleksidir. Bu
kompleks içerisinde Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait birçok eser
bulunmaktadır.

Alâiye Şehri 

Alâiye, antik çağda Koracesium adıyla Perge, Side ve Aspendos
gibi önemli şehirleri ile birlikte Pamphylia bölgesinde yer almaktaydı.
Günümüzdeki Antalya körfezinin doğu ucunda Bergama kralı II. Attolus
(M.Ö. 159-138) zamanında kurulan Alâiye şehri, III. Attolus’un varis
bırakmadan ölmesiyle vasiyeti üzerine Romalılara geçti ise de MÖ. II.
yüzyılda korsanların istilâsına uğradı ve bir korsan limanı ve üssü hâline
geldi. Şehir, MÖ. I. yüzyılda Büyük Antiochus’a başarı ile direnmişse de
sonunda Roma komutanı Pompeius tarafından Roma hakimiyeti
gerçekleştirildi ve Koracesium adıyla bilinen kalesi tahrip edildi.
Romalılar zamanında şehir, surları genişletilmek ve yeni binalar ilave
edilmek suretiyle büyütüldü. Şehir, Bizans döneminde ise Akdeniz’in en
işlek limanlarından biri oldu1
.
İslam’ın yayılmaya başlaması ile birlikte Alâiye şehri, İslam
akınlarına uğradı. 860’lı yıllarda Abbasiler şehri bir süre zaptetti.
Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da tam bir hâkimiyet tesis eden
Anadolu Selçuklu Sultanlarından I.Alaeddin Keykubad tarafından Kıbrıs
Krallığı’na bağlı Kyr Vart elinde liman-şehir iken 1220 tarihinde
kuşatılıp fethedilerek bir Türk şehri olarak yeniden inşa olundu ve Bizans
döneminde Kalonoros olan adı fâtihinin adına izâfeten Alâiye’ye
dönüştürüldü2

 Alâiye, Alaeddin Keykubad’ın fethettikten sonra imâr
ettirerek mâmur hâle getirdiği şehirler arasında doğrudan kendi adını
taşıyan tek şehir olma özelliğine sahip bulunmaktadır.3

 Alâiye, Ortaçağ’da yazılmış en önemli coğrafya kitaplarından biri olan Ebu’lFidâ’nın Takvimu’l-Buldân adlı eserine göre, XIV. yüzyılın ilk yarısında Rûm’un önde gelen ticaret şehirlerinden biri olarak görülmekte,bu dönemde önemli bir deniz üssü, Mısır ve Suriye ile sıkı bağlılık
gösteren bir ticaret ve gemi inşa merkezi olarak Anadolu’nun önemli
şehirleri arasında yer almaktadır4.

Daha sonraki tarihlerde Alâiye, Anadolu Selçuklu Devleti’nin
çöküşü sırasında bir ara Kıbrıs Frenkleri’nin eline geçmişse de 1293
tarihinde Karamanoğlu Mahmud Bey tarafından yeniden zaptedildi ve
Memlük Sultanı Melik Eşref Selahaddin adına hutbe okutulmak suretiyle
Alâiye’de Karamanlı Türk varlığı devam ettirildi5

Anadolu’da siyasî hâkimiyetin Selçuklular’ın elinden çıktığı bu
dönemi takip eden yıllarda şehri yerel Türkmen beylerinin ele geçirdiği
ve kısmi bir Alâiye Beyliği kurularak hâkimiyet tesis edildiği görülmekle
birlikte şehirde, Selçuklu ve Karamanlı tesiri eksik olmamıştır. Alâiye,bu
dönemde 1360 tarihinden 1448 tarihine kadar Kıbrıs Krallığı’nın aralıklı
olarak elinde kalmışsa da 1448 tarihinde Karamanoğlu İbrahim Bey’in
desteği ile Lütfi Bey tarafından tekrar ele geçirilmiştir6. Alâiye Beyi olan
ve Karamanlıların himayesi altında hüküm süren Lütfi Bey’in, şehrin
ticari potansiyelini artırma yolunda Kıbrıs Kralı II. Jean ile 1450 tarihinde
ticarî bir anlaşma yaptığı görülmektedir7. Bu dönem içerisinde yerel
beyler, Osmanlı zaptına kadar, kimi zaman Karamanlı ve kimi zaman da
Selçuklu tesiri altında Alâiye’de hâkimiyet tesis etmişlerdir.
Bu ara dönemi müteakip 1471 tarihinde Alâiye, Gedik Ahmed
Paşa tarafından Alâiye yerel beylerinden olan Lütfi Bey oğlu
Kılıçarslan’dan barış yoluyla elde edilerek Osmanlı hâkimiyetine dahil
olunmuştur8

Dönemin önemli kaynaklarından biri olan Aşık Paşazâde ,
Alâiye kalesinin Gedik Ahmet Paşa tarafından kuşatılmasını ve
alınmasını şu şekilde ifade etmektedir: “Paşa hisara karşı toplarını
kurdurdu. Alâiye beyi Lütfi Bey oğlu Kılıçarslan’ı çok seven halkı ona
varıp, bununla cenk fayda vermez dediler. Bunun üzerine Kılıçarslan,
Paşa’ya elçi gönderip müzakareye girişti. Paşaya soruldu ki, “bu şehri
kim lütfile , kahrile alsan bizim padişahımızı neylersin?” Paşa cevap
verdi :”eğer lütfile alırsam, padişahınıza kendi vilayetinden daha yeğ
vilayet alıveririm. Eğer cebrile alırsam ne olacağı malumdur. Nihayet
Kılıçarslan hisarından çıktı ve kale, Gedik Ahmet Paşaya teslim
olundu”9.

Alâiye Kalesi 

Yapımı ve Antik Dönemi: İlkçağdaki adı Koracesium olan Alâiye
Kalesi’nin ilk kurucuları Romalı korsanlar olmuşlardır. Şehrin yarımada
üzerinde Kandereli Burnu’nu meydana getiren dağın üzerinde kurulan ilk
kale, ancak bir şato niteliğindeydi. Bu şato uzun bir süre korsanların
sığınağı olarak kullanıldıktan sonra Roma İmparatoru Pompeus
döneminde buraya yeni bir kale inşa edilmiştir10. Bizans İmparatorluğu
döneminde ise kalenin askerî ve ticarî önemini koruduğu, günümüze
kadar gelen bazı kalıntılardan pek çok dinî yapı ve surlarla oldukça
büyüdüğü anlaşılmaktadır.

Selçuklu Dönemi: Selçuklu fethiyle yeni baştan inşa ettirilen kale,
surları ve kuleleriyle yalnız savunma yönünden değil, Selçuklu mimarlığı
yönünden de büyük bir değer taşımaktadır. Dış görünüşü bakımından
zarif olduğu gibi iç yapısının bölümleri bakımından da özenli yapılmış bir
eserdir. Yapının günümüze kadar oldukça sağlam kalmış parçalarında
Selçuklu mimarlık sanatının bir çok özelliklerini görmek mümkündür.
Kalenin surları yarım adayı çepeçevre kuşatmaktadır. Dıştan iç ve orta
kale kapıları, kale kapısından çok saray kapısını andırmaktadır11.

Kalede bulunan Selçuklu dönemine ait kitâbeler arasında
629/1231 tarihli en eski kitâbeye göre, kalenin inşasına fethi takiben
623/1226’da başlanılmış ve takriben beş yıl sonra yani 629/1231
tarihinde bitirilmiştir. Ancak burçda ve kapı üstlerinde hiçbir kitâbe
günümüze kadar sağlam kalmadığı için içkalenin yapıldığı tarih kesin
olarak bilinmemekle birlikte ele geçirilen en eski kitâbe 1231 olduğuna
göre iç kalenin de bu tarihte yapılmış olması muhtemeldir.
Alâiye Kalesi’nin Selçuklu dönemine ait kitâbeleri ilk defa Halil
Edhem tarafından ele alınarak incelenmiştir.12 Daha sonraki yıllarda
Riefstahl, Konyalı ve Lloyd-Rice, bu kitâbelerden de yararlanmak
suretiyle kalenin bütün yönleri üzerinde yaptıkları değerlendirmeleri
yayınlamışlardır.13 En son bu yayınlarda yer almayan bazı kitâbeler de
Baykara ve Uysal tarafından incelenerek yayınlanmıştır.14

Osmanlı Dönemi: Osmanlı arşiv belgeleri arasında, Alâiye ve
Kalesi’nin, sosyal, idarî ve ekonomik hayatının, bilhassa XVI. yüzyıl
boyunca, aydınlatılmasında önemli bir yer tutan tahrir defterlerindeki
durumunu daha XV. yüzyıldan itibaren izlememiz mümkün olmaktadır.
Alâiye için en eski tahrir bilgileri, XV. yüzyılın ikinci yarısına ait
bulunmaktadır. Alâiye’nin, 1471 tarihinde Osmanlı idaresi altına
alındığında tahrir emini Karamanoğlu Mehmed b. İbrahim Bey tarafından
başlanılan tahriri 1481 tarihinde tamamlanmıştır. Bu tahrir defterine göre,
Alâiye, Osmanlı idari sisteminde sancak statüsünde sayılarak mirliva
hassı olarak kaydedilmiştir. Timar sayım defteri niteliğindeki bu
kayıtlarda askerî bakımdan önemli bir mevkii olarak görülen Alâiye
Kalesi’nde, kale dizdârı ile birlikte 77 nefer görevli bulunmaktaydı.
15.Kanunî’nin tahta geçtiği yıllarda yapılan bir başka icmâl tahririne
göre ise 927/1520 tarihinde Alâiye kalesinde, dizdârın yanısıra 1 kethüdâ
ve 90 merdân-ı kal’a(kale eri) görev yapmaktaydı16

XVI. yüzyılın başlarında 937/1530-1531 tarihinde gerçekleştirilen
tahririne göre padişah hassı içinde yazılan Alâiye’nin, biri Alara olmak
üzere iki kalesi bulunmaktadır. Yine timar sayım kayıtları kısmında yer
alan kalenin dizdârı yanında 1 kethüdâ, 2 topçu, 7 seferbölüğü, 3
bevvâb(kapıcı), 1 okçu ve 75 müstahfız bulunuyordu17.

Alâiye’nin, XVI. yüzyılın ikinci yarısında yapılan ve tarihsiz olan
mufassal nitelikli tahririnde ise, daha önceki defterlerden farklı olarak
kale muhafaza görevlileri nefs-i Kal’a-i Alâiye adı altında cemaat-ı kal’ai mezkure şeklinde yazılmışlardır.

Kale içerisinde oturup, kale muhafazası hizmetinde bulunan bu kale görevlilerinin toplamı 138 nefer
tutmaktadır18. Nefs-i Kal’a-i Alâiye olarak deftere yazılan kale
muhafazası görevlilerinin “matekaddemden kale muhafazasın idüb
mukabilinde tekâlif-i örfiye ve avârız-ı divânîyeden ”, yani tüm
vergilerden muaf tutuldukları görülmektedir19

1530-1531 Tarihinde Kalede Bulunan Silahlar: 

Top 88 kıt’a sahîh 22, sakîm 66; Top-ı seng 150 aded; Top otu 40
kise; Tüfenk 380 kabza; Fınduk-ı tüfenk 15000; Kemân 15 kabza; Siper-i
köhne harab şüde 27100 kıt’a; Siper-i zenbürek 4 sanduk; Köstek-i ahen
4 kıt’a; Eğer-i binek 11 aded; Kerbân-ı ahen 7 kıt’a; Vezne-i ahen 4 kıt’a;
Zırh 49 sevb; Cübbe-i kübra 8 sevb; Seng-i köhne 1 kıt’a; Toygun 76
kıt’a; Cübbe-i bakadife 86 sevb; Başlık-ı an ahen 50 sevb; Sabun-ı kalıb
102 harab şüde; Kirbâs-ı penbe be zıra’-ı Bursa 60 aded; Bukağu 3 aded;
Kazma-ı ahen 34 kıt’a; Kazan 1 kıt’a; Çıbık-ı ahen 20 (aded); Siper-i
oluk harab şüde 17 kıt’a; Kürek 1 kıt’a; Siper-i çıbık harab şüde 9 kıt’a;
Mismâr-ı ahen; Kürek an ahen harab şüde 33 aded; Nuhas 59 kilçe; Nize
59 aded; Keman-ı zenbürek harab şüde 43 kıt’a; Küherçile 20 kantar
(Konya nâzırına yazılan hükümle irsâl idile); Der zahire-i kal’ai mezbure:
Çeltük-i puşide 247 ölçek; Erzen be müd-i Bursa 2 anbar 15 müd20

Kanunî döneminde tutulan bu tahrir defterine göre Alâiye
Kalesi’nde, 22’si kullanılabilir, 66’sı da sakîm kalmış yani bozulmuş 88
top bulunuyordu. Taştan yapılmış 150 aded top güllesi ve bunlar için 40
kese barut yer almaktaydı. Tahrir defterinde açıkça yazıldığı üzere, 380
tüfek ve bunların 15000 kadar mermisi, 15 yay, 27100 kalkan, 4 sandık
zenberekli top siperi, top doldurmada kullanılan 4 demir köskü ile
birlikte 49 aded zırh, 50 aded demir başlık ve 76 aded miğfer Alâiye
Kalesi’nin mühimmatı arasında bulunuyordu. Bunlardan başka, kazan,
kazma, kürek, çubuk demiri, pamuk kirbas, top tekerlerini tutmada
kullanılan bukağı ve zenberek yayları gibi bazı aletler de bu mühimmat
arasında sayılabilir.

XVI. yüzyılın ortalarına doğru bölge coğrafyası ile ilgili bilgiler
veren Pirî Reis, Kitâb-ı Bahriye adlı eserinde21, Alâiye kalesi ve
tersaneyi şu şekilde tavsif etmektedir: “Alâiye’nin denizden nişanı
üzerindeki yüksek dağlardaki üç kuledir. Ortadaki kulenin altında Alâiye
vardır. Buraya yaklaşınca dağ üzerindeki Alâiye kalesi görünür. Alâiye
ada gibi bir burundur. Burun hep dağlıktır. Dağın üzeri de kaledir.
Kalenin aşağı tarafı mamur, yukarı, dağ kısmı ıssızdır. Bu ıssız olan
yerden yukarda bir başka hisar vardır. İçinde hisar erenleri bulunur.
Aşağıda deniz kenarında tuğladan yapılmış büyük bir kule vardır.
Kulenin dibinde, kıble tarafında baştan ve kıçtan palamar vererek yatılır.
Küçük gemilere iyi yataktır. Gemilerin önünde kâgir olarak yapılmış beş
tersane vardır. Alâiye’nin önü açıklıktır. Yaz günü için demir yeridir.
Kıble gündoğusu estiği günler çekinmek lazımdır. Rüzgara açıktır.
Alâiye’den gün batısı karayel cihetine doksan mil ötede Antalya vardır.
Manavgat suyu otuz mildir”. Pirî Reis, çizimini verdiği Alâiye haritasında
ise, Alâiye kalesi ile içindeki Ayazma, hamam ve ahmedekin yerlerini de
belirlemektedir.

XVII. yüzyılın önemli kaynakları arasında yer alan Kâtip
Çelebi’nin Cihannümâ adlı eserine göre, Alâiye Kalesi: “Derya
kenarında bir bayırın üzerinde Bağdad kadar kal’ası vardır. Ve gayet
metin üç katdır. Kapları denize açılır. Canibi garbi sahili azim dağdır.
Kal’a ol dağın zeyl-i şarkisinde vaki olmuşdur. İçinde sarnıcı vardır.
Akarsuyu yokdur. Taşra kal’ası önünde taşdan bir su çıkar. Aşağı deniz
akar. Cümle buyut ve mahallatı kal’a içinde olub taşrada bina yokdur.
Orta kal’anın biraz yeri sengistan ve hâli ve mişedardır”22

Yine XVII. yüzyılın önemli kaynaklarından sayılan ve Kâtip
Çelebi’nin çağdaşı olan Evliya Çelebi23, “Sedd-i İskender misal bir kal’ai azim” olan Alâiye kalesini şu şekilde anlatmaktadır:

“Ve iki dizdârı
vardır. Ve kal’ası leb-i deryâda evc-i âsumâna serçekmişdir”. 

Batı tarafı yüksek kayalar üzerinde oturmuş olup doğu tarafı limana doğru
uzanmaktadır. “Ve dairen madar cürmü onbir bin yüz adımdır”. “Cümle
evleri birbiri üzre kat enderkat şarka nâzırdır. Ve ancak şimal canibinde
hendek vardır”. Limanı tabi limandır. Lodos, keşişleme ve batı
rüzgarlardan emindir. Kalenin doğusunda 5 göz tersane vardır. Bel aşağı
kalenin deniz kenarında Kızkulesi denilen 8 köşeli sekiz kat fevkalade
son sanatlı ve sağlam bir kulesi vardır. İçine ikibin adam alır. Sultan
Alaeddin yapısıdır. İkinci dizdar burada oturur. Kırk neferi vardır.
Tersane taraflarında bir büyük kale daha limanı muhafaza eder. İrili
ufaklı seksenüç kule ve dörtbin bedendir. Kalenin hiçbir tarafında havale
yoktur. Kalenin beş kapısı bulunmakta olup ikişer kat demirden
yapılmışlardır. Kale içinde iki içkale bulunmaktadır. Zirvedeki küçük
içkale onar onbeşer ayak taş merdivenle çıkılan alçacık iki kapılı olup,
buraya at, katır vesair hayvan girmez.

Kalenin Tavsifi 

Alâiye şehri, kalenin en önemli bölümlerinden olan surlar
tarafından kuşatılmış olup, bu surlar aracılığıyla çeşitli yönlere doğru
dağılan dahili savunma hatlarına ayrılmıştı. Kalenin birinci bölümü,
limanın arkasında biten bir ucu kızılkule, diğer ucu ise tersaneye ulaşan
hilal biçimli dar bir kısımdan oluşmaktadır. İkinci bölümü ahmedekten
başlayıp şehri bir uçtan bir uca güneyden kesen tepenin topraklarını içine
alan Helenistik dönemden kalan surlar teşkil etmektedir. Kalenin üçüncü
bölümünü ahmedek oluşturmaktadır. Dördüncü bölüm, ahmedek’in
güneyinde kalan kısım olup, içinden hisar’a yani beşinci bölüme çıkan
ana yol geçmektedir. Dördüncü bölüm, altıncı bölümden son devir
Selçukluları çağında yapılmış surlar vasıtasıyla ayrılmaktadır24. Liman
tesislerinin bugün hâlâ ayakta sapasağlam duran en önemli kısmı, limanın
güney tarafında denize bakan ve gemilerin inşa edildiği tersanedir.
Tersanenin açık bulunan güney kısmını koruyan küçük bir kulesi vardır.
Bu kuleden daha büyük ölçüdeki Tophane denilen kule buraya sonradan
ilave edilmiştir25.

Kale, Selçuklular tarafından fethedildiğinde yalnızca bugünkü
surlarla çevrili alanın kuzeybatısında kalan küçük açıklık alandan
ibarettir. Helenistik dönemde daha geniş bir alanın surlarla çevrili olduğu,
ancak Bizans döneminde yapılan başka bir surla ikiye bölünerek bu
alanın savunma amaçlı olarak küçültüldüğü anlaşılmaktadır. Selçuklu
döneminde buraya yarımadanın ana karayla ilişkisini kesen başka bir sur
yapılmasıyla kalenin savunması iyice güçlendirilmiş olmalıdır.
Selçuklu fethiyle birlikte Bizans döneminden kalma surlara
ilaveten yapılan surdan başka kızılkule 1226 tarihinde, ahmedek ve
tersane ile kızılkule bağlantısı 1227-28 tarihinde inşa edilmiştir. İçkalenin
ise 1231 tarihinde bitirildiği tahmin edilmektedir. Tersane ve rıhtımların
yapımı ile birlikte şehrin ticari fonksiyonuna katkı olarak en az 44
dükkandan oluşan orta kale çarşısının yapıldığı, buna bağlı olarak da
şehirde ticaretin geliştiği söylenebilir. Tersaneyi içine alan ve kızılkule ile
Tophane burcu arasındaki kısmın ticarî olmakla birlikte askerî amacı ağır
basan bir liman vazifesi gördüğü anlaşılmaktadır. İdarî birim olan sarayın
içkalede inşa edildiği sırada burada bulunan kiliseye dokunulmadığı ve
bugünde hâlâ mevcut olan iki kiliseden başka Cilvarda burnundaki
manastırın da korunduğu bilinmektedir26

Alâiyye kalesinin odak noktasını 1226’de bitirilen kızılkule
oluşturmaktadır. Kızılkulenin batısında yer alan birinci burç, aşağı
Meyyit kapısı burcu ve Kocakapı’nın iç kapısının yani Utakbaşı Yakut
Kapısı’nın inşa tarihleri de 1226’dır. Şu halde Sultan Alaeddin
Keykubad, 1226 yılında Alâiye kalesinin kara tarafı surları ve burçları ile
ahmedek’in son burcunu yaptırmıştır. Sonra 1227 tarihinde kızılkule’den
tersane kulesine kadar olan burçları ile tersaneyi ve kuleyi yaptırmak
suretiyle kalenin doğu deniz tarafını kapatmıştır. Tersane kulesindeki
1227 tarihli bir kitâbe ile kızılkule’nin önündeki Eğri Kule yıkıldıktan
sonra kaldırılan aynı tarihli kitâbe bunu teyid etmektedir. 1230 tarihinde
Karaca Bey tarafından Utakbaşı kapısının önünde bir başka kapı
yapılmak suretiyle kalenin mukavemeti arttırılmıştır. Kale içinde Akşebe
Mescidi 1230 tarihinde, Andızlı Câmi de 1277 tarihinde yapılmıştır.
Ortahisar ve sarnıçlı kale olarak bilinen içkalenin de kitâbeleri günümüze
ulaşmamasına rağmen 1230’lu yıllarda bitirildiği sanılmaktadır27

Surlar: Kalenin kuzeyinden itibaren limanı çevreleyip kızılkuleye
ulaşan ve buradan batıya doğru zikzaklar halinde yükselerek Helenistik
devir kalesi üzerinde inşa edilmiş ahmedek diye anılan yapılar grubuna
bağlanır. Kuşatma duvarı ise güneyi hedefleyerek içkale’ye doğru
yükselip büyük kaya bloğunun güney yüzünde kayaların kenarından
geçip limana ulaşır. Batı ve güney kısmında tabî hali biraz takviye etmek
suretiyle ayrı mazgallı sur inşa edilmiştir. Kızılkule ile ahmedek arasında
iki temel giriş kapısı bulunmaktadır. Bunlar, tepedeki kale kapısı ya da
esas kapı ile aşağıdaki aşağı ve orta kapıdır28.

Kızılkule: Kızılkule zeminde çapı 29 m, yüksekliği yaklaşık 33
m’yi bulan sekiz köşeli bir yapıdır. En üstteki mazgal dişleri hariç, zemin
kat, birinci kat, asma kat, açık kat ve açık teras olmak üzere sıra ile beş
kattan oluşmuş, büyük bir su sarnıcı merkezi de ayağın üst kısmına
birleştirilmiştir.29 Sarnıç, bugün hâlâ su muhafaza edebilmektedir.
Kulenin üst kısmı, kırmızımtrak pişmiş tuğlalardan inşa edildiği için
ismini bu tuğlaların renginden aldığı iddia edilmektedir30. Kızılkule
isminin aslında kız kulesi olması gerektiği, Bizans ve Türklerdeki kız
kulesi ya da kız kalesi geleneğine dayandırılmak suretiyle de ileri
sürülmektedir31.

Kızılkule’nin mimarının ismi kulenin kuzey cephesinde bulunan
bir kitâbede yazılı olup bu kitâbeye göre kulenin ve bütün kalenin
mimarı, Kattanîzâde Ebu Ali’dir32.

Tersane: Selçuklu döneminden günümüze kalan yegane tersane
olan yapı, bir deniz üssü şeklinde inşa edilmiş olup, hava tesirlerinden
korunmak üzere üstü kapatılmıştır. İçi, büyük gemilerin emniyetle ve
oldukça gizli bir şekilde inşa edilmesine müsait olan yapı, takriben 57 m
uzunluğunda ve en çok 40 m derinliğindedir. Galeriye kuzey-batı
yönündeki eski limandan girilmektedir. Gayet dar olan giriş kapısının
üzerinde bulunan kabarık, taş bir silme içinde kısmen çerçevelenmiş, beş
satırdan ibaret kitâbede, tersanenin 1227 tarihinde Sultanü’l-ber ve’lBahreyn ebû’l-feth Keykubad bin Keyhusrev tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Daha sonraları Osmanlılar devrinde tersanenin üstüne
yerleştirilen topları gizlemek amacıyla doğu köşesine, tuğladan bir kısım
eklenmiştir33.

Tophane: İki katlı inşa edilmiş olan tophane kulesi, tersaneyi
denizden veya güneybatıdan emniyet altına almak için yapılmış olup,
kule bir dehliz vasıtasıyla esas sura bağlanmaktadır. 19 m
yüksekliğindeki bu kule denizden aşağı yukarı 10 m yüksek olan bir kaya
üzerine inşa edilmiştir. Alt kat bölme duvarı ile dört kısma ayrılmış olup
bu kısımlarda odalar vardır. Kulenin en üst kısmının bir tarafı teras
hizasına kadar harap olmuş durumdadır34.

Kalenin Bölümleri: Kalenin birinci bölümünün doğu kısmı ,
Kızılkule’den batıya doğru devam etmekte olan ana duvar tarafından
sınırlandırılmış olup, batı sınırı daha ince bir duvarla kuşatılmıştır. Bu
duvarın ortasında ikinci bölüme geçişi sağlayan Meyyit Kapısı
bulunmaktadır. Bu bölümde, kızılkule’nin hemen dibinde Selçuklu eseri
olan küçük bir hamam ile bir çeşme yer almaktadır35. Evliya Çelebi 36’ye göre
bu bölümde 150 kadar dükkan ve çok sayıda ev bulunmaktaydı.
Evlerin yer aldığı bölümün bütün sokakları merdivenli olup, su
kıtlığından dolayı her ev su sarnıcına sahiptir.

Kalenin ikinci bölümü, limana hakim tepenin sağ kanadını
oluşturmaktadır. Tophane’den itibaren güneye doğru kayanın ucundaki
burun istikametinde tek bir sur uzanmaktadır. Burada, açık denize bakan
iki kule vardır. Biri Esed Burcu, diğeri de limandan ayrılan gemileri
uğurlamasından dolayı isim alan Uğrun Kapısıdır. Bu noktadan itibaren
sur, kuzey-batı istikametinde, ikinci bölümün üst sınırını teşkil eden
Selçuklu öncesi döneme ait surun başlangıç noktasını gösteren kuleye
yönelir. Selçuklu döneminde yeniden yapılmış olan bu sur, ayakta
durmaktadır. Birinci ve ikinci bölümler, Alaeddin Keykubad devrine ait
ilave surları temsil ettiğinden bu eski duvar, Roma ve Bizans devirleri
süresince, kalenin esas koruma surunu teşkil etmiş olmalıdır. Aşağı
yukarı kulelerle desteklenen bu sur, kuzey batıdaki ahmedek burcunda
son bulmaktadır37

İkinci bölümün kuzey kısmını sınırlayan esas Selçuklu
suru, doğuya doğru tırmanmaktadır. Aşağı Kapı ile yukarıdaki Kale
Kapısı, kaleye girişi sağlamaktadırlar. Kale kapısının üzerinde çerçeveli
bir kitâbesi vardır. Bu kapıdan dimdik dar bir yol ile Er Kapı ya da Aya
Dimitri Kapısı’na çıkılmaktadır38

Kalenin üçüncü bölümünü, tepenin kuzey kesimindeki sur olarak
tanımlanan ve özel içkaleyi niteleyici genel bir kullanım olduğu
söylenebilecek ahmedek oluşturmaktadır. Burası her biri üçer kuleli, iki
ayrı tahkimat grubundan meydana gelmiştir. Selçuklu öncesi hale
duvarlarının bitimini gösteren güney grubu aynı karakterdeki bazı
Helenistik bina kalıntılarının üzerine inşa edilmiştir39

Selçuklu çağında bu düzensiz grup batı istikametinde yönelen ve
kayanın kuzey yamaçlarına kurulan yeni mahallelerle tekrardan bina
edilmiştir. Kalenin asıl duvarları büyük muntazam kesilmiş taşlarla
örülmüştür. Batıdaki kulenin dış yüzündeki çerçeve içine yazılmış kitâbe,
Selçuklulardan kalma orijinal yapıya aittir. Kitâbeye göre 1433 yılında
yani inşasından 204 yıl sonra Savcızâde Emir Karaman’ın ahmedeki
esaslı bir surette tamir ettirdiği ve yeni ilaveler yaptırdığı anlaşılmaktadır.
Kanuni zamanında vuku bulduğu ve Alâiye kalesinin birçok yerlerini
yıktığı tahmin edilen zelzele, ahmedekte de bazı tahribatlar meydana
getirmiştir40

Evliya Çelebi41 seyahatnâmesinde, ahmedek hakkında şu bilgileri
vermektedir:

“Buradan kuzeye yokuş 600 adım küçük iç kaledir. Dörtgen 
şeklindedir. Kıble tarafında hendeği vardır. Batıya bakan iki demir kapısı
vardır. İçinde dizdardan başka kimse yoktur”. 

Kalenin dördüncü bölümü, üzerine ahmedek’in kurulmuş olduğu
kaya ile içkale arasında bulunan alanı işgal etmektedir. Burası gerek
Selçuklular ve gerekse Osmanlılar zamanında şehrin asıl kısmını
oluşturmuştur. Eski Selçuklu kalıntıları üzerinde, muhtemelen XVI.
yüzyılın ortalarına doğru yeniden inşa edilmiş olan Kale Cami burada
bulunmaktadır. Şehrin kapısına doğru biraz yokuş çıkılınca küçük bir
yapı olan Akşebe Türbesi görülmektedir. Bu bölümün güney sınırını
doğu ve batı yönünde uzanan ve yukarıdaki içkale ile eski Helenistik sura
bağlanan bir sur oluşturmaktadır42

Evliya Çelebi43, bu kısmı şu şekilde aktarmaktadır:

“Ve ortahisar 
içinde cümle üç yüz toprak örtülü kârgir bina evlerdir ve bunda dahî dört 
azim su sarnıçları vardır. Ve bir kahvehanesi olup, mecmai’l-irfan 
yeridir”. 

Kalenin beşinci bölümü, Helenistik dönem duvarlarının batısında
surların içinde kalan kısımdır. Yeni şehir bu bölümün kuzeydoğu
yönünde açıklık yamaca doğru biraz genişletilmiştir. Bu bölümde,
içkalenin güney doğu köşesine yakın olan ve Selçuklu Hamamı ismini
alan harap bir bina, bunun tam güneyinde kuşatma duvarının güney
ucunda hakim bir yerde fener; küçük bir mescit ve eski Helenistik duvar
üzerine inşa edilmiş olan küçük Bizans Kilisesi yer almaktadır. Cilvarda
burnu da bu kısmın sonundadır44

Kale İçindeki Yapılar 

Kale Cami: Şehir surlarının ikinci kısmında yer alan cami, Sultan
Alaeddin ve Sultan Süleyman Camii olarak da bilinmektedir. Cami ilk
defa 1231 tarihinde Sultan Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmış
olup zaman içinde harab olduğundan Kanunî döneminde eski temelleri
üzerinde yeniden inşa edilmiştir. Bu yüzden de Süleymaniye Camii
olarak da bilinmektedir.

Kale içinde arasta ve han ile birlikte büyük bir külliye oluşturan
cami, üzeri bir yarım küreyi andıran bir kubbe ile örtülü kare bir harem
ile çapraz kemerlerle üçe bölünmüş ve her biri daha küçük kubbelerle
örtülü bulunan açık bir son cemaat mahallinden müteşekkildir. Kubbeler
tuğla ile duvarlar ise kısmen tuğla ve kısmen de kara taşlarla
örülmüşlerdir. Haremin kuzey-batı köşesine bir minare ilave edilmiş,
kuzey-doğu köşesi karşısında da tonozlu bir sarnıç inşa edilmiştir.
Sarnıcın yanında üstü kapalı bir abdestlik vardır. Caminin iç kısmı
sadedir. Mihrabın yanında basit bir minber durmaktadır. Kare planlı olan
minaresi, son cemaat karnizinin hizasına kadar muntazam taşlarla
örülmüştür. Selçuklu kitâbeleri minare örgüsünün tâli ve yapının gelişi
güzel kısımlarında yer almaktadır. Esas kubbe, sekiz yuvarlak penceresi
olan sekiz köşeli bir kasnağa oturmaktadır. Bunun alt ve üst kısmında son
cemaat duvarında olduğu gibi zarif tuğla karnizler vardır45. Evliya
Çelebi46, Sultan Süleyman Camii’nin kârgir bir bina olup, kubbelerinin
kiremit örtülü bulunduğunu, seksener ayaklık bir büyüklüğe oturduğunu
ve minaresinin yıldırım düşmesi sonucu yıkılmış olduğunu
belirtmektedir.

Câmiin, Osmanlı dönemindeki vakıf gelirleri arasında, 1530-1531
tarihli tahrir defterine göre, tahılhâne mukataası, dükkânlar ve tarla
icârından 730 akçelik bir gelire sahip olduğu görülmektedir47. XVI.
yüzyılın ortalarında tutulan tahrir defterinde ise, câmiin vakıf geliri 850
akçeye yükselmiştir48

Akşebe Türbesi: Kale Camiinin biraz ilerisinde Han’dan yukarıda
arazinin iç kaleye doğru dikleştiği kısımda yapılmıştır. Mevcut kitâbede
eserin 1230 tarihinde I.Alâddin Keykubad zamanında Akşebe Sultan
adına yaptırıldığı kaydedilmektedir. Konyalı’nın mescit olarak tarif ettiği
esas bina kırmızı renkli tuğladan inşa edilmiş, üzeri aynı malzeme ile
örülmüş yarım daire bir kubbe ile örtülü müstakil bir bölmedir. Bu
bölmeye doğu yüzünde, mühim bir kısmı moloz taşlarla örülmüş daha
küçük ölçüdeki yine kubbeli diğer bir bölme ile ve tonozlu bir oda
birleştirilmiştir. Oda ile bölme arasında kemerli bir açıklık vardır.
Kapının kuzeybatı yönünde küçük yuvarlak minarenin kalıntıları vardır.
Tuğladan olan minareyi üzerine serpiştirilmiş mavi sırlı çiniler
süslemektedir. Kaidesi muntazam kesilmiş taşlarla örülüdür. Esas
mescidin bünyesinde o kadar çok tadilat yapılmıştır ki, asıl şeklini tespit
etmek pek mümkün olmamaktadır49. Evliya Çelebi50, Kale Camii
yakınında bulunan bu binayı mescid olarak tanımlamakta, tuğla bir
minaresi olduğunu, atıl durumda bir bezazistanı ve işler vaziyette bazı
dükkânlar ile kahvehanesi bulunduğunu belirtmektedir.

Han ve Arasta: Kale Camiin güneybatısında yar alan han, Evliya
Çelebi’nin bedesten diye bahsettiği binadır. Han, dikdörtgen plan
üzerinde orta avlu etrafında sıralanan hücreler ve batı kısmında ikinci
dikdörtgeni oluşturan ahırlardan meydana gelmektedir. Karaman Beyliği
zamanında yapılmış olması muhtemeldir. Arasta ise, camiin güneyinden
başlayıp hanın doğu cephesi boyunca uzanan çarşı olup ortada bulunan
yolun iki yanında sıralanan dükkanlardan meydana gelmekte ise de bugün
sadece yan duvarları ayaktadır51

İçkale: Kalenin içkale olarak isimlendirilen bu kısmı yarımadanın
batı köşesinin en yüksek yerine kurulmuştur. Uzunluğu 180 m güney
tarafında 150 m olan genişliği ise kuzeyde çok daha daralmaktadır.
İçkalenin kuzeybatısı denizdir. Güneyi ile güneydoğusunu ortahisar
sarmaktadır. İçkalenin her tarafını tek kat yüksek duvar çevrelemiştir.
İçkalenin ortahisar tarafındaki duvarları daha yüksektir. Burası Alâiye
Kalesinin son sığınağı ve son savunma noktası olduğu için her çeşit
taarruz silahlarına karşı dayanıklı olarak yapılmıştır. İçkalenin büyük
kapısı, iri kesme taşlardan yapılan bir burçtan batıya doğru açılmaktadır.
İçkalenin kuzeybatı köşesinde, küçük kare kule ile doldurulmuş sarnıcın
arasına düşen duvarda, aşağısı dik bir uçurum olan bir gedik bulunmakta
olup, burası kalenin en keskin yeridir. Selçuklu döneminde kalenin tek
girişini doğu surunun ortasındaki bu büyük kare kule temin ediyordu.
Hisarın içinde haç şeklinde yapılmış bir de kilise bulunmaktadır52

Evliya Çelebi53, içkaleyi şöyle tasvir etmektedir. “Bu kalenin iki
içkalesi vardır. Büyük içkalenin etrafı 600 adımdır. Ev yoktur. Altı, 360
samaki üzerinde sarnıçtır. Herkes buraya su almağa gelince papuçları
kapıda bırakır. Açık havada buradan Kıbrıs adası görünür. Buradan
kuzeye yokuş 600 adım küçük iç kalededir. Dörtgen şeklindedir. Kıble
tarafında hendeği vardır. Batıya bakan iki demir kapısı vardır. İçinde
dizdardan başka kimse yoktur”. Bu kaleye sarnıçların çokluğundan ve
keyfiyet itibari ile çok büyük ve muhteşem oluşundan dolayı Sarnıç
Kalesi de denilmektedir. Bugün yaşayan adı ise içkaledir. Evliya Çelebi
İçkale içerisinde 6 sarnıç saymıştır. İçkale bugün tamamen terkedilmiş
durumdadır.

Aya Yorgi Kilisesi: Kalenin beşinci bölümünde bulunan Arap
Evliyası adıyla da tanınan küçük kilise, kalenin geçirmiş olduğu üç ayrı
tarihi seyri üzerinde canlandırması bakımından dikkate değerdir. Bu
yapının tarihi isminin Aya Yorgi Kilisesi olduğu ve kilisesinin ön
kısmındaki kayalıklar arasında bir Hıristiyan mezarlığı bulunduğu
bilinmektedir54
.
Cilvarda Burnu, Alâiye kalesinin bir ileri karakolu durumundadır. Kale
duvarları ve burçlar burnun ucuna kadar devam eder. Orta hisardan buraya açılan bir
gizli kapı vardır. Kapının hemen önünde yükselen dört köşeli bir burcun duvarları hâlâ
ayakta durmaktadır. Cilvarda burnuna açılan burca, buradan da içkaleden tophaneye ve
Arap Evliyasının bulunduğu büyük burca kadar giden duvarların birleştiği Esed
Burcu’nun altı sarnıç olup, bu büyük burçtan sonra küçük bir Uğrun Kapısı yer
almaktadır55.

Sonuç 

Antik dönemde kurulan ve korsanların sığınma amaçlı
kullandıkları bir mekân olan Alâiye Kalesi, Selçuklu Sultanlarından
Alâeddin Keykubad tarafından fethedildikten sonra, tersanesinin inşa
edilmesiyle birlikte gerçek anlamda ticaretin yapılmasına imkân sağlayan
bir liman-şehir haline gelmiştir. Alâiye, bu özelliğini Osmanlı döneminde
ne yazık ki sürdürememiş, sıradan bir liman şehrinin kalesi olmaya doğru
gerileme göstermiştir. Aslında sonuç için yazabileceğimiz en önemli şey
içinde bulunduğumuz şu andan itibaren, bu büyük kültürel mirasımız için
neler yapabileceğimiz sorusuna cevap aramak olmalıdır. Bu topraklar
üzerinde yaşayan bizlere düşen görev ecdadın onca emek sarf edip
yaşanabilir kıldıkları Anadolu kültürünün ürünlerine sahip çıkıp onu
bizden sonraki nesillere de en iyi biçimde aktarabilmek olmalıdır.
Buradan hareketle bu kültürel mirasın en önemli unsurlarından biri olan
Alâiye Kalesi, yapılış amacı itibariyle büyük ölçüde askerî bir fonksiyonu
ifa ederken, bugün bu düşünce doğrultusunda farklı bir boyutta kültürel
fonksiyon ifa eder hale dönüşmüştür. Bu yeni kültürel durum muhafaza
edilmelidir.

Dipnotlar
* Bu yazı, 26-27 Mayıs 2001 tarihleri arasında Alanya’da düzenlenen X. Alanya Tarih 
ve Kültür Semineri’ne sunulan bildirinin genişletilmişşeklidir. 
** Yard. Doç .Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
1Giray ERCENK, “Pamphylia Bölgesi ve Çevresi Eski Yol Sistemi”, Belleten,
LVI/216, (1992), s.363.
2Osman TURAN, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 2. Baskı, İstanbul 1984, 
s. 335; Claude CAHEN, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız 
Moran, İstanbul 1979, s.133,138. 
3 Tuncer BAYKARA, Anadolu’nun Selçuklular Devrindeki Sosyal ve İktisadi 
Tarihi Üzerinde Araştırmalar, İzmir (1990), s.127. 
4 Tuncer BAYKARA, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş, Ankara (1988), 
s.69. 
5 İ.Hakkı UZUNÇARŞILI, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu 
Devletleri, 3. Baskı, Ankara (1984), s. 8. 
6Elizabeth A. ZACHARİADOU, Trade and Crusade, Venetian Crete and the 
Emirates of Menteshe and Aydın, Venedik (1983), s. 66-67.
7Şehabeddin TEKİNDAĞ, “Karamanlılar”, İslâm Ansiklopedisi, VI (1988), s. 325-
326. 
8Şehabeddin TEKİNDAĞ, “Son Osmanlı-Karaman Münasebetleri Hakkında 
Araştırmalar”, Tarih Dergisi, (1963), XVII-XVIII , 61-63. 
9 Atsız, Aşık Paşaoğlu Tarihi, İstanbul (1992), 147-148. 
10 Gülay TİGREL, “Alanya Yöresinde Antik Bir Liman”, Belleten, XXIX/156, (1975), 
613-615.
11 Tevfik H. HAMDİOĞLU, “Alâiye Selçuklu Kalesi”, Antalya 1. Selçuklu 
Eserleri Semineri (22-23 Mayıs 1986), Antalya (1986),s. 31. 
12 Aynı yer. 
13 R.M. RİEFSTAHL, Turkish Architecture in Southwestern Anatolia, 
Cambridge(1931), 92 vd.; İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), haz. M.Ali 
Kemaloğlu, İstanbul (1946), s.150-238; Seton LLOYD-D.Storm RİCE, Alanya 
(Alâiye), çev. Nermin Sinemoğlu, 2. Baskı, Ankara (1989), s.54-76. 
14 Tuncer BAYKARA, “Alâiye’de Bazı Yeni Kitâbeler”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 
XII, (1982), s.579-586; A.Osman UYSAL, (1996), “Alanya Kalesi’nin 
Yayınlanmamış Kitâbesi”, Alsav Dergisi, I/1, s.18-19 . 
15 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maliyeden Müdevver Defter 16029, v. 2a-3b. 
16 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defteri/Timar İcmâl Defteri 107, s.235. 
17 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defteri/Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri 
166, s. 616-617. 
18 Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi, Tapu Defteri/Mufassal Tahrir Defteri 
172, v.2b-4b. 
19 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s.246. 
20 Tapu Defteri 166, 617. 
21 Piri Reis, Kitab-ı Bahriyye II, haz. Yavuz Senemoğlu, Ankara (1973), s.272. 
22 Kâtip Çelebi, Cihannümâ, İstanbul (1145), s. 611. 
23 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, İstanbul (1314), s. 297.
24 Seton LLOYD-D.Storm RİCE, Alanya (Alâiye), s.11-12. 
25 Nazmi SEVGEN, Anadolu Kaleleri I, Ankara (1960), s. 38. 
26 Özkan ERTUĞRUL-Enis KARAKAYA, “Alanya Kalesi ve Kilise”, Alsav Dergisi, 
I/4, (1997), s. 3-4. 
27 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 149; Seton LLOYD-D.Storm RİCE, 
Alanya (Alâiye), s.38-40. 
28 Seton LLOYD-D.Storm RİCE, Alanya (Alâiye),s. 11. 
29 Nazmi SEVGEN, Anadolu Kaleleri, s.37. 
30 Tevfik H. HAMDİOĞLU, “Alâiye Selçuklu Kalesi”, s. 31. 
31 Tuncer BAYKARA, “Bir Türk Kültür Gerçeği: Kızkulesi”, Türk Kültürü 
Araştırmaları, İzmir (1997), s. 78-83; Fahri YİĞİT, “Kız Kulesi mi Kızıl Kule 
mi?”, Alsav Dergisi, I/2, (1996), s.16-17. 
32 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 164
33 Tuncer BAYKARA, “Alâiye Tersanesi”, Alanya Tarih ve Kültür Seminerleri, 
Alanya (1996), s.183-185. 
34 Seton LLOYD-D.Storm RİCE, Alanya (Alâiye), s. 19-22. 
35 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 164. 
36 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, s. 297-298. 
37 Seton LLOYD-D.Storm RİCE, Alanya (Alâiye),s. 21-24. 
38 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 154-155. 
39 Uğur TANYELİ, Anadolu Türk Kentinde Fiziksel Yapının Evrim Süreci, 
İstanbul (1987, s.153. 
40 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 193-194. 
41 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, s. 297.
42 Seton LLOYD-D.Storm RİCE, Alanya (Alâiye),s. 31-32. 
43 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, s. 298. 
44 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 159. 
45 Sabih ERKEN, Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ankara (1983), 
s.597-600. 
46 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, s. 298 
47 Tapu Defteri 166, 282.
48 Tapu Defteri 172, v.130a
49 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 180-183; Sabih ERKEN, Türkiye’de 
Vakıf Abideler, s.601-602. 
50 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, s. 298. 
51 Sabih ERKEN, Türkiye’de Vakıf Abideler, s.605-607. 
52 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 196-198; Seton LLOYD-D.Storm RİCE, 
Alanya (Alâiye),s. 36-39. 
53 Evliya Çelebi, Seyahatnâme IX, s. 298. 
54 Özkan ERTUĞRUL-Enis KARAKAYA, “Alanya Kalesi ve Kilise”, s.3-4. 
55 İ. Hakkı KONYALI, Alanya (Alâiye), s. 204-205. 

BİBLİYOGRAFYA 
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maliyeden Müdevver Defter 
16029. 
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defteri/Timar İcmâl Defteri 
107. 
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defteri/Muhasebe-i Vilâyet-i 
Anadolu Defteri 166. 
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi, Tapu Defteri/Mufassal 
Tahrir Defteri 172. 
Atsız. (1992), Aşık Paşaoğlu Tarihi, İstanbul. 
BAYKARA, Tuncer. (1982), “Alâiye’de Bazı Yeni Kitâbeler”, 
Tarih Enstitüsü Dergisi, XII. 
BAYKARA, Tuncer. (1988), Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına 
Giriş, Ankara. 
BAYKARA, Tuncer. (1990), Anadolu’nun Selçuklular 
Devrindeki Sosyal ve İktisadi Tarihi Üzerinde 
Araştırmalar, İzmir. 
BAYKARA, Tuncer. (1996), “Alâiye Tersanesi”, Alanya Tarih 
ve Kültür Seminerleri, Alanya. 
BAYKARA, Tuncer. (1997), “Bir Türk Kültür Gerçeği: 
Kızkulesi”, Türk Kültürü Araştırmaları, İzmir. 
CAHEN, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, 
çev. Yıldız Moran, İstanbul 1979. 
ERCENK, Giray. (1992), “Pamphylia Bölgesi ve Çevresi Eski 
Yol Sistemi”, Belleten, LVI/216. 
ERKEN, Sabih. (1983), Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski 
Eserler, Ankara. 
ERTEN, S.Fikri. (1997), Antalya Livası Tarihi, Antalya. 
Evliya Çelebi. (1314), Seyahatnâme IX, İstanbul. 
ERTUĞRUL, Özkan-Enis Karakaya. (1997), “Alanya Kalesi ve 
Kilise”, Alsav Dergisi, I/4. 
HAMDİOĞLU, Tevfik H. (1986), “Alâiye Selçuklu Kalesi”, 
Antalya 1. Selçuklu Eserleri Semineri (22-23 Mayıs 
1986), Antalya. 
Halil Edhem. (1330), “Anadolu’da İslâmî Kitâbeler”, Tarih-i 
Osmanî Encümeni Mecmuası, 27. 
Kâtip Çelebi. (1145), Cihannümâ, İstanbul. 
KONYALI, İ. Hakkı. (1946), Alanya (Alâiye), haz. M.Ali 
Kemaloğlu, İstanbul. 
LLOYD, Seton-RİCE, D.Storm. (1989), Alanya (Alâiye), çev. 
Nermin Sinemoğlu, 2. Baskı, Ankara. 
Piri Reis. (1973), Kitab-ı Bahriyye II, haz. Yavuz Senemoğlu, 
Ankara. 
RİEFSTAHL, R.M. (1931), Turkish Architecture in 
Southwestern Anatolia, Cambridge. 
SEVGEN, Nazmi. (1960), Anadolu Kaleleri I, Ankara. 
TANYELİ, Uğur.(1987), Anadolu Türk Kentinde Fiziksel 
Yapının Evrim Süreci, İstanbul. 
TEKİNDAĞ, Şehabeddin. (1963), “Son Osmanlı-Karaman 
Münasebetleri Hakkında Araştırmalar”, Tarih Dergisi, 
XVII-XVIII. 
TEKİNDAĞ, Şehabeddin. (1988), “Karamanlılar”, İslâm 
Ansiklopedisi, VI. 
TİGREL, Gülay. (1975), “Alanya Yöresinde Antik Bir Liman”, 
Belleten, XXIX/156. 
TURAN, Osman. (1984), Selçuklular Zamanında Türkiye 
Tarihi, 2. Baskı, İstanbul. 
UYSAL, A.Osman. (1996), “Alanya Kalesi’nin Yayınlanmamış
Kitâbesi”, Alsav Dergisi, I/1. 
UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı. (1984), Anadolu Beylikleri ve 
Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, 3. Baskı, 
Ankara. 
YİĞİT, Fahri. (1996), “Kız Kulesi mi Kızıl Kule mi?”, Alsav 
Dergisi, I/2.
ZACHARİADOU, Elizabeth A. (1983), Trade and Crusade, 
Venetian Crete and the Emirates of Menteshe and 
Aydın, Venedik. 

Hiç yorum yok: