2 Aralık 2012 Pazar

Sultan II. Mahmud dönemi icraatları-Mısır gailesi ve Nizip Bozgunu -Sultan Mahmud'un hayır eserleri -M.Latif Salihoğlu


Sultan II. Mahmud dönemi icraatları (1)

Selefi Sultan IV. Mustafa'nın Alemdar tarafından halledilmesiyle Osmanlı Hanedanının tek erkek varisi ve veliahdi olarak 23 yaşında tahta geçen (Temmuz 1808) Sultan II. Mahmud, otuz yılı aşan müddetle devletin başında kaldı.


Bu uzun zaman zarfında, haliyle pek büyük hadiseler vukua geldi. İçerde ve dışarda pek şiddetli sosyal sancılarla siyasî çalkantılar yaşandı. Küçüklü büyüklü savaşlarla karşı karşıya gelindi. Yıpratıcı isyanlar ve sarsıcı başkaldırılarla uğraşıldı.

Bir yandan da adlî, örfî, askerî, siyasî, medenî, maarif, imar ve bayındırlık sahasında birtakım yenilikler yapılarak, eksimiş ve hantallaşmış devlet çarkına yeni bir işlerlik kazandırılmaya çalışıldı.

İster elde edilen başarılı hizmetler olsun, isterse başarısızlıkla neticelenen gelişmeler olsun, o dönemde yaşanan herşeyi padişahın şahsına mal etmek doğru değil.

Öncelikle, beş asrı geri bırakmış koca bir devletin her sahada başarı sağlamasını beklemek, rasyonellikle bağdaşmaz. Aynı şekilde, elde edilen her başarılı hizmeti bir tek şahsa mal etmek de doğru olmaz. Zira, hemen her dönemde vizyonu geniş, üstün meziyetlere sahip, kabiliyetli, nitelikli paşalar ile devlet adamları çıkmış ve bunlar bütün hayatını devlet–millet hizmeti yolunda fedâ etmişlerdir. Bu hususu görmezden gelerek yapılacak değerlendirmeler hakperestçe olmaz.

Genel tabloya bu çerçeveden bakarak, Sultan II. Mahmud zamanında (1808–39) yaşanan gelişmeleri farklı başlık ve ayrı bölümler halinde sunmaya çalışalım.

Osmanlı'da bir ilk: Sened–i İttifak

Osmanlı Devletinde merkezî otorite ile taşra yönetimi arasında yapılan anlaşma sonucu imzalanan (29 Eylül 1808) "Sened–i İttifak"ı, bir cihetiyle Türkiye'de toplumsal anayasa ve katılımcı demokrasi sahasında atılmış ilk önemli adımlardan biri olarak değerlendirmek mümkün.

Zira, merkezî otorite daha önceden böyle bir yola girmiş, ya da kabullenmiş değil. Herşey merkezden tasarlanıyor, plânlanıyor ve emir/fermân ile tatbik sahasına konuluyordu.

Esasında, daha evvel, yani katledilen Sultan III. Selim devrinde de taşranın yönetime katkısı düşünceleri doğmuş ve fakat bu düşüncenin yeşermesine bile fırsat verilmeden boğdurulmuştu.
Ne var ki, 1808 yılı ortalarına gelindiğinde, artık yeni bir hâlin kaçınılmaz olduğu kanaatine varılarak, hazırlık çalışmalarına başlandı.

Bu çalışmalarda lokomotif vazifesini gören kişi, genç padişahın ilk Sadrâzamı olan Alemdar Mustafa Paşaydı.

Devletin merkez ile taşra teşkilâtları arasındaki münasebetlerin hiç de sıhhatli olmadığını ve böyle devam ederse, daha fecî hadiselerin yaşanacağını Sadrâzamlık makamında daha iyi fark eden Alemdar Mustafa Paşa, Padişah ve diğer devlet erkânıyla birlikte karar kıldılar.

Bu çerçevede hazırlanan Sened–i İttifak ile, devletin iki cenahı olan merkez ile taşra teşkilâtlarının birbirini hem murakabe etmesine, hem de yardımlaşmaya dayalı âdil bir sistemin kurulması hedeflendi.

 Masada iki taraf var

Bu konuyla ilgili bütün kaynaklar, anlaşma masasında iki tarafın olduğunu gösteriyor.

Taraflardan biri, Osmanlı hükûmetini temsil eden Sadrâzam ve sâir devlet erkânından teşkil olunan heyettir. Masanın diğer tarafında ise, taşranın uzak–yakın muhtelif merkezlerinden–askerleriyle birlikte–İstanbul'a gelmiş olan Âyân'dan kimselerdir.

Âyân, o devirde taşradaki büyük yerleşim merkezlerinde devlet nâmına idarî vazifeler de üstlenmiş olan tanınmış, hatta hanedandan sayılan itibarlı kimselere verilen ünvandır.

Misâl olarak–Sened–i İttifak'a da imzâ koyanlardan–şu isimleri zikretmek mümkün: Mağnisa Âyânı Karaosmanoğlu Hacı Ömer Ağa, Karaman Valisi Kadı–Abdurrahman Paşa, Bozok (Yozgat) Âyânı Çapanoğlu Süleyman, Serez (Orta Makedonya) Âyânı İsmail Bey, Bolu Voyvodası Hacı Ahmedoğlu Seyyid İbrahim Ağa, Bilecik Âyânı Kalyoncu Mustafa Ağa...

* * *
Hükûmet erkânı ile taşradan gelen Âyân arasındaki toplantı, Kâğıthane'deki Çağlayan Köşkünde yapıldı. Toplantının ilk oturumunda, henüz yeni tahta geçmiş olan Sultan II. Mahmud da bulundu.

Katılımcılar, genç sultana olan hürmet ve tâzimlerini derbeyân ettikten sonra, gündeme alınan konuların müzakerelerine başlandı.

Toplantının 10 gün kadar sürdüğü anlaşılıyor. Tarihçi İsmail Hami, Arapyan Efendiden yaptığı iktibasa göre, 7 ana başlık halinde yazıya dökülen Sened–i İttifak kararının nihaî bildirisinde şu ifadelere yer verilmiş: "Bir meclis–i meşveret ihdas edilerek alınan kararlar mûcibince, Sadâret ile Âyân arasında bir Sened–i İttifak akdolunmuştur."

Taraflarca imzalanan bu anlaşma, belki de ilk kez olmak üzere devletle vatandaş (tebaa) arasında kabul edilen bir "resmî sözleşme" hüviyetini taşımaktadır.

Bizim muhtelif kaynaklardan derlediğimiz bilgilere göre, çok uzun ve detaylı metinler halinde kaleme alınan Sened–i İttifakın ana hatlarını özetler halinde şöylece sıralamak mümkün.

Bir: Padişah "devlet–i ebed müddet"in kutbudur. Hepimiz ona bağlıyız. Bizim birlik ve beraberliğimizin devamı, padişaha ve saltanata bağlı olmaklığımızla mümkündür. Dolayısıyla, sultana veya saltanata karşı ocaklardan, aşairden veya hanedandan her kim ki ayaklanır veya ihanet ederse, hepimizi karşısında bulacaktır. Gerekli soruşturmadan (tahkikat) sonra, âsi ve hâin kimselerin üzerine müttefikan gidilecek ve hakkettiği cezaya çarptırılacaktır. 

İki: Mahallerden toplanan asker, hem mahallî idarenin hem de ihtiyaç zamanında merkezî idarenin emrinde olan "devlet askeri"dir. Dolayısıyla, devletin tanzim ettiği düzen içinde yetiştirilecekler. İster dahilden, isterse hariçten zuhur edecek bütün tehlikelere karşı, bu askerî birlikler yekvücut halinde ve hızla harekete geçerek, tehlikeyi bertaraf edeceklerdir.

Üç: Devlete ait vergiler, mahallî teşkilâtlar vasıtasıyla düzenli şekilde toplanacak ve merkezî bütçeye aktarılacak. Buna uymayanlar, yahut karşı gelenler tedip edilecek.

Dört: Sadâret (Başbakanlık), bir mânâda "Makam–ı Vekâlet–i Mutlaka"dır. Taşra teşkilâtları ona karşı gelmeyecek, onun yetkilerini kullanma cihetine gitmeyecek. Hatta, Padişahın kendisi dahi Sadrâzam'dan habersiz iş yapmayacak, her konuda onun bilgisi dahilinde hareket edecek. Buna mukabil, Sadrâzam (bu tarihte Alemdar Mustafa Paşa) da, adâletten sapmayacak, rüşvet almayacak, iftira etmeyecek, adam kayırmacılık yapmayacak ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirecek. Aksi takdirde, yine "bilittifak" o makamdan men'edilmesi cihetine gidilecek.

Beş: İnsan temel hak ve hürriyetini nazar–ı itibara alan bu ana maddede, özet olarak şu hususlara yer veriliyor: Herhangi bir kişiye, gerek devletten, gerek bütün hanedandan ve gerekse sâir âyândan herhangi bir kötülük yapılmayacak, kimsenin canına ve malına zarar verilmeyecek. Birinin diğerine zarar verdiği, yahut zulmettiği iddia olunduğunda, mutlaka bir soruşturma yapılacak ve Sadaretin izni alındıktan sonra tedip için harekete geçilecek. Fakir fukaraya kimse zulmetmeyecek. Kesinlik kazanan suçlar olursa, bunlar asla cezasız kalmayacak. Devlet içinde de, kimse kimsenin işine karışmayacak, herkes yetki ve sorumlulukları çerçevesinde kalarak hareket edecek.


Sultan II. Mahmud dönemi icraatları (2)

Başarısız "Sekban–ı Cedit" denemesi

Yaklaşık on beş yıl müddetle askerî sahada uygulanan "Nizâm–ı Cedit" denemesi (1793–1807), Sultan III. Selim'in yanı sıra onlarca devlet adamı ile yüzlerce zâbit ve neferatın hayatına mal oldu.

1808 yılı sonbaharında (Eylül–Kasım) uygulanan "Sekbân–ı Cedit" denemesi ise, devrik padişah Sultan IV. Mustafa, Sadrâzam Alemdar Mustafa Paşa ve birçok devlet adamı ile birlikte binlerce Yeniçeri asrkerinin hayatına mal oldu.

Sultan III. Selim'in yenilik (teceddüt) politikalarını kendi iktidarı döneminde de ihya edip sürdürmek isteyen Sultan II. Mahmud, 29 Mayıs 1807'de kaldırılan "Nizâm–ı Cedit" mânâsında orduda yeni bir düzenleme yapmak istedi.

Sadrâzam Alemdar'ın da aynı fikirde olması, padişahı bu hususta daha da cesaretlendirmişti.
Nihayet, 1808 yılı Eylül'ünde aynen "Nizâm–ı Cedit"i ihya eder bir tarzda "Sekbân–ı Cedit" ordusu kuruldu.

Bu durum, teceddüt politikalarından hoşnut olmayanların o müzmin "İstemezuuuk!" şeklindeki isyankâr damarını yeniden depreştirdi.

Zeminin müsaid olduğunu gören dahilî ve haricî fesat şebekeleri de devreye girip (tıpkı, daha evvel yaptıkları gibi) Yeniçeri Ocağını bir kez daha ateşlemeye koyuldular.

Fitne ateşi, kısa sürede alevlendi. Yeniçeri Ocağını yeniden fokurdatmaya başladı.

14/15 Kasım gecesi ayaklanan Yeniçeri askerleri, Sadrâzam Alemdar Mustafa Paşayı bertaraf etmek için âni baskın yaptılar.

Etrafının çevrildiğini gören Alemdar,  Saray'dan ve Sekbân–ı Cedit'ten yardım geleceği ümidiyle teslim olmayarak çatışmaya devam etmek niyetindeydi.

Ne var ki, ümidi boşa çıktı. Saatlerce bekleyip direnmesine rağmen, hiçbir taraftan yardım gelmedi. Son çare olarak, yakınında bulunan barut fıçılarını ateşleyerek intihar yolunu seçti. Meydana gelen patlama, yıkım ve yangın sonucu, çevrede bulunan Yeniçeri neferatından da yüzlerce kişi ecel şerbetini içti.

Hayatta kalan Yeniçeri askerleri, Bâbıâli'den sonra Topkapı Saray'ına doğru harekete geçti. Maksatları, yenilik taraftarı olan devlet erkânını tepelemek ve Sultan Mahmud'u halledip IV. Mustafa'yı yeniden tahta geçirmekti.

Saray'daki muhafız kuvvetlerle isyancılara mukabele eden Sultan II. Mahmud, Sekbân–ı Cedid'i kaldırdığını söyleyerek, isyan ateşini dindirmeye  çalıştı.

Ne var ki, bununla yetinmeyen Yeniçeri Ağaları, daha da ileri giderek kendilerine muhalif gördükleri devlet adamlarını öldürmeye ve Sekban Ocağındaki askerlerle çatışmaya devam edeceklerini deklare ettiler.

Sultan II. Mahmud, bu tehlikeli durum karşısında ikinci bir adım daha atarak, Saray'da gözetim altında tutulan selefi IV. Mustafa'nın idam edilmesini emretti.

"Devletin selâmeti" gerekçesiyle alınan fetvâdan sonra, IV. Mustafa'nın vücudu ortadan kaldırıldı.
Böylelikle, isyan eden Yeniçerilerin nihaî plânı âkim bırakılmış oldu. Asiler, Sultan II. Mahmud'u kabullenmeye mecbur kaldılar. Zira, onun yerine geçirilebilecek hayatta bir başka Osmanoğlu yoktu.

Sultan Mahmud da, varılan mutabakat üzere, Yeniçeri Ocağının devamına razı oldu ve ona alternatif olacak bir başka askerî nizamı ihya etme politikasını da askıya alma cihetine gitti.

 "Sened–i İttifakı"ın diğer maddeleri

Merkezî hükümet ile Anadolu ve Rumelideki âyânlar arasında 29 Eylül 1808'de imzalanan yedi maddelik anlaşmanın ilk beşini bir önceki yazıda sıraladık; geri kalan diğer maddelerinde ise, özetle şu hükümler yer alıyor:

Altı: Devlet merkezi olan İstanbul'da herhangi bir ocakta veya bir meslek sınıfında fitne fesat çıkaranlar olursa, bu sınıf ve ocakların kapatılması ve sorumluların idamı için derhal harekete geçilecek, gerek hanedan ve gerekse memalik idareleri merkezî hükûmete destek vermekten çekinmeyecek.

Yedi: Bu madde, bir cihetiyle yukarıdaki altı maddenin hülâsası mahiyetindedir. Vergi ve asker toplanması, fakir ve fukaranın gözetilmesi, kànun ve adâletin dışına çıkılmaması gibi hususlar tekraren hatırlatılıyor, aykırı hal ve hareketlerin vaki olması halinde ise, bunların sür'atle ilgili devlet birimlerine haber verilmesi isteniyor.

ZEYL

"Sened–i İttifak"ın sonuna ayrıca bir "Zeyil" eklenmiş olup, kararların uygulanması safhasına dair özetle şunlar ifade ediliyor: 
Bundan böyle Sadâret (Başbakanlık) ve Meşihat (Diyanet, Şeyhülislâmlık) makamına gelenler, öncelikle Sened–i İttifak'a imza atarak vazifeye başlayacaklar. İmzaların takip ve kayıt işlemleri, Divân–ı Hümayun Kalemindeki görevliler tarafından yapılacak. İşleme konan dosyalar, hiçi geciktirilmeden Padişaha arz edilecek, Padişah da bu işlerin takibine her zaman için nezâret edebilecek.

NOTLAR

"Sened–i İttifak"'ın orijinal metnine baktığımızda, maddelerin şu isimlerle sıralandığını görmekteyiz: Şart–ı evvel, şart–ı sâni, şart–ı sâlis, şart–ı râbi, şart–ı hâmis, şart–ı sâdis, şart–ı sâbi'...

Maddelerin sonunda ise, Bakara Sûresinin 181. âyeti yer alıyor: "Femen beddelehu ba'dema semiahû feinnemâ ismuhu alellezîne yübeddilunehu innellâhe semî'un alim."
Meali: "Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve bilendir."


Sultan II. Mahmud dönemi hadiseleri (3)

Dahilde isyan ve ihtilâl,hariçten saldırı ve savaş


Osmanlı tarihinde Sultan II. Mahmud ve dönemi kadar yüksek risk taşıyan ve çok ağır bedellerle neticelenen büyük çaplı iç ve dış gailelerin hüküm sürdüğü ikinci bir dönemi göstermek hiç de kolay olmasa gerek.
1808'den 1839'a kadar uzanan bu otuz yıllık çalkantılı zaman zarfında, gerek ülke sınırları içinde vuku bulan isyan ve ihtilâller, gerekse hariçten ardı ardına gelen saldırı ve savaş halleri, adeta bitmek bilmez bir vaziyet arz ediyordu.
Bunları tek tek özetlemek gerekirse...

1) Merkezdeki sarsıntılar

Kabakçı Mustafa ayaklanmasından kısa bir süre sonra yaşanan birinci ve ikinci Alemdar Vak'ası, tasarlanan ve kısmen tatbik edilen hemen bütün yenilik politikalarının sekteye uğramasıyla neticelendi. İlk etapta karşılaştığı zorluklar ve zorbalıklar karşısında geri atmak durumunda kalan Sultan II. Mahmud, idealinden yine de vazgeçmedi ve yenilik plânlarını tatbik sahasına koymak için uygun bir zaman ve fırsatı beklemeye koyuldu.


1828–29 yıllarında yaşanan Osmanlı–Rus Harbinde Kars'ın işgalini tasvir eden bir tablo.

2) Mısır gailesi

Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile çeyrek asır müddetle yaşanan kahredici sıkıntılar, esasında başlı başına bir tarihî vukuat değerinde olup, bu meseleyi "Nizip Bozgunu" başlığıyla ayrıca ele almak daha uygun düşer.

3) Vehhabîlerin tasallutu

Hicaz Bölgesinde zuhur eden ve aralıklı şekilde tehlikeli boyutlara tırmanan Vehhabî gailesi, hasseten mukaddes toprakları kana bulayarak Mekke ve Medine'nin de huzurunu bozduğu için, Sultan Mahmud'u ayrıca teessür içinde bırakmıştır.

4) Osmanlı–İran savaşı

Ülkenin Şark tarafında ortaya çıkan bir başka tehlike ise, hayli zor ve sıkıntılı bir zamanda gözlemleren İran kaynaklı işgal ve saldırılar olmuştur. İran'daki Kaçar Hanedanı yönetimi, adeta fırsat bu fırsattır diyerek, Bağdat ve Şehrizor'a kadar uzanan Osmanlı topraklarını işgale başladı. Bu sebeple, 1820'de İran'a karşı harp ilân edildi. Harp esnasında, İran tarafında beklenmedik bir vukuat yaşandı. İran ordusu içinde dehşet uyandıran bir kolera salgını başgösterdi. Çaresiz kalan Kaçar hükümdarı Ali Şah, Osmanlı hükümetinden barış istedi. İmzalanan Erzurum Antlaşmasıyla, İran işgal ettiği yerleri iade ederek eski sınırlarına doğru çekilmeyi kabul etti.

5) Yunan ve Sırp ayaklanmaları

Mora Bölgesinde Yunan ayaklanmaları, Sırbistan'da ise Sırp isyanları birbiri ardı sıra patlak verdi. Yıllarca sürüp giden çatışmalarla, ilk safhalarda her iki bölgede de gel–gitler yaşandı. Ara ara Rusya, İngiltere ve Fransa'dan yardım alıp destek gören Yunanlılar ve Sırplar, önce yarı bağımsız, sonra da tam bağımsız hükümetler haline geldiler.

1821'de başlayan Yunan (Mora, Girit) gailesi, 20 Ekim 1827'de yaşanan Nevarin Faciasıyla had safhaya çıktı. Yunanlılara yardım için bölgeye gelen Birleşik Donanma (İngiltere, Rusya, Fransa), Mora'daki Nevarin Limanında demirlemiş bulunan Osmanlı Donanmasını top ateşine tutarak imha ettiler. Osmanlı Devleti, 1832'de İstanbul'da imzalanan bir antlaşma ile Yunanistan'ın bağımsızlığını resmen kabullenmiş oldu.

Sırplarla yaşanan çatışmalar neticesinde ise, önce (1817) Osmanlı kontrolünde bir "Sırp Prensliği"ni doğurdu; bu prenslik daha sonraki dönemlerde bağımsız Sırp Krallığına (1878–82) dönüşerek, Osmanlı'dan tamamen kopmuş oldu.

6) Osmanlı–Rus Savaşları

Yaklaşık dört asır müddetle (1567–1917) Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında yekûn on beş kadar büyük savaş hali yaşandı.

Önce, Osmanlı'ya bağlı Kazan Hanlığı, bir süre sonra da Astarhan Hanlığını işgal ile büyük tehdit haline gelen Rusya'yla ilk büyük savaş, Sultan II. Selim ile Prenslikten Çarlığa yükselen Korkunç İvan zamanında yaşandı.

Sultan II. Mahmud zamanına gelindiğinde ise, Osmanlı Devleti nisbeten çok daha güçlü bir konuma yükselen Rusya ile savaş halindeydi. 1806'da başlayan bu dönemdeki ilk muharebe, 1812 senesine kadar devam etti. Bu savaş, aynı yılın 28 Eylül'ünde imzalanan Bükreş Antlaşması ile son buldu.

İki devlet arasındaki ikinci büyük savaş ise, 1828–29 yıllarında yaşandı.
Osmanlı, Nevarin'de vuku bulan donanma faciasından dolayı Rusya'dan tazminat talebinde bulununca, iki taraf arasında yeniden savaş çıktı.

Bu esnada Yeniçeri Ocağı kaldırılmış ve yeni Osmanlı ordusu henüz tam teşekkül etmiş durumda değildi. Bunu fırsat bile Rusya, büyük bir kuvvetle, üstelik birkaç koldan Osmanlı sınırlarına doğru taarruza geçti.

Kısa sürede doğuda Kars ve Erzurum'a, batıda ile Edirne'ye kadar ilerleyen Rus kuvvetleri durdurmak için harekete geçen Sutan II. Mahmud, Rus tarafıyla şartları hayli ağır olan Edirne Antlaşmasını imzalamak mecburiyetinde kaldı.

Nisbî olarak barış sürecine giren Osmanlı–Rus münasebetleri, bu dönemde (Temmuz 1833) yapılan "Hünkâr İskelesi Antlaşması" ile  yeni bir boyut kazandı.

Ancak sekiz yıl kadar sürdürülebilen bu antlaşmaya göre, hariçten bir saldırı olması halinde, bu iki ülke birbirini kollayıp gerekli yardımlarda bulunacak.


Mısır gailesi ve Nizip Bozgunu

Vali Paşayı tanıyalım

Vali Paşayı tanıyalım
Sultan II. Mahmud devrinin hariçle bağlantılı dahilî en büyük sıkıntıların başında "Mısır gailesi" geliyordu.
Bu gailenin baş aktörü ise, Kavalalı Mehmed Ali Paşadır.
O halde, Sultan III. Selim'in fermânıyla 8 Temmuz 1805'te Mısır Valiliğine atanan ve zamanla padişaha kafa tutacak kadar güçlenen bu tarihî şahsiyeti biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
* * *
Bugünkü Yunanistan'ın sınırları içinde kalan Kavala'da 1769'da dünyaya gelen M. Ali Paşa, fıtraten gayet zeki, cevval ve azimli bir kişiliğe sahipti.
Gittiği her yerde, bulunduğu her ortamda kısa zamanda sivrilir ve sahip olduğu meziyetlerle temâyüz ederdi.
Bazı kayıtlarda Arnavut kökenli olduğu rivâyet edilmekle beraber, aslının Anadolu'dan (Konya) Rumeli'ye göç etmiş bir Türk aileye dayandığı şeklindeki rivâyet, tarihçiler arasında genel kabul görmüştür.
Sıkıntılarla yoğrulan bir hayat
 M. Ali, henüz küçük yaşlarda iken babası vefat etti. (Babası, Kavala'nın bekçibaşısı olan İbrahim Ağadır.)
Pederinin vefatından sonra amcasının himayesi altına girdi. Yine de, çok büyük sıkıntılar çekti, dayanılmaz acılara mâruz kaldı.
Çekmiş olduğu sıkıntı ve acılar onu daha gencecik yaşlarda yoğurmuş, olgunlaştırmıştı.
Öyle ki, henüz 18 yaşlarında iken orduya intisap etti. Osmanlı donanmasında genç bir nefer olarak hayata atıldı.
Bu tarihlerde (1798), Fransız Generali Napolyon Bonaparte Mısır'a asker çıkarmış ve bölgeyi işgale başlamıştı. İskenderiye'den sonra Kahire'yi ele geçirdi.
Bunun üzerine, Osmanlı donanması Mısır üzerine sefere çıktı. Donanmanın Kaptan–ı Deryası ise, Küçük Hüseyin Paşaydı.
İşte, Kavalalı M. Ali Paşanın yıldızı da, bu sefer esnasında alabildiğine parladı.
Fransızlarla yapılan mücadele safhalarında, kendisine verilen vazifeleri hakkıyla ifâ ettiği gibi, hiç umulmadık bazı başarılara da imza attı.
Bu başarılar, onu Mısır'ın gözde şahsiyeti durumuna getirdi. Burada, kısa sürede söz ve inisiyatif sahibi olmayı başardı.
* * *
M. Ali Paşa, bir yandan Mısır'daki Fransız kuvvetleriyle çarpışırken, bir yandan da tarafların teknik sahadaki gelişme seviyelerini mukayese etmeye çalıştı.
Baktı ki, Avrupalılar sanayi ve teknolojide çok ileri gitmişler. Osmanlı devleti ise, nisbeten geri durumda kalmış, kendini yenileyememiş.
Büyük düşündü ve bu durumdan gelecek için iyi dersler çıkarmayı başardı.
Mısır'da kaldığı sürece, tarımda, endüstride, sanayide ve bilhassa askerî donanımda yenilikler yapmaya çalıştı. Bunda da büyük ölçüde muvaffak oldu.
Halkın yararına birtakım başarılara imza atmasıyla, bölge halkını da kendine ısındırdı ve yakınlaştırmış oldu.
* * *
1800'lü yılların başlarında, Osmanlı coğrafyasının hemen her tarafında birtakım dinî, millî, fikrî, askerî, siyasî ve mezhebî karışıklıklar başgöstermiş durumdaydı.
Bunlar hakkında daha evvelki bölümlerde detaylı bilgiler aktardığımız için, bunları sadece hatırlatarak geçiyoruz.
* * *
Osmanlı devlet merkezi o dehşet uyandıran iç ve dışı sıkıntılarla kıvranıp dururken, Mısır ve çevresinde ise, ciddî bir toparlanma sağlanıyor ve Avrupa standartlarında önemli gelişmeler kaydediliyordu.
İşte, Kavalalı M. Ali Paşanın bu bölgede gittikçe güçlendiğini gören merkezî idare, onu Mısır'dan çıkarıp Hicaz'a vali olarak tayin etmek istedi.
M. Ali Paşa ise, merkezin bu tercihine razı olmayıp ayak diretince, Mısır Valisi olma gayesinde muvaffak oldu. (8 Temmuz 1805)
Yeni Mısır valisi M. Ali Paşa, bölgedeki Kölemenleri safına katarak Sudan'a müdahale etti ve burayı da kendi idaresine bağladı.
Bilâhare, padişahın isteği üzerine Girit ve Mora'daki isyanları da bastırma ve bölgede sükûneti sağlamak üzere tavzif edildi. Bu vazifeyi başarıyla yürüttü.
Ardından, Hicaz'daki Vehhabî grupların isyanlarını bastırmaya çalıştı. Bunda da büyük çapta muvaffak oldu.
Böylelikle, Hicaz, Filistin ve Suriye'yi de içine alan geniş bir coğrafyada hakimiyet tesis etti.
İşte, bu derece güçlenen bir vali, gitgide zaten zaafa uğramış olan merkezî otoriteye de kafa tutmaya başladı.

Dış güçler devreye giriyor
Sultan II. Mahmud zamanında, devletin kuvvetleri ile Mısır valisinin kuvvetleri arasında bazı çatışmalar vuku buldu. Valisini mağlup etmede zorlanan padişah, İngiltere ve Fransa'dan yardım istedi.
İngiltere "Bu işe karışmam" dedi. Fransa ise M. Ali Paşaya yardım etme yolunu seçti.
Sultan Mahmud, bu durumda "yılana sarıldı" ve Kavalalıya karşı Rusya ile Hünkâr İskelesi Antlaşmasını imzaladı. (8 Temmuz 1833)
Rus donanması, İstanbul'a geldi. Bu geliş, hiç de hayırlı olmadı. Rusya, Boğazlar üzerinde yeni bazı haklar elde etmeyi başarmış oldu.
Ancak, buna rağmen merkezî hükûmetin Kavalalı'ya karşı almış olduğu tedbirlerden hemen hiçbiri işe yaramadı. Üstelik, kritik sınırda olan münasebetler daha da kötüye gitti.
Dahası, önceden taraflar arasında yapılmış bazı iki antlaşmalar (Kütahya Antlaşması gibi) da fayda vermedi. Çatışma, adeta kaçınılmaz bir hale geldi.
* * *
İki tarafın kuvvetleri, nihayet 28 Haziran 1839'da Nizip'te (Ayıntap) karşı karşıya geldi.
Her iki tarafın da asker sayısı yüz binin üzerindeydi.
Aynı ümmetin fertleri, aynı milletin evlâtları, sırf siyaset ve hakimiyet dâvâsı uğrunda birbirinin canına kıyma, kanını dökme bahtsızlığına düşmüştü.
Nizip'te, 540 yıllık koca Osmanlı Devletinin ordusu, Mısır Valisinin modernize edilmiş dinamik kuvvetleri karşısında bozguna uğradı.
Tez elden İstanbul'a ulaştırılan "Nizip Bozgunu" haberi, Sultan Mahmud'u kedere, üzüntüye gark etti. Onu ölüm döşeğine düşürdü.
Halife Sultan, 30 Haziran günü Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Kavalalı Hanedanı
Hemen her yolu deneyen, ancak Kavalalı ile bir türlü başedemeyen merkezî otorite, neticede M. Ali Paşanın hemen bütün isteklerini kabul ederek, nisbî olarak (göreceli) bir müsâlaha yolunu bulmuş oldu.
Varılan mutabakata göre, Mısır'ın yanı sıra Sudan, Hicaz, Filistin, Suriye, Girit ve Cidde M. Ali Paşa ve Kavalalı Hanedanına mensup olanların idaresine verildi.
Mutabakat sağlandıktan sonra 1845'te İstanbul'a gelen M. Ali Paşa, Sultan Abdülmecid'e bağlılığını bildirdi ve tekrar Mısır'a döndü.
Kavalalı, 1849'da Kahire'de vefat etti.
Onun neslinden gelenler, tâ 1950'lere kadar Mısır'ın yönetiminde etkili oldu.
Son olarak, İttihatçıların elebaşılarından sayılan Said Halim Paşanın da, Kavalalı M. Ali Paşanın torunu olduğunu bu vesileyle hatırlatmış olalım.


Sultan Mahmud'un hayır eserleri


Hemen bütün Selçuklu ve Osmanlı devlet başkanları gibi Sultan II. Mahmud da birçok hayır ve hizmet eseri yaptırmıştır.
Sadece kendisi değil, ayrıca hanımları, oğulları ve kızları da hayır ve hasenatta birbiriyle adeta yarışarak sayısız eserlerin imar ve inşasına öncülük etmişlerdir.
Sultan Mahmud, idarî, siyasî, adlî ve askerî teşkilât usûllerinde büyük çaplı yeniliklere, değişikliklere imza attığı gibi, dinî ağırlıklı mimarî hizmetlerde pek mühim emek ve gayret sarf etti.
Üzerinde durduğumuz daha evvelki bölümlerden arta kalanları kısaca nazara vermek gerekirse, şunları ifade etmek mümkün:

* "Sadrâzamlık" makamı için, ayrıca "Başvekâlet" tâbiri kullanılmaya başlandı.
* "Defterdar"a ayrıca "Mâliye Nâzırı", "Reisü’l–Küttâb"a "Hâriciye Nâzırı", "Kethüdâ"ya ise "Dâhiliye Nâzırı" denilmeye başlanıldı.
* Ülke çapında pek büyük bir yekûn teşkil eden vakıflar için, ayrıca "Evkaf Nezâreti" kuruldu.
* Öte yandan, hükûmet ve ahâlinin mühim meselelerinin görüşüldüğü "Meclis–i Vâlâ–yı Ahkâm–ı Adliye" ile askerî işlerin görüşülüp kararlaştırıldığı "Dâr–ı Şûrâ–yı Askerî" isimli müesseseler teşkil edildi.
* Aynı cümleden olmak üzere, ayrıca şu yenilikler yapıldı: 1831'de kısmî nüfus sayımı gerçekleştirildi. 1827’de Tıp Fakültesi kuruldu. 1838’de Karantina usûlü vücûda getirildi. Posta teşkilâtı kuruldu. Posta yolları geliştirilmeye çalışıldı. Nüfus sayımında insan ve servet durumu yaklaşık olarak ölçülmüş oldu. Arabistan hariç, diğer coğrafyalardaki Müslüman nüfusun Hıristiyan nüfusundan iki kat daha fazla olduğu (8 miyona 4 milyon gibi) tesbit edildi.

Şâir Adlî'nin mânidar mısraları
Hemen her yönüyle kendini iyi yetiştirmiş olan Sultan Mahmûd Han, aynı zamanda san'ata, edebiyata hayli meraklı olup "Adlî" mahlasıyla da güzel şiirler yazardı.
Hazret–i Peygamber’in Kabr–i Şerifi üzerindeki Kubbetu’l Hadra'yı yaptıran Sultan Mahmud, 1820’de patlak veren Vehhabî Hadisesinde yıkılan eserleri de yeniden ihyâ etmiş ve bu münasebetle, Hücre–i Saâdet’e hediye olarak göndermiş olduğu şamdanla birlikte,Resûlullah’a olan hürmet ve muhabbetinin bir ifadesi olarak şu mısraları yazıp terennüm etmiştir:

Şamdan ihdâya (hediye) eyledim cüret yâ Resûlallah!
Murâdımdır Ulyâya hizmet yâ Resûlallah!
Değildir Ravza'ya şâyeste destâviz–i nâçizim,
Kabûlünle kıl ihsân û inâyet yâ Resûlallah!
Kimim var Hazretinden gayrı hâlim eyleyem i’lâm,
Cenâbındandır ihsân û mürüvvet yâ Resûlallah!
Dahîlek, el–emân, sad (yüz) el–emân dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâat yâ Resûlallah!
Dû âlemde kıl istishâb bu Han Mahmûd–i Adlîyi,
Senindir evvel û âhirde devlet yâ Resûlallah!

Hizmete devam eden şâheserler
Sultan Mahmûd Hanın, neredeyse tamamı halen de ayakta olup hizmete berdevâm olan sayılamayacak kadar çok hayır eserleri vardır.
Bunların bir kısmını şöylece sıralamaya çalışalım.
* İstanbul Üniversitesi bahçesindeki Bâyezîd Yangın Kulesi.
* Beylerbeyi ve Çırağan Sarayları.
* Tophâne’de Nusratiye, Bahçekapı’da Hidâyet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sâhilinde Tevfikiye Câmileri.
* Kudüs'teki Mescid–i Aksa, Lefkoşe’deki Selimiye Câmii, Tophâne’deki Kâdirî Câmii ve Tekkesinin tâmirleri.
* Mahmûdiye Köprüsü. Bugünkü Unkapanı Köprüsünün bulunduğu yere inşa edilen ilk köprü.
* Rodos'taki Süleymaniye Camii.
* İzmir Bıyıklıoğlu Mahmud Camii.
* Saray baskını esnasında hayatının kurtulmasına vesile olan Cevri Kalfa adına bir mektep.
* Mekke–i Mükerreme'de bir medrese.
* İstanbul Kocamustafapaşa'daki Küçük Efendi Camii ve Külliyesi.
* Beyoğlu'ndaki Taş Kışla.
* Gülhane Parkı girişindeki pek zarif görünüşlü Alay Köşkü.

Hanımlarının hayratı
Osmanoğulları Hanedanının 1808'de hayatta kalan tek erkek evlâdı olduğu için, Sultan Mahmud, birçok evlilik yapmış ve yirmi beş kadar evlât sahibi olmuştur.
Evlendiği hanımlardan bilhassa iki isim var ki, hem şöhret olmuş, hem de büyük eserlerin inşasına öncülük etmişlerdir.
Bu iki isimden biri Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan, diğeri ise Sultan Abdülmecit'in annesi Bezmiâlem Valide Sultandır.
Bu hanım sultanların yaptırmış oldukları hayır eserlerinin çoğu halen de hizmet vermeye devam etmektedir.
Pertevniyal Sultan'ın yaptırdıkları arasında, İstanbul Aksaray'daki Valide Sultan Camii ile onun hemen bitişiğindeki Pertevniyal Anadolu Lisesi (ilk ismi "Mahmudiye Mektebi"dir) en çok bilinenler arasında yer alır. 
Bezmiâlem Valide'nin yaptırdığı belli başlı eserler ise şunlardır: Vakıf Gureba Hastanesi. Maçka, Topkapı ve Yıldız'da Bezmiâlem Valide Sultan Çeşmeleri. Yıldız Sarayı'ndaki Dilkuşa Kasrı. Valide Mektebi. Mekteb–i Maarif (Cağaloğlu Anadolu Lisesi binası). Haliç üzerindeki ilk ahşap Galata Köprüsü. Bunun bir ismi de o tarihlerde "Valide Köprüsü"dür.





Hiç yorum yok: