22 Ocak 2013 Salı

CEMİL MERİÇ’LE HÜSAMEDDİN ASLAN’IN BİR RÖPORTAJI


Hüsameddin Aslan kendisine hayatın anlamını sorar. Cemil Meriç şöyle cevaplandırır.
“Hugo’nun bir sözünü not etmiştim:
“Hayat, mezarların çözdüğü dolaşık bir yumaktır” diyordu. Buna mukabil şöyle söyler. Neyzen Tevfik:
“Çözemez kimse bu dünya denilen kördüğümü.
Yaratan bilir ancak onun içyüzünü.
Bir delikten çıkarak, bir deliğe girmekteyiz,
Önü zulmet, sonu zulmet… misim gündüzünü!”
Bu sözlerin hiçbiri mutlak ele alınmamalı elbette. Hayyam
“Efsane söylediler ve uykuya daldılar” diyor.
Hepimizin söylediği bir efsane var. Hepimiz bir efsane söyleyip uykuya dalıyoruz. Bu suale, sualle cevap vermek. Bu suale cevap verilmez. Zor sualler bunlar. Münker-Nekir sualleri gibi.
Bir şiirde mutlak hakikat aramak yanlış. Şair sözü, ilham var. Belli anlarda doğar şairin içine bunlar, bazen bir şimşek pırıltısı gelir, aydınlatır insanı. İnsan aydınlandığını zanneder. Şimşek pırıltısı geçtiğinde, daha koyu bir karanlığın içinde kalır insan.
Ölüm ister istemez karşılaşacağımız bir sual işareti. Ziya Paşa’nın dediği gibi,
“Halledemediler bu lügazın sırrını kimse
Bin kafile geçti ulemadan, füzelâdan”.
Hüsamidden Aslan sorar:
“Ölümden korkar mısınız?”
Cemil Meriç:
“Aksini söyleyemem” der.
“Somutlaştırarak anlatmam mümkün değil. Mahiyeti meçhul bir korku. Aslında bu sorular, benim bütün hayatım boyunca kendime sorduğum sorular. Hiçbir zaman cevap veremedim. Kimse verememiş. Ben daima intihar düşüncesi içinde yaşadım. İntihar beni daüssıla (vatan hasreti) gibi takip etmiştir. Şimdiyse, intihar bile edemeyecek haldeyim. Hayyam’ın dediği gibi bir masal anlattık çağdaşlarımıza ve geçip gideceğiz. Noktalayacağız bir gün.
Tanrı sorusuna cevap veremem. İnanıyorum da, inanmıyorum da. Bunlar matematik birer realite değil ki. Zaman zaman inandım. Ama ne kadar inanıyorum, bilemiyorum. Eğer Tanrı olmazsa, hayat bir curcuna oluyor, intihar tam bir hâl çaresi oluyor o zaman. Camus’nün yaptığı da bu.
Ya inanacaksın, ya intihar edeceksin. Üçüncü bir hâl çaresi yok. Bunlar kaypak kavramlar. Kim ne kadar inanır, bilinmez.. İnanıp inanmadığımı bilemiyorum.
Müslümanım, Müslüman bir çevrede doğdum. Ancak ne kadar inanıp inanmadığımın cevabını mahşer günü bilebileceğim.”[1]
Bu sorusunun cevabına Cemil Meriç’in son demi imanına şahit olarak bize yeter.
“Mayıs ayının sonunda Göztepe’deki inşaat bitmiş, Meriç’ler geldikleri gibi sihirli bir değnek dokunmuşçasına kolay, eski ama yeni yuvalarına dönmüşlerdir. Bir iskemleye oturtularak, asansörle ikinci kata taşınan Cemil Meriç, kendi evine döndüğünün belki de artık pek farkında değildir. Son günleri yaklaşmakta, Cemil Meriç kimsenin anlamadığı bazı sözler söylemektedir. Koridorda yankılanan bu sözcükler arasında, açık seçik anlaşılan kelimeler
“ALLAH, ALLAH, ALLAH” ve “MUHAMMED SEVGİLİM”dir. (sallallâhü aleyhi ve sellem)
Cemil Meriç, Türk dilinin, bu uslüpkârı, başka bir dünyanın dilini konuşmaktadır, sanki. Dr. Necla Erk, kendisini ziyaret etmiş, yeni bir tertip ilaç vermiş, ayrıca Doçent Dr. Oğuz Arkonaç nörolojik bir tedavi uygulamaya girişmiştir. Ama ne çare? Artık yemek yemeği de reddeden Cemil Meriç, sadece su içmektedir. Ölümünden bir gece evvel, iştahı biraz açılır, kirazla başlayan yemeğe taze fasulyeyle devam eder. Ümit’le Lamia Hanım neşe içindedirler. Arka balkonda doğan mehtap bu sevinçle, onların ruhunu aydınlatmıştır. Ama bunlar Cemil Meric’in dünyadaki son rızıklarıdır. Ertesi gün 12 haziran öğleden sonra, nefesi daralır Cemil Meriç’in, bir hırıltıdır sarar odayı. Artık kolları serumu kabul etmez olmuş, damarlardaki deliklerden iğneyi sokacak yer kalmamıştır. Ümit Meriç babasının başucundadır. Ve yapayalnızdır. Hastalık yıllarında Cemil Meric’e hizmet eden plajın bekçisi Durdu Şirin bu yapayalnızlığı hissetmiş gibi telefon eder:
“Ümit abla.. Bir kahve içmeye gelelim mi?” der. On dakika sonra evdedirler. Cemil Meriç’in durumu giderek ağırlaşmakta, artık hafif bir inlemeden başka hiçbir hayat alâmeti göstermemektedir. Doğumunun üzerinden tam 70 yıl, 6 ay ve birkaç saat geçmiştir. 7. ayın ilk dakikalarında Reyhanlı’nın çamurlu sokaklarından geçilerek varılan bir evin odasında dünyaya gelmiş olan Cemil Meriç, giderek araları ayrılan nefeslerle İstanbul Göztepe’deki evinde bu dünyaya veda etmektedir. Ümit, her nefesi endişeyle izler. Babasının ilaçlarını vermek lazımdır. Onunla konuşur, yaptığı herşeyi anlatır ama babasından hiçbir tepki gelmez. Endişeyle babasının yanından ayrılır koridoru geçer. Salona gider, misafirleriyle birkaç dakika ilgilenir, tekrar telaşla arka odaya koşar. Evet bir nefesi daha vermektedir Cemil Meriç. Ve uzun bir aradan sonra o nefesi de çıkarmaktadır ciğerlerinden. Ama o da ne? Bu verilen nefesin arkasından yeni bir nefes almamıştır, Cemil Meriç. Ve 12 Haziranı 13 Hazirana bağlayan gece, saat yarıma beş kala, otuz iki yıldır kör olan gözlerini, yeni bir dünyaya açmak üzere bu dünyaya kapatmıştır. Yalnız viyolonselinden değil, kaleminden de nağmeler kanatlanan Fırat Kızıltug,
“Bir kökü doğu’da, biri batı’da
Kader öyle çizmiş, O, tam ortada!
Şimdi ‘Bir Dünya’nın eşiğinde’dir,
Bütün ilimlerin beşiğindedir.
Kul Ozan, mısrana sığar mı Meriç?
Kemal-i Cemildir, ya heptir, ya hiç!..”
diyerek, üstadın Fatihasını vermiştir.[2]

[1] MERİÇ Ümit Babam Cemil Meriç [Kitap]. - İstanbul : İletişim, 2008, s. 141-142
[2] MERİÇ Ümit Babam Cemil Meriç [Kitap]. - İstanbul : İletişim, 2008, s. 143-145

Hiç yorum yok: