8 Ocak 2013 Salı

Işın Çelebi: Devlet resmen duvara toslamış! -CEMAL A. KALYONCU


Işın Çelebi: Devlet resmen duvara toslamış!

15 yıl milletvekilliği, iki kez bakanlık yapan Işın Çelebi, 1990’lı yılları ‘karanlık dönem’ olarak nitelendiriyor. Çelebi, “1900 faili meçhul cinayetle neyi çözdük Türkiye’de?” diye soruyor.
Türkiye’de o yıllara ait hiçbir şey şaşırtmıyor kimseleri sanki: “Bütün şehir yanmıştı. Her taraf simsiyah… mazot akıyor. O manzarayı tarif etmek istemiyorum. Çok zor. Filmlerde bile göremezsiniz.”
Eski milletvekili Işın Çelebi, Türkiye’nin Dönüşüm Yılları-Yeniden Öğrenme Zamanı adıyla bizzat şahit olduğu hadiseler üzerinden yola çıkarak anılarını da kattığı bir kitap kaleme aldı. İki dönem ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı da yapan Çelebi, Türkiye’nin değişim ve dönüşüm yıllarına dair sosyal ve ekonomik daha pek çok önemli olayı da paylaşıyor okurlarıyla. Biz biraz ‘derin’ mevzular etrafında dolaşalım dedik!

1993 yılında Diyarbakır Lice’de terörist saldırılarının yaygınlaşması üzerine Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın kurşunlara hedef olur. Bölgede askerî harekât başlatılır. Sokağa çıkmak yasaklanır, dağlık alanlar bombalanır. Köyler yakılır… Bunun üzerine Lice’de büyük tepki oluşur. Başbakan Tansu Çiller ve Başbakan Yardımcısı Deniz Baykal Diyarbakır’a gider ama Lice’ye giremez.
Çelebi’nin ‘karalık dönem’ diye niteleyip yukarıda bahsettiği, 1993’te vuku bulan Lice olaylarından arta kalan manzaradır… OHAL Valisi Ünal Erkan hayatlarını garanti edemeyeceğini söylese de Işın Çelebi ve beraberindeki iki kişi ilçeye girer ve o manzara ile karşılaşır: “Bütün şehir yanmıştı. İnsanları alıp götürdük, hastanelere yatırdık. Orada yüreğiniz kanıyor, yani çok üzülüyorsunuz. Ben oradan geldim Meclis’te konuşma yaptım. Ondan sonra zaten köyleri yakma işi durdu Türkiye’de. Orada çok önemli başka bir şey var. Biz ara seçim kararını da iptal ettirdik.”
-1994’te.
Müthiş bir karar. Yani DYP, SHP, ANAP kanun çıkarıyorlar. Son 6 ay içinde seçim olacak o bölgeye, ile, ilçeye göç eden devlet memurlarına oy hakkı veriyor ama göç eden vatandaş 6 ay içinde köyden geldiyse ona oy hakkı vermiyor. Bu eşitlik ilkesine aykırıydı. 66 milletvekili inisiyatif olarak imza topladık. Refah Partisi de bizimle beraber hareket etti.
-Bizzat gidip gördünüz, Türkiye’nin Lice’deki gibi bir dönemi daha oldu mu?
Ben Lice olayı kadar ilginç bir olay hatırlamıyorum. O yıllarda bütün Türkiye’de bir sertlik vardı. Şiddet şiddeti de getiriyor. Yani o sertlik, o şiddet kendi şiddetini doğuruyor. Ben her türlü şiddet ve teröre karşı bir adamım. Biz ODTÜ’de sosyal demokrasi derneklerini kurduk, ülkü ocakları vardı zaten. İlhan Kesici onun başkanı idi. Bir de Fikir Kulüpleri Federasyonu vardı. Sonradan Dev-Genç’e dönüştü. ODTÜ’de öğrenci birliği seçimleri olurdu. Çok demokratik bir ortam vardı. O gün de bugün de aynı şeyi söylüyorum. Sorunların demokrasi içinde, tartışarak çözülmesi gerektiğine inanan biriyim. Uzlaşma ve hoşgörü benim için çok temel bir mesele. Ne zaman gençlik silahlı eylemlere yöneldi, o zaman zaten iş çığırından çıktı. Türkiye’nin genelinde ülkü ocakları ile Dev-Genç’in silahlı çatışması 12 Mart’a gidişin çok önemli ayakları idi. ODTÜ’de o dönemdeki çatışmalar zaten ODTÜ’nün öğrencilerinden çok dışarıdan gelen insanların oluşturduğu çabalardı. Ve o dönemde biz gençler olarak silahsızlanma kampanyası yaptığımızı hatırlıyorum. Biliyorum bugüne getirmek istiyorsunuz da…
-ODTÜ’de 69-70’ler çok önemli ve siz o yıllara dair çok detaya girmemişsiniz kitapta.
Bilerek girmedim. Ben kitapta birebir yaşadığım olayları anlatmaya çalıştım. Duyduklarımı anlatmak istemedim. O dönemi yaşayan şahitleri ve kaynakları ile de yazmaya çalıştım ki bugünkü ve gelecekteki projelere ve karar alıcılara baz teşkil etsin.
Yani insanlar birbirlerini dinleyebildiği ve birbirleriyle konuşabildiği ortamlarda çözüm üretebilirler. Ne zaman çatışma ve şiddet başlıyorsa orada zaten fikrî anlamda yeni projeler, düşünceler üretmek mümkün olmaktan çıkıyor. 12 Mart öncesi ODTÜ’de yaşadım ben bunu birebir.
Bugün için de aynı şey. Kürt meselesini de parlamentoda, demokrasi içinde çözmeliyiz. Şiddet çözmüyor. İşte 1993’te Turgut Özal’ın vefatından sonra karanlık dönem şiddeti içeriyor. Faili meçhul 1900 tane cinayet var. Neyi çözdük Türkiye’de? Hiçbir şeyi.

-Sizin düşündüğünüz gibi karşınızdakiler de hoşgörü diye düşünseydi zaten bütün bu olaylar olmazdı…
Burada yüzde yüz katılıyorum size. Ama azınlık da kalsak bütün karanlıklar içinde doğruyu savunmaya devam etmemiz gerekiyor. ODTÜ’de o zaman savunduğumuz en önemli şey ‘sen yanmazsan ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa’ diye meşhur bir söz var; Jean Palach’a aittir o  söz. Karanlıkta insanların gölgeleri uzuyor ama aydınlığa geçtiğin zaman onların ne kadar cüce olduğunu görüyorsunuz.
-31 Mart 1989-23 Haziran 1991 arasında ekonomiden sorumlu bakanlık yaptınız. O dönem ve sonrasında nasıl bir değişim, kıpırdama gördünüz, Özal’ın da en yakınında birisi olarak?
Bir kıpırdama görmedim. Ama biz Kürt meselesi dâhil birçok problemi çözen, çözmeye çalışan ve ekonomik anlamda açık ekonomi mantığını getiren çok devrimci nitelikte kararlar alan, konvertibilite dâhil, kimsenin yapılabilir demediği birçok şeyi yapan bir çalışmanın içindeydik. Yeni bir düzen getiriyorduk.
-Sisteme çomak sokarken sizi rahatsız eden kimseler olmadı mı?
E oldu işte. Otomotiv kararnamesini örnek olarak anlatıyorum. Türkiye, Murat 124,  131 ve Renault 12 üretiyor, başka araba yok. Tam Doğu Bloku ülkesi gibi. 10’a üretiyor, 100’e satıyor insanlar. Biz onu değiştirelim dedik, başımıza gelmedik kalmadı.
-Kim çıktı karşınıza?
Murat 124-131’i üretenler ile Renault 12’yi üretenler. Ve o kararnameyi çıkarmak için rahmetli Özal, cumhurbaşkanı idi, geldi bakanlar kuruluna başkanlık etti, kararnameyi imzalattık. Bakanlar kurulunda kararname kayboldu. Kitapta anlatıyorum onu. Ve bakanlar kurulundan bir arkadaşın çantasında bulduk kararnameyi, imzaladık ve yayımladık. Türkiye’de şimdi her istediğiniz marka otomobili buluyorsunuz. Vesayetin ve oligarşinin belirlediği baskıları aşmak… Üretimi durdurmaya kalktılar, bir yığın problem çıkardılar.
-Tehditler aldınız mı?
Tabii canım, kitapta var.
-1988’de Özal’a suikast oluyor. Çok yakın olduğunuz için soralım. Ne biliyorsunuz onunla ilgili?
Hiçbir şey bilmiyorum ama niye Özal suikastının aydınlatılmadığı hâlâ benim kafamda soru işareti. Niye Bülent Ecevit’e 1977’de Çiğli’de yapılan suikast netleşmedi? Ne oldu? Niye bunların failleri bulunmadı? Bu soruları kendi kendime soruyorum ben.
-Ne zamandan beri soruyorsunuz?
1990’dan beri soruyorum. Niye Abdi İpekçi vurulduktan sonra Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok öldü? Bunların katilleri bulunmuyor? Bunlar Türkiye’nin çözmesi gereken temel sorunlar. Bugün bile çözmeli bence.
-‘Bir tuğla çekilirse’ meselesi gibi bir şey mi bu?
Yani onu bilmiyorum.
-Kendinize sorduğunuzda ne cevap veriyorsunuz?
Hayır, benim verdiğim bir cevap olsa bunu net biçimde söyleyeceğim. Ben sadece sezgilerimi söylüyorum. Bilmiyorum cevabını. Cevabını bilsem, bu soruları kendi kendime de sormayacağım. 1900 faili meçhul cinayet olmuş, İnsan Hakları İzleme Örgütü raporlarına göre, 1993’ten 2011’e kadar.
-Şunun için ısrarla soruyorum, iki dönem bakanlık yapmış birisi olarak, bir yorumunuz vardır diye düşünüyorum…
Ama sen bunun cevabını biliyorsun ya. Yani ne anlatayım? Olayları anlatıyorum. Bugüne kadar herkes birçok şey konuştu ben ağzımı açıp bir kelime söylemedim. Onun için bazı şeyleri söyleyeceğim kadar söyledim zaten. Yani açık net anlatıyorum işte, daha farklı bir şey anlatmama gerek yok ki. Kitaba Dönüşüm Yılları dememizin nedeni, zincirin halkalarını yan yana koyduğumuz zaman örtüşüyor ve üst üste çakışıyor.
Bakın 141, 142, 163’ü kaldırmak için çok uğraştık, rahmetli Özal’la. Bir sene uğraştık. Kaldırdık. Zannettik ki demokrasi yolunda adım atacağız. 301 geldi! Yani demokrasisizlik problemini aşmak mümkün olmuyor. Çünkü Türkiye’de devlet, halkından korkuyor.
-Niye korkuyor?
Bu kitabı onun için yazdım.
-Korktuğunu söylüyorsunuz ama niye korkuyor mesela?
Niye Kürt problemi çözülmüyor? Niye Ağustos 1990’daki sınır ötesi harekât tezkeresi ile 1 Mart 2003 tezkeresi geçmedi? Terör artıyor bu bölgede. Bunun sebebini araştırmamız lazım. Ben bu soruları soruyorum kitapta. Türkiye 35-40 km’lik sınır ötesine güvenlik kuşağı oluşturamadı, bir biçimde oluşturmadı. Özal bunu yapmak istiyordu ve çok doğru idi. Ağustos 90’da Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa etti.
Bugün terörün Türkiye’de artmasının ve bu kadar kökleşmesinin birkaç sebebi varsa temel iki tanesi bu iki tezkerenin reddedilmesidir. Bütün PKK kampları, Kandil dâhil o bölgede kurulu bugün. Ve terör artıyor. Terör arttığı sürece de Kürt meselesini çözemiyorsunuz. Susurluk olayı… Kutlu Savaş’la konuştuk. Ömer Lütfü Topal cinayeti aydınlatılamamış. Hakkâri-Van yöresinden gelen uyuşturucu trafiğinin nasıl bütün o güvenlik bölgelerini geçip İstanbul’a kadar ulaştığı tespit edilememiş.
-Avni Özgürel, Türkiye’de jandarma nezaretinde uyuşturucu taşındığını söylüyor!
Yani onları bilemem ama bunlar niye çözülmüyor? Yani devlet resmen orada duvara vurmuş. Ve ondan sonra bir başka ülkede bir darbe girişimi yapılmış o zaman. Bunlar niye oluyor? Kim bunları şey…
-İpin ucunu yakalayamadık mı?
Hayır, ben ipin ucunu yakaladım. Kitapta ipin ucu var. İpin büyük kısmı da var. Kitap bütün bu sorulara cevap arayan ve cevabını da veren bir çalışma. Yani Türkiye’nin dönüşüm yılları diye ismini koymamızın en önemli sebebi de o. Bunlar hep dönüm noktaları olduğu için.
-Bu saydığınız bütün şeylerin, duvara toslamamızın filan derin devletteki ismi başka…
Bunda haklı olabilirsiniz, buna ben de katılıyorum. Kitaba ne gerekiyorsa yazdım. Önemli olan bunları demokrasi içinde çözmek.
-Özal’ın Kürt meselesi dâhil, meseleleri çözecek yeni bir parti programını da anlatıyorsunuz zaten.
O da Türkiye’de ilk defa açıklanan bir olay.
-1990’lı yılların siyaset dışındaki en önemli figürü kimdi size göre, yani askerle durum nasıldı?
Bizim onlarla ilişkilerimiz iyi değildi, zayıftı. Yani işte Necip Torumtay’ın istifa etmesi ondan. Özal’dan sonra zaten ANAP devlet partisi hâline gelmeye başlayınca yavaş yavaş sıkıntı büyüdü. Mesut (Yılmaz) Bey’in yönetim tarzının doğru olmadığını düşünüyorum.
-28 Şubat döneminden sonra kurulan hükümette bakanlığa getirilmeniz sürpriz oldu mu?
Evet, çünkü ben genel başkan adayı olmuştum Mesut Bey’in karşısında. Öyle bir şey beklemiyordum. Memnun oldum. Ama keşke Erbakan istifa etmeseydi de o hükümet devam etseydi.
-Mümkün müydü?
Bilemem.
-Ergenekon sürecine nasıl bakıyorsunuz?
Yani bir derin devletin olduğu gözüküyor orada. İşte Susurluk olayına bakarsanız onun arkasında görüyorsunuz zaten Ergenekon’u falan. Yani ben farklı bir şey bilmiyorum. Ama Susurluk olayı zaten o noktaya götürüyor insanı.
-‘Kendilerini ayrıcalıklı gören ve topluma tepeden bakan bir kesim halkın sorunlarını çözmek için çalışan insanları içine sindiremiyor. Ayrıcalıklarının devamı için bir tehdit olarak görüyor’ diyorsunuz kitapta. Galatasaray’da yaşadıklarınızı mı kastediyorsunuz burada?
Geneli de kastediyorum, Galatasaray’ı da. Galatasaray örneğinde yaşadığımı Türkiye geneline taşıyorum. Çünkü Özal’ın döneminde yaşadıklarımız bize bunu her gün öğretti. Koskotas dosyaları, yani orada yüce divana giden arkadaşlarımızın, Safa Giray’ın falan çok acı çektiğini biliyorum. Orada Özal’dan  intikam almak isteyen, onu ötekileştiren ve hor görmeye çalışan bir mantık vardı.
-Galatasaray’da İnan Kıraç’ın ihraç edilmesi gerekir diye bir sözünüz oldu mu?
Yok, öyle söylemedim de İnan Kıraç’ın bu anlamda ötekileştirme mantığından hareket ettiğini yazdım zaten. Galatasaray’a stat yapımından tutun da pek çok konuda çok büyük katkım oldu. Herhâlde 107 yıllık tarihinde Galatasaray’a hizmet eden en önemli 10 insanı say deseniz benim de ismim geçer diye düşünüyorum. Ama bir ötekileştirme mantığını ben fiilen yaşadım Galatasaray’da. Ama toplum, Galatasaray’da 20 milyon insan bize sahip çıktı. Toplum da bugün Özal’ı kafasında ve yüreğinde 20 yıl sonra bile hâlâ yaşatıyor. Bu ülkede insanlar Özal’ın öldürüldüğüne inanıyor. Kendi eceli ile öldü veya ölmedi ama Türk halkına sorun yüzde 80’i Özal’ın öldürüldüğünü düşünüyor.


Işın Çelebi Kimdir?

1950’de Karaman’da doğdu. 1967-73 yılları arasında ODTÜ’de okudu. İktisat alanında doktor unvanı aldı. Ecevit’le beraber CHP seçim bürosunda görev aldı. 1978-82 arasında DPT’de, 82-87 yılları arasında da Metaş ve Meptaş’ta çalıştı. Özal’ın daveti ile 1987’de milletvekili, 89-91 arasında devlet bakanı oldu. 2002’ye kadar milletvekili seçilen Çelebi, 1997-99 arasında da yeniden ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı yaptı. 2002’de aktif siyaseti bıraktı. Stratejik Danışmanlık şirketini kurdu. 2006-2011 yılları arasında Galatasaray’da yöneticilik yaptı. Kulübe stat projesinden tutun da pek çok konuda hizmetleri oldu. Sabancı Holding’de bağımsız yönetim kurulu üyeliği de yapan Çelebi, kendisini ‘Mevlânâ ailesinin bir üyesi’ olarak tanımlayıp kaçıncı kuşaktan torunu olduğunu söylemiyor. Devletin elindeki Mevlevihanelerin bugün amacı dışında kullanıldığının da altını çiziyor.

Hiç yorum yok: